Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm - Babası Kim?!

@kadinvari

Sabahın ilk ışıkları odama düşmek zorunda mıydı? Hayır yani gözlerim acayip kamaşıyor. Uyanmakta epey güçlük çekiyorum. Güneş öyle bir parıldıyor, öyle bir yüzüme vuruyor ki; kalk da artık yüzünü yıka diyormuş gibi. Yağmur hastasıydım. Kış delisiydim. Millet güneşi görür görmez sokağa damlar, bense neredeyse şemsiye açacağım. Durum o kadar vahim yani. Eh yaşlanınca da kapı kapı güneşi arayacağım kesin...

Yine klasik sabahlardan biri. Ben ve o gürültüsü bitmek bilmeyen çekirdek ailem. Anne babam, teyzelerim, amcalarım, kuzenlerim, yeğenlerim. Ne kadar çekirdek bir aileyiz değil mi? Bari sabah dinlense beynim... Oda yok ne yazık ki...

Off çekişimden artık bedenimin bir aklaşıp bir allaștığını hissediyorum. Sanırım dudağım off demekten büzüşüp kalacak.

Ne kadar direnirsem direneyim kalkmam gerekiyordu biliyorum. Uykusuzluktan dolayı kaşıdığım gıdığım, bir gün beni terk etmez umarım. İyice tahriş olmuştu zira.

-Hüveydaaa! Hadi kahvaltı hazırlıyoruz! Kalk artık!

-Tembel kız tembel! Nasıl evlenecek hiç düşünemiyorum!

-Hüveyda abla evlenmese evlenmesin ama ben evlenirim teyze.

-Ay! Deli kız. Güldürdün beni. Hele bir ilk okula başla sen, sonrasını düşünürüz. Hüveyda'dan akıllı olacak bu kız belli.

Nedir bu her sabah evlilik konusu, bıktım usandım yani. Bir kere de şöyle güzel bir fon müzikle uyansam, başım okşansa ya da yatağıma gelse kahvaltım. Ah! Hayali bile ne kadar güzel. Gerçi annem, kulaklığımı sinirlenip çöpe atmasaydı, en azından müzik kısmını halledebilirdim de bu konuşmalara maruz kalmazdım.

Sanırım yine fazla oyalanmıştım. Hızla giydiğim mavi terliklerimle, şippidi şippidi merdivenleri indim. Ah olamaz! Kahvaltı yine hazır olmuş ve ben yine azar işiteceğim! Ama tüm bunlara gerek bile kalmamıştı. On gündür süren mide bulantım benimle kalmayı pek sevmişe benziyor olacak ki, merdivenden inmeme dahi engel olmuştu.

- İn artık Hüveyda! Beyaz atlı prensini mi bekliyorsun!

Annemin cümlesiyle gözlerimi kapatmam bir olmuş, merdivenlerden yuvarlanmıştım.
Ne kadar süre baygın kaldım bilmiyorum ama odamda açmıştım gözlerimi. Başımda bir doktor o koca gözleriyle bana bakıyordu. Hayatımın en ağır imtihanına bugün adım atacağımı bilmeksizin bakıyordum saf saf...

Annemin eşya takıntısı ilk kez işe yaramıştı. Merdivenlere özel sünger tasarımı yaptırmıştı. Benim için mi? Tabii ki de hayır! Her şey benden daha fazla sevilen kuzen ve yeğenler içindi. O müthiş yumuşak merdivenlerden yuvarlanmam sonucunda kırılan yerim olmamıştı.

-Nasıl hissediyorsun kendini ?

Bir eliyle göz kapaklarımı yirmi km koşu yolu kadar açmış, diğer eliyle kör olmamı arzular gibi gözüme ışığını tutmuş olan bu doktor efendi, bir de iyi misin diyor. Hayret doğrusu. “Durumu şimdilik iyi gözüküyor ancak hastaneye gelip gereken tetkikleri yaptırmanızı öneririm” dedikten sonra gitmişti neyse ki.

Elimle gıdığımı kaşıyıp sıkılmış bir şekilde bizimkilere, "iyiyim ben iyi" demiştim. Annemin o kızgın ve anlam veremediğim farklı bakışından oldukça rahatsız olduysam da belli etmemiştim. Yapabildiğim tek şey gözlerimi kaçırmak olmuştu. Ne yaparsam yapayım korktuğum soru ile karşılaşacaktım ve öyle de olmuştu..

- Hüveyda! Sen gebe misin?!!

Tam tamına on dakika boyunca sorunun sahibi olan muhteşem anneme bakakalmış, yutkunmakta güçlük çekiyordum. Şıpır şıpır terlemiş olan alnıma yapışmıştı saçlarım. Ve bir hamle daha gelecek hissediyordum. Korkma diyordu bir ses saçlarımı okşayıp, ben senin yanındayım korkma! Teyzeme aitti bu ses! Ben gebeyim ve teyzem bana korkma diyordu!!!

Şimdi tüm gözler bendeydi. Ne yapsam kaçabilirdim bu mahkemeden bilmiyordum, bilemiyordum. Şuan gerçekten beş yaşındaki çocuklar gibi ağlayabilirdim. Rezil olmuştum yeğenlerin yanında böyle sorular sorulmasından ötürü. Gözlerimi kapatıp "Değilimmm gebee değilimmm!" Diye bağırmakta bulmuştum çareyi..

Annem hızla yanıma yaklaşıp saçlarımı parmakları arasına almış çekiştiriyordu. "Doğruyu söyle Hüveyda!!! Gebe değilsen ne bu bulantılar, bayılmalar ha!!!" Öyle bir çekiştiriyordu ki, canımın acısından çığlığı basmıştım. Ne kadar mangal yüreğimde olsa, çocuk oluyordum annemin yanında...

Ellerini saçlarımdan çektiğinde hüngür hüngür ağlamıştım. Bir elimle yatağı yumrukluyor, bir elimle yüzüme vuruyordum. Aslında o yumruklar kendimeydi, kitlenişime, konuşamayışıma...

Aniden odadan çıkmasına takılmıştı gözüm. Annemin arkasını dönmesi, ona olan merhametimi devreye sokardı. Ya üzülürse annem... Ya ağlarsa... İşte ben buna dayanamazdım.. Ama ne zaman ki yüzünü dönse içimdeki nefreti başa sabitlerdi. Ani gidişi, yine ani gelişiyle son bulmuştu. Elinde bir test, yüzünde takındığı tiksinme ifadesi!

- Hemen yapıyorsun bunu!

Teyzemle birlikte "nee! gebelik testi mi bu!" deyişimizden belliydi şoka girdiğimiz. Evet şaka değildi, annem gerçekten de gebelik testi getirmişti. İnanmıştı. Midesi bulanan herkes hamileydi ona göre. Yoksa bizler sağlıklıyız, varlıklıyız, hasta olma imkanımız bile olamazdı...

Eliyle bir kediye işaret eder gibi kalkmamı söylemişti. Hayatımda hiç bu kadar değersiz hissetmemiştim kendimi. Adı konmamış bir şey için düştüğüm halim acınasıydı. Şuan kendimi atmış yaşında bir teyze gibi hissediyordum. Öylesine yorgun, öylesine bitkin ve çökmüş...

Yüzüm asık şekilde hiç kimseye bakmadan gidip o testi yapmıştım. Evet evlenmeden daha sevgilim bile olmadan gebelik testi yapmıştım. Ve hayatıma bir şok daha katılmıştı! Çift çizgi!!! Nasıl olurdu bu! Bu test nasıl bir şey ki çift çizgi belirivermişti? Yok olamaz dedim korkuyla karışık bir ses tonuyla, kesinlikle bozuk olmalıydı bu test. Başka bir açıklaması olamaz! E tamam da ben anneme nasıl açıklayacağım bu durumu!? Ne diyeceğim ben şimdi!!

İki elimin arasına aldığım başımı duvarlara vurmayı düşündüm bir an. Şöyle can çıkana kadar vursam, vursam da vursam ve annemin o aşağılayıcı bakışlarına maruz kalmasam!

Şimdi içeride heyecanla bekleyen bakışlara ne cevap verecektim ben! Off bittim ben. Hayatım karardı!

-Hüveydaaa! Çık artıkkk! Diyordu annem. Sonuçtan emin ama görseliyle kanıtlamak istercesine. Sanki hep bu anı gözlüyormuş gibi. Yoksa beni bu bahaneyle evlendirecek miydi? Yapar mı yapardı...

Ellerim titreye titreye açtım kapıyı. Gözlerimde bir yıkılış nişanesi yaşlar... Saçlarımın umutsuzca omzuma dökülüşü... Her şeyimle sonuma doğru yürüyordum. Bir bitişe doğru.. Tükenmişliğe adım adım... Henüz 19 idim. Ve hayatımın kader gelinciğiyle tanışma vaktim gelmişti.

-Kaldır başını! Ver bana testi!

Annemin sesi ilk kez bir ok gibi saplanmıştı yüreğime. Yüzümü buruşturup sesi sindirmeye çalışıyordum. Ver diyordu... Kaldır diyordu başını... Ah! Zor olanlar da bunlar değil miydi zaten?! Çaresizce teyzeme baktım. Oda başını önüne eğmiş kötü şeyler olma ihtimalinden korkuyordu. Şu koca konakta tek sığınağım. Canım teyzem dert ortağım.
“Anne. Bir test daha yapsam, lütfen” dediysem de boşaydı. Elini uzatmış bekliyordu.
Yaşadığım baş dönmesinin etkisiyle, bir bayrak gibi savrula savrula verdim anneme ölüm fermanımı... Annemin yüzüne tek gözle bakabilmiştim. İnanılmaz korkuyordum tepkisinden. Öyle kuvvetli bir bağımız yoktu ama anneydi sonuçta. Değeri büyüktü kalbimde...
Fal taşı gibi açılan gözleriyle beni öldüreceğe benziyordu. Teyzemin "Hüveyda odana git! Hüveyda hadi!!" deyişiyle harekete geçtiysem de başarılı olamadım. Annem kapı tarafında durmuş yumruklarını sıkıyordu. Yeğen ve kuzenler ağızları açık bir şekilde izliyordu açık hava sinemasını. Bense ağlayan gözlerimle annemden gelecek hamleye hazırlanıyordum.

“ Teyze!” Bu, ağzımdan çıkan son kelimeydi. Gerisi annemle aramızda geçen boğuşmalardan ibaretti zira.
"Hüveydaaaaaaa!" Diye bir kükreyişi vardı ki, ölebilirdim o an. Gözümün önünden nasıl öleceğim geçiyordu. Bıçaklar mıydı? Boğar mıydı? Ya da itekler de başımı çarparak mı ölürdüm, bilemiyorum... En iyisi yummaktı gözleri... Teyzem her ne kadar annemi tutmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Annem tarafından iteklenerek yere düşmüştü. Yanmıştı, çok yanmıştı canım. Kendimi unutup saniyelik teyzeme üzülmüştüm.

"Teyze sen karışma gözünü seveyim, ne olur?" yalvardım kısık bir sesle. Bir anneme bakıyor, bir teyzeme bakıyordum. Nihayet annemde sabitlemiştim gözlerimi ve zor bir cesaretle, "Bu annemle benim meselem, herkes çıksın odadan, bu odadan ya cesedim çıkacak ya da aklanışım" demiştim. Korkunun ecele faydası yoktu. Ayaklarımı sabitlemem, başımı dik tutmam gerekiyordu. Kim bilir belki büyüyordum ve belki de şimdi yürümeye başlıyordu içimdeki çocuk...

Herkesin odayı terk etmesiyle birlikte bir hokkalı tokat inmişti yüreğime. Yanağımdan süzülen anne parmak izleriyle... Yanağımı tutuşumla, ağlama hızım artmış, kalbim yerinden çıkacak gibi çarpmıştı. "Ben bunları hak etmedim anne!" dememle bir tokat daha inmişti diğer yanağıma...
"Vur istediğin kadar vur! Ama ben masumum! Nasıl oldu bu bilmiyorum ama ben masumum! Anlıyor musun anneeee?!" Ellerimle başıma, yüzüme vuruyordum. "Senin yerine de hırpalarım kendimi merak etme, ama aslını araştırmadan attığın bu tokatlar var ya, ömür boyu aramıza girecek..."

Bir an sözlerimden etkilenir gibi olup duraksamıştı. Ama yapamazdı. Yıllardır hanım ağa gibiydi bu kasabada. Gururuna yediremezdi bu kadar hafif cezayı. Aniden elini geçirdiği saçlarımdan sürükleyerek dışarı çıkardı ve en sert şekilde tekrar vurdu yüzüme. Bir yandan bağırıyor bir yandan dövüyordu. Ayakta durmaya dermanım kalmamıştı. Yere oturuşumla ardımda kalan sevgili annem, saçlarımdan tutarak başımı geriye çekmiş, tepeden bakıyordu. Gözleri. Tam bir ateşti. Koca bir nefretle indirdiğim gözlerime sinirlenip ağzımı sıktı.

-Osman efendi!!! Osman efendi!!!!

Seri adımlarla gelmişti Osman abi. İyi adamdı ancak ekmeğini veren annem olunca çoğu şeye susardı, susmak zorunda kalırdı. Aksi takdirde işinden olabilirdi.

-Buyurun hanımım...

Ellerini bedenimden çeken annem "Kasabanın tüm gençlerini buraya çağır! Onlara de ki dürüst olan bir kese altın kazanacak!"

Hayatımın en rezil günüydü.. Bir yanlış anlaşılmaya kurban giden gençliğim bana el sallıyordu. Belli ki bir daha da asla kavuşamayacaktık.

Bir an da ortalık genç adamlarla dolup taştı. Yüzümden akan kanları gördükçe korkmuşlardı. Bu işin sonu hayır değildi. Zamanında annemin yanına sığınmak zorunda kalan teyzem, korkudan aşağı inememiş, camdan ağlayarak bana bakıyordu. Zoraki de olsa başımı cama doğru kaldırıp tebessüm etmiştim kendisine. Bu, belki de onu son görüşümdü.

-Ey genç ahali! Şimdi dürüst olma vakti! Hanginizin bu kızla ilişkisi var? Karnındakinin babası hanginiz!!

Donup kalmışlardı. Ne desek altınlar bizim olur diye düşünüyor olmalıydılar. Bir an da herkes benim alakam yok demişti. Dürüst olup altınları almaktı amaçları.

Demek hiçbiriniz değil ha öyle mi!? Elleriyle arkasında bağdaş kurmuş, önlerinde komutan gibi yürüyordu. Sesini çıkarmayan yalnızca bana acıyarak bakan gence bağırarak, "Sen misin yoksa?!" "Sana dedim! Cevap versene!" Demişti.

Yeşil gözleriyle bakakalmıştı bana. Halim ne kadar vahimse artık!
"Evet! Bebeğin babası benim!" Demişti öne atılarak!

Şoka girmiştim. Ama neden nasıl!? Altın için miydi her şey? Ne yaptığını sanıyor bu insafsız! Kaşları havada kalan annem gence iyice yaklaşıp tokat atmış, suratına tükürmüştü.
"Hala emin misin babası olduğuna? "

"Evet eminim! Altınlar sizin olsun ama Hüveyda'ya dokunmayın!"

Herkes şok üstüne şok yaşıyordu. "Ya oğlum ne ara ilişkiniz oldu hiç bahsetmedin" Diyen arkadaşına, “kes sesini!” Demişti.

-Pekala! Hepiniz dağılın! Sen hariç yeşil gözlü! Osman efendi! Bu ikisini müştemilata bağlayın! Kararımı yarın vereceğim!

Nedendi bu iyiliği? Hiç sevmediği, gördüğünde erkek kız diye alay ettiği benim için niye yapmıştı? Adını dahi yeni öğrendiği bir hiç için nedendi bu zulme ortak oluşu??

Yüzüme kin kusarak bakan anneme tek kelime dahi etmemiştim. Kalbim yaralıydı. Aramıza soğuk rüzgarlar giriyordu ve güneş artık hiç doğmayacaktı.

Loading...
0%