Yeni Üyelik
4.
Bölüm

DAĞ YOLU

@kadrisyazar_

MASKENİN ARDINDAKİLER

 

3.BÖLÜM

 

DAĞ YOLU

 

 

 

"Nida AKEL"

Bu sabah, İlayda'nın partiye gideceği için mutluluktan havaya uçtuğu bir güne uyanmıştım. Aslında kızlar ondan pek hoşlanmamıştı fakat benim için, onun da partiye gelmesinde bir sakınca görmemişlerdi.

Partinin olacağı yeri biliyordum, birkaç defa buluşma yeri olarak orayı seçmiştik. Sevinç'in dedesinden kalma bir dağ eviydi. Kızlarda pek hoşlanmıyordu kalabalık yerlerden olmaktan, bu yüzden daha sakin, daha huzurlu bir yer olan dağ evinde, ne yapılacaksa ilk seçenek olarak orası seçiliyordu.

En son gidişim, Sevinç'in bir arkadaşının doğum günü partisi içindi. Yani geçen yaz gitmiştim. Etrafı ağaçlarla çevirili, birkaç ev dışında kimse yoktu. Şehre uzaklığı bir iki saatti. Yani öyle olduğunu hatırlıyorum. İlk gidişimde babam bırakmıştı, yolu öğrendikten sonra kendim gitmeye başlamıştım. İlayda'nın ilk seferi olacaktı dağ evine gitmesi. Heyecanlı olmasının bir diğer sebebi de buydu.

İlayda odadan çıkmadan önce şirkete uğrayacağımız da söylemişti. İş yeri eve uzaktı, bu yüzden şimdiden hazırlanmak daha iyi olacaktı, çünkü dağ evinin mesafesi de uzaktı. Kasımda olduğumuz için hava şartları çok iyi değildi, yolda kalıp yırtıcı hayvanlara yem olmak istemezdim.

Hemen yataktan çıkıp banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra, saçlarımı tarayıp tüm kişisel ihtiyaçlarımı hallettikten sonra odama geri dönmüştüm. Dün gece uyumadan önce Cesur Bey'in çekilmiş resimlerine bakmıştım. Bu sefer daha ayrıntılı bakmak istiyordum fakat bu düşüncenin saçma bir şey oluşu kafama dank edince, kendimi engellemiştim.

Telefonumu tekrar elime alınca, ekranın üstünde yeni bildirimler geldiğini gördüm. İnstagramdan gelmişlerdi. Yukarıdan bildirim çubuğunu kaydırdım. Dün gece gelen tanıyor olabileceğin kişiler bildirimiydi. Ve yine onun adı yazıyordu. Cesuraslankara.

Görmek istemiyordum, hatta bir daha gelirse engelleyebilirdim de. Aslında babamın ortağıydı, istek atmamda bir sakınca yoktu, sadece ilk defa gördüğüm bir adama da istek atmak istemiyordum. Yani bu kadar takipçinin arasında beni görme ihtimali düşüktü, ama gizli olduğu için kabul etmeden önce kimin attığını görmek içinde inceleyebilirdi hesabımı. Bu riski göze alıp utanmak istemiyordum.

Telefonu, dağ evine giderken takacağım askılı siyah çantamın içine koydum. Çok büyük bir çanta değildi ama eve dönene kadar beni idare edebilirdi. Hazırlanmak için gri elbise dolabımın önüne yürüdüm ve aynı tonlara sahip olan küçük çıkıntıya elimi yerleştirip dolabın kapağını sağ tarafa doğru kaydırdım.

Parti başlamadan önce giyeceğim siyah mini bir elbiseyi askısıyla birlikte alarak koluma taktım. Fotoğraflar çekileceğimizi biliyordum, bu yüzden şık olmam gerekiyordu, çünkü gelen herkes çok iyi olacağından emindim. Aslında o kadar büyük bir parti yapılmıyordu, adı sadece partiydi. Yanan şöminenin başında, hoş bir hava katan mum ışığı eşliğinde, yüksek seste açılmayan müzikler ile birlikte sadece içkilerimizi içip, en saçma anılarımızı anlatarak sohbet ediyorduk. Kendimizi şımartıyorduk da diyebilirdik.

Bu ortam, en pahalı terapilerden bile daha çok iyi geliyordu insana. Hemen kabul etmem bu yüzdendi. Arkadaşlarım üniversite hayatım boyunca tüm desteklerini benden esirgemeden bolca vermişlerdi. Ne zaman ki, içim sıkıntıyla dolsa haberleri olur, iyi olmam için ufak bir gece yürüyüşüne bile çıkararak yardımcı olurlardı. Onlar şansımdı, biliyordum.

Dolabımın raflarına gözlerimi gezdirdim. Tüm kıyafetlerim kendi bölmelerine ayrılıp düzgün bir şekilde katlanmışlardı. Dağınıklığı sevmediğimi, ama aşırı bir boyutta olmadığını da dile getirmiştim. Düzen iyidir, düzen seni de yormazdı. Hayatını da kolaylaştırırdı. Bunun en büyük örneği elbise dolabım olabilirdi.

Rafların birinde, üst üste koyulmuş pantolonlarıma bakışlarımı çevirdim. Gözüme ilk çarpan siyah skinny jean ve onunla konbinlemek için siyah dar bir body alarak, giyinmek için yatağımın önüne geçtim ve elimde bulunan kıyafetleri, aynı şekilde yatağın üzerine koydum.

Oraya, elbise giyinerek gitmek saçma olurdu, bunları giyinirsem hem üşümem hem de daha rahat olurdum. Hava durumu zaten bugün karla karışık yağmur gösteriyordu. Biz oraya gitmeden başlamazdı umarım.

Seçtiğim kıyafetleri üzerime giyindikten sonra, çıkardığım eşofmanlarımı katlayıp yatağın üzerine bıraktım. Siyah elbisemi ve ona uygun topuklu ayakkabı da seçerek, küçük bir el çantasının içine yerleştirdim.

Kapağı açık dolabımın önüne tekrar gelip, geniş raflarda yer alan diz kapağımın altında biten siyah botlarımı bir elime, diğer elime de krem rengi bir palto alarak odamdan çıkmıştım. Çok makyaj yapmayı seven biri değildim, yüzüme sadece kışında sürülmesi gereken güneş kremimi sürmüştüm. Saçlarımı da at kuyruğu yaparak yukarıdan sıkı sıkıya bağlamıştım.

Aşağıya indiğimde, İlayda'nın yemek masasında oturmuş çayını yudumlarken gördüm. Krem rengi paltomu koltuğun üzerine bırakıvermiştim. Diğer elimde tuttuğum siyah botları da parkelerin üzerine koyup, çayını yudumlayan kişiye baktım.

Odaya pat diye geldiği için ne giydiğini uyku sersemliği ile tam anlayamamıştım. Bilincim hemen, isteğim dışında onu incelemeye başladı. Siyah bir crop giymişti. Masanın arkasından gözüken göbeğini görebiliyordum. "Bu şekilde gelirsen donarsın, biliyorsun demi? Dağ evine gidiyoruz, sahile değil." Omuzunun birini umurunda değilmiş gibi silkeledi.

"Aman ölmem ya, zaten araba ile gideceğiz. Üzerime deri ceket alacağım, üşümem yani." Dedi, çayını yeniden doldururken.

"Keyfin bilir!" ne giydiği umurumda değildi ne de olsa. Omuzlarımı silkeleyip karşısındaki sandalyeye oturdum. Odadan çıkmadan önce şirkete uğrayacağını söylemişti. Bu yüzden sesimi çok merak ediyormuş gibi çıkmaması için kendimi zorlayarak, "neden ilk önce şirkete uğrayacağız?" kafamı, kahvaltı masasından kaldırmadan sormuştum sorumu.

"Babamın yanında çalışmak istiyorum."

Kaşlarım şüphe ile çatıldı. İlayda asla çalışmayı düşünmüyordu, çünkü dayımın torunlarına yetecek kadar birikimi vardı; İlayda'da bunu çok iyi bildiği için asla çalışmayı düşünmüyordu.

Bakışlarımı önümden çekip, ellerini çenesinin altına koyarak beni izleyen kuzenime baktım. "Güzel bir pozisyonda çalışmak için konuşmaya gideceğim." Dedi, yüzünde çalışmaktan memnun olduğunu belirten bir gülümsemeyle.

"Çalışmayı hiç düşünmüyorsun sanıyordum, fikrini değiştiren ne oldu?" sağ elimde tuttuğum çatalı, tabağımın kenarına bıraktım. Bakışlarım hâlâ üzerindeydi.

Derin bir nefes aldıktan sonra, çenesinin altına yerleştirdiği ellerini çekerek, geriye doğru yaslandı. "Biliyorsun, hayat şartları. Babam zengin ama nereye kadar. Benimde bir birikimim olması lazım." Ellerini masanın ucuna yerleştirmiş, parmaklarını ağır ağır vurarak ses çıkarıyordu. "Hem bugün babam güzel bir pozisyon için yanında çalışan bir elemanı çıkardı. Sadece gidip bakacağım; beğenirsem çalışacağım, beğenmezsem de bırakırım." Dedi.

Ne güzel bir lütuf; insanlar bu işe girmek için emek harcarken, güzel kuzenim eğer beğenmezse istediği bu pozisyonu bırakabilirmiş. Peki, işten çıkarılan elemana ne olacaktı. Kimse düşünmüyordu, belki üstünden geçtikten sonra ben bile unutacaktım.

Acımasız hayatın bir parçası da buydu işte!

Sırtını dayadığı sandalyeden ayırarak ileriye doğru geldi İlayda. "Sen ne zaman başlayacaksın işe?" Ben sağlık sebeplerimden dolayı, işe gidip gelmeyi durdurmak zorunda kalmıştım. Okulu bitirir bitirmez babamın yanında çalışmaya başlamıştım. Çok önemli bir görevim yoktu, sadece oradaydım. Arada sosyalleşip eve geri geliyordum, hepsi buydu.

Burnumda sert bir nefes alıp geri vermiştim. Uzun sürede işte çalışacağımı düşünmüyordum. İlayda'nın sorusuna sadece, bilmiyorum anlamında kafamı iki yöne doğru sallayarak, "başlamak için biraz zamana ihtiyacım var, belki bu partiden sonra düşünebilirim." İlayda elinin birini, masanın üzerinde duran elimin üstüne koydu. Bu yaptığı hareket kaşlarımın şaşkınlıkla havalanmasına neden olmuştu.

İlayda bana yakınlık mı gösteriyordu, yoksa ben mi yanlış anlıyordum?

Hayır, gerçekten yakınlık gösteriyordu. Ondan gelen alışık olmadığım bir davranıştı. Bu hareketini garipsediğim için, elimi hemen elinin altından çektim. Bakışları kısa süreliğine oraya baksa da hemen yüzüme çevirdi.

"Çalışmanı çok istiyorum Nida, hem yalnız da olmam orada. Sen olunca hallederim gibime geliyor." Gözlerimi kısarak, asla İlayda'dan duyamayacağım cümlelerin sahibine bakıyordum. Hemen kör ve sağır olmayı diliyordum, çünkü kuzenim bu değildi. Garip bir şekilde.

"Aslında biliyor musun?" dedi, yüzünün yarısını kaplayan gülümsemesiyle. "Seni çok kıskanıyorum, nasıl desem?" gözlerini başka yerlere çevirerek, düşünüyormuş gibi yapmaya başladı. "Seni kısıtlayan bir ailen yok, karakterin çok iyi. Zeki bir kızsında, ailenin hepsi sana imreniyor. Düşünebiliyor musun, senin gibi bir kıza?" son cümlesi onu sinir etmiş gibi gülme sesleri çıkardı.

Benim gibi bir kıza mı?

Masanın üzerinde duran ellerimi sıkarak, avuç içlerime batan tırnaklarımı umursamadan, başımı öne doğru uzattım. "Ne diyorsun sen ya?" normal bir cümle gibi kurmuştum ama tınısında alay ve öfke yer alıyordu. "Benim gibi bir kız derken?"

Gözlerini kocaman açıp, ellerini olumsuz anlamda havada sallamaya başladı. "Beni yanlış anladın, çok zayıf ve olumsuz durumlarda baş edemeyecek biri gibi duruyorsun ama öyle değilsin. Sadece dış görünüşün öyle demek istedim."

Gülme sesine benzeyen bir ses çıkardım ama yüzümde mimik oynamıyordu. Beni nasıl kıskanırdı? Hayatımın ne kadar basit olduğunu görmüyor muydu?

"Gerildin ama gerilmene gerek yok, kuzen. Sakin ol!" kafasını iki yöne doğru sallayıp gözünü devirdi. "Hem annenden izin aldım, parti için." Dedi.

"Ben alırdım, sen neden alıyorsun?" şu anda öfkeden patlayabilirdim. "Annen ve baban karakola gittiler. Cesur Bey'de orada olacakmış, hâlâ cinayeti kimin işlediği bilinmiyor." Ağızına bir tane siyah zeytin attıktan sonra, çiğidini çıkararak tabağın içine koydu. Benim ise iştahım kaçmıştı, bu kızla geçireceğim birkaç gün vardı. Nasıl geçeceğini az çok tahmin ediyordum. Bok gibi!

Tekrar konuşmak için ağzını geri açtı, "baban izin vermiyordu annenin kendisiyle gitmesini, ama annen babanı yalnız bırakmak istemediği için gitti."

Annem tabi ki babamı yalnız bırakmazdı. Babamı deli gibi sevdiğini biliyordum. Ama babam için aynı şeyleri söylemek mümkün değildi. "Babam bir şey demedi mi?" Demiştir! Emindim.

"Dedi tabi ki, demez olur mu? Ama annen ve ben ikna ettik. Bana teşekkür etmen gerekiyor." Dudağının kenarı, kendini beğenmiş bir tavırla yukarı kalktı. İlayda'nın sessiz kaldığına, adımın Nida olduğu kadar emindim. Cevap vermedim, yalancı insana.

Sıkıntı bir nefesin ardından oflayarak yerimden kalktım. "Bizde hemen çıkalım. Geç kalmak istemiyorum." Ya da senle olan dakikalarım çabuk bitsin istiyordum.

Masanın üzerindeki kahvaltılıkları topladıktan sonra; tüm hazırlıkları halledip, evden çıkmadan önce anneme mesaj attım.

"Sanırım İlayda partiye gideceğimizi sana söylemiş anne. Seni seviyorum bir iki güne dönerim." yazdıktan sonra telefonu tekrar çantama attım.

---

Cesur Bey'in iş yerinde olmadığını söylemişti İlayda, iyi ki de yoktu. Onun yanında bulununca huzursuz hissediyordum ya da bu Gizem Hanımdan da kaynaklı olabilirdi.

O ikisini kafamdan silerken, direksiyonun başında olan İlayda ile birlikte iş yerinin olduğu yere varmak üzereydik. Bugün gökyüzü kapalıydı. Gri bulutlar, yüksek duvarlara sahip olan dev gökdelenlere ev sahipliği yapıyordu.

Arabanın ön camına düşen yağmur damlalarını temizleyen sileceklere gözüm ilişti. Çıkardığı sesler, arabanın içinde duyulan tek sesti. Onlardan bakışlarımı aldım. Kaldırımda yürüyen, başlarının üstlerinde yağmur damlalarından kendini korumak için şemsiyenin altına girmiş olan insanlara çevirdim. Hepsi mutsuzdu, gri bulutlar onların içini kaplamış gibiydi. Bu yüzden kafalarını göğe kaldırmak istemeyecek kadar hevesleri yoktu, yağmuru hissedecek kadar yorgunlardı. Halbuki en sevdiğim şeydi yağmurda ıslanmak, deli gibi koşmak.

Annemin çalıştığı yere gittiğimde , yağan yağmurun altında bahçede deli gibi ıslanır, sonrada hastalanıp yataklara düşerdim. Annem ne kadar kızsa da, bundan asla vazgeçmezdim. Bu anı beni gülümsetmişti.

"Neye gülüyorsun?" başını bana çeviren İlayda, sorusunu sorduktan sonra, tekrar yola döndürdü. "Hiçbir şeye!" dedim ona bakmadan.

"Nasıl hiçbir şeye ya?"

Hiçbir şeydi işte! Kısa süren bir an, yıllar sonra hiçbir şeye dönüşüyordu.

Sorduğu soruya cevap vermemiştim. Çoktan şirketin önüne gelmiş, arabayı durdururken, kapının önünde duran siyah takımlar içindeki iki koruma bize doğru yaklaştı. Kapılarımızı açarken, ikimizde dışarıya çıkmıştık.

İlayda, yağmurda ıslanmamak için koşarak içeriye girerken, ben ise saçlarımın üzerine değen yağmurun serinletici havasını hissetmeye çalışıyordum.

"Çabuk koşsana kızım ya? Sizde, biz gelene kadar arabayı bir yere çekmeyin. Birazdan burada oluruz." Koruma başıyla İlayda'yı onaylarken, bende içeriye girmiştim.

Bizi gören herkes, ayağı kalkıp başlarıyla selam verip, gülümsüyorlardı. Zenginliğin getirdiği efendilik. Herkes hoşlandırdı bundan, ben ise görünmez olmayı dilerdim. Tanınmayı değil. İlayda bu durumdan gayet iyi hoşlanıyordu. Dik omuzları, havada olan burnu, kimseyi sallamayan bakışlarıyla anlatıyordu bunu.

Elimden geldiğince selam veren kişilere aynı şekilde karşılık vermeye çalışıyordum. En sonunda, ikimizde asansöre binerek, Mustafa Dayımın olduğu kat numarasına basıp, yukarıya doğru çıkmaya başladık.

Asansörün kapısı iki yöne doğru açılır açılmaz, elinde tuttuğu bir dosyayı, başka bir kadınla inceleyen Gizem Hanım gözüktü. "Bu kadın iyi ki Cesur Bey'in yanında değil ha?" İlayda'nın sorusuyla birlikte asansörün içinden çıkmıştık.

Gizem hanım, karşısında onu gülümseyerek dinleyen kadına bir dosyada bir şeyler gösterdikten sonra, dişleri gözükecek bir şekilde gülümseyip elini ondan biraz kısa olan kadının omuzuna koydu. Onu dinleyen kadın ise hayran bakışlarıyla inceleyip başıyla onay vererek bizim olduğumuz yöne doğru gelmeye başladı.

"Aa günaydın Nida Hanım, günaydın İlayda Hanım."

"Günaydın Zehra." Dedim sevecen bir ses tonuyla.

"Günaydın günaydın." İlayda kızı başından savar gibi konuştuğu için yüzü hemen düşmüştü. Ona sadece gülümseyebilmiştim. O da utandığını belli eden tebessümüyle yanımızdan uzaklaşmıştı.

Zehra karşısında bizi gördüğü için biraz bağırarak konuşmuştu. Bu yüzden Gizem Hanım'ında bakışları hemen üzerimize yoğunlaştı.

Kısa siyah kalem eteği, ince beyaz bir gömlek, saçlarını da yine sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Gözlerine eyeliner çekmeyi seviyordu, internete düşen resimlerinden de bunu görmek mümkündü. Kedi gibi olan bakışlarını daha çok ön plana çıkarıyordu bu.

Gülümseyerek, adımlarını durduğumuz yere doğru atmaya başladı. "Hoş geldiniz kızlar." sevinmiş bir ses tonu edasıyla karşılamıştı bizi. Güzel bir kadındı, yaşına göre olgun ve çok çekiciydi. Cesur Bey'in bir şeyler yaşamamasına inanmıyordum doğrusu. "Sizi bu sabah buraya getiren nedir böyle?"

"Hoş buldum." Dedim bende sesimi iyi tutmaya çalışarak. "İlayda'nın işi için geldik." Babamızın yeriydi ama ona açıklama yapıyordum. İstediğim zaman gelirdim, sana ne!

Kaşının biri havaya kalkmış bir şekilde İlayda'yı izleyip, ağır ağır kafasını sallarken konuşmaya başladı. "Aa doğru, İlayda Hanımın, Cesur Bey'in yanında çalışabilmesi için bir pozisyon ayarlamaya çalışıyorduk." Memnun değil gibiydi bu durumdan. Ekşittiği yüzünden anlamak mümkündü.

Omuzumun üzerinden İlayda'ya bakarken, bunun doğru olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Demek o yüzden gelmişti. Mustafa dayım olsa hemen alırdı yanına zaten, ama Cesur Bey'in yanında çalışabilmek için Gizem denilen kadının engeline takılıyordu. Tabi onlarda torpili işlemiyordu.

Vay uyanık vay. Adamı görebilmek için yanında çalışmak istiyordu. Dudaklarımı dişlerimin arasına alırken, bakışlarım tekrar kızıl saçlı kadına çevirdim. "Daha uygun bir pozisyon bulamadık. Bu yüzden biraz daha beklemeniz lazım İlayda Hanım, ama o sıra babanızın yanında çalışabilirsiniz." İlayda kollarını göğsünde birleştirirken, omuzlarını dikleştirdi. "Gerek yok, bekleyebilirim." Sinir olduğunu anlamıştım. Cesur Bey'in yanında çalışmakta neydi ki? Ondan hoşlanıyor diye yaptığı şeyler doğru değildi.

Gizem Hanım başıyla onu onaylarken, dudaklarındaki beliren belli başlı sinsi gülümsemesini silmeden bakışlarını bana çevirdi. "Burada kimse yok, diğerleri hep bu talihsiz olay yüzünden karakoldalar. İsterseniz size kendi odamda kahve ikram edebilirim?" cinayet onu da etkilemiş gözüküyordu, en azından olay gecesine nazaran daha kötü gözüküyordu.

"Almayalım biz, zaten bir yere yetişmemiz lazım." İlayda arkasını dönüp asansöre tekrar bindi. "Başka zaman Gizem Hanım, zaten işime tekrar döneceğim o zaman içeriz." Birbirinin üstüne bastırdığım dudaklarımı, zorda olsa gülümseyebilmiştim.

"Çok vaktimiz olacak o zaman. Görüşmek üzere." Başıyla beni selamladıktan sonra İlayda'yı da aynı şekilde selamlayıp arkasını dönerek, duvarın arkasından girdiği koridordan gözden kaybolmuştu.

Gizem yerine Cesur Bey'i görmek isterdim doğrusu. Kadında hissettiğim enerji çok ağırdı, altında eziliyormuşum gibi geliyordu bana. Ve onu bu kadar az tanımam rağmen.

"Hanım efendiye bak, ayarlamaya çalışıyormuşmuş." Gözlerini devirirken, bende onunla birlikte asansöre binmiştim. Tüm gün mızmızlanmasını çekecektim. Kutlama yerinde de böyle yaparsa, erken ayırılırdım. Çekemezdim onu.

En azından, yaşanan bu olaylardan az da olsa soyutlanmak, her sabah ve her akşam çokta olmasa da içmem için getirilen ilaçlardan ve kulağımı kapatmak zorunda kaldığım kavgalardan kurtulacaktım. Uzun sürmesini isterdim, ben iyi olana kadar.

İş yerinin önünde duran aracın, yolcu koltuğuna binmek için yeltenmiştim ki, İlayda beni durdurdu. "Sen sür arabayı, zaten yolu biliyorsun. Bir de o kadın beni feci halde deli etti. Kullanamam yani." İlayda'yı başım ile onaylayıp şoför koltuğuna yerleştim. İçeri giren soğuk hava, ensemden başlayıp ayak uçlarıma kadar ürpermeme neden oldu.

Çalıştırmadan önce, İlayda'da yerine yerleşip emniyet kemerini taktı. Elinde tuttuğu telefonuna bir şeyler yazdıktan sonra deri ceketinin cebine koydu. Bende telefonu çıkarıp, unuttuğum bu dağ evinin yolu için navigasyonu açtım.

Yola çıkmak için artık hazırdık. Yan yana dizilmiş yüksek binaların arasından motor sesi duyulduğunda, çoktan sürmeye başlamıştım.

 

 

Uzun yolculuklardan oldum olası nefret ediyordum; çünkü gitmek istediğim yerler çok farklıydı. Dönüp dolaştığım yer ise aynı olduğu için sevemiyordum. Kendi etrafımda dönüyor, kıpırdamak için bir çaba sarf etmiyordum. Uzun yıllardır yaşamıyordum, ama üzerime sanki birikmiş yılların ağırlığı var gibiydi.

Radyodan gelen cızırtı sesleri, bir saate aşkındır devam ettiğimiz bu dağ yolunda sonunda duyabildiğim tek ses olmuştu. Şehrin içinde fazla yağmayan yağmur, buraya sanki bardaktan boşalırcasına yağmış gözüküyordu.

Çamurlu ve engebeli yolda gitmekte araba çok zorlanıyordu, arada son anda batmaktan kurtulup yola devam ediyorduk. Sol tarafım da taşlı, yüksek bir dağ ve en zirvesinde çok yüksek olmayan ağaçlar ve dikenler boy göstermişti. Sağ tarafım ise tamamen; etrafı sislerle kaplı olan, kasım ayında olduğumuz için yaprakları dökülmüş kuru ağaç dalları yer alıyordu.

Fazla korkunçtu!

Hep yazları uğradığımı hatırladığım için, kış ayında bu kadar korkunç görüneceğini tahmin etmemiştim. Gözlerim, direksiyonun üzerine yerleştirdiğim telefonumun açık olan navigasyonuna çevirdim. Dağ evine gidebilmek için konum açmıştım ve hâlâ varmak için bir saatten fazla zaman vardı.

İlayda'nın canının sıkıldığını belirten oflamasıyla ona döndüm.

"Daha ne kadar bu yolda devam edeceğiz?" sıkıntılı bir nefesle, başını koltuğa yasladı. Sadece bakışlarını bana çevirerek, "dağ evinin nerede olduğunu biliyorsun demi?" diye sordu.

Bildiğimi sanıyordum. Burası ilk geldiğim yol gibi gözükmüyordu, buranın yolu daha kötü ve yolda kalacak kadar felaketti. Endişelenmemesi için onu başım ile onaylayıp, "bilmesem Sevinç'ten isterdim bizi gelip almasını." İkna olmuş gibi tekrar bakışları yolu buldu.

Yolun yarısı git gide ormanın içinde bulunan sislerle kaplanıyordu. Biz ilerledikçe yolu görebiliyordum. Tekrardan radyodan cızırtı sesleri gelmeye başladı. Gözlerimi birkaç saniyeliğine, radyonun kanallarını değiştirmek için yoldan ayırıyor, tekrar aynı hızla yola çeviriyordum.

Sesini açmaya devam ettikçe, radyodan gelen cızırtı sesi daha net bir sese dönüşmeye başlıyordu. Sesi sonunda kadar fulledim ve radyoda haber sunan bir kadın muhabirinin, arabanın içinde oluşan sessizliği bölmüştü.

"Evet sayın seyirciler; ülkenin gündemini uzun süre meşgul eden cinayet olayları ve daha nicesinin arkasında sadece siyah bir maske bırakarak ayrılan kişi veya kişilerin, yine dün gece yaşanan bir bankanın patlamasında aynı siyah bir maske bulundu. Üç sivil ve bir güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiği bilgisi, ekiplere ulaşmış durumda. İlk defa güvenlik kameralarına yakalanan video..."

Artık haber sunan kadının sesi gitmiş, yerine kulaklarımızı rahatsız edecek kadar yüksek seste cızırtı sesi duyulmaya başlamıştı. Dinlediğim bu haber, İlayda ve benim donup kalmamıza sebep vermişti. İlayda hemen, radyonun sesini kapatmıştı.

Sertçe yutkunurken, bir anda araba ilerlemeyi durdurdu. "Ne oldu?" diye sordu endişeli bir sesle İlayda sırtını yasladığı koltuktan ileriye doğru atılırken. " Sanırım, çamura battık!" arabanın tekeri çıkmak için kendini zorlarken bende tüm gücümle gaza basıyordum. Kahretsin!

Beş yüz metre sonra sola dönün!

Araba çamura batmış ilerlemiyor, navigasyon ise sola dönmemizi istiyor, tam çıldırmalık bir olay. Gaza basarken, karşıya odaklandı gözlerim. Dağın eteği yolun üzerine geldiği için yol hemen onun sol tarafına dönüyordu, bu yüzden yolun geri kalanı yoktu.

"Dışarıya çıkacağım, birde öyle bakayım." Burnumdan soluyarak, arabanın kapısını açtım ve dışarıya fırladım. İki kadın, bilmediği yollarda sadece bir geceliğine eğlenmek için bir dağ evine gidiyor. Ölmek için hiçbir sebep yok bence!

Siyah kalın tabanlı botlarımın altı hemen, yolun üzerinde birikmiş balçık kıvamına gelen çamurların içine çoktan batmıştı. Ön sol teker tamamen çamurun dibindeydi. Çıkması mümkün değildi. Açık olan kapıdan İlayda'ya seslenmek için kafamı uzatıp, bagajda tekerin çıkmasına yardımcı olacak herhangi bir şey var mı diye, sormak için aralamıştım ki; arkamdan duyulan köpek uğuldamasıyla birlikte, kafamı hızlıca, yüksek engebeli dağ eteğine çevirdim.

Bakışlarım dağın eteğini hızlıca tararken, dağın tepesinde bulunan küçük ama sık ağaçlarla çevirili sisli ormana çevirdim. "Nida o neydi?" korkuyla yutkunurken, aralan dudaklarımın arasından soğuk hava yüzünden beyaz titrek dumanlar çıkıyordu. "Köpek miydi o uluyan?" İlayda'nın sesi titremeye başladı.

"Sanırım köpekti!" dedim hâlâ gözlerim dağın eteğindeyken. Bir kurt olmasını istemiyordum, belki de dağ evine yaklaşmıştık, uluyan köpekte, Sevinç'in ya da partiye gelen arkadaşlarının köpeğidir. Olamaz mı?

Göğüs kafesim, beynimin içinde sıralanan sorular yüzünden inip kalkıyor, içime dolan soğuk hava ciğerlerimi çizikler atıyordu. Ve yine köpek uluması duyuldu. Bu sefer yakından gelmişti. Köpek bize yaklaşıyordu.

Bakışlarım, uluyan köpeği görme umuduyla etrafı korkuyla incelerken, o an ağaçların arasından görünen bir silüet, hafif yerimden sıçratmıştı. Gözlerimi kısıp daha yakından görebilmek için bir adım yaklaştım. Gerçekten orada biri var mı, diye. "Nida ne yapıyorsun?" İlayda'nın sorusunu göz ardı ederek, görünen kişiye baktım. Sadece duruyor, kıpırdamıyordu. Beni izlediğine adım kadar emindim.

Yüzü gözükmüyordu, gözlerimi daha çok kıstım Etrafını sisler sarmaya başlayan kişiyi görebilmek için. Ellerim titredi, ayaklarımın altından sanki zemin kaymış gibi sendeledim. Ağaçlarının arasından görünen kişinin yüzünde maske vardı!

Bu yoksa, hayır hayır olamazdı! haberlerde duyulan maskeli kişilerden miydi?

Adımımın birini geriye doğru atınca, siyah maskeli kişi koşarak sisli ağaçların arasına girdi. Adımlarımı bu sefer hızlıca geriye doğru gitti, sırtım açık olan arabanın kapısına çarpınca duraksadım ve arkamı dönerek arabanın içine girdim.

"Burada maskeli bir var!" diye bağırdım.

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%