Yeni Üyelik
19.
Bölüm

GÖZDEN AKAN KAN

@kadrisyazar_

MASKENİN ARDINDAKİLER

 

18.BÖLÜM

 

GÖZDEN AKAN KAN

 

♪Hozier- Take Me To Church

 

 

 

Nida'nın daha fazla taşıyamadığı bedeni, Cesur'un bağrına düşerken ıslak gözleri karanlıkla bir olmuştu. Cesur göğsünde düşen kadınının etrafına sarmıştı kollarını. Yüzündeki maskeyi çıkarıp, yanına bırakırken, yanağını Nida'nın başının üstüne yaslamıştı. Gözlerinden akan yaşlar, tenini cayır cayır yakıyordu ama buz tutan ruhunu, çözecek kadar işe yaramıyordu.

Hissediyordu Cesur, yanaklarından süzülen yaşları ama kendinde değildi. Gözleri açıktı, ama zihni göğsünde yatan kadınla birlikte kapanmış gibiydi. Öylece durdu, diz çöktüğü yerde. Diğerlerinin fısıldaşmaları kulağına geliyordu, bir şeyler söylüyorlardı ama kelimeler seçilmiyordu. Dış kapı açılıyor, kapanıyor, holde adım seslerinin ileri geri hareket ettiklerini duyabiliyordu.

İki kişiyi öldürdükleri evden ayrılmamışlardı daha. Odayı kaplayan kan kokusu, genzini, gözlerini yaksa da, onu hareket ettirecek kadar güçlü değildi bu kan kokusu. Çünkü buna neden olan kendisiydi. Alışmıştı belki de, bilemiyordu.

Kollarının arasında küçücük kalan kadına daha sıkı sarıldı. Diğerlerinin görmesi umurunda değildi. Nida kollarının arasındaydı. Bu şekilde sarılmak istememişti ona. Gözlerinden akan yaşa sebep olan kendisinin olmamasını, bir ölümün nasıl gerçekleştiğini ona kendisi yaşatmamayı istemişti. Ama olmuştu. Yaşanmıştı. Her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu!

Elini sırtına yasladı Nida'nın. Göğsüne daha çok yaslayıp, oraya saklamak istedi onu. Oraya gömmek, kimsenin onu oradan çıkarmamasını istedi. Yanağını hafif başının üzerinden sürüyüp yüzüne baktı Nida'nın. Sessizce, usulca uyuyordu kollarında. Hayır uyumuyordu, bayılmıştı! Yanaklarından geçen göz yaşları, izler bırakmıştı teninde. Ama huzurlu gözüküyordu.

Beş gün geçirdiği o evdeki gibi sayıklamıyordu, bağırarak uyanmıyordu. Kendi odasındaki kapının arkasında gözlerini kırpmadan gelecek olan herhangi bir ses için soğuk zeminde sabaha kadar oturarak bekliyordu. O seslere şahit oldu her defasında. Hızlıca odasından çıkıp, Nida'nın kapısın önünde bekliyordu, sakinleşene kadar. Merak ediyordu buna sebep olan şeyleri. Kanlı canlı dursaydı bizzat o şeyler, hiç düşünmeden yok ederdi onları.

Ama şimdi kollarının arasında uyuyordu. Sessizce. Fakat gözlerinden akan kana kendi sebep olmuştu. Nida'nın gözlerinden yaş akmıyordu artık, kan akmaya başlamıştı. Sebebi kendisiydi. Diğerleri bile değildi, sadece kendisiydi.

İçeriye birinin geldiğini fark etti ama kimin geldiğine bakmak için bakışlarını kaldırmadı. Gözleri, kollarının arasında uyuyan kadının yüzündeydi. Yakındılar, bunca zaman sonra ilk defa yakındı ona. Ama huzurlu değildi, mutlu değildi. Canı acıyordu, kalbi acıyordu.

"Gidiyoruz!" dedi tanıdık, ama kulaklarına gelen yabancı bir ses. Kimin kime ait olduğunu çıkaramayacak kadar, kendinde değildi. "Maskeni niye çıkardın?" diye sordu aynı ses, daha sonra da yanına doğru geldiğini işitti. Yine bakmadı. Sorusuna cevap vermedi, maskesini yerden kaldıran kişiye. "Şimdi gelirler, seni bu halde görmesinler." Dediğinde, ağır ağır yanında dikilen kişinin yüzüne kaldırdı bakışlarını. Çenesinden süzülen bir göz yaşı, kollarının arasındaki kadının saçlarının üzerine düştü.

Yanında ayakta dikilerek, elinde ise yere bıraktığı beyaz maskeyi tutan kişinin Artemis olduğunu gördü. Göz bebekleri, mumun dibini aydınlatan küçük bir alev gibi dalgalandığında, Artemis'in gözlerinin içine baktı. Sessizce baktı, baktı sonunda titreyen bir sesle, "Artemis özür dil-" diye mırıldandığında Cesur, Artemis lafının tamamlamasına izin vermedi. "Özür dileyecek bir şey yapmadın!" dedi dizlerinin üzerine çökmüş kişiye yukardan bakarak.

Artemis hafif bedenini eğip, dizlerinin üzerinde çaresizce yardım bekleyen adamın gözlerini parmak uçlarıyla sildi. Cesur gözlerini kapadı o saniyelerde. Artemis'in elleri sıcacıktı, buz gibi teninde değdiğin de, anlamıştı bu farkı Cesur. Yapma demedi, silme demedi. Buna ihtiyacı varmış gibi gözlerini yumdu.

Artemis tekrar doğrulduğunda, Cesur'un gözlerinden, yanaklarından akan göz yaşlarını silip parmaklarının dokunuşunu bırakmıştı. Cesur, kapadığı gözlerini açtı. Uzun uzun birbirlerine baktıklarında, gözlerini ilk kaçıran Artemis oldu. Elinin tersi ile bir gözünü silip, "güçsüz görünmek istemezsin. Ayaklan!" dedi güçlü tutmaya çalıştığı sesiyle. Onunda gözleri bir dolup bir boşalıyordu fakat kendi göz yaşlarını kendi siliyordu. Cesur, başı ile onayladı onu. Sertçe yutkunup, Nida'nın bacaklarının altından bir kolunu geçirirken, diğer elini de sırtına koyup kucağına aldı.

İncelen, dalgalı koyu saçları, başı ile beraber kolundan aşağı düşmüştü. Öyle çok zayıflamıştı ki, kollarının arasında kimseyi taşımadığını söyleyebilirdi. Omuzun üzerinden arkasında yaşan dehşetin izlerine baktı. Kadının kolları iki tarafına düşmüş, başı ve gövdesi de duvardan biraz aşağı kaymıştı. Gözleri açıktı, son anları görerek ölmüştü. Koltuğun üzerinde, onu da gözleri açık olan adama baktı. Alnın ortasından açılan delikten hâlâ kanlar süzülüyordu. Bunları yaşayacaklarını biliyorlarmış gibi direnmediler onlara. Ya da çok korkmuşlardı, kendilerini kurtaracak herhangi bir şey yapamayacak kadar elleri kolları bağlanmıştı.

Artemis elinde tuttuğu beyaz maskeye gözlerini indirip, "takacak mısın bunu?" diye sorduğunda, Cesur bakışlarını önüne çevirdi. "Hayır!" dedi tek nefeste. "Görevini yaptı artık o maske!" deyip kollarında taşıdığı kadına baktı. "Nida'yı," dedi ve yutkundu. "Getirmeyecektik!" kırpmadığı gözleri Nida'nın üzerindeydi.

"Gelmek zorundaydı. Eğer direnseydin..." diyen Artemis'in nefesi tıkanmış gibi durdu. Nefesini yeniden düzene soktuğunda, konuştu. "Sessiz kal!" dedi ve dudaklarını düz bir çizgi haline sokup çenesini dikleştirdi Artemis.

"Neredesiniz kaç dakikadır? Gitmemiz gerek!" diyen Gizem odaya girdiğinde, arkasından Arın'da girdi. İkisinin de gözleri, Cesur'un kollarında taşıdığı Nida'nın üzerine saplandı. Ama Arın gözlerini hızlıca çekip, salonun ortasında kanlar içinde yatan kişilere doğru ilerdi. Elinde tuttuğu siyah bir maske ile. Nida'nın takması için verdikleri maske ile.

Gizem ise put gibi yerinde dikildi. Bir Cesur'a bir de kollarındaki baygın yatan kadına bakıyordu. "Bu kadar güçsüz olmasına şaşırıyorum!" dedi Gizem, Nida'yı tiye alarak. Gülüyordu ama birazdan yer yeri oynatacak olan kıskançlık krizine hakim olmaya çalıyordu. Artemis ters bir bakış attı Gizem'e. Ama Gizem onu bile fark edemeyecek kadar, Cesur'a odaklanmıştı.

Artemis'in diğer odağı Arın oldu. Cesur'un arkası ona dönüktü, göremiyordu ne yaptığını. Zaten neyi yapacağını anlamıştı, dönüp bakmaya gerek olmadığını düşündü.

Adamın tam karşısına geçti Arın. Bacaklarını hafif aralamış, yüzünde yaptığı şeyden pişman olmamış bir ifade ile gülümseyerek cansız bedene bakıyordu. Bir elinde maske, diğer elinde ise not vardı. "Giderek azalıyorlar!" dedi kendi kendine konuşuyormuş gibi. Gözleri irice açılmış, memnun olan bir ifadeye büründürmüştü. Maskeyi ters çevirdi, diğer elinde tuttuğu notu yazıların görüneceği bir şekilde maskenin iç kısmına yapıştırdı.

Maske takmadan gerçek yüzlerini saklayan insanlardan kendini nasıl koruyabilirsin?

Maske seni bulmaya geliyor

Yapıştırdığı kağıdın üzerinde yazılan notu önce sessiz bir şekilde kendisi okudu, daha sonra sesli bir şekilde okuyup, kağıdın altında yazan son cümleye geldiğinde, arkasında kalan kişilerin: Gizem, Artemis, Dua ve Kaya'nın da, mırıldanarak değil, gür bir sesle onun birlikte son cümleyi tekrar etmişlerdi. Maske seni bulmaya geliyor.

Tek bir kişi söylememişti onlarla birlikte; Cesur! Tekrar etmedi. Yüzlerine bakmadı. Bakışları zeminin üzerinde durgun akan bir suyun sessizliği gibi yere akıyordu. Kaya ve Dua'da çok geçmeden oldukları yere gelmişlerdi. "Diğer evlerde olan kişiler fark etmeden çıkalım artık!" dedi Kaya.

Arın, elinde tuttuğu maskeden başını kaldırdı ve hiçbir gücü kalmayan adamın açık gözlerinin içine baktı. Artık güçlü olan kendisiydi, zayıf olan, ölü bir şekilde, alnı yarılmış bu adamdı. Arın kazandı, ölenler ve çok kısa zamanda ölecek olan kişiler kaybetti. Onlara karşı kin ve öfke duyduğundan beridir, kaybetmişlerdi zaten diye düşündü. Gülüşü yayıldı dudaklarına, derin bir nefes çektiğinde içine, elindeki maskeyi, gözleri, yüzü ve boynuna kadar kana bulanan adamın yüzüne yerleştirdi. "Maske seni buldu!" diye fısıldadı Arın, kimsenin duyamayacağı bir şekilde. Başını havaya kaldırdı, sırtını içeriye doğru büktüğünde, omuzları dünyanın tüm ağırlığını kaldırmaya yetecek kadar dikleştirmişti. "Arın kazandı, diğerleri kaybetti!" dedi fısıldayarak fakat, tüm herkesi dize getirecek bir sesle. Yavaşça arkasını döndüğünde , diğerlerinin yüzüne bakmadan salondan çıktı.

"Gidelim, şimdi damlarlar buraya!" dedi Kaya, salondaki herkesi inceledikten sonra, gözleri en son bir adım arkasında çapraz bir şekilde yanında durduğu Gizem'in üstünde oyalandı. Kolundan tutmak istedi, fakat onun gözlerinin Cesur'un üzerinde olduğunu görünce vazgeçti. "Kızıl Gezegen." Diye seslendi. "Gidelim mi?" diye sordu. Gizem dudaklarını birbirinin üzerine bastırıp, burnundan derin bir nefes aldı. Kızıl saçlarını bir omuzuna tekrar salıp, gözlerindeki öfke ile Kaya'ya bir şey demeden çıktı salondan. Kaya'da hemen onun arkasından çıkmıştı.

Dua ise kapının yanında, sırtını duvara yaslamış, kanlar içinde kalan kişilere bakıyordu, elleri pantolunun cebinde bir şekilde. "Çocukların ellerinden annelerini aldık!" dedi düz bir sesle. Bir kere göz kırptı, daha da kırpmadan yerde uzanan kadına bakmaya devam etti. Söylediğin cümle ile birlikte, yanlış bir şey yapmış gibi telaşa kapılıp, sırtını hemen duvardan ayırdı. Artemis ve Cesur bir tepki de bulunmadan Dua'yı izliyordu.

Dua genzini temizledi ama o telaşlı halini sildi süpürdü, yüzünden bedeninden saniyesinde. Yine ifadesiz bir ruh haline bürüdü gözlerini. Elleri hâlâ ceplerindeydi. "Bir gün ellerinden kayıp gidecekti zaten!" dedi. "Süreç hızlandı sadece!" deyip bir omuzunu umursamamış gibi silkeledi. Daha sonra da çıktı salondan.

Herkes çıktığında, yine Artemis ve Cesur yalnız kaldırlar salonda, öldürmüş oldukları kişilerle birlikte.

"Pişman mısın?" diye sordu Artemis Cesur'a bakarak. Cesur, anlamayan gözlerle Artemis'e baktı. Yanında dikilen kadın, çok beklemeden devam etti. "Kadını da öldürün, dediğin için?"

Gözlerini Artemis'ten kaçırdı. Bazen bazı gerçekleri, değer verdiğiniz kişilerin yüzüne bakarak söyleyemezdiniz. Yaşanan gerçekliğin acısını, gözleri şahit olmasın diye. Onun da canı yanmasın diye.

Cesur, Nida'nın kapalı olan gözlerine baktı. "Pişman olacağım bir şey yapmam Artemis." Dedi ve gözleri salonun kapısını buldu. Sesler kesilmişti, hepsi dışarıya çıkmış olmalıydı. Ama tek kişinin orada olduğunu biliyordu Cesur. Dinlediğini biliyordu. Kalbinden geçen asıl şeyleri dile getiremedi. Kollarındaki kadını düzeltti, daha sıkı tuttu. Adımlarını salondan dışarıya attığında, geçmişine bir kül enkazı daha bırakmıştı.

Salondan çıktı ve bakışlarını yan tarafına çevirdiğinde, eşik kısımda içeriye bakan Arın'ı gördü Cesur. Biliyordu orada olduğunu. Dillendiremediği gerçeği, onun yüzünden yutmuştu. Dudakları düz çizgi halinde, bakışları kımıldamıyordu, öylece yüzüne bakıyordu Cesur'un.

Diğer tarafından sesler gelince, Arın'ın bakışları da karşıya dikildi. Hemen o da başını oraya çevirdi Cesur. Küçük küçük ağlama sesleri ve hafiften kapıya vurma sesleri geliyordu, tam karşılarındaki odadan. Hemen arkasından Artemis'te çıkınca, "çocuklar!" deyip odanın önüne doğru hızlı adımlar attı telaşla.

Elindeki anahtarı kapının deliğine sokup çevirdiğinde, kapıyı yavaşça araladı. İki kız çocuğu kapının tam yanında, ellerinde tuttuğu oyuncak bebeklerle, kapıyı açan kadına bakıyordu. Büyük olanı, diğerini kolunun altına almış sıkıya sıkıya sarılmıştı.

Artemis'in kesik nefesi, göğsüne bir bıçak gibi saplandığında, omuzun üzerinden Cesur'a baktı. "Annemiz, babamız nerede?" diye soran kolunu kardeşinin omuzuna atmış olan büyük kız çocuğuydu. Elinde tuttuğu bebekle, yanağını silip korkuyla, ondan büyük olan kadının gözlerinin içine baktı. Artemis, soruyla birlikte gözlerini tekrar yerde oturan kız çocuklarının üzerine indirdiğinde, derince yutkunmuştu.

Artemis daha fazla ayakta duramayarak, dizlerini kırıp kız çocuklarıyla aynı boya gelmek için oturmuştu. Arın ve Cesur gözlerini, sadece yan profili görünen kadının yüzünden ayırmıyordu. "Annenizin ve babanızın arkadaşları birazdan burada olacak!" dediğinde, en küçük olanı, "kendileri nerede peki?" diye sordu hafif başını ablasının göğsünden kaldırarak. "Aranızda uzun bir mesafenin olduğu yere gittiler! Ama giderken, sizi çok sevdiğini, döndüklerindeyse bir sürü hediyelerle geleceklerini söylediler." Dedi Artemis ve tebessüm etti.

"Ne zaman dönecekler peki?" diye sordu büyük olan. Artemis derin bir nefes alıp dizlerinin üzerine yasladı dirseğini ve ellerini de önünde kenetledi. Düşünüyormuş gibi yaparak, gözleri birkaç saniye zeminin üzerinde oyalandı. Küçük kız çocuklarına bakışlarını çevirmeden önce, göz ucuyla, Arın ve Cesur'a baktı. "Onları her düşündüğünüz de, her hayal ettiğiniz de, yanınızda olacaklar." Dedi ve iki parmağını birleştirip, dudaklarına götürdü, daha sonra da ilk önce büyük olan kız çocuğunun alnına, daha sonra diğer kız çocuğunun alnına dokundurdu.

"Kardeşine sarıl, sessiz olmasını söyle ve korkmaması için ona cesaret ver. Çünkü büyük kardeşler böyle yapar!" dedi Artemis büyük olan kız çocuğuna ve kapıyı yavaşça üzerlerine örtmeye başladı. Kapının arasında kalan son iki çift göz, içeriye giren son ışık huzmesiyle, göz yaşları parladı. Kapı üzerlerine kapandı. Kapıyı tekrar kilitledi, anahtarını da kapının önüne attı. "Merak etmeyin gelen arkadaşlar iyi olacak!" diye fısıldadığında, alnını kapanan kapının üzerine yasladı. Birkaç saniye öylece bekledi. Bedenindeki tüm uzuvlar, bir balon gibi sönmüş, hareket ettiremiyordu. Kendine gelebilmek için, derin derin nefesler aldı. Arkasında bekleyen kişilerin, onu böyle görmelerini istemedi. Kendine gelemedi ama başka çaresi de yoktu. Bu yüzden kapının önünden çekildi.

Kapının eşik kısmında, bedenini yan döndürerek, gözleri gözleri içinde olan Arın'a baktı Artemis, ne düşündüğünü ya da niye burada olduğunu fazla sorgulamadan ikisinin ortasında duran, kollarında taşıdığı baygın bir kadınla olan Cesur'a baktı. Üçü de buradaydı, son kalan üçüydü. Ne diyordu gözleri, ne hissediyordu kalpleri, bilemiyorlardı. Çünkü hissedemeyecek kadar, anlayamayacak kadar çok şey yaşamışlardı.

Arın daha fazla beklemeyip durduğu yerden ayrıldı. Artemis'te önünden geçtiği Cesur'un gözlerine bakıp holden çıktı. Cesur'da kollarındaki kadına baktı ve bu evden sonsuza kadar ayrıldılar.

Hepsi arkalarında bıraktıkları cesetlerle, adımlarını dışarıya attıklarında maske takmayan kişiler yüzlerine tekrardan maskelerini geçirmiş, yolun ortasında aralarında bir adım mesafe ile araçlarına doğru gidiyorlardı. Maskesini takmayan tek kişi Cesur'du ve grubun en önünden ilerliyordu. Hemen yanında Gizem, diğer tarafında Kaya ve Kaya'nın arkasından Dua vardı. Cesur'un arkasında ise Artemis yürüyordu.

Artemis gözlerini omuzunun üzerinden, aralarında epey mesafe olan Arın'a baktı. Hemen arkasından geliyordu. Elinde silah ile. Hepsinin adım sesleri birbirine karıştı. Ama sessizdi sokaklar, evler. Bir adam ve eşini öldürmüşlerdi. Çocukları ise yalnız, bir başına, korkarak odalarına kilitlemişlerdi. Ama yüreklerinin soğumadığını biliyorlardı.

Sabahın ilk ışıklarında bulunacaktı cesetleri, daha sonra tüm haber siteleri kullandıkları maskeyi ve notu gösterecekti. Ülke biraz daha karışacaktı. Herkes gösterilen o maskeleri takarak, küçük büyük fark etmeyen suçlar işleyerek, onların bulunmasını zorlaştıracaktı. Artık hangisi gerçek, hangisi yalan olduğunu bile anlayamayacaklardı. Belki de gerçek suç işleyen maskeli katillerin var olmadığını, herkesin birbirine özenerek suç işlediğini düşüneceklerdi.

Araca vardıklarında, Kaya yine caddenin üzerindeki sokak lambaların elektriğini kesmişti. Gerçek bir elektrik kesintisi olması için durmadan ışıklarla oynamıştı. Var olan tüm kayıttaki kameraları bağlantısını kesmiş, başka bir yeri aramamaları için şebeke ayarlarıyla oynamıştı. Bu sorunu çözmeleri için yetkili kişileri arasalar da, kimseye ulaşamayacaklardı.

Aracın yanında durduklarında, Kaya, "binin siz. Ben tüm elektrikleri açacağım." Dediğinde, gözleri bilgisayarın üzerindeydi. Cesur çoktan kucağındaki kadını araca bindirmiş, başını ise dizlerinin üzerine yaslamıştı. "Ben eve geçmeyeceğim. İşlerim var." Diyen Arın, motora binmiş, yüzündeki maskeyi çıkararak kaskını takıyordu. Silahını da pantolonun içine sıkıştırmış, görünmesin diye de ceketini iyice üzerine çekmişti.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu Dua, arabanın ön kapısını açmış, Arın'a bakıyordu. Arın kaskını başına geçirmeden önce, Dua'ya baktı. "İşlerim var dedim ya Dua." Dedi biraz asabi ve sakin bir sesle. Dua bir şey daha demeden, aracın ön tarafına bindi.

"Benimde işlerim var seninle geleceğim!" diyen Artemis, Arın'ın bir şey söylemesine izin vermeden motorun arkasına doğru yürümeye başladı. "Nereye gideceğini ne biliyorsun kızım?" diye soran Gizem, Kaya'nın yanında durmuş, ne yaptığına bakıyordu.

"Bilmiyorum! Dediğim yerde bırakır." Dediğinde, kaskın içinde gözüken bir çift göze bakıyordu Artemis. Bir bacağını motorun diğer tarafına atarken, elini omuzuna koyup destek aldı Arın'dan. "Nereye gideceksin?" diye sordu Arın, belinin kenarına ellerini koyan kadına. "İşlerim var dedim ya Arın." Deyip tebessüm etti. Arın'ın gözleri, deri ceketinin kenarlarını sıkı sıkıya tutan kadının bir elindeydi. Gözlerini karşıya tekrar dikip, burnundan sert bir nefes vererek, elini başındaki kaska atıp, "kadınların şoförlüğünü yapmadığımız kalmıştı bi!" dedi ve kaskını çıkarmaya çalışınca, Artemis Arın'ın elinin tutup onu durdurdu. "İstemiyorum, böyle giderim ben!"

"Sana soran olmadı! Hem bu maske ile insanların içine mi karışacaksın?" diye sorduğunda, siyah kaskı çıkarmış, dağılan saçlarını parmaklarıyla düzeltiyordu. "Herkes bu maskeden takıyor. İnan bana caddeye çıkan eylemcilerden sanarlar beni." dediğinde, Arın'ın arkaya uzattığı kaskı aldı. Yüzündeki maskeyi çıkardı ve kaskı takmaya başladı. "Doğru, kimse gerçek maskeli katiller olduğumuzu anlamaz!" dediğinde Arın, motoru çalıştırdı.

Arın öyle deyince aracın dışındakilerin gözleri dalıp gitti birkaç saniye. Kimse kimseye çaktırmadı. Bir şey söylemedi. Hissettiklerini, bir nefes gibi içinde tuttular.

Motor ileri doğru atılınca, Artemis'in göğsü, Arın'ın sırtına yapışırken, kollarını önündeki adamın beline sararak, ellerini göbeğinin üzerinde birleştirdi. Arın başını eğmiş, Artemis'in ellerine bakarken, motor çoktan diğerlerinin yanından uzaklaştırmıştı.

Cesur dizlerinin üzerinde uyuyan kadının alnın üzerine elini yaslamış, hafif hafif sıvazlıyordu. Hâlâ uyanmamıştı. Bünyesi çok zayıftı, fazla dayanacak kadar güçlü bir kadın olmadığını düşündü Cesur. Ama bu kadarına kimse dayanamazdı. Gözleri önünde bir aile dostlarını öldürmüşlerdi, kimsenin bu kadarına ne gücü yeterdi, ne de duyguları.

Arın ve Artemis'in motorla ayrıldığını gördüğünde, arada gözleri önde oturan Dua'ya bakıyordu. Çünkü Nida'nın başını okşadığını görüp yanlış anlamasını istemiyordu. Ama Dua bir kere bile başını arkaya çevirmemişti. Gözleri, dizlerinin üzerine yasladığı ellerinin üstündeydi. Aklından birden fazla bir şey geçiyormuş gibi düşünceliydi.

Cesur başını dizlerinin üzerindeki kadının üzerine indirdiğinde, nefes alış verişlerinde bir yavaşlama olduğunu fark etti. Kaşları çatılırken, hafif yaslandığı yerden doğrulup, iki parmağıyla boynundan nabzını kontrol etti. "Siktir!" dedi dişlerinin arasından. Nabzı çok düşmüştü. Aniden panikledi Cesur. Onun nabzı düşerken, Cesur'un ki göğsünü kıracak kadar hızlı atmaya başladı.

Dua, Cesur'un sesiyle arkasını dönüp, ne oldu der gibi yüzüne baktı. Cesur hemen dışarda kalan Gizem ve Kaya dönerek, "çabuk arabaya binin. Eve gidiyoruz. Nida'nın nabzı çok düşmüş!"

"Merak etme ölmez!" diyen Gizem'in cümlesi ve söyleyiş tarzına, dişlerini sıkarak ve ters bir bakış atarak cevap vermişti Cesur. Gizem hemen rahat bir tavırla aynı yerine geçtiğinde, Dua'da şoför koltuğuna geçip oturmuştu. Aracı çalıştırdı, Kaya'da Gizem'in yanına oturduğunda, "buradan çıkalım. O zaman tüm ışıkları açarım." Dedi ve Dua bulundukları caddeden aracı sürmüş, Kaya çoktan caddenin üzerindeki tüm evlerin ve sokakların ışıklarını tekrardan açmıştı.

 

****

 

Arabayı tekrardan evin arkasındaki garaja park ettiklerinde, Cesur Nida'yı kucağına almış, araçtan inmişti. Dua ve Kaya Cesur gibi adımlarını hızlı hızlı kucağında kadını taşıyan adamın arkasından gelirken, Gizem ise umursamadan yavaş yavaş adımlar atıyordu. Sıkıldığını belli eden nefesler çıkarıyordu, büktüğü dudaklarının arasından, arada da uzun kırmızı tırnaklarını inceliyordu. Umursamıyordu bile! Ama Cesur'un Nida'yı bu kadar önemsemesi canını sıkmıştı.

Yolda gelirken Nadia'ya haber etmişti Kaya. Şimdi ise onları evin arkasındaki kapıda bekliyordu. "İyi mi?" diye sorduğunda Nadia, "nabzı çok yavaş." Dedi nefes nefese Cesur. Nida'nın saçları ve başı Cesur'un kolundan aşağı sarkarken, iki kolu da yer çekimine karşı bir şekilde havada sallanıyordu. Cesur, bir kere de kollarında düzeltti Nida'yı ve daha sıkı sardı ellerini, bacaklarından ve sırtından.

"Arın ve Artemis nerede?" diye soran Nadia, diğerleri gibi evin altına döşenmiş geçitten geliyordu. "Nereye gittiklerini söylemediler!" Cevaplayan Dua oldu. "Peder yine sinirlenecek!" dediğinde, öfkesi baş göstermişti dilinin ucunda. Peder'den daha çok sinirlenen biri varsa o da Nadia'ydı. "Böyle zamanlarda eve gelmenizi söyledi değil mi? Niye dinlemiyorsunuz?" diye sinirle soluduğu sorularını art arda sıralarken, "o zaman gelince onlara söylersin. Biz buradayız!" dedi Dua'da aynı onun gibi bir ses tonu takınarak.

Cesur çoktan karanlık yerden çıkar çıkmaz, gözleri kollarında taşıdığı kadının yüzündeydi. Göz yaşları hâlâ yanaklarında kurumamıştı. Merdivenleri hızlı hızlı tırmandı. Şu anda en son istediği şey, Peder'in karşısına çıkmasıydı. Diğerlerinin de arkasından geldiğini adım seslerinden anlayabiliyordu.

"Gizem sen Leylan Hanım'ın odasına. Seni görmek istiyor." Dedi Nadia, Gizem'e bakmadan. Gizem istemiyormuş gibi omuzları düşerken, gözleri Nida'nın odasına giden Cesur'un sırtındaydı. "Birazdan gitsem olmaz mı?" diye bir umutla sorduğunda, Nadia, Cesur'un arkasından gitmeyi durdurmuş, öfkeli gözlerle Gizem'e baktı. Kelimelerinin üzerini bastıra bastıra, "Leylan Hanım seni görmek istiyor, dedim! Çabuk odasına!" dedi. Gizem burnundan sert bir nefes alıp başı ile onayladı. Son kez odadan içeriye giren Cesur'a bakıp, diğer kata çıkan merdivenleri tırmanmaya başladı.

Cesur ve arkasında odaya giren kişiler ile birlikte Nida'yı hızlıca yatağa yatırdı. Botlarını çıkardı beklemeden. Baş ucuna geçti, başının altına kolunu geçirip verdiği ceketi canının yanmamasına özen göstererek omuzlarından çıkarıp odanın bir köşesine fırlattı. "Dua, serum getir!" Nadia odanın içine girmemişti tam kapının önünde bekliyordu.

Dua, Nadia'yı duyar duymaz koşar adımlarla dediği şeyleri getirmeye gitmişti. Cesur, Nida'nın etrafını daha rahat etmesi için düzenlerken, bakışları onunla birlikte yatağı düzelten Kaya'ya saplandı. Çarşafını düzeltiyor, başının altındaki yastığı daha rahat bir konuma getiriyordu. Cesur'un kaşları çatıldı. Çünkü değil diğerleri, Kaya bile başka insanlara bu şekilde davranmazdı. Şaşkınlığı bu yüzdendi.

Ama aklına ilk eve getirdikleri zaman Nida'nın kaçma girişimindeki olayından sonra ceplerinden bulduğu not ve tornavida geldi. Notu gönderen kişinin Kaya olabileceğini, şu andaki Nida'ya karşı olan ilgisinden dolayı soru işaretleri bırakmıştı. Fakat Kaya'da istedikleri planı mahvedecek biri değildi. Arın'ın sözünden çıkmazdı. Bu evde en çok onunla yakın olduğunu biliyordu. Yani ihanetle arkadaşını kaybetmeyi göze alamazdı. Çünkü Arın'ın ve diğerlerinin bunu ne kadar çok istediğini biliyordu.

Şu anda bu olasılığı düşünecekti. Tamamen şüpheleri silinmemişti ona karşı. Cesur bir süre daha Kaya'nın üzerinde gezindi gözleri. Kaya bu bakışları fark etmiş olacak ki, göz göze geldiler Cesur ile. Yatağın kenarına eğdiği bedenini usulca yukarı kaldırırken, çarşaflarını düzelttiği yatağın üzerinden ellerini çekti. Ama büyük bir tebessüm vardı yüzünde. Cesur'u rahatsız edecek bir türdendi o o tebessüm.

Kaya yatağın diğer tarafında, Cesur'un ise sırtı kapıya dönük bir şekilde yatağın diğer tarafındaydı. Kaya yatağın arkasından ağır adımlarla çekilirken, ikisinin de gözleri birbirinden ayrılmıyordu. Tek fark, Cesur'un gözlerinin yumuşak bakmamasıydı. Kaya ise onun tam tersi ortada komik bir şey varmış gibi gözlerinin içi gülüyordu.

"Getirdim Nadia!" diyen Dua'nın art arda soluklar verdiğini duydu. Sanırım serumları bulmak için koşmuştu ya da bulunamayacak bir yerde olduğu için hızlı hızlı aramıştır diye düşündü Cesur. Dua'nın gelmesiyle Kaya ve Nadia artık yer değiştirmişti. Dua'nın elinde iğne vardı o da Nadia'nın yanında baygın yatan kadını izliyordu. "İğneyi batır!" dedi Nadia, Dua'yı kastederek. Dua yutkunup bakışlarını Cesur'a kaldırdı.

Cesur yapamayacağını anladı o an. "Yeni geldi Nadia!" dedi Cesur. Bir değil iki kişi öldürdükleri bir yerden gelmişlerdi. Şimdi ise Dua iğne yapamayacak kadar eti tutmuyordu. Cesur hızlıca Dua'nın elindeki iğneyi aldı. Minnet duyan bakışlarını gördü Dua'nın. Eğer itiraz edip yapmak istemeseydi Nadia daha felaket şeyler yaptırırdı.

Nadia yatağın başlığına yaslanmış olan serumu hallederken, Cesur iğneyi Nida'nın koluna batırdı. Nida'nın acıyla yüzünü buruşturup hafifçe kıpırdandı yatağın içinde. Cesur dişlerini sıktı, canını acıttığı kadına bakarken. Kendi canının yandığını diğerlerine belli ettirmemek için verdiği mücadele, daha çok yaktı tenini.

"Kendine getirir bu serum!" dedi Nadia, serumdan elini çekip Nida'ya bakarken. Soluk mavi gözleri tek bir noktanın üzerine sabitlenmişti. "En kısa sürede iyi olur umarım!" arkasında durup konuşan kişiye başını çevirdi omuzunun üzerinden Cesur. Kaya'nın sesindeki o tını daha çok rahatsız etti. Başını sağa sola yatırıp esnetti Cesur. İğneleme, alaya alma vardı o seste.

Nadia tek bir yere sabitlediği bakışlarını Cesur'a kaldırdı. Halindeki değişimi ve sessizliğini fark etmişti Nadia. "Odanıza gidebilirsiniz!" dediğinde, Cesur Kaya'dan bakışlarını çekti ve karşısında ellerini arkasından bağlayan kadına döndürdü. Dua hareketlendi gitmek için. Ama alnın üzerine yığılmış olan kaşları, ifadesizliğini bir kenara bırakmış gibiydi ve Cesur'a son kez baktı. Bir baş selamı verdi Cesur Dua'ya. Dua'da aynı şekilde verdiğinde, Kaya'nın yanına gitti beraber odadan çıkmak için. "Odanızda beni bekleyin!" dedi Nadia tekrardan.

"Tamamdır." Dedi Kaya ve, "iyi geceler hepinize!" dedikten sonra, bedenini hafif eğip başıyla selam verdi. Kolunun birini de Dua'nın omuzuna atıp kendine doğru çekti. Dua ilk defa onu terslemedi. Omuzuna attığı kolu, küfürler sıralayarak indirmemişti. Cesur şaşırdı ama uzun sürmedi. Kaya daha çok çekti kendisine ve yanağını Dua'nın kafasının üzerine yaslayıp odalarına doğru yürümeye devam ettiklerini gördü.

"Artemis ve Arın niye gelmedi?" diye sordu Nadia. "Biliyorsunuz ki, böyle zamanlarda temizlenmeniz gerek!"

Cesur fark etmemişti bile gittiklerini. Kendinde değildi. Umurunda olmamıştı. "Bilmiyorum!" diye bildi sadece. "Bilmen gerekiyor Cesur!" dedi Nadia bastırarak. Hiçbir şey bilmek istemiyordu. Temizlenmekte istemiyordu. İnsanın bedeni temizlense bile yaşadıkları ve gördükleri yüzünden kir tutan aklını ne yapacaklardı. Onun tek bir çözümü var diye düşündü Cesur. Sadece o temizleyebilirdi. Ama söz vermişti birine, bir daha aklına onu getirmeyeceğine dair. Ama insanın kendisi ona dönüşmüşken, nasıl getirmeyebilirdi ki?

Dört harf ve sadece bir kelimeden oluşan bir sözcüktü: Ölüm! Etrafını saran bu kelimeden nasıl uzak durabilirdi insan. Bir de en çok istediği bir şey ise.

Hızlıca bu düşüncelerden soyutlanmak için kafasını iki yöne doğru salladı. Oradaydı o kelime. Silinmiyordu. Burnunu sertçe çekerken, damla damla akan seruma baktı. Bu sefer bir kolunu sıyırarak serum taktıkları kişiye indirdi. Rengi bembeyaz yüzündeki tüm kan çekilmiş, gözlerinin altı mosmor, yanağının birinde ise yara izi vardı. Bedeni, daldan düşen ince sarı bir yapraktan farksızdı.

Gözlerini birkaç saniye kapadı Cesur. Öyle üzülmüştü ki bu haline, bıçak vursalardı tenine, kanı akmazdı. Durduramıyordu hissettiklerine. Kızıyordu kendisine. O eski Nida değil, sana sımsıcak bakan Nida, kendi gibi olduğuna inandıran Nida olmadığını biliyordu. Tüm öfkesi bunaydı.

"Özür dilerim!" dedi Cesur dudaklarından mırıltıyı andırır gibi. "Bilmediğim için özür dilerim!" dedi bu sefer daha sesli bir şekilde. Gözlerini açmamıştı. Ama yine o karanlıkta, Nida vardı. Baygın yatan Nida vardı. Yok edemedi onu, o karanlıkta.

Nadia derin bir nefes aldı. "Odana git Cesur. Temizlenme vakti!" dedi. Başını salladı itiraz etmeden Cesur. Ne zaman bir ölüm gerçekleşse ellerinde, Nadia onları kendi yıkardı. Ve bir daha aynı şeyler yaşanırdı. Durmayacak, bitmeyecek bir döngü olduğunu düşünüyordu her biri.

Son kez Nida'ya baktı. Serum şimdiden işe yaramıştı. Gitmek istemese de buradan, adımlarını atmak zorunda kaldı. Odası koridorun diğer başındaydı. Üst kata çıkan merdivenlere yakındı odası. Başı önünde, ruhu bedeninden ayrılmış, kalbi ise parmaklarının arasında hırpalanmış bir şekilde odasına girdi. Üzerindekilerden kurtuldu. Sadece altında kot pantolonu vardı. Botlarını da çıkardı odasının ortasında.

Banyoya girdi. Küvetin içine bir ayağını attığında, çoktan soğuk mermere oturmuş, dizlerini karnına kadar çekerek kollarını etrafına dolamıştı. Nadia'ya da çok geçmeden banyoya girdi. Küvetin üzerine oturduğunu gördü Nadia'nın ama kafasını kaldırıp yüzüne bakmadı. Bakışları, küvetin içindeydi.

"Bu gece dikkatli olmalısın Cesur!" dedi Nadia. "Odasına göz kulak ol. Yine gezmeye başlayacak!" Cesur'un kulağı Nadia'nın söylediklerindeydi ve kim olduğunu anlamıştı. "Uyumayacağım bende." Diye devam etti Nadia. "Kendine de dikkat et!" diyen Nadia'nın sesi bu sefer mırıltıyı andırır bir şekilde çıkmış, cümlesinin sonunda ise yutkunmuştu.

Ne zaman bu olaylar yaşansa, hiçbirinin uyumadığını, içlerine bastırdıkları duyguları, farklı bir şekilde dışarı yansıttıklarını biliyordu. Bilinç altın, sen istemesen de bedenine el koyardı. Orası yönetirdi insanı. Nadia söylemese de dikkatli olacağını, kulağını, gözlerini bir saniye bile Nida'nın odasının önünden ayırmayacaktı Cesur. Bunu çok iyi biliyordu, kimsenin söylemesine gerek yoktu.

"Duydun mu beni?" diye sordu dalgın olan adama Nadia. Cesur bir an önce toparlanmayı düşündü. Çünkü aklından neler geçiyorsa, Peder ve Nadia'nın anlayacağını iyi biliyordu. Böylesi daha tehlikeli, önü alınmayacak olayları peş peşe getirirdi. Bakışları can çekişe çekişe zorlukla tam karşısında, küvetin kenarına oturan kadına kaldırdı. Kafatasından başlayan bir sızı, kuyruk sokumuna kadar devam ediyordu. İnsanın eti acır mıydı? Eti acıyordu. Pul pul olmuş dökülüyor gibi hissediyordu.

"Arın ve Artemis..." dedi Nadia, burnunu çekerken. Çenesini dikleştirdi karşısındaki kadın. İyi bir şeyler söylemeyeceğini tahmin ediyordu Cesur. Öyle ki çatılan kaşları, havaya kalkan omuzları bunu gösteriyordu. "Hiçbirinizin samimiyeti, işten öteye geçemez!" dediğinde, "Peder'in bununla ilgili tutumunu biliyorsun?" diye sordu. Fakat bir soru olmadığını, bilinen bir şeyi bastıra bastıra hatırlatmak olduğunu anlamıştı.

İfadesini bozmadı Cesur. Gözleri görmeyen kadının bakışları arkasındaki duvara sabitlenmişken, onun gözleri ise tam içine bakıyordu. "Samimi değiller! Samimi olmayacaklarını açık açık gösterdiniz Nadia!" dediğinde, sırtındaki izi geçen yaraları bir bir sızladı. "Peder gösterdi!" dediğinde, acı bir yutkunuş boğazında kaldı, nefes alamadı. "Samimi olmayan davranışlar bile gösterdik, onu da açık açık gösterdiniz!" gözleri acıyla sızladı o an. Köpeği aklına geldi. Peder'in onu gözleri önünde öldürmesi geldi. Yapma diyemedi. Çünkü bazen en büyük ceza, o insanın can çekişmesi için verilmezdi. Bağlı olduğun, sevdiğin, değer verdiğin kişiler üzerinden verilirdi. Peder öyle yapmıştı.

Nadia'nın bakışları ağır ağır küvetin içinde küçücük kalmış olan adamın yüzüne indi. Cümleler sıralıyordu, karşısındaki adam. Ama öfke yoktu, hırs yoktu, iğneleme yoktu. Sesinde sadece boşluk vardı. Bu en kötüsüydü. İnsan bir şey hissetmeden bir şeyler söylüyorsa, en çok canı yandığından emin olabilirdi. Nadia bir şey söylemedi. Oturduğu yerden ayaklandı. Duvara monte edilmiş şofbeni açtığında, Cesur'un sırtına olduğu gibi sıcak su boşaldı. Ama tek bir inilti bile çıkmadı ağzından. Hareket etmedi, kaçmadı.

Sıcak su akmaya devam ederken, buharı ikisinin de gözlerini yakmaya, banyonun içini de doldurmaya başlamıştı. Aralarında sözsüz bir muhabbet vardı. Uzayan o sessizliği, Cesur'un sesi bölmüştü.

"Gözlerimden yaş değil, kan akıyor Nadia!" dedi Cesur, boş bir sesle.

Sırtındaki keseyi hissetti. Kirpiklerinden, alnın üzerine yapışan saçlarından yüzüne doğru sıcak su akıyordu. Görüş alanı daha da zorlaşıyordu.

"Sil onları!" dedi Nadia.

"Silemem!"

"Sil onları!" dedi Nadia yeniden.

"Ellerime bulaştı Nadia!" dedi Cesur. Gözlerinin hizasına kaldırdı iki elinin de avuç içlerini. Parmaklarının arasından, kanlar süzülüyordu sanki. "Sildim!" dedi ellerine bakarken. "Ama ellerime bulaştı Nadia!"

Nadia burnunu çekti. "Sil!" dedi Nadia ve sırtındaki keseyi daha çok bastırdı. Ölümü, yaptıkları kirli şeyleri, tenlerine yapışmış gibi temizlemek içindi sanki hırsla sildiği şey. İnatla keseyi sürttü. Derisi soyuluyormuş hissine kapıldı Cesur. Fakat canı yanmıyordu, gözlerini yakan göz yaşı kadar.

"Silemem, herkese bulaştırırım!" dediğinde Cesur, "Ben temizlerim!" bir mırıldanma eşliğinde arkasından devam ettirdi Nadia. İki kişi öldürülmüştü. Ama bugün tenine bulaşan kanların temizlendiğini düşünmelerini sağladılar. Bir sonraki gerçekleşecek olan ölümü bekleyeceklerdi.

Fakat zihin ve gözler her şeyi kaydederdi.

Nadia Cesur'un odasından çıktıktan sonra, Kaya'nın, Dua'nın ve en sonda Gizem'i öyle yıkayıp yanlarından ayrıldıktan sonra Nida'nın odasına gitmişti. Üzerine giymiş olduğu kıyafetleri çıkarmış, temiz olan kıyafetleri giydirmişti. Serumu dakika da bir kontrol etmek içinde yanında beklemişti. Nida'nın acı çektiğini belli eden iniltileri, huzursuzca yerinden kıpırdattırıyordu. Peder' bir şey söylememişti

 

****

 

Peder koluna doladığı siyah yılanla birlikte, karanlık odada pencereden dışarıyı izliyordu. Her yer sessizdi. Sitenin içinde kimse yoktu. Arada bir evlerinin önünde görünen yaşlıların dışarıya çıkarak, hava aldıklarını görüyordu. Dışarısı serindi. Birkaç kere çakan şimşeklerden sonra yağmur yağmamıştı.

Biraz daha olduğu yerde öyle dikilmeye devam edince, evin içinde adım sesleri ve boğuk boğuk gelen konuşmaları işitmişti. Onların geldiğini anlamıştı. Pencerenin önünden ayrılmadan, başını hafif yan döndürüp bakışlarını zeminin önüne indirdi. Odanın ortasına kıvrılarak uyuyan yılanlarında bu seslere hareketlendiğini, fazla uzun sürmeyen tıslama sesleriyle eşlik ettiğini gördü. Bu sefer bakışları masanın üzerinde duran küçük monitöre kaydı. Koridorun her bir köşesinde bulunan, gizli kameralara yansıyan görüntüler olduğu gibi monitöre yansıdı. Görünen kişiler ise, Gizem, Kaya, Dua ve Nadia idi. Ama en önde giden kişiler, diğer kameralara yansıyınca, kaşları istemsizce çatıldı. Cesur ve kucağında baygın yatan Nida!

Olduğu yerde sesli bir şekilde derin bir nefes aldı. Bayılacağını, kaldıramayacağını iyi biliyordu. Fakat olmak zorundaydı. Hepsi bunu istemişti. Uzun uzun giden kişileri izlediğinde, Gizem'in üst kata çıktığını gördü. Fakat iki kişinin içlerinde olmayışı, öfke ile gözlerini birkaç saniye kapamasına neden olmuştu. Hakim olmaya çalıştı sinirlerine. Parmaklarını, başını avuç içine koymuş olan yılanın boğazına sımsıkı doladı. Siyah yılan, olduğu yerde hareketlendi. Peder ise bırakmadı.

Onları uyarmıştı. Bu olaylardan sonra eve gelmelerini, birkaç günde çıkmamalarını söylemişti. Ama o iki kişi dinlemeyecek kadar kural yıkan kişiler olduğunu biliyordu. Fakat öfkesi olduğu gibi kameralara sırtı dönük, Nida'nın odasına ilerleyen Cesur'u buldu. Kurallar ondan sorulurdu. Kurallar çiğnenirse, Cesur ceza alırdı.

Bugün iki kişi eve gelmedi, kurallar çiğnendi!

Parmaklarını doladığı yılanın başı bıraktı. Yılan daha sıkı sarıldı koluna. Canının yandığını belli ederek, Peder'in koluna daha çok dolanarak, kıvrıldı. Peder bu seferde bastonu tuttuğu elinin parmak uçlarıyla, yılanı sakinleştirmek için usul usul okşadı kafasını. Odanın içindeki diğer yılanların kısa süren tıslamaları devam ediyordu.

"Acı çekiyorsun, fakat acı çektiren kişinin koluna daha çok sıkı sarılıyorsun!" deyip tebessüm etti. Sitenin diğer ucunda yana sokak lambaları olduğu gibi pencereden yansıyıp yılanın gözlerinin parlamasına neden oluyordu. Bu sayede yılanı daha net görüyordu. "Seni öldürsem bile beni çok seveceğini biliyorum." Dediğinde, kesik bir nefes aldı fakat dudaklarının kenarlarındaki tebessüm yerini koruyordu.

"Sebebi ne sence?" diye bir soru sordu yılana bakarak. "İnsanın acı çektiği yer tanıdıktır. Vazgeçemez oradan. Her şeyini bildiğin bir yerden vazgeçemezsin, çünkü ilk defa mutluluğu da orada tatmışsındır!" dedi. Pencerenin önünden ayrıldı.

Aksayarak, ağır ağır yürüyerek, kapaklı olan cam kutunun yanına varıp üzerindeki örtüyü kaldırdı. İçinde öylece bir şeyler kemiren fareye baktı. Bu sefer bakışları koluna dolanan siyah yılanını buldu. Parmaklarıyla yılanın başını okşamaya başladığında, yılan dilini dışarı çıkarıp birkaç kere tısladı. "Acıktığını biliyorum oğlum," dediğinde gülerek fareye baktı. "Ama bugün yemek yok sana!" dedi.

Kulağına gelen ağlama sesiyle olduğu yerde, bakışlarını omuzun üzerinden dış kapıya doğru sabitledi. Gelen ses olduğu gibi yüreğine bir hançer sokmuşlar gibi deldi geçti. Derince yutkundu, acıyla ağlaması artan kişinin sesi yüzünden. Gözleri saniyesinde doldu Peder'in. Bir yumruk gibi boğazına dizilen yutkunuşu nefes almasını engelledi.

"Benim güzel kızım!" dedi kendi kendine karanlık odada. Başını hafif omuzuna eğdi. "Geliyorum yanına!" diyen acılı sesiyle, koluna dolanan yılanı odasının ortasına bıraktı. Birbirine dolanarak, uyuyan diğer yılanların yanına sürünerek gidişini izledi birkaç saniye. Bacağı ağrımasın rağmen, hızlıca yılanların olduğu odadan çıkıp, ağlama seslerinin geldiği yöne doğru koşar adımlara ilerledi.

 

****

 

Arın, gecenin karanlığında sadece sürdüğü motor sesinin duyulduğu yerde, geldiği bir binanın önüne varınca durdurdu. Ayaklarını yere indirdiğinde, başını omuzunun üzerinden arkasında oturarak, beline doladığı kolların sahibine baktı. Kaskın içinden sadece gözleri görünüyordu. “Geldik!” dediğinde, Artemis ellerini başına çıkarıp kaskı çıkarmaya başladı. “Buraya geleceğimi nasıl tahmin ettin? Belki başka bir yere götürmeni söyleyecektim.” Dediğinde, dağılmış olan saçlarını tek eliyle düzeltiyordu. Arın ise onu izliyordu.

Bakışları hâlâ saçlarını düzelten kişinin üzerindeyken, “tahmin etmedim. Zaten biliyordum!” dedi. Bu sefer kaşları havalanıp, “eğer istemezsen başka bir yere götüreyim seni.” Dediğinde, Artemis elinde tuttuğu kaskı, Arın’ın göğsüne bastırıp, “hayır, burası iyi!” derken, gülümsemesini gizlemek için büyük bir çaba harcıyordu. Bir elini tekrardan Arın’ın omuzuna koyup motordan inmek için destek aldı.

“Buraya gelmene gerek yoktu.” Dedi Arın göğsüne bastırılan kaskı iki elle tutup önüne koyarken. Bakışları ise Artemis’in üzerineydi. “Sen niye geldin peki?” diye sorunca Artemis, arkasındaki yıkılmış binaya baktı. Bedeninden geçen ani ürpermeyle ellerini ceketin ceplerine yerleştirdi. Gerilen sırtını gevşetmek içinde, iki omuzunu da içe doğru büktü.

“Benim canım istedi!” diyen Arın, öylesine verdiği bir cevapla iki omuzunu da silkeledi. “Benim canım isteyemez mi?” diye sordu Artemis. Diliyle yanağının içine baskı yaptı ardından. “Gerçekten soruyorum niye geldin buraya?” Artemis geldikleri bu yer için huzursuzlanmış, içi tekrardan sıkıntıyla dolmuştu. “Buraları geride bıraktık sanıyordum?” dedi tek kaşı sorguya çeker gibi havalandığında.

Arın burnundan derin bir nefes verip motorun üstünden indi. “Bazılarımız için geride kalmamış demek ki!” dedi. Ellerini o da ceketin ceplerine sokuşturup karanlığın içinde kalan binaya doğru yürümeye başladı. “Nereye?” diye sordu, Artemis sesindeki gerginliği gizlemek için büyük bir çaba sarf ederken.

Arın adımlarını durdurup arkasında kalan kadına, omuzunun üzerinden bir bakış attı. “Korkuyor musun yoksa Ayçiçeği?” Arın’ın ona ayçiçeği demesi güldürecekti az kalsın, ama dişlerinin arasına sıkıştırdığı dudaklarıyla engelledi. “Hiçbir şeyden korkmadığını düşünüyordum.” Dediğinde, birkaç adımlık mesafede duran adamın dudaklarından çıkan beyaz dumanları görebilmişti.

Artemis öyle düşünmesini engelleyeceğini düşünerek hızlıca kafasını iki yöne doğru salladı. “Korkmuyorum!” dedi ardından.

“Tahmin etmiştim.” Dedi Arın. Dudaklarında silik bir tebessüm belirmişti. Fakat Artemis bunu görememişti ama sesi bunu fazlasıyla yansıtmıştı. Korkak biri olmadığını gayet o da iyi biliyordu ama bilerek böyle yapıp sinirlendiriyordu. Zaten ispatlayacak bir şeyi yoktu fakat tam tersine düşünmemiş olması, Artemis’in de, dudaklarının iki yöne doğru kıvrılmasına neden olmuştu. “Ben buradayım Ayçiçeği merak etme!” diyen Arın tekrardan karanlık binaya doğru yürümeye başlamıştı.

Artemis sadece karanlık binadan dolayı tedirgin değildi, Arın’ın anlık duygu değişimin farklı olmasından dolayı da tedirginlik yaşıyordu. “Eve gitmemiz gerekiyordu.” Daha fazla düşünmeden, Arın arkasından yürümeye başladı. “Yanlış yaptık. Peder yine sinirlenecek!” dediğinde, “sikimde değil!” diye karşılık verdi Arın. Artemis gözlerini devirdi.

Aklı Cesur’da kalmıştı. Anlık boş bulunup Arın ile buraya gelmişti. Kuralların neler olduğunu biliyordu ama umursamadı. Peder’in sadece kendisine ceza vereceğini bildiğinden, fazla kafaya takmamaya çalıştı.

Ayaklarının altına dökülmüş olan cam parçaları, her yürüdükçe biraz daha parçalanıyor, konuşmalardan sonra süren sessizliği tek yok eden, kırılan cam parçacıklarının sesi oluyordu. Binanın önüne geldiklerinde, kapının sövelerinde yıllardır süren simsiyah isleri izlemeye başladılar.

“Buraya hep geliyor musun?” diye sordu Artemis. Çünkü kendisi burayı unutmaya çalışıyordu. Burayla olan anıları aklına gelince, sert bir yutkunuş, boğazını acıtmıştı. “Bir iki defa uğramışlığım var!” Arın’ın doğru söyleyip söylemediğini kontrol etmek için yüzüne baktı. Oldukları yer karanlıktı fakat yine de birbirlerini görebiliyorlardı. Yüzü ifadesizdi. Doğru ya da yalan söylediği anlaşılmıyordu.

“Buraya geldiğimde,” Arın’ın yutkunduğunu, aşağı inip kalkan adem elmasından gördü. “Geldiğim sıralarda Dua ve Kaya’yı da görmüştüm. Onlarda buraya geliyorlarmış.” Dedi. “İkisine de fark ettirmeden uzaklaştım!” bakışları, bir şeyleri düşünüyormuş gibi uzaklara daldı. “Onlarda burayı unutamamış!”

Derin bir nefes çekti içine Artemis. Arın’ın sesi ne kadar duygu yansıtmamaya özen gösterse de, Artemis o yutkunuştan bile ne kadar acı çektiğini ve hâlâ da çekmeye devam ettiğini anlamıştı. Unutamamıştı olanları! Kendi de unutamamıştı!

Kendisi artık buraya gelmemek için yemin etmişti. Ama yine de Arın’ın motoruna binmekten alıkoyamadı. Anlamıştı o yola saptığın da fakat durdurmadı. Gelmek istemiyorum demedi, ama buradaydı. Kendisinin bir daha buraya ziyarete gelmediğini söylemedi. Uzun bir sessizliğin aralarından geçmesine izin vermeye başladıklarında, ilk yok eden Arın oldu.

“Niye sordun?” diye bir soru yöneltti Arın gözleri hâlâ karşıdayken. Artemis soruyu anlamadığı için bir adım arkasında durduğu adamın yan profiline başını kaldırıp baktı. “Neyi, niye sordum?” dedi anlamayan bir sesle.

Arın’da bakışlarını ona çevirdi. Yüzündeki ifadenin sertliği, Artemis’i huzursuzlandırmıştı. Ama Arın fazla göz teması kurmadan tekrar kapının sövelerine baktı. “Pişman mısın, diye sordun Cesur’a. Kadını da öldürün dediğin için pişman mısın, diye sordun! Ne zamandır birbirimize bu soruları sormaya başladık?” diye düz bir sesle soran Arın, Artemis’in mimiklerindeki tepkileri görebilmek için tekrardan bakışlarını ona indirdi.

Omuzlarını tekrar içe doğru büktü Artemis ama fazla kıpırdanmamaya özen gösterdi. “Öylesine bir soruydu.” Dedi fazla beklemeden. “O kadın ikimizin yüzünü de gördü değil mi?” deyip tek kaşını havaya kaldırdı Arın. Artemis başıyla onayladı. “Cesur demeseydi bile ben zaten onu da öldürecektim hatta çocuk-” Arın’ın cümlesiyle Artemis, “duymak istemiyorum!” deyip kestirip attı.

“Onlar daha çocuk, annelerini de öldürmememiz gerekiyordu. Çok acele ettik, adamı başka yerde bile öldürebilirdik!” öfkesi dilini yakmaya başladı. Arın’ın öyle bir cümle kurması bile kendisini sinirlenmeye yetmişti.

“Çocuk daha onlar Arın!” deyip dudaklarını üst üste bastırıp, başını bir kere sağına çevirerek sakinleşmeye çalıştı. “Bizde çocuktuk Ayçiçeği!” dedi Arın. “Hiçbir çocuk ailesinin günahını taşımak zorunda değil!” dediğinde Artemis, aklına gelen şeyler yüzünden, ense kökünden bir ağrı firar etmişti.

Arın kaşlarını çattı, Artemis’in söyledikleri yüzünden. “Ne demek şimdi bu?” diye sorduğunda, Arın’ın aklına Nida’ya gönderilen o notun bulunmayan sahibi gelmişti. “Artemis?” diye ismiyle seslendiğinde, Artemis ne oldu der gibi yüzüne baktı. Şimdi ismiyle seslenmesine garipsemişti. “O notu sen mi gönderdin Nida’ya?” diye sordu hiç gevelemeden.

“Tabii ki ben göndermedim!” dedi ve bir gülme sesi çıkardı sinirleri bozulmuş gibi. “Ben göndersem bile söylerim Arın, bunu saklayacak bir kadın değilim. Planların bozulması neden olacak o kadında değilim!” dedi hiç tıkanmadan.

“İyi o zaman, çünkü o kız ölecek!” deyip bakışlarını karşıya dikti. Derin bir nefes alıp, “durdurmak isteyen olursa, onu da öldüreceğim!” dedi dişlerinin arasından. Sesi buz gibi, tek bir tereddüte yer yoktu.

“Niye durup dururken notu sordun?” diye sordu Artemis. Böyle bir ihanetle suçlanması ağrına gitmişti. “Öyle bir şey söyleyince…” dediğinde cebindeki sigara paketini çıkardı Arın. “Öylesine söyledim. Her şeyi ciddiye alma!” diyen Artemis, paketinden bir dal çıkardığı sigarayı dudaklarına yerleştiren adamı izliyordu.

Arın bir elini rüzgardan korumak için dudaklarının üzerine kapadı, diğeriyle de sigaranın ucunu çakmakla yaktı. Derin bir nefes içine çekip, iki parmağının arasında tuttuğu sigarayla, “ben her şeyi ciddiye alan adamım!” konuşmaya başlayınca, ağzının içine hapsetti dumanlar ikisinin ortasından geçmişti. “Hem niye öyle bir şey söyledin?” diye sordu.

Artemis ise soruyu cevaplamadan önce Arın’ın cebine geri koyduğu sigara paketini almak için kolunu uzatıp, elinin birini ceketin cebine attı. Arın afallayarak iki elini de yakalanmış gibi havaya kaldırıp cebine sokuşturulan eli izledi. Böyle bir şeyi beklemiyordu. Yine şaşırmıştı. Gizleyemiyordu da bu şaşkınlığını.

Artemis yarım bir gülüşle sigara paketini koyulduğu yerden çıkardığında, bir dal sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi. Ama gözleri ise Arın’ın yüzünden bir saniye bile ayrılmıyordu. Yine o şaşkaloz ifadenin aldığını görünce, kahkahasını içinde bastırdı.

Bu sefer yine çakmakla yakmadı. Karşısında gözlerini kırpmadan onu izleyen adamın dudaklarının arasındaki sigarayı, uzanıp yavaşça aldı. Engellemedi Arın, durdurmadı. Yine izledi öylece. Arın’ın sigarasıyla yaktığı kendi sigarasının ucunu. Yakar yakmaz derin bir nefes içine çekti. İki parmağının arasına sıkıştırdı sigarasını ve Arın’a uzattı, hiç beklemeden.

Arın diliyle dudaklarının üzerinden bir kez geçti. Önce sigaraya, sonra ise Artemis’ baktı. Hiç vakit kaybetmeden Artemis, Arın’dan aldığı sigarayı kendi dudaklarına yerleştirdi. Bir daha alması için ona doğru uzattı. Sonunda Arın’da sigarayı aldı. Dudaklarının arasına yerleştirirken ,ellerinin titrediğini gördü Artemis ama bunun sadece göz yanılması olabileceğini düşündü. Çünkü Arın titremezdi.

O anda şimşek çakmasıyla bulundukları ortam bir saliselik ortamı aydınlattı. İkisi de aynı anda kafalarını gök yüzüne kaldırdı. Tek bir yıldız bile yoktu. Bakışlarını ilk indiren Artemis olup, bakışları hâlâ gökyüzünde olan adama baktı. Arın'da başını yukardan indirmedi fakat gözleri, kendisini izleyen kadını buldu.

Büyük bir gök gürültüsü de arkasından geldiğinde, “gidelim artık.” Dedi Artemis, sigaranın ucundaki külü yere silkelerken. Gözlerini hızlıca kaçırıp kuruyan dudaklarını ıslattı. Adımlarını geldikleri yöne doğru attığında, Arın’ın da onu takip ettiğini duydu. Burada olmak bile içinde sönmeyen ateşi alevlendirmişti. Burası bir cehennemdi. Ama sağ kalmışlardı!

 

 

 

 

 

Devam Edecek...

 

 

 

İnstagram Hesaplarım:

_.kadris

maskeninardindakiler7

 

Loading...
0%