@kadrisyazar_
|
EJDERHA VARİSİ VE GENÇ SÜVARİLERİ
BÖLÜM 4
҈
Ne olduğunu bile anlamadığım bir şekilde dudaklarıma yapışan adam, yaptığım hareketten sonra ellerini iki yöne doğru açıp kaşlarını çatarak, gözlerinde beni anlamaya çalışan bir ifade ile bakıyordu. Ben ise elimin arkasını hâlâ sıcaklığını hisseetiğim öpüşünden sonra, kendi elimin arkasını dudaklarımın üzerine kapatmıştım. Uzun süren bakışmamızın ardından, bir adım bana doğru gelince gözlerim kendiğinden aralanarak üzerime doğru gelmeye çalışan adamın hareketlerinden kurtulabilmek umuduyla sırtımı tahta kapıya daha çok yasladım. Bacaklarım beni daha fazla taşıyamayacak kadar titriyor, sırtımdan soğuk terler dökülüyordu. Hâlâ üzerimden atamamıştım bu şoku! Elimin arkasını dudağıma bastırıp yavaş hareketlerle silmeye çalışırken, gözleri dudaklarımın üzerine kapattığım elime, ardından kolları iki yanına düşerek tekrardan gözlerimin içine baktı. “İki aydır burada yokum Amelia ve beni böyle mi karşılıyorsun?” elini alnına düşmüş olan siyah dağınık saçlarına atıp geriye doğru öfkeyle yatırırken, dudakları alayla ve sinirlerine hakim olmaya çalışır gibi kıvrılmıştı. Dean benden bir cevap beklerken, ben sadece ağlama dürtüsünü bastırmaya çalışan duygularla savaşmaya çalışıyordum. Bu adamın yüzü aklımın en derin köşelerinden bana el sallarken, bir taraftan da o kadar uzak geliyordu. Derin nefeslerim göğüs kafesimi zorlarken kaşlarım çatık bir şekilde yüzüne bakmaya devam ettim. Bedenini ileriye doğru atıp, “daha iki ay öncesine kadar altımda inlemek için çırpınıyordun, şimdi de dudaklarından öptüm diye bana iğrenerek bakıyorsun. İyi misin sen Amelia?” diye konuştu. Daha doğrusu dişlerinin arasından tısladı diyebilirim. Aslında dediklerine öfkelenmemem lazımdı ama nedenini bilmediğim bir şekilde dedikleri beni sinirlendirmişti. Sen kimsin ki seninle yatmak için yalvarayım! Elini dışarıyı gösterir gibi uzatarak, “şu Darla mıdır nedir, onun dediklerimi seni etkiledi.” Sesini alçaltarak konuştu bu sefer. Yeşil gözleri çaresizce yüzüme bakarken böyle söylemem için adeta yalavarır gibi bakıyordu. Artık her şey kesinleşmişti, yani Darla’nın dediği o adam Dean’ndı ,anlamamak imkansızdı. Darla’nın söyledikleri aklıma geldi; Ama dikkat et Amelia, eğer öğrenirlerse kellen bir mızrağın ucunda sallanırken bulabilirsin!” tekrar aynı sözcükler beynimin duvarlarından yankılanırken, bedenim yine kasıldı. Sanırım Darla’nın dediklerini Dean’da karanlık koridordan geçerken duymuştu. Lanet olsun ki, sadece bu konuşmalarla kalmayıp adamın nasıl seviştiği ile ilgili meteforlarda bile bulunmuştuk. Tekrar adımlarını bana doğru atınca kafamı da tahta kapıya yaslamıştım. “Amelia sinirleniyorum, anlamıyor musun kızım özledim seni diyorum! İki aydır ejderhalar ve bir sürü boktan işlerle uğraştım.” Kafasını omuzuna doğru eğerken, ellerini bana doğru uzattı. “Ve inan bana orada sadece seninle buluşma hayalleri kurdum. Bu gece beni mutlu et lütfen.” Son cümlelerini yumuşak tonla kurmuştu. Artık adımlarımızın önünde mesafe kalmayınca, siyah deri botlarının uçları benimkilerine değerken, parmaklarını dudaklarımın üzerine kapattığım elimi koyarak aşağıya indirdi yavaşça. Yaptığı her eyleminde bakışları saniyelikte olsa gözlerimden çekmiyordu. Gözleri yeşilin en güzel tonuydu. Siyah saçları, sivri çenesi ve kemikli yüz hatlarıyla gerçekten bir kadını baştan çıkaracak kadar yakışıklıydı. “Bu gece ellerimi beyaz teninde gezdirmek istiyorum. İki ayın acısını, sen deliler gibi inlerken, ben zevkten çığlık atarak çıkarmak istiyorum Amelia.” burnun ucunu, benim burnumun ucuna sürterken, ıslak dudaklarını yaladı. “Bana bunları sun!” dedikleri kalbimin ritmini değiştirirken, söyledikleri sadece beni korkutmuştu. Evet heyecanlanmadım, sadece korkmuştum. Kalbimin değişen ritmi bu yüzdendi. Kafasını sola hafif yatırıp, dudaklarımın üzerine ağır ağır eğilmeye başlayınca, sağ elimi birkaç düğmesi çözülmüş olan bordo gömleğinden görünen çıplak göğsüne elimi yaslarken, dudakları yarı çapkın bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldı. “Bana bunları verebilir misin? Sormamam gerekiyordu, çünkü iki ay önce ki Amelia benden önce isteyen biriydi.” Fısıldarken nefesi, gözlerimi kapatmam için beni zorluyordu. İki ay önceki Amelia’yı elime verseler onu asla sağ bırakmazdım çünkü kızın hayatı nefes almamı sağlayacak boş zaman bile bırakmıyordu. Bu kadar hengameye kalbim dayanmayacak diye ödüm kopuyordu! Çıplak göğsüne yasladığım elimi daha sert baskı uygulayıp önümden çekilmesini sağlamaya çalıştım, öyleki ellerim, beni taşıyan dizlerim, yüzüne bakan gözlerim hepsi büyük bir akıma maruz kalmış gibi titriyordu. Karşımdaki adama, yani benden daha fazlasını isteyen Dean’a büyük bir tepki verip benden şüphelenmesini istemiyordum ama dudaklarıyla bir daha aynı şeyleri yapmasını istemiyordum. Bacaklarımın arasına yılan gibi süzülen eli sanki hâlâ oradaymış gibi vücudumu ürpertiyordu. Bir anda büyük bedeniyle beni, tahta kapının arasında sıkıştırınca, gülmeye başladı. Beyaz, ip gibi dizilen dişleriyle sırıtmaya başlayınca, daha fazla birbirimize yapışmamızı engelleyen aramızdaki kolumdu. “İstemiyorum!” dedim kendimi tutamayarak. “İstemiyorum mu?” dedi yalandan soruyormuş gibi. Dudaklarını birbirinin üzerine kapatıp alnını benimkine yasladı. “Bana naz mı yapıyorsun sen yoksa? Sana gelmeden önce başka bir kadına gittiğim için mi bu hareketlerin? Eğer öyleyse inan bana onlar sadece eğlence içindi.” Dedi. Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tutuyordum çünkü söyledikleri midemi bulandırmaya yetmişti. Nasıl bir insana denk geldiğimi çözmek şu anda bulunduğum durumdan daha karmaşık hâle gelmişti. “İstemiyorum dedim ya sana, o dediklerinle alakası yok hem de.” Kafamı sağ tarafa yatırıp göz temasını kestim. Dudaklarımı dişlerimin arasına alırken, çok geçmeden işaret parmağını çenemin altına yaslayarak bakışlarımı tekrar ona çevirmemi sağladı. “Bence öyle Amelia.” Başını hafifçe sallayarak kendisini onayladı. “Öyle olsaydı sana söylerdim, Dean.” İlk defa ismini ona telaffuz ederken, dudaklarında samimi bir gülüş belirdi. “Adımı senden duymayı özlemişim.” Gözleri bendeyken, kafasıyla arkayı göstererek, “istersen adımı, burada inleyerekte söyleyebilirsin.” Dudaklarını kendi dişlerinin arasına alırken, elinin birini arkama doğru uzatınca benimde bakışlarım onu takip etti. Tahta kapının üzerinde asılı duran; demir paslı anahtarı sağa doğru çevirip, kalın tok bir sesin gelmesini sağladı. “Napıyorsun?” dedim şaşkınlıkla kafamı hızlıca ona doğru kaldırırken. “Birilerin bizi rahatsız etmesini engelliyorum.” Eğlenir gibi çıkan sesiyle devam etti. “ Daha fazla dayanacak gücüm yok Amelia, bence sen de istiyorsun daha fazla zorlama.” Sesinde bu sefer ısrar vardı. Kafamı iki yöne doğru olumsuz anlamda sallarken, “naz falan yapmıyorum Dean, şimdi işim var. Tüm her yer, getirdiğin yaralı askerlerle dolu onlara bakmam lazım.” Aramızda kolum ile göğsünden itekleyip geriye gitmesini sağladım. Çok fazla geriye çekilmese de ne azından nefeslerimizin karışmayacağı bir alan yaratmıştım. Kafasını öne doğru sallarken, dudaklarını dişlerinin arasında eziyordu. Çene kemiği seyirmeye başladı, bu davranışlarım onu epey sinirlendirdiğini gösteriyordu. “Altımda olmak için yalvarmanı dört gözle bekliyorum!” dedi kendinden emin ve o kadar kibirli bir şekilde. Şu anda konuşan ağzına bir yumruk atsam hiç fena olmazdı, çünkü yumruk yaptığım ellerimin içi kaşınıyordu. Daha fazla konuşursa, bana ne olacağını umursamadan indirecektim yüzüne. “Amelia?” sırtımı dayadağım kapının arkasından gelen kadın sesiyle birlikte, gerilen bedenim, istemsizce yaslandığım yerden birkaç santim boşluk bırakarak öne doğru gelmişti. Kesik kesik verilen nefeslerim eşliğinde, bakışları kapıda olan Dean’a bakıyordum. Elini siyah pelerinin elinden çıkararak sakinleşmemi ister gibi sallayıp, “korkmana gerek yok Amelia, biz seninle daha büyük yakalanmaların önünden döndük.” Dedi fısıldayarak. “Amelia, nerede kaldın? İlaç lazım bize, seni bekliyoruz. Askerler can çekişiyor. Amelia,Amelia orada mısın?” ağlamaklı çıkan sesin sahibi bana ilaç getirmemi söyleyen kadının kendisiydi. Ve ben yatakta ölmekten beter hâle gelmiş adamı, tamamen unutmuştum. Evet, birde bu adamla aynı yerde kapana kısılıp yakalanma olayı vardı ve zararın en büyük kısmını benim ödeyeceğim bir sonuçtu bu. “Amelia!” diye bağırdığında kadın, kapalı olan tahta kapıya sert darbeler vurmaya başladı. Korku ellerini bedenime dolarken, Dean arkasını dönmeden önce, “hangi ilacı istedi senden?” dedi kimsenin onu duymayacağı desibelde konuşarak. Giydiğim gri elbisenin kenarlarından sımsıkı tutarken, parmak uçlarım acımaya başlamıştı. Dudaklarım konuşmak için aralanıyor, daha sonra da yaşanan her olay beni konuşturmamak için önüme engel koyuyordu. “Amelia…” dudaklarının arasından beni kendime getirecek ses tonuyla konuşunca, elinin birinide koluma attı. “İlaç dedim sana!” başım ile Dean’ı onaylarken, kadının bana söylediği ilacın aklıma gelmesi için düşüncelerimi zorluyordum. Şakaklarımdan başlayan zonklamayla, Dean’nın tuttuğu kolumun parmaklarını ağrıyan yere çıkararak kuvvet uyguladım. Dean’da tutuşunu hâlâ bırakmamıştı. Acıyla yutkunurken, Dean’ın fısıldadığı için açılıp kapanan göz kapaklarımın arasında bedeni sanki suyun yüzünde oluşan dalga gibi sağa sola doğru sallanıyordu. “Amelia, sana diyorum! Önceden olsa kapının arkasındaki kadından bırak korkmayı, sarayın içinde babamdan gizli öpüşmeye çalışıyorduk.” Sus Dean, sus artık! Evet ben çok fena biriymişim ve evet seni deli gibi seviyormuşum. Sus artık! “Bedeni uyuşturan sıvı, evet onu istedi benden.” Sonunda aklıma geldiğinde, bir taraftanda Dean’ın susması için çabucak dile getirdim ilacın adını. Başıyla beni onaylar onaylamaz hemen arkasını dönerek, tahta rafalardan oluşmuş, alt alta dizilen renkli sıvılarla doldurulmuş, küçük kare kağıtların üzerine minik harfelerle yazılmış olan cam şüşyelere doğru ilerleyip, beyaz sıvıyla dolu olan şüşeyi aldıktan sonra, pencerenin kenarına astığım meşaleyide alarak tekrar bana doğru yürüdü. İlacı bana doğru uzatarak, “şimdi sakin ol ve cevap ver o kadına.” Dediğinde tuttuğu ilacı elinden söker gibi aldım. meşaleyi de bana doğru uzattığın da başıyla bedenimi hafif yan çevirdiğim kapıyı işaret ederek, “geliyorum, ilacı bulmam biraz uzun sürdü.” Diyerek, Dean’ın dediğini yaparak kadına cevap verdim. “Çabuk ol Amelia!” dedi bağıran kadın tekrardan. Aldığım nefesler dışarıya çıkmak yerine sanki göğüs kafesimde birbirine düğüm atarak dışarıya çıkmaları zorlaşıyordu. Dean bana göre çok rahattı ve ilk defa bu durumlara düşmediği açıkça belliydi. Ama benim yakalanma gibi durumumda, karşımdaki kişinin konumu çok fazla bilmesem de kellem mızrağın ucunda sallanılabilirdi. Ama o beni burda köşeye sıkıştırmış, üstüne üstlikte zorla öpmüştü beni. Alçak herif! Uzattığı meşaleyi de almak için elimi ucuna sardığımda, Dean’ın sarılı olan elinin üstüne kapanmıştı benimkiler. Tekrar yutkunduğumda, kalbim dışarıya çıkacak kadar hızlı atıyordu. Benim ellerimin aksine onun elleri sımsıcaktı. Elinin üzerini kaplayan parmaklarımın dokunuşundan sonra, anında çapkın bir gülüş daha belirdi dudaklarında. Birkaç saniye kendine hakim olamıyor muydu bu adam? Adımlarını tekrar bana doğru attı ve “bu gece sana uğrayacağım, sakın kapını kilitleme.” dudaklarını yaladıktan sonra alt dudağını dişlerinin arasına alarak bakışları, söyledikleri bedenime şok etkisi yaratan cümlelerinden sonra birkaç santim aralanan dudaklarıma indi. Meşaleyi tutan elini çektiğinde, bu gece bana gelecek olan adamı istemediği belirten olumsuz ifademi kullanacaktım ki kapı bu sefer daha sert çalındı. Kapıya yan çevrilmiş olan bedenimden sadece başım ile çalınan kapıya baktığımda, Dean dudağımın kenarına hızlıca bir öpücük bırakarak az önce beni korkuttuğu yer olan kapının arkasına geçti. Başımı geriye doğru atmaya çalışmıştım ama dokunuşundan kurtulamadığım için bağırmak için tekrar dudaklarımı aralamıştım ki işaret parmağını dudaklarına götürerek sus işareti yaptı bana. Ardından baş parmağını dudaklarına sürtüp gözlerini ise serseri bir şekilde kıstı. Baş parmağını dudaklarından yavaş hareketlerle çekip elini kasıklarına götürerek orasını avuçladı. “Bu gece beni mutlu etmeni istiyorum.” diye fısıldadı. Bir dakika bile burada durmak istemiyordum artık, çivilendiğim yerden hareketlenerek seri adımlarla kitlediği kapıya doğru yürüdüm ve vakit kaybetmeden paslı demir anahtarı çevirdim. Eğer evime gelirse, kırık bir kafayla yanımdan ayrılırdı. Bana ne olacağı umrumda değildi! Tahta kapıyı kendime doğru çektiğimde, Dean çoktan kapının arkasında kalmıştı, bende kapının ucunda bekleyerek bana öfkeyle bakan kadına baktım. “Adam ölmek üzere,” bakışları aşağıya indi kadının tekrar bana baktığında kaşları daha sert çatılmıştı. “Bu kapı neden kilitleniyor Amelia?” işaret parmağını bana doğru uzatarak tehdit eder gibi cümlelerini sıraladı. “Bu sana son uyarımdır, eğer böyle bir şey daha yaşanırsa seninle ben değil o ilgilenir.” Dudaklar öfkeyle içe doğru büzülürken, elimde tuttuğum sıvıyı bir hışımla alarak, “şimdi yetişmemiz gereken bir sürü yaralı var, çabuk ol!” Başımla onu onaylarken, önüne düşerek az önce geldiğimiz yere doğru ilerlemeye başladık. Bu kadını hiç sevmedim, zaten bana bir şeyler anlatmaya çalışan duygularımda bile ona karşı olumlu bir his geçmiyordu. Demekki bu kadın benim arkadaşım değildi. Yaklaştığımız odada görünen yaralılar ve gri elbiseli kadınlar ortada dört dönerken, içeriye adımı atar atmaz koluma atılan sert darbeyle birlikte ileriye doğru sendeledim. Elimi arkama doğru atıp ağrıyan yerine bastırdığımda, yanımdan geçerek bana öfkeyle bakan ve koluma omuz atan kişi, beni azarlayarak ilaç mahzeninden çıkaran o kadındı. Elimdeki meşaleyi kapının köşesine astıktan sonra, ağrıyan koluma parmaklarımı doladım. Aptal kadın, o nasıl omuz atmaktı öyle! Seni bir köşede sıkıştırmayayım. Yoksa omuz atacak bir kolun kalmayacak! Bakışlarımı kolumdan kaldırdığımda, elindeki şüşeyle yatağın uç kısmında dikildiğini gördüm kadının. Arkası bana dönük olduğu için hangi hastaya baktığını göremedim ama ben odadan çıkmadan önceki yaralı askerin yatağıydı başında dikildiği. Kolları iki yanında, hiç kıpırdamadan öylece bekliyordu. Bir adım atarak arkasına ilerlediğimde, öylece dikilen kadın yatağın uç kısmından ayırlıp sol tarafa geçtiğinde, elim hızlıca dudaklarıma kapandı. Öğürmemek için kendimle savaş verirken, beyaz çarşafların serili olan yatağın hepsi kırmızı renge boyanıp gözleri açık bir şekilde tavana bakan adam hareketsizce yatıyordu. Sağ kolunun dirseği kesilmişti. Yüzündeki kan çekilmiş, gözleri içe doğru çökmüştü. Adam ölmüştü. Kadın şüşeyi yanındaki tabureye bırakırken, demirden yapılmış çekmecelerin birini kendine doğru çekerek, katlanmış yeşil bir örtü çıkardı. Yukarıya kaldırdığı örtüyü açarak yatağın üzerinde yatan adamın yüzüne gelecek bir şekilde yeşil örtüyü tüm bedenine serdi. Sağ elini kalbinin üzerine kapatırken, dudakları hareket edecek bir şekilde bir şeyler mırıldandı. Kulaklarımda çınlayan ağlamalar, inlemeler ve yalvarışlar. Hepsi kurtulmak ya da ölmek içindi. Ama daha fazlası acı çekmek yerine ölmeyi istiyordu. Yaraları saran kadınlar kendi ağlamalarını durdumak için kalpleriyle savaşırken, ellerinin altında yara alan adamların göz yaşları bu odayı kaplayacak kadar fazlaydı. Kapattığım gözlerimden bir damla yaş yanağımdan süzülerek çenemin altına doğru ilerlerken, tenimi yakan sıcaklığında tüm bedenim kavrulmuştu. Her şey kötüydü ve gözlerimin önünde yaşanıyordu. Bir anlamı olmalıydı ya da açıklaması, ama bir şeyler olmalıydı.
Kapattığım gözlerimi geri açtığımda, yeşil örtünün altında yatan bedenin yatağının sol tarafında ayakta bekleyen kadının bakışlarıyla karşılaştım. Kafasını sağ tarafında sinirle eğerken, gözleri dolu doluydu. O ilacı geç getirdim onlara ve bir adamın ölmesine neden olmuştum. Bu bakışları sonuna kadar hak ediyordum. Hem de hepsini.
Kadın bana doğru gelmeye başlayınca, adımlarını durduran tüm odayı inleten bir kükreme olmuştu. Evet resmen kükremeydi bu. Üzerinde durduğum bina bir anda sallanmaya başlayınca, tepemizden zemine birkaç tane küçük taş kırıntıları düşmeye başladı ve o kükreme sesi bir daha duyuldu.
Oda resmen sallanıyordu ya da bu benim korkudan titreyen bacaklarım da olabilirdi, bilmiyorum. Korkuyla kendimi odadan atınca, karanlık koridorda birbirini ezmeye ramak kalan insanların ayağının altında kalmaktan son anda kendimi bir adım geriye doğru atıp ellerimi kapının sövelerine yaslayarak kurtarmıştım.
“Geliyor.” Dedi genç bir kadın heyecanı gülüşüne yansırken. Aynı yaşlarda başka kadın, “Onun ejderhasının sesini nerede olsa tanırım.” Ellerini birbirne çırparak, “ Nasıl özlemişim onu anlatamam.” İkisi de gülüşerek çıkışa doğru koşmaya başladılar.
“Bakalım bu gördüklerinden sonra ne yapacak?” orta yaşlarda bir adam sıkıntıyla sorusunu sorarken, “ne olacak ejderhasından daha fazla öfkelenecek.” Diye yanıtladı onu başka bir adam.
Bu kadar insanın nereden geldiğini anlayamadım ama dışarda neyin olduğunu çok merak etmiştim. Hemde bu insanların kimdem bahsettiğini de merak etmiştim doğrusu. Çok beklemeden, kapının sövelerine yasladığım ellerimi elbisemin kenarlarından tutarak havaya kaldırarak ayağıma ilişmesini engelleyip kalabalığın arasına karıştım.
Duvarlara ne zaman asıldığı bilmediğim meşaleler sayesinde dar koridordan yürüyerek çıkışa doğru heyecanlı ve öfkeli insanlarla beraber çıkışa doğru yürüdüğümüzde, sığınağa inen merdivenler göründüğünde, karanlıktan aydınlık alana çıkmıştım. Bedenimi arkaya doğru çevirdiğimde, kafamı yukarıya doğru kaldırdım. O an gördüğüm şeyle çenem bir karış aşağıya düştü. Binanın üstünde kocaman bir ejderha vardı. Kanatlarını iki yöne doğru açan gri ejderhanın üzerinde ise bir adam ve kollarının arasında baygın yatan bir kadın duruyordu.
“Şu hali bile çok yakışıklı!”
“Ben en çok Dean’ı seviyorum.”
Aynı kadın seslerini aldırış etmeden, ejderha ve üzerindekilerini daha net görebilmek için aralarından geçerek binaya biraz daha yaklaştım. “Çok fazla yaklaşma, delirdin mi kızım sen?” dedi bir kadın ama aldırış etmedim.
Ejderhanın üzerinde oturan adam, sağ kolunu ileriye doğru uzatarak, siyah binanın tepesine kancalı bir şey fırlatarak bina ve kendi arasında gerilmiş bir ip yer aldı. Kafasını kadına eğerek kollarını kadının bedenine sarıp, kendilerini balkonun içine doğru attılar. Adam ve kucağındaki kadın balkondan içeri girip gözden kaybolurken, gri ejderha, siyah binanın tepesine dayadığı ayaklarını oradan çekince birkaç kiremit zemine düşüp parçalandı. Şimdi neden yaklaşam dediklerini anlamıştım. Hemen geri çekildim. Ejderha Kanatlarını iki yöne çırptığında, ağzını açarak kükremeye başlayarak gözden kaybolana denk uçtu. Donup kalmıştım bu görüntülerden dolayı. Sığınıktan çıkan askerler, sıraya dizilmişti. Duvarların içine girerken üflenen borular tekrar çalmaya başlanmıştı. Bir ejderha ve üzerine duran bir adam ve kadın… Evet rüya da görsem inanmayacağım bir durumdu. “Drake’den bile mi? Sanmam.” Dedi farklı bir kadın emin bir şekilde. Şakaklarımdan yükselen ağrıyla kafamı aşağıya eğip parmaklarımı boğazımdan çıkan inlemelere engel olamadan oraya bastırdım. Çok fazla ağrı vardı ve birazdan şakaklarım patlayacak gibiydi. Derin bir nefes alırken, gökyüzünde süzülen gri ejderhaya baktım. Gri bulutlar, rengine eşlik ederken, kirpiklerimin üzerine bir damla düştü. Ve gök yarılır gibi, ejderhanın sesine karışarak kükredi.
|
0% |