@kadinvari
|
Bismillahirrahmanirrahim Öksüzdü gökyüzü bugün. Yetimdi... Yorgundu... Kapatmıştı güneşin ışığını kızarcasına. Bulutlar hakimdi bugün yeryüzünde. İlmek ilmek indirecekleri mermileri beklercesine... Bahçenin gözbebeği olan beyaz güllerin büküktü boynu. Bu defa gitmiyordu nefesleri açan o keskin kokuları mahalle sakinlerine. Gariplik vardı her şeyin ahenginde. Uçmuyordu kuşlar açılan camların gürültüsüne rağmen. Kaçmıyordu fareler, ağzının suyu akan kedilerden. Gürlüyordu gök! Çakıyordu şimşekler! Kalk diyordu ey uykuya yenik düşmüş asil kadın! Kalk ve işinin başına dön! - SubhanAllah! Sıçramıştı gürültünün etkisinden. Alnında boncuk boncuk beliren teri silip, perde arkasından dışarıya baktı. Sabah olmasına rağmen oldukça sıkıcıydı hava. Kalbine saplanan ani acıyla yatağına oturdu. İşte böylesine huzursuzluk içerisinde açmıştı gözlerini. Her gün, her saat bıkmadan usanmadan koşarken işinin başına, ilk kez onu geriye çeken bir şeyler oluyordu. "Bir gariplik var bugün. Hava, dün nasıl kapalıysa yine öyleydi ama ya kalbim.. Neden bugün böyle tekliyordu?" Canı çok fazla yanıyordu. Bu haliyle uzanıp dinlenmek, uyumak istiyordu ancak bu mümkün değildi. Zira bunu yapabilecek kadar da rahat bir hayatı yoktu. Sorumluluk ve prensipleri her şeyden önce geliyordu. Aksattı mı bir kez, ardı arkası kesilmez diye düşünürdü. Kalbinde oluşan tekleme ve bir anda ortaya çıkan sıkışmaların o an, tek çaresiydi abdest.. Tüm sıkıntılarından arınmak için abdest alıp, her sabah ki gibi "verirsen lütuf, vermezsen imtihandır" niyetiyle iki rekat şükür namazı kıldı. Nedense bugün kahvaltı edesi de yoktu. Sallana sallana gittiği mutfaktan eli boş şekilde geri döndü. Gözlerini olabildiği kadar açıp kendini kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Yüzünde beliren huzursuz bir çehreyle, omuzları düşük ve isteksizlik içinde gitti giyinmeye. Adım atmasını engellememesi için geniş ve siyah eteğinin üzerine, iş için özel olarak seçtiği fermuarlı bol feracesini giydi. Elleri titreyerek yaptığı eşarbın iğnesinin boğazına batmasıyla irkilmişti. Kendisine gelmesine vesile olan iğneye aşkla bakıp, teşekkür etmişti Rabbine. Ne güzel de uykulu halimden uyandırıyorsun beni diye! Nihayet kendisini evden dışarıya atabilmişti. Önce derin bir soluk aldı. Anlamsızca bakındığı etrafına bakmayı kesip yola koyuldu. Havada ki huzursuz koku içten içe canını sıkmıştı. Oldukça serin esen rüzgarın her zerresi, ağrıyan kalbine iğnelenme olarak geri dönüyordu. Sakin olmaya çalışıp dilinden düşürmediği Ayet-el Kürsi dualarıyla kağıt arabasını park yerinden çıkardı. O esnada biraz hislerinden biraz da çevrenin sessizliğinden dolayı net bir şekilde duyduğu seslerle aniden irkildi. Bu ses gönül çocuklarının bağrışmalarına aitti. Kağıt arabasını umursamadan olduğu yere bırakıp koşmaya başladı. Hızlı koştuğu için yetimhanede düzenlenen yarışmalarda da ödüller almıştı. Her attığı adımda büyük mesafe katederek vardığı yerde gördüğü manzara canını fena sıkmıştı. Boyu uzun, saçları yana doğru jölelenmiş, yüzünden haylazlık akan bir genç; çocukları hırpalıyor, kağıtlarını dağıtıyor, arabalarını deviriyordu. Bunu yaparken de oldukça mutlu görünüyordu. En zaaf noktasıydı. Canından daha çok sevdiği bu çocuklara zarar verilmesine dayanamıyordu. İşte o zaman gözü kimseyi görmüyordu. - Ne yaptığını sanıyorsun sen! Kağıt ve kartonları yemek atıklarından ayırmadan çöpe atan bir memlekette işlerini yapmaları epey zordu. Bu sebeple çöp ile kağıtları ayırt etmeleri için sopa yapmıştı her birine. Odun ve tahtalardan uğraşa uğraşa ortaya çıkardığı sonuçlar marangoz işçiliğini anımsatıyordu. Eline aldığı sopayla eziyet etmekten memnun olan genci itekledi. Gerisin geri kaldırıma takılan genç sendelese de düşmemek için direnmişti. -Çek o sopayı karşımdan! Değdirme tertemiz kıyafetlerime! Sinirle haykırmıştı. Sendelemek bile yetmişti karizmasının gitmesine. Onun da en büyük zaaf noktası buydu, insanların nazarında nasıl göründüğü. Süheyla ise durmuyordu. Elinde ki sopayla daha fazla itekliyor, kalbine doğru bastırıyordu. "Nasılmış bakalım! Masum çocuklarla uğraşmanın bedeli olmayacak mı sandın hadsiz!" Sopayı eliyle itmek isterken bir ayağının kaldırım boşluğuna düşmesiyle sendeleyip, sırt üstü düşmüş ve canı fena halde yanmıştı. Başının yere çakılmaması için ellerinden var gücüyle destek almaya çalışmasıyla direncini kaybedip kendisini yere bırakmış, dirsekleri kanamıştı. Bu onun hayatında aldığı ilk darbeydi. Öylesine rahat, öylesine başı boş ve şımarık yetişmişti. Dirsek kanaması bile onun için geçirilen trafik kazalarıyla eş değerdi. Gencin ne durumda olduğunu umursamayıp, ağlamaklı şekilde gönül çocuklarına bakıyordu Süheyla. Tek tek başlarını okşuyor öpüyordu. Yere düşenlerin üst başlarını silkeleyip, kanayan yerleri var mı diye kontrol ediyordu. - Ah benim Allah'tan başka kimsesi olmayan canlarım. İyi misiniz? Neden biriniz gelip bana haber vermiyor? Kalbine saplanan huzursuzluğun sebebini anlamıştı. Daha fazla gecikseydi, neler olabilirdi diye korkuyla karışık sızladı vicdanı. Onlardan birine zarar gelse, kendisine gelmiş sayardı. Onların canı yansa kendi canı yanardı. Bugün hissettiği gibi... Öylesine derin, öylesine anaç bir sevgiyle bağlıydı. O sırada yerde kala kalan genç, yüzünde beliren intikam duygusuyla yavaşça ayaklanarak söylenmeye başladı, "Ne hakla iteklersin beni! Bu ne cüret!" Başını bir o yana bir bu yana yatırıp gerinmeye çalıştı. - Kız olmasaydın sana ne yapacağımı bilirdim. Ama dua et ki erkek değilsin. Seni polise şikayet edeyim de bana böyle davranmak neymiş görsün o gözlerin. Gerçi nenelerin gözleri pek görmez ama neyse. Allah'tan başka kimseden korkmayan bir kadına en son söylenecek sözlerdi bunlar. Bilemezdi. Hayatına girip çıkanların haddi hesabı yoktu ama, daha önce böylesine denk gelmemişti. Etrafında rahat bir yaşam süren genç kızları gördükçe herkesi tanıdığını düşünür, üstesinden gelebileceğini zannederdi. - Polis mi? Etsene şikayet gerçekten, ne duruyorsun? Kimmiş suçlu daha net anlaşılır. Umut şaşkın bakışlarını sürdürdükten sonra merakla sordu, “Sen neden çöp tenekesine bakarak konuşuyorsun? Hey! Ben buradayım, görmüyor musun?“ “Hani neredesin? Sesin geliyor ama seni göremiyorum evladım” “Evladım mı?” Elindeki sopayı evirip çevirirken Umut’a doğru döndü Süheyla. “Ne oldu şaşırdın mı? Nenelerin gözü görmezmiş ya. Ben de sesin çöp tenekesinden geldiğini sandım! Yaşlılık işte!” Bozulmuştu Umut. Kendisini çöp tenekesiyle kıyaslaması, nene hakaretini bastırmıştı. Acıyan elleriyle alkış yapmış, gülmeye çalışmıştı zoraki. “Bravo! Güzel espiri. Senin gibilerden çıkmaz sanıyordum. Yanılttın beni. “ Yüzündeki ciddiyeti bozmadan, sıkıldığını ifade etti asil kadın. “Bu gereksiz iletişim fazla uzadı. Çağır polisi de herkes yoluna baksın. Çağırmıyorsan da kendi çöplüğüne git, buralar sana göre değil!” “Peki tamam çağırayım. Ama sana inanmayacaklarını biliyorsun değil mi? Bak üzülürsün sonra“ “Elbette bana inanacaklar.” Zenginliğin her sorunu çözeceğini sanıyordu Umut. Parası olanın fakiri ezdiği, mevki makamı olanın bir alt kademeye üstünlük tasladığı şu zamanda iyi kalmak güçtü. Her zaman ki gibi dudağını yana doğru kıvırtan o meşhur gülüşünü attı. - Ne dedin ne dedin?! Bir daha söylesene ya. Sana mı inanacaklar! Çpk eğlenceli gerçekten. Senin gibi bir kağıt toplayıcısına mı inanacaklar?! Ya gerçekten bunu söylerken ciddi olamazsın. Hayır yani bu özgüven nereden geliyor. Gülmeye devam ediyordu. O sinir bozan gülüşüne acıyarak bakmıştı Süheyla. Ne kadar da ilimden yoksun, aciz kalmıştı. Oysa İslam havuzuna dalmayanın bu eksikliği anlaması imkansızdı. Allah'a olan inancından başka neyi vardı ki. Hayatta kalmak için de oldukça yeterli değil miydi bu güç kaynağı. Hiçbir şeyin imanın yanında bir kıymeti olmadığını yaşayarak öğrenmişti Süheyla. Öyle ya! Düşe kalka büyürdü insan. Düşe kalka büyümüştü Süheyla.. Yüzünde takındığı "Kendinden emin" bir ifadeyle söz aldı, “Doğru, ilk etapta sana inanırlar. Ancak belli ki bilmediğin bir şey var. Senin hal ve tavırların birbirleriyle uyuşmuyor. Kelimelerin, masum bir çocuk gibi dökülürken dilinden, hal ve tavırların ise "haylazlık" barındırıyor! Kaldı ki benim tek dayanağım Allah’tır! Polisler bana inanırsa Allah'ın lütfu, inanmazsa imtihanımdır der geçerim! Peki ya sen? Sana inanmazlarsa ne yaparsın? Uzun bir süre sessiz kalmıştı Umut. Söyleyeceği çok sözü varken, yetiştireceği binlerce cevap varken nedendi bu ağzının kitlenişi? Anlam veremedi. Konuşmak için hazırlandıkça onu geriye çeken bir şeyler vardı. Düşünme yetilerini de hissetmiyordu. Yenilgi miydi bu suskunluğu.. Yoksa tehlike öncesi sessizlik miydi?.. Oysa Süheyla'da herhangi bir değişiklik yoktu. En başta nasıl bir çizgi takındıysa aynen öyle devam ediyordu. Ne bir keşke, ne bir laf yetiştirme çabası ne de bir yumuşama vardı halinde. Ne tavrından taviz veriyordu ne de sözlerinden. Muhatap olmaktan kaçındığı bir insan türüne, zaafına yenik düşüp haddini bildirmişti. Zaman ve kader neler gösterir bilinmezdi. Bugün muhatap oldum diye kendimizi yediklerimiz, gün gelir imtihanımız olabilirdi. ... Esselamü aleyküm. Nasılsınız bakalım🤗 Wattpad uygulamasından kitaplarımı tanıyanlar varsa lütfen yoruma gelsine. Kitappad uygulamasından yeni tanıyacak olanlar ile de buyrun tanışalım ❤️ Bu arada.. Bölüm alıntıları, haberleşmeleri ve reelsler için sayfalarıma buyrun : İnstagram : @kadinvari.kitaplar @incisizi Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🤗 |
0% |