@kadrisyazar_
|
EJDERHA VARİSİ VE GENÇ SÜVARİLERİ
BÖLÜM 8
Gökyüzü kararana kadar balkonda oturmuş, arada birde Yami’nin yarasını kontrol etmek için yerimden kalkmıştım. Yarasının etrafını temizlerken birkaç inleme ve irkilmeden başka tepki göstermemişti. Ne kadar benim de canım yansa, yardım etmek için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Bu sabahki kadın ise getirdiği bir tepsi dolusu kahvaltılıkları götürmüş, bu sefer de elinde öğlen ve akşam yemeğimi getirmişti. Hepsinde de Ejderha Süvarisi Drake’in gönderdiğini söylemişti. Hepsi lezzetli ve yapılır yapılmaz tabaklara koyulmuş ve gönderilmiş gibiydi. Dumanları hâlâ üzerlerinde tütüyordu. Ama iştahım hiç yoktu. Sabahkinin aksine, açlığım geri çekilmiş gibiydi. Şimdi ise boş bir sandalyeyi balkona çıkarmıştım ve kollarımı balkonun demirliklerine yaslamış çenemi de üzerine koyarak aşağıdaki kalabalığı izliyordum. Büyük bir ateş yakmışlardı ve herkes bir ağızdan şarkılar söylüyorlardı. Çocuklar ve gençler sırayla ateşin üzerinden atlıyorlar, ellerinde tuttukları bardakları kafalarına dikerek sağa sola doğru sallanıyorlardı. Tüm binaların önü çadırlarla dolmuştu. İçinde ise sarı ışık yayan lambalar asılmıştı. Bu sayede içinde oturan kişilerin gölgeleri çadıra yansıyordu. Birkaç grupta çember oluşturarak kendilerinden yaşça büyük insanlardan hikayeler dinliyorlardı. Ne konuştuklarını duyamıyordum ama dinleyen kişilerin dudakları bir karış aralanmış, gözleri ise irice açılmıştı. Şaşkınlık, korku ve bazı çocukların yüzünde ise dinledikleri hikayeden epey etkileniyormuş gibi görünüyordu. Biraz kulak kabarttım söyledikleri şarkıya; Acı ve keder ile dolmuştu halkımız, Bulundu iki yumurta, kuruldu krallığımız, Acı ve keder değmesin kalbimize, Çok yaşa ejderhalarımız, çok yaşa… İnsanlar çok mutlu ve huzurlu görünüyordu. Üstelik yaralıları getirdiğimiz zamanki öfke kusan halka hiç benzemiyorlardı. Kıyafetleri temiz ve güzeldi. İyi bir yaşam sürdükleri belli oluyordu. Geçen gördüğüm halk ile şu an neşeli şarkılar söyleyerek bir şeyleri kutlayan halk arasındaki fark, uçurum kadardı. Güneş tepeden görünene kadar, aşağıdaki halk ile bende uyumamış sabaha kadar onları izleyip dinlemiştim. Sonunda odanın içindeki farklı bir sesle, irkilerek balkondan geriye doğru baktığımda, Yami’nin oturur vaziyette beni izlediğini gördüm. “Ama hayır…” deyip hızla oturduğum yerden kalkarak odanın içine fırladım. Jilet gibi kesilmiş kakülleri, çekik gözlerinin bir parmak yukarısında bitiyordu. Siyah kaşları çatılmış, yüzü ise gerim gerim gerinmişti. Acı mı çekiyordu, yoksa büyük bir öfkenin patlayışının eşiğinde miydi bilmiyordum. “Lütfen, lütfen uzanın!” dedim telaşla. Elini havaya kaldırıp susmamı ister gibi hareket yaptı. “Çabuk bana kıyafetlerimi getir!” dedi sesi buyururcasına. “Ama yaranız-” hemen lafımı kesip, “sana dedim ki kıyafetlerimi getir!” acı ile inleyip iki büklüm oldu. Elinin birini kasıklarına götürdü. Dişlerini sıktırıp, kafasını geriye attı gözlerini sıkıca yumarken. Dudakları yavaşça aralanırken, sesli fakat ağır bir nefes verdi boşluğa doğru. Yarası daha iyileşmemişti ve benden kıyafetlerini istiyordu. Dışardaki kalabalığın sesi yükselmeye başladı. Yami’de gözlerini açtığında, bakışları balkona sabitlenmişti. “Bu kutlamaya katılmak zorundayım!” dedi kendi kendine konuşuyormuş gibi. Çekik gözleri bana döndü. “Çabuk kıyafetlerimi iste!” dedi. Eli titreyerek bacaklarının üzerindeki yorganı diğer tarafa doğru attı. Diğer elini de yatağın üzerine yaslarken, dişlerini sıktırarak bacaklarını yataktan indirmek için hareketlendi. Ama acı tekrar gün yüzüne çıkmış olacak ki, titreyen bedenini birkaç saniye hareket ettirmeyi durdurdu. Ardından, bacaklarını yere indirip çıplak ayaklarını zemine bastı. “Hâlâ ne bekliyorsun, sana emretmedim mi?” düz çizgi haline almış olan dudaklarını yan profilinden görüyordum. Ben ise sırtımı balkona doğru dönmüş, beklediğim yer ise yatağın ayak ucuydu. Sıkışan göğsümü ferahlatmak için derin bir nefes aldım. Nerden ve nasıl alacağımı bilmediğim bir yerden elbisesini istiyordu. Bu yüzden gerilmiştim. Hâlâ yerimde öylece durduğumu gören Yami bana doğru ters bir bakış atıp, “biraz daha dediğimi yapmazsan, kellen koltuğunun altında olur!” dedi tıslar gibi. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Sertçe yutkunurken, ağzımın içinin kupkuru olduğunu hissettim. Bakışları, dediğinin asla tam tersini yapmayacağını gösteriyordu. Hızla Yami’yi başım ile onaylayıp, bir daha ona bakmadan kapıyı açıp odadan çıktım. Fakat kapıda o kadınla beraber gelen iki kadının da odanın önünde nöbet tuttuklarını gördüğüm anda, son saniyede çığlık atmayı durdurabilmiştim. Onları bir anda karşımda beklemediğimden, sırtım kapıya yaslanmıştı. İki kadında soğuk, beyaz tenli, ruh gibi bakışlara sahiptiler. Siyah saçları dalgalı bir biçimde omuzlarının aşağısından dökülmüştü. “Ejderha Süvarisi Yami, iyi mi?” diye sordu kadınlardan biri. Başım ile onaylayıp, “uyandı ve benden kıyafetlerini istiyor!” dedim bakışlarım iki kadının üzerinde gidip gelirken. Bu sefer iki kadında birbirine bakıp, gözleriyle konuşuyormuş gibi kısa süren bir bakışma geçti aralarında. En son diğer kadın bana dönerken, diğeri arkasına bakmadan çıkışa doğru yürümeye başladı. “Vadi’nin kraliçesi birazdan burada olur.” Dedikten sonra, bedenini yan döndürüp nöbet tutmaya devam etti. Çok fazla sürmeden ayak sesleri her yerde yankılanmaya başladı. Başımı biraz öne doğru eğdiğimde, o kadının yukardaki merdivenlerden inerek hızla buraya doğru geldiğini gördüm. Az önce buradan giden kadının kollarının arasında da bir şeyler tuttuğunu gördüm. Sanırım Yami’nin istediği kıyafetleri getiriyordu. Ve kıyafetlerin üzerinde de bir kılıç vardı. Keskin tarafının parlaklığı göz alacak kadar fazlaydı. Kılıcın sapı ise altın rengindeydi. Bir kılıç beklemediğimden kuruyan ağzımı ıslattım. “Durumu nasıl?” diye buraya doğru bağırdı kadın. Aramızdaki mesafeyi çoktan kapatıvermişti bile. “Nasıl hemen uyanır?!” deyip cevap vermemi beklemeden başka bir soru daha yöneltmişti nefes nefese. Yan tarafa doğru çekilerek kadının içeriye geçmesini için alan yarattım. Ellerini kapıya yaslayıp içeriye doğru açılmasını sağladı. Görüş alanıma oda girdiğinde, Yami’nin ayakta olduğunu elinin birini de karnın üzerine yaslamış bir biçimde odanın girişine baktığını gördüm. Sert bakışları yumuşamaya başladığında, dudağının kenarında küçük bir gülümseme yerleştirmeye başladı. “Yami!” diye bağırdı kadın koşar adımlarla, Yami’nin yanına giderken. Yami acısını bastırmak adına dudaklarını üst üste bastırırken, zoraki bir gülümse dudaklarının kenarında asılıydı. “Sakin ol!” dedi ona doğru koşan kadına. Avuç içlerini Yami’nin iki taraftan da kollarına yasladı kadın. “Çabuk otur yatağa!” dedi. Bende kapının önünden çekilip, pencerenin önüne konulmuş olan yatağa doğru adımlarımı atmaya başladım. O zaman ikisinin de yüzleri, görüş alanıma girmişti. “Niye yatağından kalkıyorsun, daha yaran iyileşmedi bile!” dedi kadın gözlerini Yami’nin her yerinde dolaştırırken. Mavi gözleri ışıl ışıldı. Yine göz yaşları pınarlarına dolmuş vaziyetteydi. “İyiyim ben!” dedi Yami tek nefeste. Elinin birini üzerindeki ince kıyafetin uçlarından tutup yukarıya kaldırmak istemişti ki, çok geçmeden iki büklüm oldu acıyla. “İyi falan değilsin, çabuk yatağa!” kadın parmaklarını Yami’nin koluna daha sert doladı. “Vadi’nin kraliçesinin emridir!” dedi burnundan soluyarak. Çenesini ve omuzlarını aynı anda havaya kaldırdı. Büyük bir güç gösterisi sergiliyor gibime gelmişti. Bu Vadi’de ne oluyordu? Yami bakışlarını karşısındaki kadının yüzüne kaldırdı. Aynı hizadaydılar. Hatta Yami, birkaç santim daha uzun diyebilirim. Uyurken anlayamamıştım ama bir kadına göre vücudu yapılı ve iyiydi. Omuzları geniş, bacakları ise uzundu. Ve yüzü de çok güzeldi. Çekik gözleri ve ustura ile kesilmiş gibi dümdüz olan saçları onu daha sert gösteriyordu. Yami, kaşlarını çatmamıştı fakat soğuk gözlerini kırpmadan, “bu kutlamaya katılacağım, sen de beni durduramayacaksın Kraliçe Lidya.” Deyip ayaklarını zeminde sürüyerek kraliçenin arkasında duran kadına doğru ilerledi. Bu ismi daha önce, Yami’nin yarasına ilk müdahale etmek için geldiğimiz zaman duymuştum. Kadın, ağlayarak ve korku ile Kraliçe Lidya’nın öfkesinden bizi koru Ejderha Atalarımız, demişti. Demek Kraliçe Leydi bu kadındı. Drake ve Dean’ın halası. Hitap şeklinden anlaşılacağı üzere de Yami’nin annesiydi. Ama ona tam emin değildim. Çünkü asla benzemiyordu. Yami’nin çekik gözleri ve buğday rengin de bir tene sahipti. Bu kadın ise tamamen farklıydı. Annesi olması imkansız gibime geliyordu. Lidya, burnundan soluyup arkasını dönerken, “Kraliçe Lidya mı?” diye sordu öfke ile. Yami çoktan diğer kadının kollarının arasında tuttuğu kıyafetlerini almıştı. Kılıcı ise tutmaya devam ediyordu. Yami histerik bir gülüş atıp başını sağa sola doğru salladı. Dudağının bir kenarı da yukarıdaydı. “Evet, duydun beni!” deyip elindekilerini yatağın üzerine bıraktı. Kısa bir bakışta bana attıktan sonra, arkasını döndüğü kadını umursamadan üzerindeki kıyafetin uçlarından tutup başından çıkardı. Yarası tamamen gün yüzüne çıktığında, yüzümü acı ile buruşturup gözlerimi kaçırdım birkaç saniye. Oraya bakmak bile bu kadar acı veriyorsa, bedeninde var olması nasıl bir işkenceye dönüşür, düşünmek bile istemiyordum. Lidya bir şey demeden Yami’nin yanına geçtiğinde, bakışlarını yaradan çekmeden yatağın üzerine oturdu. Dokunmak için elini kaldırmıştı ki, parmakları havada asılı kaldı. Şimdi öfkesi toz olup uçmuş, Yami’nin acısına ortak olmuştu. “Bu yara ile kutlamaya mı katılmak istiyorsun?” diye sordu mırıldanarak Lidya. Yami başını eğip yaraya baktı. Bedenini hareket ettiremedi, kaskatı kesilmişti. Gözlerini sımsıkı yumdu bakar bakmaz. Kafasını geriye doğru atıp sıktırdığı dişlerinin arasından, “bunların daha kötüsünü gördüm!” deyip burnundan derin bir nefes aldı. “Ve sende şahit oldun bunlara!” “Artık görmek istemiyorum!” dedi Lidya. Sesi titremişti. Havada kalan elini dizlerinin üzerine indirdi. Başını da öne eğip, dalgalanan bakışları zemine saplanmıştı. “Artık acı ve yara görmek istemiyorum!” gözlerini kapadı, sesi içine kaçmış gibi, “ölüm görmek istemiyorum!” dedi. Yami, göğüs kafesini titretecek derin bir nefes çekti içine. “Ben bir varis adayayım, ejderhaların varisi!” altın rengindeki gömleği yatağın üzerinden alıp kollarına geçirip ilk düğmeyi kapatmaya başladı. “Bu yüzden her şeye hazırlıklı olmalısın!” dediğinde Lidya başını ayakta, gömleğini giyinen kadına kaldırdı. Yami hemen onu rahatlatmak ister gibi gülümseyip, “merak etme, sadece gücümü göreceksin.” Dedi. Lidya’nın dudaklarında sıcak bir gülümseme açtı. Bu söylediği Lidya’yı mutlu etse de buruk bir sevinç olduğu her halinden belliydi. Yami gözlerini olduğum yere çevirdiğinde bana dokundurmadan pencereye baktı. “Birazdan burada olurlar, çabuk olmamız lazım!” deyip zorlansa da gömleğin düğmelerini kapatmayı başarmıştı. Lidya hemen arkada duran kadına kaşları ile işaret verir vermez, yatağa doğru adımladı. Lidya’da yataktan kalkıp, kadına yer açtı. Kadın yatağın üzerindeki deri pantolonu aldı. Yami bir elini Lidya’ya doğru uzattı destek almak için. Bende hemen yardım etmek için yanlarına gittiğimde, Yami’nin sesi olduğum yerde kalmamı sağladı. “Yardımını istemiyorum, yaklaşma bana!” dedi. Sadece başım ile onaylamakla yetindim. Böyle bir tepkiyi neden verdiğini anlamış değildim. Geriye doğru adımlarımı atıp olduğum yerde dikilmeye devam edip sadece izledim. Kadın deri pantolonu Yami’in bacaklarından geçirdi ve bağcıklı deri bir korseyi giydirdikten sonra, bağcıklarını arkasına geçip boş bırakarak bağlamıştı. Uyluk kemiğinin etrafına da deriden oluşan siyah bir kemer bağladı. Aynı kemerden bir tane de sağ bacağının üst tarafına bağlayıp bir hançer yerleştirdi. İki omuzuna da siyah zırhları koyduktan sonra, iki kolundan da kemer tarzı bir şey geçirip göğsünün altından bağlamıştı. Siyah diz kapağının altında biten botları da giyindirdi. Yami hiçbir şekilde kıpırdamıyor, kadının onu giyindirmesine müsaade ediyordu. Canının yandığına da adım kadar emindim çünkü seğiren çene kemiği, parçalamak istermiş gibi dişlerinin arasına aldığı dudakları ve hızlanan göğüs kafesi bunu katınlar nitelikteydi. Yatağın üzerinde bir kıyafet kalmıştı. Kadın yatağın üzerindeki son kıyafeti de aldığında onun siyah bir pelerin olduğunu gördüm. Kadın arkasına geçip iki omuzuna da serbest bıraktı. Tekrar Yami’nin karşısına geçmişti ki, Yami, “yeterli, çekilebilirsin!” dedi. Kadın başı ile küçük bir reverans yapıp geri geri yürüdü elleri önünde kenetlenmiş bir şekilde. Yami pelerinin iplerini çenesinin altından bakmadan bağlamıştı. Şimdi ise karşımda heybetli bir kadın duruyordu. Bu kıyafetleri bile giymeden önce korkunç duran kadın, şimdi daha farklı ve tüm insanları ipe dizecekmiş gibi duruyordu. Sadece ağzım açık izlemiştim bu olanları. Lidya ise yarı hüzünlü ve yarı gururlu bir şekilde izlemişti. Gözlerini kaçırmış, birkaç defa hızlı hızlı kırpıştırmıştı ağlamasını geri itebilmek için. “Gidebiliriz artık!” dediğinde, kadının elindeki kılıcı alıp pelerinin altındaki kemerin içine sıkıştırdı. “Hala buna razı değilim!” dedi karşısında artık farklı duran kadına Lidya. Benim gibi bu görüntüsüne şaşırmış değildi, aksine normal karşılamıştı. Aslında çok fazla şaşırmamam lazımdı benim de, çünkü bir tane devasa bir ejderha görmüştüm ve herkes çoğul eki kullanıyordu. Yami sertçe yutkundu. “İyiyim ben.” Dedi. “Uzun süredir bunu bekliyorum, görmem gerekiyor!” iyi olmadığını, solmuş yüzünden anlaşılıyordu. Ama direniyordu, onu görebiliyordum. Derin bir nefes çekti içine Lidya. “Biliyorum, bu yüzden seni bu kutlamadan mahrum bırakmak istemiyorum!” dedi. “Bu yaralanma gerçeklememesi gerekiyordu!” deyip sinirlerine hakim olmak ister gibi gözlerini kapadı Yami. “Yaralansam bile beni buraya getirmemelerini söylemiştim!” “Saçmalıyorsun,” diye yükseldi Lidya. “Kanaman fazlaymış, ölebilirdin!” “Bir ejderhanın güvenini kazanmak için iyi bir zamandı!” aynı şekilde Yami’de yükseldi. Kaşlarım havalandı anlayamayarak. Yami devam etti konuşmaya. “Kendi ejderhamın yumurtasını kendim getirmem gerekiyordu, yoksa asla bir varis olamam. Ejderhalar beni asla seçmez!” sesi çatallaşmıştı. Bu varislik neydi bilmiyorum ama epey önem taşıyordu. Dean’da dile getirmişti bu sözcükleri. Yami’nin bu cümleleri, o kadına yakalanmadan önce kütüphanedeki haritanın üzerindeki yazıyı anımsatmıştı. Ejderhalar’a sahip olamazsın, ejderhalar ister ise onlara ait olabilirsin. Demek ki; varis olmak için, onlar ejderhaları değil, ejderhalar onları seçiyordu. Bir ağrı da baş gösterdi şakaklarımdan. Fazla bu konulara kafa yormak istemiyordum çünkü ne kadar çok düşünsem o kadar ağrı yapıyordu. Ağrıyı geçirebilmek adına dişlerimi sıkıca birbirine kenetledim. İki taraftan yumrukluyorlarmış gibi baskı yapıyordu şakaklarım. “Olma sen de!” dedi Lidya sesi alçalırken. Yami güldü alaycı bir şekilde başını hafif yere eğerken. “Dün gece Dean’da yaralanmış, varis olmak sadece yara getiriyor!” dediğinde, Yami’nin gülüşü dudaklarında hızla silinmiş başını tekrar karşısındaki kadına kaldırmıştı. Gözleri ise kocaman açılmıştı. “Dean yaralandı mı?” diye sordu telaşla. Dean yaralanmış mıydı? Yami kadar bende şaşırmıştım. Lidya sakinleştirmek için ellerini havaya kaldırıp, “merak etme, durumu iyiymiş!” dedi. “Neden daha önce bana söylemedin?” Yami dudaklarını ıslattı sorusundan sonra. İnleyerek elini karnının üzerine yasladı. “Doğruyu söyle, iyi mi?” diye sorduğunda, telaşlı halini sakinliğe bıraktı. Lidya başı ile onayladı. “Birazdan burada olur, kendi gözlerinle görürsün!” dediğinde, parmak uçlarında hafif yükselerek Yami’nin alnına öpücük bıraktı. Bende rahatlamış bir şekilde sesli nefes verdim. Dean’na bir şey olsun istemezdim. Tabi birazcık ağzından çıkan kelimelere çeki düzen verse hiç fena olmazdı. Üçümüzün dikkatini de dışardan gelen büyük bir kükreme sesi çekmişti. Bakışlarımız olduğu gibi balkona kenetlendi. Dışarda daha fazlası yığılmaya başlayan insanların neşeli çığlıkları kükreme sesine karıştı. Şarkılar daha fazla yükseldi. “Geldiler!” dedi Yami. Kalbim hızla atmaya başladı. Artık bu kükremeye aşinaydı kulaklarım. Gri ejderha! Drake’in sırtına bindiği ejderhaydı. “Gidelim Amelia Hemşire.” Diyen Lidya’nın sesi ile ona döndüğümde bana gülümseyerek bakıyordu. Yami lafını kesip, “bizimle gelmesine gerek yok!” dedi. Sertçe yutkunurken, ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Burada kalmak daha iyi olabilirdi benim için. İtiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki, Lidya’nın kararlı sesi yarıda kesti. “Yaralısın Yami, sana göz kulak olması lazım. Hem Drake’de bunu istemiş, yanında kalması iyi olur!” dedi Lidya. Yami gözlerini devirip dudaklarının arasından sesli bir nefes verdi. “Bakıcıya ihtiyacım yok!” deyip, kapıya yöneldi. Kapıyı sonuna kadar açıp eliyle geçmesi için Lidya’ya gösterip başı ile selam verdi. Lidya geçtikten sonra, kendisi de çıktı. Bende onları arkalarından takip ettim.
****
Kükreme sesi tüm binayı sallayacak kadar yüksekti. Zemin ayağımın altında titriyor, her an bu titremeden dolayı dengemi kaybedeceğim diye ödüm kopuyordu. Yami ve Lidya ise benim tam tersimdi. Adımları güçlü ve hızlıydılar. Yami’nin inlemeleri az biraz duyuluyordu ama yine de yürümeyi kesmiyordu. Lidya’da önden yürüyüp, o da Yami’nin sesini duyuyor olacak ki durmadan omuzunun üzerinden arkasına bakıyordu. Lidya ile birlikte gelen o iki kadında hemen benim arkamdan geliyordu. Lidya koridoru çıktıktan sonra, direkt karşıdaki koridora gitmek yerine üst kata çıkan tek merdiveni kullanarak basamakları tırmanmaya başladı. Pelerini arakaya doğru uçuşan Yami’de hemen onun arkasından merdivenleri çıkmaya başladı. Üst kata çıkan basamaklar bittikten sonra Lidya sol tarafta ki koridora girdi. Bizde onu aynı şekilde takip etmiştik. Koridorun duvarlarına boydan boya aydınlatılması için meşaleler asılmıştı ve her meşalenin üzerinde ejderha kafası yer alıyordu. Aşağıdaki meşaleler bunlar gibi değildi. Bir kapı vardı ve şu anda Lidya tam önünde durduğunda, Yami’de yanına geçti. Kapıyı bir kere tıklattı Lidya ve çok geçmeden içeriden girin diye bir erkek sesi geldi. Derin bir nefes alıp önümde kenetlediğim ellerimin parmaklarını biraz daha sıktırdım. Titrememe engel olmaya çalışıyordum çünkü ejderhanın kükreme sesi git gide yaklaşıyordu buraya doğru. Lidya kapıyı içeriye doğru açıp girdiğinde, Yami’de hemen yanında odaya girmişti. “Canım yiyenim!” diye bir ses yükseldi heyecanla. “Yaralısın, yataktan kalkmaman gerekiyordu!” dedi aynı erkek sesi. Ama bu sefer Yami’yi azarlar gibi çıkmıştı. “Bu seremoniye katılmam gerekiyordu!” dedi Yami’de. Sesinin güçsüzleştiğini fark edebiliyordum. Ama yine de iyi çıkması için gayret ediyor gibiydi. Ben ise hala içeriye girmemiştim. Aslında girememiştim. Çünkü başka kimse ile ne göz göze gelmek istiyordum ne de muhattap olmak istiyordum. Omuzumun üzerinden arkama baktığımda, o iki kadınında sadece karşıya baktığını gördüm. Beni çokta umursadıklarını söyleyemem. Ardından kapının sağ ve sol tarafına aynı anda geçip nöbet tutmaya başladılar. Kızlardan bakışlarımı çekip odaya baktım ve sakinleşmek için derin bir nefes alıp adımımı içeriye attığımda, büyük bir oda beni karşıladı. Odanın ortasında dikdörtgen şeklinde bir masa ve üzerinde ise kırmızı bir örtü serilmişti. Üzerinde ise kırmızı şamdanlar ve siyah tabak ve çatal bıçak vardı. Masanın bir ucunda büyük bir balkon ve hemen ellerini önünde kenetlemiş bir adam duruyordu. İçerde ise iki adam bekliyordu başlarını eğmiş, ellerini ise önünde kenetlemiş bir şekilde. Tam tepemde ise odanın tavanına asılmış büyük bir avize yer alıyordu. Taşları ise kırmızıdan oluşuyordu. Aslında odanın tamamı koyu kırmızı ve siyahlardan oluştuğunu söyleyebilirim. Duvarların her bir köşesinde sarı şamdanlıklar ve üzerlerinde de kırmızı mumlar yer alıyordu. Oda ferahtı. Fazla eşya konulmamıştı. Masanın diğer ucuna baktığımda ise bir adamın elinde tuttuğu bir şüşe ve içindeki kırmızı bir sıvıyı tam önündeki bardaklara dolduruyordu. Beyaz tenini, yan profilinden bile görebiliyordum. Una bulanmış kadar beyazdı. Yere değecek kadar kırmızı bir pelerin ve başında ise demirden oluşan bir taç vardı. pelerinin içindeki bedeninin ne kadar cılız olduğunu görebiliyordum. Bilekleri incecikti. Saçlarının tamamı ise beyazlaşmıştı. Üç bardağın üçüne de doldurduktan sonra iki bardağı eline alıp, önünü masa ve balkonun arasında duran Lidya ve Yami’ye döndürmüştü ki, gözleri bana çarptı. Dudakları bir karış aralandı ve elinde tuttuğu iki bardağı da yere düşürdü. “Abi!” diye fırladı Lidya ona doğru. Bardağın içindeki kırmızı sıvı zemine bulanırken, adam elinin birini kırmızı şamdanların olduğu sandığın üzerine tutunarak dengesini sağlamaya çalıştı. Gözlerini ise tek bir saniye üzerimden ayırmamıştı. “İyiyim, iyiyim!” dedi adam boşta kalan eliyle Lidya’nın kolunu tutarken. Karşımda olanları sadece nefesimi tutarak izlemiştim. Ellerim iki yanıma düştü, ne yapacağımı bilemedim. Yami’ye baktım istemeden bir adım geriye doğru kaçarken. Hiçbir tepki vermeden adamın solmuş yüzünü izliyordu. Dudağının kenarında minik bir tebessümü görüp görmediğime emin değildim ama sanki gülüyor gibiydi. “Güneşe hiç çıkmıyorsun abi!” dedi Lidya iki büklüm olmuş adamı kaldırmaya çalışırken. “Rahatsızlığın ilerleyecek!” “Ben iyiyim, iyiyim dedim sana Lidya!” derken adam, Lidya’nın gözlerine değil, zemine bakarak konuşmuştu ama tekrar bakışları yüzüme tırmanması uzun sürmedi. Beni beklemiyormuş gibi bir şaşkınlığa uğramış hali vardı. Ya da rahatsızlandığı için de dengesini kaybetmiş olabilirdi. “Toplayın şu cam kırıklarını!” diye bağırdı odanın içindeki iki kişiye Yami. Onlarda hiç vakit kaybetmeden dediğini yapmaya başladılar. Adam doğruldu. Ardından ağzı kulaklarında bir şekilde bana bakıp, “Amelia Hemşire, seni görmek ne güzel.” Dedi. “Lütfen içeriye geçin, biliyorsunuz büyük bir krallık olarak hemşirelerimize özenli davranmamız gerekiyor.” Deyip eliyle içeriye geçmem için işaret etti. Sıkışan göğüs kafesim bana zorluk çıkarsa da dediğini yapıp titreyen bacaklarımı odanın içine doğru attım. “Ejderhalar,” dedi adam bana dik dik bakarken. Ardından minik bir kahkaha attı. “Ejderhalar yüzünden yaralanmalarımız fazla oluyor, bu yüzden sizler çok değerlisiniz!” dedi. Ne diyeceğimi bilemeden başım ile onayladım. Odanın içine ilerleyip durdum. Masa ile aramda pek bir mesafe yok denilecek kadar azdı artık. Ama adam ile aramızda epey mesafe vardı çünkü oda büyüktü. Beş ailenin yaşayacak kadar hem de. Bir kükreme sesi daha doldurdu odanın içini. “Ve onlarda geliyorlar!” dedi adam ardından. Odanın bir duvarı tamamen balkondan oluşuyordu. Dışarısı apaçık gözler önüne serilmesi için yeterliydi. Dışardaki kalabalık daha fazla çığlık atmaya, aynı anda bir şeyler bağırmaya başladılar. Odanın içindeki diğer kişilerde benim gibi balkona bakarken o adam bana bakıyordu. Gözlerimi ondan kaçırıp beni ses çeken o ejderhayı görmek için ağır adımlarla balkona doğru yürüdüm eteğimin kenarlarından sımsıkı tutarken. O anda havada bir kuş misali gibi süzülen gri ejderhayı gördüm ve üzerindeki kişiyi. Drake’i. Gözlerini kısmış, yüzüne çarpan rüzgardan dolayı siyah saçları geriye doğru savruluyordu. Ardından gri ejderhanın iki yanında beliren diğer ejderhaları da görünce, küçük bir çığlıkla yerimde zıplamıştım. Onları daha net görebilmek için gözlerim yuvalarından çıkarcasına kocaman açılmıştı. Biri altına bulanmış kadar sapsarı ve parlakken, diğeri yükselen alevlerden oluşan ateş gibi kızıldı. Ve kızıl olanın üzerinde Dean vardı. Biraz daha dikkatli bakınca, Drake ve Dean’ın kollarının arasında sıkı sıkıya tuttukları bir şey olduğunu gördüm. Top büyüklüğünde bir şeydi. Ve Dean’ın arkasında sarı saçlı bir erkek oturuyordu. Üç ejderhada hızla buraya doğru geliyordu. Büyük adımlarla balkona daha çok yaklaştığımda, üç ejderha aynı anda kulakları patlatacak bir sesle kükrediler. Olduğum yerde zıplamamak için kendimi tuttum. Halk daha gür sesle bağırdı. Üç ejderha içinde bulunduğumuz binaya yaklaştığında, zemin sallandı. Duvarlar üzerimize yıkılacakmış gibi titredi ve birkaç toz parçası ayağım dibine düştü. Ve üçü de binanın üzerinden uçup gözden kaybolduğunda, balkonun içine zıplayan Dean ve sarı saçlı bir adamla gözlerim kocaman açılmıştı. Başlarının üzerinden ise alevden oluşmuş gibi kırmızı renkteki ejderha, Kızıl yazan binanın en tepesine konup gökyüzüne doğru uzun boynunu uzatıp yüksek sesle kükredi. “Dean, Aron!” diye bağırarak yanına koştu balkonun içinde omuzlarının üzerinden geriye bakan kişilere doğru Lidya. Dean gülümseyerek Lidya’ya döndüğünde, diğer sarışın adam çoktan dişleri görünecek bir şekilde sırıtarak bakıyordu. Ve az önce Lidya’nın da Aron diye bağırmasından adının o olduğunu anlamıştım. Aron’un boynuna kollarını doladı Lidya, Aron’da Lidya’nın bel boşluğuna ellerini koyup, “seni gördüğüme sevindim hala.” dedi. “Ben de canım, ben de.” Dedi Lidya’da geri çekilirken. Lidya bu sefer gülümseyerek Dean’a döndüğünde, Dean elinde top büyüklüğündeki kırmızı şeyi tek elle havaya kaldırıp, “yirmi yılın sonunda, yumurtama kavuştum. Yeni ejderhama merhaba deyin!” dediğinde yumurtayı biraz daha havaya kaldırdı. Arkamdan bir alkış koptu. Omuzumun üzerinden geriye baktığımda, o adamın tebessüm ederek alkışladığını gördüm. Dean’ın elindeki bir yumurta mıydı? Hem de içinde ejderha çıkacak olan bir yumurta! Lidya’nın da gözlerinin içi gülüyordu. O da hafif hafif alkışladı. Diğer çocukta gülüyordu, Dean’ın sevincine. Arkamdaki kapı açıldığında, içeriyi dolduran başka sesler ile omuzumun üzerinden geriye doğru baktım. Hemen kenara doğru çekildim. “Baba, anne!” diyen Aron koşarak içeriye giren bir adam ve kadına sarıldı. “Oğlum!” dedi ikisi de aynı anda. “Seni çok özledik.” Dedi kadında sıkıca sarılırken. “Emrik!” göbekli ve sarı saçlı bir adamın boyuna sarıldı, teni solmuş adam gördüğüne sevinmiş bir sesle. Aron’un saçları gibi sarıydı. Ama gözlerinin rengini annesinden almıştı. Annesi ise zayıf, uzun boylu bir kadındı. Lidya’da onlara sarılıp selam verdi. Yami ve Dean’da reverans yapmıştı. Ben ise bir köşede görünmez olmak için dua ediyordum. Oda git gide insanlarla doluyordu ve bende soğuk terler dökmeye başlamıştım. Bir kükreme daha koptu gökyüzünde. Herkes başını yukarıya kaldırdığında, altın rengindeki sapsarı olan ejderha Altın yazan binanın en tepesine kondu. “Benim yumurtam nerede?” diye sordu Yami. “Asıl senin ayakta ne işin var?” diye soruya soruyla karşılık verdi Dean. “Ayakta olmaman gerekiyordu Yami!” dedi Aron’da. Mavi gözleri endişe ile açılmıştı. Bina tekrar sallandı ayağımızın altında. Kollarımı iki yöne açtım, sallantıdan kurtulmak için ama diğerleri hiç tepki bile vermedi. Ama benim kalbim ağzımdan çıkacakmış gibi esiyordu. Bir gümbürtü daha geldiğinde bakışlarımı sallanan zeminden çektim ve balkonun içine baktığımda içine birinin daha zıpladığını gördüm. Drake! Kucağında altın renginde bir yumurta ile. “O zaman seremoni başlasın!” dedi arkamdan konuşan kişi. “Hoş geldin yiyenim!” dediğinde adam, Drake başı ve gözlerini kapatıp açarak küçük bir selam verdi. Bir kükreme sesi daha duyuldu. Ama bu sefer tam karşımızdaki binaların üzerindeki ejderhalardan değil, durduğumuz binanın tepesinden gelmişti. Ve o gri ejderhayı görememiştim. Lidya boynuna sarıldı, Drake’in. Drake fazla karşılık vermedi. Sadece dudağının kenarıyla minik bir tebessüm etmişti Lidya’ya karşı. Yami, Drake doğru ilerleyip yumurtayı almak için ellerini havaya kaldırmıştı, fakat Drake’in gülüşü genişlerken yumurtayı arkasına saklayıp, “sana yumurtanı getireceğini söylemiştim.” Deyip kaşlarını havaya kaldırdı. Yami burnundan gülüp gözlerini kaçırırken, “iyi olacağımın sözünü vermiştim ve şu anda iyiyim.” Dedi. Drake, peki öyle mi? Der gibi baktığında, Yami derin bir nefes aldı. Gülmemek için dudaklarının titrediğini gördüm. “Pek iyi sayılmam ama bu kutlamaya katılmak zorundaydım!” dedi. Drake başını belli belirsiz aşağı yukarı salladığında, Yami’nin alnına bir küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi. Arkasındaki yumurtayı çıkarıp Yami’ye uzattı. “İyi olduğuna sevindim ama kutlamadan sonra iyice dinlenmeni istiyorum!” dedi. Yami buruk bir gülümseme ile karşılık verip başı ile onayladı. Yumurtayı kollarının arasına aldığında, gözlerindeki heyecan ve mutluluk gözle görülecek kadar fazlaydı. Balkondaki üç kişide Yami gibi giyinmişti. Ama gömleklerinin rengi farklıydı. Dean koyu kırmızı gömlek, Aron mavi, Drake ise siyah bir gömlek giyinmişti. Ve iki kişi, iki tane yumurta getirmişti buraya. Üçü de odanın içine girdiler. Drake hiç yüzüme bakmazken, Dean onun tam tersi gözlerini yüzümden çekmiyordu. Kime baksa, kimle konuşsa saniyelikte olsa yüzümü yokluyordu bakışları. Biri bu bakışlarını yakalayacak diye ödüm kopuyordu. “Başla!” dedi arkamdaki adam. Kıpırdaman balkonda duran adam hareketlendi ve elindeki sarı parşömeni açıp yüzünü balkona çevirdi. Aşağıdan büyük çığlıklar ve alkışlar kopmaya başladı saniyesinde. “Sayın Kanlı Sırtın halkı. Bu sabah iki ejderhamınız yumurtası ile müjdelendik.” Diye söze başladığında, yüzünün rengi bembeyaz olmuş olan adamın Dean’ın yanına geçip elinin birini omuzuna atışı dikkatimi çekti. Dean bakmadı ama tebessümü büyük bir ima saklıyor gibiydi. “Uzun aradan sonra Ejderha Atalarımız dualarımıza karşılık verdi. Şimdi ise onları onurlandırmaya ve utandırmamak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Hepinizi günler süren eğlencelere davet ediyorum!” dedi ve büyük bir alkış feryadı daha koptu aşağıda. Derin bir nefes daha çektim. Olanlar ve yaşananları pek anlamlandırdığımı söyleyemezdim fakat sadece izlemekle yetiniyordum. “Vadi’nin kraliçesi Lidya ve Leydi Yami’yi huzurlarınıza davet ediyorum!” dediğinde, Yami dudaklarını üst üste bastırıp Lidya’ya bakarak tebessüm etti. Lidya ise Yami’nin boşta kalan elini tutup balkonun içine girdiğinde, aşağıdaki halk coşkuyla alkışladı onları. Yami yumurtayı havaya kaldırdığında, sarı renkteki ejderha uzun boynunu aşağı indirip kükredi. “Varis, varis, varis…” Kalabalık bir ağızdan sadece tek bir kelimeyi haykırdı. Sarı renkteki ejderha bir kere daha kükrediğinde, Lidya gururla yanında elini tuttuğunu kadına bakıyordu. Yami ve Lidya balkondan çekilip içeri girdi. Adam tekrar kağıdı yüksek sesle okumaya başladı. “Demir Bilek topraklarının kralı Emrik ve Lord Aron’u huzurlarınıza davet ediyorum!” Emrik denilen göbekli adam karısının elinden tutarken, bir kolunu da Aron’un omuzuna atıp balkona çıktılar. Ama Aron’un yumurtası yoktu. Ve Drake’in de. Neden olmadığını anlayamadım. Aron büyük bir mutlulukla aşağıdaki kalabalığı selamlarken, halkta onu alkışlamaya başladı ama Yami’nin ki kadar yüksek değildi ve varis diyen çok az kişi vardı. Ama Aron bu konuda mutsuz görünmüyordu aksine hala gülüyordu içeri girerken. Ailesi de öyle. Ve bir kez daha okudu adam kağıttan. “Ejderha Ateş’i topraklarının gelecek kralı, Lord Drake!” diye cümlesini bitirir bitirmez bu zamana kadar duymadığım alkış ve çığlıklar resmen binayı sallayacak kadar kuvvetli çıkmaya başladı. Böyle tepkiyi beklemiyordum ve diğerlerinin de tepkisini görmek için baktığımda, Yami ve Lidya’nın sevindiğini gördüm. Dean ise yanında duran adama baktı. Mimiklerinde ne anlattığını çözemedim, sadece bakmıştı. Lidya, elini uzattı Drake, ama Drake başıyla onaylamaz bir şekilde başını iki yöne doğru salladı. Ama yüzünde tebessüm vardı. Lidya’da tebessüm edip bir adım geri çekildi. Drake balkona doğru yürüdüğünde halk delirmiş gibi çığlıklar atmaya ve hep bir ağızdan bir şeyler söylemeye başladı. “Varis.. Varis… Varis…” Yami’ye atılan çığlıklardan bile sesliydi. Ve tam içinde bulunduğumuz binanın en tepesinden bir ejderha kükremesi duyulduğunda, altın rengindeki ejderhada eşlik etti. Birkaç saniye sonrada kızıl renkteki ejderha kükremeye başladı. Üç ejderha sesi birbirine karışmış vaziyetteydi. Bir süre kükreme sesi böyle devam ederken, yan tarafımdan bir alkış sesi geldi. Drake ve diğerleri de alkış sesine dönerken, bunu yapanın Dean olduğunu gördüm. Gözlerini kırpmıyor, sadece Drake bakıyordu. Dudaklarını dişlerinin arasına almış ama gülüyordu. Bir süre böyle yapmaya devam etti ama sonrasında kollarını iki yanına saldı. Drake tekrar önüne dönüp halka el salladıktan sonra odanın içine yürümeye başladı ve ejderhalar kükremelerini durdurdu. “İyi işti kuzen!” dedi Dean, Drake bakarken. Ama Drake tek kelime etmeden odanın ortasına gelip dışarıya baktı. Eli ise pelerinin iç kısmındaki kılıçtaydı. Balkondaki adam elini ağzına kapatıp kuru bir öksürükle dikkatimi ona vermemi sağladı ve parşömendeki cümleleri yeniden okumaya koyuldu. “Kanlı Sırt’ın Kral’ı Hermen ve Lord Dean’ı huzurlarınıza davet ediyorum!” dediğinde Dean çoktan kızıl renkteki yumurtasını kolunun altına sokmuştu. Bir adım ilerlemişti ki, yanında duran ve adının Hermen olduğunu öğrendiğim adama baktı. Hermen ilerlemek yerine kıpırdamadan yerinde duruyordu. “Baba!” dedi Dean anlayamayarak. Adam sertçe yutkundu. Titreyen göz bebekleri dışardaydı. Nereye baktığını tam anlayamasam da ejderhaların üzerinde olduğu kesindi. “Halk bizi bekliyor!” dedi Dean dişlerinin arasından fısıldayarak. “Oradalar!” dedi sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi Hermen. Bir şeylerden çekiniyormuş gibi bir hali vardı. Drake baktım, onun da bana baktığını gördüğümde, kalbim tekledi. Bunu beklemiyordum. Gözlerimi hemen gözlerinden kaçırdım. Ama adım sesleri duyduğumda, tekrar gözlerimi Drake çevirdim. O ise ağır adımlarla Hermen’in arkasına geçip, duyabileceğimiz bir ses tonuyla, “sana zarar veremezler amca, kan hakkı vermedin onlara!” dediğinde, Hermen arkasına geçen kişiyi görmek adına bakışlarını yana çevirdi. Büyük ve sesli bir yutkunuş boğazını deldi geçti. “Çıkmana gerek yok abi!” dedi Lidya ellerini endişe ile ovalarken. Dean hızla ters bir bakış atıp, “çıkmak zorunda!” ardından babasının arkasına geçen Drake’e çevirdi. “Yirmi yıldır bu anı bekliyorduk!” dediğinde, burnundan gülme sesi çıkardı Drake. Başını sağa sola yavaşça sallarken, Hermen’in arkasından çekilip adımlarını olduğum tarafa attı. Dört beş adımlık mesafe ile tam yanımda durdu. Hermen kuruyan dudaklarını ıslattıktan sonra Dean ile birlikte ağır adımlarla balkona doğru yürüdü. Dean’ın öfkesi silinmişti. Şimdi ise ağzı kulaklarında bir şekilde balkona çıktığında, büyük bir alkış ve çığlıklar beklerken, Aron’dan bile az sesler çıkmıştı aşağıdan. Hatta yok denilecek kadar azdı. Yumurtayı havaya kaldırdığında, sadece kızıl renkteki ejderha kükredi. Ve Dean’ın kaşları, böyle bir tepki beklemediğinden hızla çatılmış yumurtayı geri indirmişti. Hermen ise titreyen ellerini balkonun demirliklerine öyle sıkı sarmıştı ki, düşecekmiş gibi korkuyla yerinde duruyordu. “Sikeyim!” deyip homurdandı Dean. Ve bakışları zemine sabitliyken içeri girdi. Hemen onun arkasından da Hermen girdiğinde, karşıdaki binalardaki Ejderhalar gökyüzüne doğru havalandı. İçinde bulunduğumuz bina da sallanmaya başladığında, o iki ejderha tam tepemizden binanın arkasına geçip gözden kayboldu. Gözlerim şimdi Drake’deydi. Onunkilerde öfkeden patlayacak olan Dean’daydı. Herkesin gözü ondaydı. “Masayı çabuk yemeklerle doldurun, içkileri de getirin!” diye bağırdığında Hermen, Drake derin bir nefes alıp bana döndüğünde, iki büyük adımla tam yanımda durdu. Üst bedenini hafiften bana doğru eğdi. “Yami’ye göz kulak ol demiştim. Ama o yatağında değil!” diye fısıldadığında, göğsümden yukarıya çıkan nefes tam boğazımda asılı kaldı. Gözlerim irice açıldı ve direkt Yami’ye baktım. O da tam şu anda bana bakıyordu, kucağında yumurtası ile. Sinirli veya kızmış bir şekilde değildi bakışları, anlamaya çalışıyormuş gibi kısılmıştı. Drake’in sıcak nefesi tekrardan yanağımı okşamaya başladığında, ürperen bedenimi kontrol altına almak için son anda gözlerimi kapatmayı engellemiştim. “Ve bu yüzden cezalandırılacaksın, Amelia!” dediğinde, üst bedenini yukarıya kaldırdığını anladım ama ona bir daha bakmadım.
|
0% |