@kadrisyazar_
|
EJDERHA VARİSİ VE GENÇ SÜVARİLERİ
BÖLÜM 1
“Amelia uyan, Amelia!” Kulağıma gelen boğuk kadın sesi kulağımı tırmalarken, sırtımı dayadığım yumuşak zeminden biraz daha hareketlendim. Bilincim tamamen açıldığında, sağ tarafımdan gelen kapının sert bir şekilde vurulmasıyla gözlerimi artık tamamen aralamıştım. Sertçe yutkunurken bakışlarımı ilk karşılayan şey, koyu kahverengi tahtaların olduğu tavan olmuştu. Koyu kahverengi tahta ile örtünmüş olan tüm tavanın etrafı siyah hislerle kaplanmıştı. Kapı az önceki gibi sert bir şekilde vurulunca, dışardan bağıran kadının sesi bir kez daha duyuldu. “Amelia, uyan artık. Askerler birazdan burada olur.” Art arda kapı tekrar sert bir şekilde vuruldu. Amelia kimdi? Ve bu kadın neden durmadan kapıyı alacaklı gibi çalıyordu? Bakışlarımı içinde uzandığım yatağın üstüne indirdim. Göğsüme kadar çektiğim beyaz yorganın üzerinde ellerimi üst üste koyarak, karnımın üzerine bağlamıştım. Kapı bir kez daha vuruldu, ama bağıran kadın aynı ismi tekrar etmek yerine of çekmişti. Yorganı üzerimden atmadan üst bedenimi uzandığım yerden hafif doğrulttum. Ellerimi yatağın ucuna yaslarken gözlerimi uyandığım odanın içine gezdirdim. Orta boylarda; koyu sarı tahtadan yapılmış bir dolap vardı. Dolabın yanında ise, tavanda bulunan koyu kahverengi tahtalardan oluşan bir masa yer alıyordu. Üzerinde de, birkaç kalın kitap ve içi boşalmış küçük cam şüşeler duruyordu. Her şey eski ve tozlanmıştı. Duvarın önüne koyulan masanın biraz üzerinde, gaz lambaları asılmıştı. Fitilini yaktıkları küçük ateş, artık zoraki yanıyordu. Anlayamadığım bir ismi bağıran kadının, sert bir şekilde vurduğu tahta kapının arasından güneş ışığı, odanın ortasına geliyordu. Fakat oda karanlıktı. Belki de odanın yapılması için kullanan koyu tahtalardan olabilirdi bu durum. Sağ tarafıma çevirdim bakışlarımı; kapının yan tarafında, önceden yakılan şöminenin içinde yakılan ateş, hâlâ yanmaya devam ettiği için odanın içi bu yüzden daha sıcaktı. “Amelia uyansana, eğer geç kalırsak öldürürler bizi!” Derin bir nefes alırken, üzerime attığım beyaz çarşafı kenara ittim ve ayaklarımı tahta zemine indirdim. Diz kapağımın altında biten beyaz bir gecelik vardı. Normal bir geceliğe göre kalındı. Ne zaman giydiğim ve ne zaman buraya geldiğimi hatırlamadığım bu odadan ayaklanarak, çok büyük olmayan bu odanın ortasında alacaklı gibi çalınan kapıya doğru ilerledim. Tahta kapının üst kısmında yer alan sürgülü kilit vardı. Onu yan tarafa kaydırdım ve kapının kulpundan tutarak kendime doğru açtım. Kapının ön tarafında bulunan birkaç metre yükseklikte olan basamağın altında duran kadın, öfkeli gözlerle yüzüme bakıyordu. “Öldün sandım, kapıyı az daha açmasaydın yardım çağıracaktım.” Gri bir elbise ayaklarının altına kadar uzanıyordu, bu yüzden uç kısımları yere değdiği için kirlenmişti. Gri elbisenin önünde ondan ayrı olarak bir parça daha vardı, rengi beyazdı ve o da göğsünden başlayarak diz kapağının üstünde bitiyordu. Başını da aynı gri renk ile örtmüştü ve beyaz bir bez parçasını da üstünden bağlamıştı. Saçları görünmüyordu. Beyaz, uzun yüzü daha ön plandaydı. Açık kahve rengi gözlerinin altına sürdüğü aynı tonlarda ki renk, göz rengini daha da parlak göstermişti. Kaşlarım çatılırken, karşımda duran kadını izlemeye başladım. Yüzü tanıdık geliyordu ama ilk defa gördüğüme yemin edebilirdim. Bu bakışlarımın nedenini anlayamadığı için onunda kaşları çatılırken yüzünü buruşturdu. “İyi misin sen Amelia? Hasta falan mı oldun?” gözleri tamamen üzerimdeydi ve ayaklarımdan başlayarak yüzüme kadar incelemeye başladı. “Daha hazır değil misin sen? Tüm hemşirelerin yerinde olması lazım, askerler buraya gelmek üzereler.” Dedi, sesi öfke ve endişeli çıkarken. Hemşireler mi? Elimi yüzüme çıkarıp sıvazlarken, dudağımın kenarı kıvrıldı ve sırıtmam daha da genişledi. Ayaklarım geri geri giderken, karşımdaki kadın da önünde duran basamakları tırmanarak odanın içine kadar girdi. “Bak, sana çok farklı gelecek biliyorum ama ben ne dediğini anlamıyorum.” Git gide endişem artıyordu hatta korkmaya bile başlamıştım. Her şey tanıdık geliyordu ama bilmiyorum, her şey birbirine girmiş durumdaydı. “Neyini anlamıyorsun?” bir şeyi ima eder gibi sesler çıkarırken kollarını göğsünde birleştirdi ve yüzünde kocaman bir sırıtış belirdi. “Hmm, demek onun geleceğini bildiğin için heyecanlısın.” Kimin geleceği için çok heyecanlıyım? Anlamadığım durum ile ne ilgisi vardı heyecanlı olmamın, asıl buna anlam verememiştim. Ellerimi iki yana doğru açıp salladım. “Bak gerçekten anlamıyorsun, hatta bende anlamıyorum. Değişik geleceğini biliyorum fa-“ cümlemin yarıdan kesilmesini sebep olan şey başka bir kadının gelmesiydi. “Darla, nerede kaldınız?” ellerini kapının sövelerine yaslamış, karşımda kollarını göğsüne bağlayarak bekleyen kadına bakıyordu. Ardından beni buldu, aynı şekilde giyinen kadının bakışları. “Günaydın Amelia. Bugün geç kalmışsın, halbuki ilk önce sen giderdin Tapınağa.” İki elimi de yüzüme çıkarıp, bu durumun ortasında bulunmam nedeniyle öfke ile sıvazladım ve parmaklarımı alnımdan başlayarak saçlarımın arasında kadar daldırdım. Bakışlarımı adının Darla olduğunu öğrendiğim kadına çevirdim, “ Amelia bugün baya kendinde değil, hem de en önemli bir günde.” Derken sağ kaşını kaldırdı, bir şey anlamamı ister gibi ima ederken. “Tamam sen git Hanna, biz de birazdan oluruz.” Kendisi arkasında bulunan dolabın karşısına geçerek kapılarını sonun kadar açtı, Darla denilen kadın. “Çok beklemeyin çünkü askerler burada olacak, yaralı olanlar ile ilgilenmemiz gerek.” Dedi ve ellerini yasladığı kapı sövelerinden çekerek gitti. Bu dedikleri askerlerde kim oluyordu? Tamam sakin ol, evet her şey yakın geliyordu bana, burayı biliyordum ama uzaktı her şey! Ağlamak istiyordum, bilmediğim duyguların ortasına düştüğüm için. Darla, dolabın içinde çıkardığı kıyafetleri çıkarıp bana doğru geldi ve kollarımın üzerine bıraktı. “Bugün bittiğinde sana ne olduğunu konuşacağız ama önce gelenleri halledelim tamam mı? Şimdi sen giyin ben seni dışarda bekliyor olacağım. Sakın geç kalma.” Onu başım ile onaylarken, üzerinde yürüdüğü tahta zeminin çıkardığı sesler eşliğinde dışarı çıkarken kapıyı sonuna kadar kapattı. Ellerimin üzerine koyduğu kıyafetlere baktım. Az önce kızların giydiği kıyafetlere benziyordu. Ne için olduklarını bilmiyordum ama söyledikleri kelimeler aklıma geldi; şifahane, hemşire ve yaralılar. Sanırım bunlar hemşirelerin giydiği kıyafetlerdi ama ben hemşire falan değildim. Kollarımın üzerinde duran kıyafetleri yatağın üzerine fırlattım. Beyaz bir bez parçası yatağın üzerinden tahta zeminin düşmüştü. Bu az önce Hanna ve Darla denilen kadının kafalarının üzerine örttükleri diğer beyaz bez parçasıydı. Gözlerimi yerden aldım ve sıkıntılı bir nefes vererek yatağın ucuna oturdum. Sağ omuzumun üzerine düşen, sarı, kalın saç örgüm dikkatimi çekmişti, göğsümün altına kadar devam eden saç örgümü elime alırken, tırnaklarımı saç uçlarıma geçirip sıkıntılı bir nefesle çekiştirmeye başladım. İçim sıkıntıyla dolmuştu. Garip hissediyordum, bulunduğum odanın havası, kızların yüzü, sesleri her şey garipti ama bunun ne olduğunu çözemiyordum. Burada olmamam gerekiyordu, peki nerede olmam gerekiyordu benim? Kimdim ben? “Giyindin mi Amelia?” kapının dışında Darla’nın sesi tekrar duyulunca, beyaz geceliğimin uçlarından tutarak yukarıya doğru kaldırdım ve kafamdan çıkardım. İç çamaşırı olarak bir şey giymediğim için çıplaktım bu yüzden üşütme dalgası bedenimi sarmıştı. “Giyiniyorum!” diye seslendiğimde, gri elbiseyi kafamdan çoktan geçirmiştim. --- Saçlarımı, elbisenin parçası olan şalın içine sokarken, zeminin üzerine düşen bez parçasını almak için eğildim. Odanın içinde ayna falan olmadığı için nasıl göründüğümü ya da elbise üzerimde nasıl durduğunu, göremiyordum. Beyaz bez parçasını, kafamın üstünden geçirdim, uç kısmını da kafamın altından bağladıktan sonra elim ile düzeltmeye başladım. Başımın üzerindekilerle işim bitince, bakışlarımı üzerime indirdim. Vücudumun üst kısmı dar olduğu için nefes almakta zorlanıyordum ama kıyafetin etek kısmı daha iyiydi, rahattı ve yürümekte zorlanmayacağımı biliyordum. Bileklerime kadar gelen kol kısmı da dardı, en azından hareket etmemi çok fazla zorlaştırmıyordu. Artık hazırlanmamı bitirince, derin bir nefes alıp geri verdim. Ellerimi karnımın üzerine yerleştirdim ve gözlerimi kapattım. Her şey normal derecede anormaldi. İyi ya da kötü olduğu ayırt edemeyecek kadar duygu karmaşası yaşıyordum. Gözlerimi tekrar açarken, kafamın üzerine bağladığım gri şalın uçlarından tutarak sol omuzumun üzerine koydum. Kapalı olan, tahta kapıyı kendime doğru çekerek araladım ve sırtı dönük bir şekilde olan Darla, gülümseyerek kafasını yukarıya doğru kaldırdı. Basamakların aşağısında olduğu için alttan bakıyordu bana. Bende ona gülümsemeye çalıştım. “Sonunda gelebildin. Gidip hazırlıkları yapalım.” Cümlesini bitir bitirmez yürümeye başladı. Evin eşik kısmında tahtalardan oluşan basamağın ilkine adımımı attım ve giydiğim elbiseye takılmamak için bir elimi ile kenarlarından tutarak hafif yukarıya çektim. Hâlâ kenarlarından tutarken gözlerimi etrafta gezdirdim. Saat, öğleni bulmamıştı, bunu havanın serinliğinden anlamıştım. Açık olan gökyüzünde parıldayan güneş, vücudumu ısıtacak kadar etki etmiyordu. Sabah saatlerini seviyordum, hele ki bulunduğum konum bunun gibi yeşil çimenlerin baş gösterdiği, etrafta koşuşan çocukların sesleri duyulurken daha çok hoşuma gidiyordu. Başımı sol tarafıma çevirdim, kimi evler tahtadan ya da taşlardan yapılmıştı. Şu an durduğum evin yeri ise diğerlerine göre daha çok ırak kalıyordu. Bu yüzden çocukların ya da diğer insanların sesi evin içine kadar gelmiyordu. Sağ tarafımda bulunan evlerde aynı şekilde dip dibe yapılmıştı. Diğer basamaklardan inince, evin tamamını incelemek için arkamı döndüm. Adımı biraz daha geriye doğru atarken, az önce içinden çıktığım evin arkasında, siyah kuleleri görülen bir yapı gözüküyordu, bulunduğum yerden daha yüksekte kaldığı için kara bulutların sardığını görebiliyordum. Saray gibi gözüküyordu ama anlayamamıştım. Buradan çok uzakta olduğu belliydi. Zaten burada da çok ev ve insan olduğu da söylenemezdi. “Amelia, hadi.” Biraz önümde beni bekleyen Darla’ya başım ile onaylarken ona yetişmek için adımlarımı hızlandırdım. Çok hızlı yürüyordu, bu yüzden arkasından dört beş adım uzaklıkta duruyorken konuşmaya başladım, “Nereye gidiyoruz?” dedim. Hâlâ yürümeye devam ederken sadece başını yan tarafa çevirip, yüzüme baktı. Kaşları çatılırken, “nereye olacak şifahaneye. Bugün askeri birlik yara almış, onlar gelecek. Hatta dün haber verdiler, bizde hazırlık yaptık.” Adımları dururken, bedenini tamamen bana çevirdi. Kaşları şüphe ile çatılırken, işaret parmağını bana doğru uzattı. “Dün gece nereye kayboldun, o kadar işin arasında sen bakalım?” Dün gece mi? Dün geceye dair hiçbir şey hatırlamak bir kenara dursun, hiçbir şey hatırlamıyordum! Ne diyeceğimi bilmediğimden, aralanan dudaklarımı yaladım ve bir şey söylememi bekleyen Darla’nın yüzüne baktım. “Dün biraz başım ağrıdığı için eve geldim.” Diye yalan atmıştım. Darla seni de hatırlamıyorum aslında yüzün tanıdık fakat kim olduğuna dair bir fikrim yok hatta kendimin kim olduğuma dair de bir fikrim yok da diyebilirdim. Ama buradakiler beni tanıyordu, nasıl olduğunu bilmediğim halde. Böyle bir şeyi pat diye yüzüne söylemek, benim deli olduğum hakkında şüpheler doğurabilirdi. “Evde değildin, birini gönderdim sana bakması için, ama kapının kilitli olduğunu, içerde kimsenin olmadığını söyledi.” kollarını önünde şüpheli bir şekilde birbirine kavuşturdu, ardından bir adım bana doğru geldi. “Uzun süredir o da burada değil, kimin yanındaydın sen? Biliyorsun ikimizin arasındaki olan sırları kimseye paylaşmıyorum.” Deyince, şüpheli yüz ifadesini samimi bir gülüş almıştı. ‘O’ dediği kimdi bilmiyorum ama, kesin o kişiyle aramda bir şey vardı, yoksa bu kız durmadan ima edip durmazdı. Başımı olumsuz anlamda sağa sola salladım. “Hayır gerçekten evdeydim, gönderdiğin kişi eve ne zaman geldi bilmiyorum ama, ben evdeydim Darla.” Çenesini hafif yukarı kaldırıp gözlerini kıstı. “Öyle olsun bakalım, yakında içinde tutamayıp ötersin.” İkimizin bakışmasını ve sözlerini kesen, yüksek seste çalınan davullar olmuştu. Darla arkasını hızlıca dönerken, ben davulların sesinin nereden geldiğini anlamak için parmak uçlarımda havaya yükseldim. Sadece birbirinin içine giren insanları görebiliyordum. “Amelia çabuk koşmamız lazım. Davullar çalındı, demek ki yaralılar fazla.” Darla, yüzünü bana dönmeden, koşmaya başladı. bende hiç beklemeden arkasından koşmaya başladım. kulaklarıma gelen davul sesleri eğlenceden ziyade, acı ve savaş nidaları gibi göğe yükseliyordu. Kalabalığın olduğu alana doğru yaklaştıkça, sesler daha çok artıyordu. Evlerin çatısına baktım, ellerinde davul olan kişiler, başlarını aşağıya eğmiş çalmaya devam ediyorlardı. Ortalarından geçenlere bakmak için duran kalabalığın arasına dalan Darla’yı gördüğümde, bende dip dibe giren bu insanların arasından zorda olsa aralarına dalabilmiştim. Davul seslerine karışan uğuldamaları işitebiliyordum; üzüntülü çıkan inlemeler, hakaret eden ve bizim içindi diye söylenen cümleler… tüm duygular vardı. Duymamak elde değildi. Önümde dizilen insan sıralamasını da geçince, gidip gelmekten aşınan topraklı yolun ortasında; atların çektiği tahta arabaların önünde ve arkasında sırayla ilerleyen atların üzerinde onları süren kişilere bakışlarımı kaldırdım. Ön saflarda üç atlı kişi, arkalarından gelmeyi sürdüren beş tane bulunan tahta arabalar; Hemen arabaların arakasında ise kaşları çatık, terden sırılsıklam olmuş saçlarının alnına yapıştığı asker ve bir iki adım ötesinde ilerlemeyi sürdüren diğer beş diğer atlı kişi bulunuyordu. Aşınan topraklı yolda giden tahta arabalarının tekerlekleri, her geçtiği taşın üstünde çıkardığı yüksek sesler ile birlikte bakışlarım bu sefer içindekilerini buldu. Sırt üstü uzanan, kadın veya erkek hiç fark etmez öylece inleyen bedenler ve üzerlerine serilmiş yeşil bir örtünün altında hareketsizce yatan bedenleri görmemek elde değildi. O örtünün altındakiler ölü mü değil mi anlayamamıştım fakat buraya yığılan insanlar bu durumdan hiç hoşlanmadığı belliydi. Tahta arabaların arkasında hızlıca atını süren, diğerlerinden bir iki adım önde olan kişi, kafasını yan tarafa çevirerek, onları izleyen kalabalığa çevirdi. “Bu yaz da zorlu geçecek anlaşılan.” Yan tarafımdan gelen seslere kulak kabartırken, bakışları yüzümde olan kişiye odaklandım sadece. Bakışları birkaç saniye üzerimde durduktan sonra, tekrar yola çevrilmişti. Benim gördüğüm bir hayal miydi tam anlayamamıştım ama dudağının kenarı kıvrılmıştı. Bunu görmüştüm. Tekrardan o sert ifadeyi takınması çok uzun sürmemişti. “O neden gelmedi? Neden askerlerini yalnız göndermiş?” arkamda duran kalabalığın arasında kurulan cümlelerden dikkatimi alan şey, bileğimi saran dokunuştu. Sahibine bakmak için kafamı yan tarafıma çevirdim. Evden çıkmadan önce uğrayan Hanna’ydı. “Arabalara binmemiz lazım, tapınağa yetişene kadar diğer yaralılarla ilgilenmeliyiz.” Elinde tuttuğu siyah bez bir çanta tutarken hiç vakit kaybetmeden, önümüzden geçen atların çektiği en son tahta arabanın üzerine bindi. Elini bana doğru uzatınca, benden vakit kaybetmeden ayağımı duran tekerin üzerine basarak içine atladım. Biz en son arabanın içinde bulunuyorduk, sırtımı dönmeden sadece arkamızdan ilerleyen kişiye bakmak için yüzümü çevirdim. Bakışları hâlâ yolun üzerindeyken, bakışlarını aşağıya indirerek göz göze gelmiştik. Göz göze gelinen saniyeden sonra bileğime değen dokunuşla, bakışlarımız kesildi. “Yardım et lütfen!”. Kısık sesle dile getirilen bu cümlenin sahibine baktığımda, yüzünün sol tarafı komple yanık izleri ve kolunun biri de beyaz bir bezle sarılmıştı. Öylece benden yardım dileyen yaralı bir erkekti. Zorlukla yutkunurken, kurumuş dudaklarını diliyle ıslattı. Gözlerimin içine bakıyordu ama bir şey yapamıyordum. Ne yapabilirdim ki? Bu durum birkaç saniye hareketlerimi dondursa da, Hanna’nın sesi ile kendime gelebilmiştim. “Amelia çantayı aç, içinde sarı bir merhem olacak onu bana ver.” Kafam ile hızlıca Hanna’yı onayladım. Yanında duran siyah bez çantayı aldım ve içini karıştırdım. Elime değen ilk şeyi hemen çıkardım. Ama hangisi olduğunu bilmiyordum. Elimde tuttuğumu hızlıca çekerek, doğru şeyi çıkardığıma emin olmuştum. Seri hareketlerle merhemin kapağını açıp avuç içine döktü. Bu adamın yaraları fazlaydı, bir merhem nasıl onu iyi edebilirdi ki? “Kolunun sargısını aç.” Söylediği her şeyi, komut verilen bir hayvandan farksız bir şekilde yerine getirmeye çalışıyordum. Koluna sardıkları sargıyı açmaya çalışırken ellerimin titremesini engelleyemiyordum. Son sargıyı da açtığımda, kanlar içinde kalmış, bileğinin altının komple kopan bir el karşılamıştı beni. Son anda çığlık atmayı durdururken, hareket eden tahta arabanın içinde geriye doğru atmıştım kendimi. Görüntü yüzünden, saç diplerime kadar acı ile ürpermiştim. Gözlerimi sıkıca yumdum, bu görüntüyü görmek istemiyordum. “Amelia…” adımın öfke ile kullanılması gözlerimi yeniden açmamı sağlamıştı. “Ne yapıyorsun, yardım etsene. Bundan daha kötülerini gördün sen.” Diye çıkıştı Hanna. Ben… ben bir şey görmemiştim. Gözlerim dolarken, kopan bileğe bakmamak için zorluyordum kendimi. “Kolundan tut.” Dedi Hanna. Kolunun dirseğinden tutarken, Hanna oraya avuç içine döktüğü merhemi, kopan bileğin yerine sürdükten sonra temiz bir bez ile bağlamıştı. “Merak etme. Vardığımız da yarayı daha iyi sarıcaz.” Çantasının içinden demir bir matara çıkardı. Mataranın ağzını açtıktan sonra, elinin birini yaralı askerin kafasını altına koyup, biraz yukarıya kaldırdıktan sonra kuruyan dudakların arasına matarayı yerleştirdi. Asker, iştahlı bir şekilde suyu içerken ağzının kenarlarından sular dökülmeye başlamıştı. Bakışlarım, dudakları birkaç santim aralanan, gözleri açık bir şekilde, parçalanan kıyafetlerinin altında görünen teninin hepsi yanıklar içinde yatan o askere çevrildi. “Hanna.” Dedim fısıltıyı andırır gibi. Hanna’nın da bakışları, benim baktığım yeri buldu. Zorlukla yutkunurken, hareket eden arabanın üzerinden zar zor olsa da ayağa kalkabilmişti. Yanında getirdiği siyah çantayı eline alıp, içinde katlanmış olan yeşil örtüyü çıkardı. Üzerine sermeden önce, “Huzur seni bulsun!” duyabileceğimiz bir şekilde söyleyerek askerin tüm bedenine sermişti yeşil örtüyü. Yeşil örtünün altındaki tüm bedenler ölüydü! Anlamıştım. Boğazıma düğümlenen nefesimi verirken, bakışlarımı, arkamızda ilerlemeyi devam ettiren en kıdemli olduğundan emin olduğum kişiye çevirdim. onunda bakışları, üzerine örtü serilen askerin üzerindeydi. Sağ elini göğsünün üzerine yerleştirdi. Parmaklarını kalbini sökmek istercesine elbiselerinin üzerine geçirdi. Yanında bulunan askerlerde ve üzerine örtüyü seren Hanna’da aynı şekilde o hareketi yapmıştı. Ama hiçbirinin yaptığı hareket onun kadar sert ve güçlü değildi, o acısını söker gibi yapmıştı bu hareketi. Bakışlarından anlamak mümkündü. Gözlerimi ondan aldım ve evlerin olduğu kasabayı bırakarak dağın eteğine doğru çıkan yola çevirdim. Hiçbir şey anlamamıştım bu olaylardan, sadece yaşıyordum, hepsi buydu!
Devam Edecek...
|
0% |