Yeni Üyelik
6.
Bölüm

MASKELİLER

@kadrisyazar_

 

MASKENİN ARDINDAKİLER

 

 

MASKELİLER

 

 

5.BÖLÜM

 

 

 

"Nida Akel"

Gözlerim kapalıydı, karanlık bir ortama mahkum edilmiş gibiydim. Sol kolum yan tarafıma doğru düşünce bedenim irkilip, aniden gözlerimi açılırken, kesik kesik verilen nefesler ile birlikte, tavanı aydınlatan; küçük, kırmızı ve turuncu titrek ışıkları takip etti göz bebeklerim. Evet karanlık bir ortamdaydım ve bedenimi bir yere uzatmışlardı. Bir koltuktu.

İnceden kulağıma gelen bir kadın mırıldanmaları eşliğinde, burnuma gelen kahve kokusuyla karışık esintili rüzgar, yüzümü ekşitmeme neden olmuştu. Aslında yüzümü iğrendiğim için değil, sadece tatlı bir kokunun bu kadar tanıdık gelmesi beni rahatlatmıştı. Yüzümü ekşittiğim için, hareket eden burnum yüzünden de canım fena halde yanmıştı.

Karanlıktı, gözlerim ve bedenim bu karanlığa alışması için zaman verdim kendime. Neredeydim, nasıl durumdaydım veya ne olmuştu bana, teker teker sırlanan sorular, sertçe yutkundurmuştu beni.

Mırıldanma hâlâ devam ediyordu!

Bozuk, paslı bir kapının durmadan açılıp kapanması gibi yaylarının çıkardığı gıcırtı, ya da tahtalardan yapılmış bir zeminin üzerinden sanki biri yürüyormuş gibi çıkardığı sesleri andıran bu ses, yan tarafımdan gelmeyi sürdürünce ağrıyan kafama rağmen, sol tarafıma döndürmüştüm. Şarkı söylüyordu kadın, ama dudakları kapalı olduğu için sadece mırıldanma gibi çıkıyordu. İki seste çok rahatsız ediciydi.

Açık olan pencerenin tam köşesinde, oturduğu sandalyede ileri geri giderek sallanıyordu bir silüet. Beyaz bir elbise giymişti, bunu seçebiliyordum. Bakışlarımı sallanan kişiden aldım ve uzandığım yerin tam önünden başlayarak kapıya doğru ip gibi dizilmiş olan beyaz mumlara gözüm çarptı. İlk mum tam önümde, diğerleri de bulunduğum odadan başlayıp, karşısında bulunan odaya doğru devam ederek, son mumda açık olan kapının önünde bitiyordu.

Odanın tamamı mumlarla dizilmişti!

Gıcırtı sesi arttığında, olduğum yerde irkildim. İnlememek için dudaklarımı birbirinin üzerine bastırıp, kendimi tutmaya çalıştım. Burnum irkilmemle birlikte daha çok yanınca, işret parmağım ile baş parmağımın arasına alıp sıktırdım. Kırılmış mıydı? Kırılmış olabilirdi. Sızı, soğuk sulara bedenimi bırakmışım gibi batıyordu vücuduma. Neler yaşadığım aklıma gelince elimi alnına doğru çıkardım, oradan da şakaklarıma doğru götürerek sertçe ovaladım.

Maskeliler!

Silah!

Adamlar!

Bıçak!

Kadın!

İlayda!

Ve ölümler!

Evet, hepsi bir günde yaşanmıştı. Gözlerim doldu. Buraya gelmeden önce o kaçık kadın ağacın arkasından çıkarak burnuma attığı yumruk yüzünden bayılmıştım.

Şimdi neredeydim? Ve de beni rahatsız eden bu gıcırtı sesini kim yapıyordu?

Mırıldanma sesi yükselince, açık olan kapı ve pencereden bir rüzgar esintisi içeri girerek zeminin üzerine dizilmiş mumların yanan küçük ışığı, korkudan titreyen ruhum gibi dans etmeye başlamıştı zayıf alevleri. Aşağıdan yansıyan ışık, tavanı da aydınlatıyordu.

"Imm Imm Imm Imm." (Mırıldanmayı nasıl yazacağımı bilemedim aqu)

Yutkundum. Oturduğu sandalyenin gıcırtı sesi daha çok yükseldi. Bir melodi, müzik ya da bir şarkı sözü. Hayır, hiçbirini anımsatmıyordu, kadının kapalı dudaklarının ardından çıkardığı bu ses. Sadece korkutuyordu beni. Ruhumu ele geçiren bu ses, karanlık odanın içinde sıkıştırmaya başlamıştı bile.

Açık pencereden giren çelimsiz ay ışığı, sallanan beyaz silüeti görmeme yetmiyordu. Burnumun direği acı ile sızlayınca kafamı geriye doğru yasladım. Bedenim hareket edemeyecek kadar halsiz ve bitkin düşmüş durumdaydı. Ayaklarıma giydiğim kalın botlar, ayak parmaklarımı sıkmaya ve acıtmaya git gide daha çok arttırmıştı.

Botların içinde, ayak parmaklarımı hissedebilmek için onları hareket ettirmeye çalıştım. Şişmiş olabilirlerdi, çünkü botların içinde dışarıya fırlayacakmış gibi duruyordular. Yani öyle olduğunu hissediyordum.

"Imm Imm Imm Imm."

Çıkardığı seslerle birlikte, üstünde oturduğu sandalyenin çıkardığı sesler birbirine dolanıyordu. Korkudan titremek istemiyordum. Çene mi sıkarken, tavanda küçük hareketlenmeler yapan alevleri izledim. Kadına dikkatimi vermek istemiyordum.

İlayda, kuzenim. Peki ona ne olmuştu? Peşime düşen bu seri katiller, onu da ele geçirmişler miydi? Yakalamaları uzun sürmemiştir. Çünkü tek kişiye, üç kişilerdi ve yanlarında da bir köpek bulunuyordu. Yakalanmaması imkansızdı. Lütfen yakalanmamış ol.

İleri geri sallanarak gıcırtı sesleri çıkaran sandalyenin üzerinde oturan kadın, bir korku filminde yer verilen sahneden bir kesit gibiydi, ama şu an benim yaşadığım bir film değil, gerçekti. Önümden başlayarak, aralarına birkaç santim bırakılıp dizilen beyaz mumlar tam, açık olan dış kapının önünde bitiyordu. Pencereden vuran ay ışığı, açık olan dış kapının arasından zemine yansıtıyordu. Kafamı geriye doğru atınca, sallanan ağaç dallarını az da olsa seçebilmiştim.

Kaçabilir miydim buradan? Ya bu kadın bir anda üzerime atlarsa, nasıl kendimi savunacaktım? Ya diğer maske takan erkekler, onlar neredeydi? Niye kimse yanımda değildi, niye sadece sallanan sandalyede mırıldanarak sesler çıkaran bu kadın vardı?

Hareket edersem, kadın oturduğu sandalyeden kalkıp yanıma gelir miydi? Bu düşünce kalbimin hızını arttırmaya yetmişti bile. Düşüncesi bile korkunçken, bu durumu aynen yaşamak nasıl bir duruma sokardı beni, kim bilir.

Bacağım, kolum ya da bedenimin herhangi bir yerinden acı yükselmiyordu. Sadece halsizlik vardı. koşmaktan helak duruma düşmüştüm. Ama ne zamandır bu haldeydim bilmediğim için bedenim az da olsa güç toplaya bilmişti. Açık olan kapıdan kaçabilirdim. Eğer sadece bu kadın varsa onu da kendim haklayabilirdim. Belki de başıma dikilen bir nöbetçiden farkı yoktur, ya da eğer burnuma yumruk atan kadın ise, baş edemezdim onunla. Yine beni yakalardı. Ama sesi kulaklarımdaydı. Bunun sesi daha kalın gibi geliyordu kulaklarıma.

Hafif uzandığım yerde kıpırdandım, kadının mırıldanma sesi kesildi. Bende hareket etmeyi durdurmuştum. Bedenim kasıldı. Kadın beni bu karanlık ortamda görebiliyor muydu, eğer göremiyorsa ufakta olsa bir şansım olabilirdi. Ne de olsa bende onu çok seçemiyordum. Sadece benim için karanlık bir silüetti.

Yan tarafıma uzattığım kolumu ağır ağır kaldırarak, koltuğun başına doğru sürüklemeye başladım. oradan destek alarak, uzandığım yerden doğrulur ve kaçabilirdim. En azından, kaçma fırsatı elde ederdim.

Dudakları kapalı olan kadın az önce kestiği mırıldanmasına devam etmeye başladı. Ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi geri verdim rahatlayınca. Uyuduğumu ve uyku da olduğum için hareket ettiğimi düşünmesi gerekiyordu. Onlardan biriydi, böyle düşünmesi için bir aptaldan farkı olmaması lazımdı. Ülkenin hepsine kan kusturan birilerinden olabilirdi ve bugüne kadar tek bir video, resim düşmemişti kimsenin önüne. Yani burada sadece aptal olan bendim!

Koltuğun başına kadar sürüklediğim elimin parmaklarını, orayı sökmek istercesine geçirdiğime, sallanan sandalyenin gıcırtısı durdu. Mırıldanma devam ederken, orada bir hareketlenme olduğunu sezdim. Yutkundum. Uyandığımı anlamıştı. Kadın sustu. Oda tamamen sessizliğe gömüldü.

Yüzü neye benziyordu, izlediğim korku filmlerindeki gibi miydi, eğer öyle olursa kalp krizi geçirip ölebilirdim. Sessizlik, ortama hakim olunca kalbimin üzerine patlamak üzere bir bomba yerleştirmiş gibi ve son dakikaları kalmış gibi şişip iniyordu.

Lütfen bana zarar verme, lütfen!

Korkuyordum. Korkmamak elde değildi. Nasıl insanlar olduklarını biliyordum. İnsanlara neler yaptıkları ve bana da neler yapabileceklerini tahmin etmek zor değildi. Kadın konuşmuyordu, sessizliği bile korkutucuydu.

Kapattığım gözlerimi açıp tavandan alarak, usulca yan tarafıma döndüm. Kadın, bedenini yaslandığı yerden hafif öne doğru getirmişti. Kolları sandalyenin kenarlarındayken şimdi kucağında bir şey tutuyormuş gibi önündeydi.

Gözlerim artık karanlığa alışmış, koca evin içinde dizilen mumlar ile pencereden ve kapıdan süzülen ay ışığı, etrafı artık tamamen net görmemi sağlıyordu. Ama kadın karanlık köşede olduğu için hâlâ görüş alanım dışındaydı.

"Benimle oyun oynamak ister misin?"

İrkildim. Tok sesin sahibi kadın konuşunca, küçük bedenim uzandığım koltuğa beni görmeme umuduyla daha çok gömüldü. Onunla oyun oynama mı istemişti? Mırıldanma ve gıcırtı sesinin sahibini sonunda gerçek sesini bana göstermişti.

Sesi bile olduğum yerde ürkememe neden olmuştu. Her yerimi saran korkunun ayak izleri, en son saç diplerimde bitiyordu. Konuşmak istemedim. Ne diyebilirdim ki bu sorusuna. Bir çocuk muydu? Hayır, sesi, büyük ve olgun bir kadına aitti. Peki neden böyle bir şey istemişti benden?

"Oyun oynamak istiyorum." bir çocuk gibi mızmızlanmıştı. Fakat sesinde tek bir duygu kırıntısı yoktu, düz bir sesle konuşuyordu benimle. Odanın içinde benden başka biri daha var mı diye, endişeli gözlerle hızlıca etrafı taradım. Benden başka ve benimle oyun oynamak isteyen kadından başka kimse yoktu!

Elimin birini yasladığım koltuğun başından destek alırken, diğerini de koltuğun kenarına koyarak üst bedenimi yukarıya doğru hafifçe kaldırınca, o kadınında sandalyeden bedenini öne doğru hareket ettirdiğini, oturduğu sandalyeden sürtünme sesi gelince anlamıştım. Aniden kalkarsam o da kalkardı ve bende bayılırdım.

"Ne zaman oyun oynayacaksın benimle?"

Hiçbir zaman Allah'ın manyağı desem, beni öldürmek için saniyede üzerime atılırdı ve çok geçmeden şu koltukta ölürdüm. Kadının sesi, yaptığı hareketler, evin içinde beni öldürmesine gerek yoktu, bunlar bile yeterliydi ne de olsa.

Çığlık atsam sesimi duyacak olan çıkar mıydı? Kimse duymazdı, ölmek istemiyordum. O kadın beni net görüyordu, kaç saattir burada uzanıyordum bilmiyorum ama buraya gelmeden önce hava gayet aydınlıktı. Annem ya da babamın kayıp olduğumu biliyorlar mıydı ya da farkına varmışlar mıydı? Lütfen beni bulun!

"Uyanık olduğunu biliyorum!" son kelimenin, sondan ikinci harfini uzatarak cümlesini kurarken, kalın tok sesin sahibi, bu sefer sesini incelterek konuşmaya başlamıştı. "Uyanmanı bekliyordum kaç saattir. Benimle oyun oyna!" aniden ayaklanınca, sandalye ileri geri hızlı hızlı sallanmaya başladı. İrkilerek, gövdemi koltuğa daha sert yasladım.

Aldığım nefesler, dışarıya çıkmaya zorlanırken dudaklarımı birkaç santim kendiliğinden aralandı. Ayaklarımdan başlayan adrenalin, vücudumda bulunan her tüyün dikelmesini sağlamıştı. Ayakta olduğu için, yere yaslı kafamda onu görebilmek için bakışlarım ile birlikte havaya kaldırmıştım.

Pencereden vuran ay ışığı ve yere dizilmiş olan mumlardan dolayı kadının giydiği elbise net görünmeye başlamıştı. Diz kapağının altında bitiyordu. Koynunda bir şey tuttuğunu belli eden kolları, kucağındaydı. Sağa sola doğru sallanmaya başladı. Yüzü yok gibiydi, karanlıktaydı. Karanlıkta olduğu için mi gözükmüyordu yoksa... Maske vardı. Lanet olsun maske vardı!

Boyu çok uzun gözüküyordu, ya da gözlerimin bana oyun oynadığı bir yansıma mıydı?

Kalbim, göğüs kafesimin duvarlarını zorlarken, kasılan bedenimin normale gelebilmesi için, zorda olsa derin bir nefes çekebilmiştim ciğerlerime. Ama hayır hiçbir şey işe yaramıyordu. Ayakta öylece yana doğru sallanan kadındaydı bakışlarım. Sanki bir an ondan bakışlarımı çekersem üzerime atlayacak gibi hissediyordum.

Göz pınarlarımın çukurları dolmaya başladı. Hayır eğer ağlarsam bu karanlık ortamda görüşüm daha çok zorlaşır, kaçamazdım. Ama kaçmam gerekiyordu. "Ben seninle oyun oynamak istiyorum!" bir adım öne doğru gelirken, kollarını iki yöne doğru serbest bıraktı. Bakışlarım hemen elinde tuttuğu oyuncak ayıya ilişti.

Kaç Nida!

Ayaklandığımı gören kadın, kendini öne doğru atılıp hamle yapmak için bana doğru gelmişti ki, ayağımın altında bulunan mumları umursamadan açık olan kapıya doğru fırladım. Mumların kimisi yer devrilirken, kadın çığlık atmaya başladı.

"Kaçamazsın!" ağlamaya başladı. Hıçkırıklarını duyuyordum ama arkama bakacak cesaretim yoktu. "Beni bırakma, oyun oyna benimle!" sus dedi içimden kopan çığlıklar o kadına. Ama benim dilim alındı. Bağıramadım. Ayağımı dışarı atarken, ardına kadar açılan kapıyı o kadının üstüne kapattım.

---

 

 

Dışardaydım. Temiz hava ciğerlerimi doldurdu. Sık sık alınan nefeslerle elimi göğüs kafesimin üzerine koydum. Vücudumu biraz öne eğerek, avuç içlerimi diz kapaklarıma yaslayıp nefesimi dizginlemeye çalıştım. Kulağım arkamdan gelecek herhangi bir sesteyken, olduğum yerde durmayıp hareketlendim. Kadının çığlığını duymuyordum ya da duyamıyordum çünkü kulaklarım batıyordu. Koşar adımlar atarak, kapının önünden çekildim. Sanki uzun süredir koşmaya devam ediyormuşum ve hiç dinlenmemişim gibi ciğerlerim yanıyordu.

Bakışlarımı yan yana dizilmiş sık olan ağaçlara çevirdim. Gökyüzünde tek bulut olmadığı için pürüzsüz bir şekilde görünen ay'ın ışığı, gözlerime korkunç gelen ağaç dallarının arasına vurarak aydınlatıyordu. Tek sıra halinde dizilmiş olan ağaç dallarından bakışlarımı alırken, koşar adımlarla hızlı hızlı adımlar atıp, o kadın peşimden geliyor mu diye, arkamı kontrol ettim. Dizlerim, kalbim ve titremesini engelleyemediğim çenem, beni yarı yolda bırakacak kadar zorluk çıkarıyordu bana.

Evin rengi tam olarak görünmese de, siyah tahtalardan yapıldığına emindim. Dış kapının önünde iki tahta parçasının desteği ile üzerine yağmur gelmemesi için örülmüş bir korkuluk, bir adım yükseklikte olan basamağı da dış kapının önüne yapılmıştı. Üç pencere vardı ama aralarında epey mesafe bulunuyordu ve açık olan pencereler kapatılıp açılarak ses çıkarıyordu.

Kafamı, evin çatısına kaldırırken, koşan adımlarım yavaşladı. Ormanın içinde duyulan baykuş sesleri, çatının ucuna kadar gelerek duran adam ile birlikte irkilmemem neden oldu. Yanlarına serbest bıraktığı elinin birini havaya kaldırarak, yüzünde siyah maskeli adam sağa sola doğru sallamaya başladı. Çatının tam ortasında duruyordu!

"Merhaba farecik!" dedi o tanıdık ses. Bir adamı, silah ile vuran o kişi.

Az önce içinden çıktığım evin kapısı açılırken bakışlarım oraya indi. Elinde tuttuğu küçük oyuncak ayıyla birlikte beyaz elbiseli kadın gözükürken, artık onu tamamen seçebiliyordum, yüzüne taktığı siyah maske karanlık köşeye sindiği için göremememin sebebiydi. Dizlerimin bağlarına tekrar bir düğüm atacak bir sakinlikle, kafasını hafif yana eğerken, arkamdan kuru dalların ezilmesine benzer sesler gelince, bedenim korkuyla geriye doğru atılıp bana doğru gelen kişilere çevirdim.

Siyahlar içinde bir iki adım önde olan siyah maskeli kişi ve hemen onun arkasında ellerini yere yaslayıp sürünerek ilerleyen bir diğer kişi, ikinci bir düğüm daha atmışlardı dizlerime. Koşamıyordum. Bağıramıyordum. Nefes alamıyordum. Gözlerimi bile kırpamıyordum.

Bir rüya, bir kabus ya da bir kamera şakası mıydı bu yaşananlar, bu görüntüler? Öyle olmasını diledim, çünkü etrafımın saran bu insanlar, gerçeklik algımı yitirecek kadar şoka uğratmıştı beni.

Creepypasta hikayelerini bilir misiniz?

Ben çocukken o hikayeleri okuyup kendimi korkutmaya çalışırdım, ama hayır onlardan korkmuyordum çünkü onların birer kurgusal karakterler olduğunu çok iyi biliyordum. Gerçek olmadıklarını o küçük kız çocuğu biliyordu. Hatta öyle ki onlara karşı sempatik duygular besliyordum, arasında birkaç favori karakterlerim bile vardı.

Ama şu an, o hikayeler sanki gerçek ve o karakterler bir bir karşımdaymış gibi hissediyordum. Onlar gerçek olmuş gibi karşımdaydılar. Kanlı ve canlı bir şekilde. O hikayelerden kurtulmak için interneti ya da kitabın kapağını kapatmak yeterliydi. Fakat şimdi, onlardan kaçmam gerekiyordu, ölmemek için! Yaşamak için!

Sonunda bedenim hareket etmeyi hatırlayınca, bakışlarım sırayla hepsinin üzerinde dolaştırdım. Kapının önünde öylece, elinde tuttuğu oyuncak bebekle dikilen beyaz elbiseli kadın, hemen onun üzerinde çatının ucunda bekleyen adam, ve ormanın içinde sürünerek gelen ve ayakta dikilen diğer maskeli kişiler! Hepsi hareketsizce ortalarında durmuş o kadını izliyorlardı, yani beni.

En son bakışımın uğrak yeri, çatının ucundaki adamın zevkten attığı çığlıkların ardından ilk hamleyi yaparak, çatının üzerinden arkasını dönerek aşağıya doğru zıpladığı yer olmuştu. Ve o kadın elindeki ayıcığı kenara fırlatıp bileğinin üzerinde biten botlarının içinde çıkardığı şey ile gözlerim kocaman açılmıştı. Bir bıçaktı.

"Yakalın fareyi!" adamı göremedim ama sesi beni olduğum yerde hareketlendirdi. Arkama bakmadan koşmaya başladım. Diğerlerinin de hareketlendiğini görmüştüm göz ucuyla, ama hiç birine aldırış etmedim. Botlarımın altı çamur içinde ve üzerime giydiğim bu palto, koca bir taş yığınını sırtlanmışım gibi ağırlık veriyordu.

Kaç Nida!

Koş Nida!

Ölme Nida!

Eğer buradan kurtulursan onları ihbar eder, yakalanmalarını sağlarsın. Ülke derin bir nefes alırdı sayende. Onlar yaşamayı hak etmiyor, onlar acı çekmek için kötü şeyler yapmışlardı. İnsanlar onlar yüzünden cinayet işleyip başka insanların canını yakmıştı. Onlar yapmasa da, onlar yüzünden olmuştu.

Önümü aydınlatan tek ışık kaynağı, gökyüzünde parlayan ay ışığıydı. Yağmur yağdığı için ayaklarım çamur birikintisine dalıyor, çıkarmak için tüm gücümü vermek zorunda kalıyordum. Bu gidişle verecek ne gücüm kalırdı, ne de enerjim.

Ayaklarının altında çıkardığı sesler, ormanın içinde yankı yapıyordu. Neşeli çığlıklar attıkları için kalbim kulaklarımda atıyordu. Belki sessizlikleri beni korkuturdu ama bu şekilde yapmaları beni daha çok endişeye ve korkuya boğuyordu.

Geliyorlar mı diye kontrol etmek için, omuzumun üzerinden arkama kapmak için kafamı çevirmiştim ki, ayağım takılmasıyla son anda yüz üstü düşmekten, yere dayadığım ellerim sayesinde kurtulmuştum. Lanet olsun!

Sağ bileğimden yükselen acı ile kalçamın üzerine oturup, parmaklarımı acıyan yere hafifçe sardım.

Şimdi sırası mıydı, amına koyayım!

Kalk Nida, burada bu şekilde yakalanıp ölemezsin! Kalmak için yere ellerimi dayadım, fakat ayağımı yere yasladığım gibi tekrar yerime oturmuştum. Burkulmuştu. Kalkamazdım.

İnlememek için dudaklarımı dişlerimin arasına alıp, bacağımı dizinden kırarak karnıma kadar çekmiştim. Ellerimi de ağrıyan bileğime sarıp, yuttuğum acı yüzünden ileri geri sallanmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Burnumu sertçe çekerken, soğuk yüzünden hissetmemi engelleyen yanaklarımdan akan sıcak göz yaşlarımı, bedenimin varlığını hissedebilmiştim. Ve beni çoktan yakmaya başlamıştılar.

Her şey kötüye gidiyordu, ölüm yakındı. Ölmek istemiyordum. Gözlerimi kapattım, birbirinin üstüne kenetlediğim dudaklarımın arasından engelleyemedim inlemelerim çoktan artmış, akmayı sürdüren göz yaşlarım, yanaklarımı yıkamaya başlamıştı.

Hıçkırıklarımın arasından duyulan küçük sesler ile birlikte, titreyen kirpiklerime rağmen gözlerimi yavaşça aralayıp yan tarafıma çevirdim bakışlarımı. Yürüdüğü her adımda, ayaklarının altında parçalanan kuru dallar, sanki göğüs kafesimi saran her bir kemiği kırıyormuş gibi hissetmeme sebep olan o adamın varlığını iliklerime kadar hissetmiştim. Ağır adımlarla bana doğru geliyordu, siyah takım elbisenin içinde beyaz maskeli o kişi.

Elleri cebinde, çıkardığı sesleri umursamadan yürümeye devam edip, birkaç metre uzağımda yürümeyi durdurdu. Beyaz Maske tamamen yüzünü kaplarken, görmesi için açılan küçük delikler kapkaranlıktı. Ama o bakışları üzerimdeydi. Ceplerinin içinde olan elinin birini çıkarırken beyaz eldiven taktığını görebilmiştim. Boynuna taktığı siyah kravıtının başını eliyle düzelttikten sonra, tekrar elini cebine yerleştirdi.

Bir şey yapamamanın umutsuzluğuyla, karnıma kadar çektiğim dizime başımı yaslayıp iki yöne doğru salladım. Burnumu çektim, yüzümü gömdüğüm için ağlamalarım boğuk çıkıyordu. Yakaladılar beni, öldürecekler beni ve ben bir şey yapamadan kaderime mahkum edilmiştim. Midem boğazıma kadar çıkmıştı, her an kusabilirdim.

"Yakalandın farecik!" silah çeken adamdı.

Gelmişlerdi. Buradaydılar.

"İki kere ebe olunmaz ama!" yumruk atan ve bir adamı bıçakla öldüren o kadındı.

Etrafımı tekrar sarmışlardı o korkunç insanlar.

Dalga geçiyorlardı benimle, iğrenç çıkan o seslerinde hep alay vardı. Ölmenizi diliyordum en kısa zamanda, geberin defolun.

Aldıkları kesik nefesleri duyabiliyordum ama hâlâ bakışlarım ve yüzüm, üzerine yasladığım dizimin üzerindeydi. Onlarda beni yakalamak için koşmuşlardı verdikleri hızlı nefesler bunun kanıtıydı. Keşke nefesiniz bitip ölseydiniz, katil, ruh hastası insanlar!

Bana doğru gelen o adım seslerinin çıkardığı izler, irkilmeme neden olurken. usulca başımı kaldırıp; karşıma belli mesafe bırakarak dizilen o kişilere baktım. Dört kişinin taktıkları maske siyahken, bana doğru adımını atan kişi ise takım elbise giymiş ve beyaz maske bir maske takmıştı. Nasıl ruh hastasısınız siz!

İki erkeğin de yüzünü görmüştüm ama net değildi, bana yumruk atan diğer kişiyi de seçemiyordum ama beyaz elbiseli kadın kendini zaten belli ediyordu. O dört kişi bana doğru adımlarını atınca, kendimi geriye doğru attım. Hepsi bir anda gelmeyi durdurunca, başları yan tarafıma doğru çevrildi. Benimde bakışlarım hızlıca oraya döndü.

Beyaz maskeli adam, elinin birini havaya kaldırarak onların gelmesini durdurmuştu. "Bu şekilde karşılandığın için üzgünüm!" kaşlarım çatılırken, maske yüzünden sesi boğuk çıkan adama diktim bakışlarımı. Eli hâlâ havadayken adımlarını tekrar bana doğru attı, benim ise bakışlarım yüzünden indirip eline taktığı beyaz eldivenlere gözüm çarptı. Orada çok oyalanmadan bana doğru gelen adamdan, kalçamın üzerinde sürünerek kaçmaya çalıştım. Bileğim yanıyordu ama yaşama isteğim daha çok canımı yakıyordu.

"Sakın bana yaklaşma!" diye bağırdım. Adımları durunca, havaya kaldırdığı elini yan tarafına bırakıp, pantolonun cebine sıkıştırdığı diğer elini de dışarıya çıkardı. Diğerlerine çevirdim, dolan gözlerimi. "Hepiniz ruh hastasısınız, delirmişsiniz! Bana bir şey yaparsanız ailem sizi bulur!" boğazım yırtılırcasına bağırıyor, bir elimi de gelmelerini engellemek için hava da sallıyordum.

Karşıma dikilen o dört kişiden biri gülmeye başladı. Artık sesini ve nasıl güldüğünü anladığım o kişiydi. "Haklısın, bu dünya da akıllı kalmak için fazla delirmiş olmamız lazımdı. Ve evet, biz hem deli hem de ruh hastasıyız!" son cümlesini gülmeden söylemişti. Kurduğu cümle, bedenimde elektrik çarpıntısına maruz kalmışım gibi titrememe neden olmuştu.

Tenimi ısıran soğuk hava, dişlerimin birbirine vurarak ses çıkarmasına sebep oluyordu. Maskenin altından duyulan boğuk sesleri, onları daha vahşi gösteriyordu.

Hepsi bir anda ellerini, yüzlerine taktıkları maskelere çıkarırken, ben ise olduğum yere tamamen mühürlenmiştim. Acele etmeyen hareketlerini, gözlerimi ayırmadan takip ederken, taktıkları maskelerin altlarından tutarak başlarının üzerinden çıkarıp yan taraflarına saldılar. O an şeytanların yer yüzüne inmiş, insan kılığına bürünen yüzler olarak görünmüşlerdi bana.

Dalgalanan bakışlarım sıraya dizilmiş o maskeli kişilere tek tek gezdirdim, ama öyle ki, hangi yüze çevirsem bakışımı saniye geçmeden, şokun etkisiyle hepsinin yüzü aklımdan siliniyordu. Bana yumruk atan kadın en başta, onun yanında ilk defa yüzünü bayılmadan önce gördüğüm hayal meyal tanıdığım o adam, beyaz elbiseli kadın ve bana durmadan farecik diyen o pis adam. Hepsinin yüzü gözüktü.

Hepsini tek tek inceleyip hafızama kazımak isterken, genzini temizleyip ona taraf dönmemi isteyen beyaz maskeli adama, irkilerek çevirdim bakışlarımı. Beyaz eldivenlerinin içinde olan parmakları havada tutup o dört kişiye doğru çevirirken, diğer elini ise yumruk şeklinde sıkarak, taktığı maskesinin dudak kısmına dayamıştı.

Şeytan ve onun yer yüzüne attığı küflenmiş tohumları; bana bakıyordular. Bedenimi yakan ateşleri, hiçbir şey yapmamı engelleyecek kadar, yerime çivilemişlerdi. Boğazım düğümlendi, yutkunamadım. Beyaz maskeli adam, elini yüzüne doğru çıkarırken son cümlesini kulağıma fısıltıyı andırır gibi ulaşmıştı bana.

"Şeytanın inine hoş geldin!"

Kurduğu cümlesi, taktığı maskenin altında olan kişiden daha az canımı acıtmıştı. Arkasında vuran ay ışığını takip ederek, bana doğru ilerlemeye başladığında ilk defa net görebilmiştim yüzünü. Şeytanın!

 

Cesur Aslankara!

 

Şeytanın ta kendisi!

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%