Yeni Üyelik
10.
Bölüm

OLAY MAHALİ

@kadrisyazar_

 

MASKENİN ARDINDAKİLER

 

 

9.BÖLÜM

 

 

OLAY MAHALİ

 

 

 

Günlerdir uykusuz kalmalarına neden olan olaylardan dolayı her sabah gün doğmadan Zafer ve Müge, yeni ortaklarıyla kutlamada yaşanan cinayet vakası yüzünden karakola giderek, hem ifade veriyorlardı hem de bu suçu çözmeleri için yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Sonunda kutlamada yaşanan olay sabah on sularında cinayet değil de, bir kalp krizi olduğu bildirildi. Dava kapanırken, Zafer ve Müge derin bir nefes vererek rahatlamışlardı.

Saatler, günler onlar için akıp giden sudan farksızdı. Sadece olayın çözülmesi için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlardı.

Yorgunluk hissi bedenlerini sarıp sarmalarken, Müge kendisinden çok ailesini düşünüyordu. Hiçbirinin bu olaydan dolayı başlarının ağrımasını istemiyordu hele ki yeni bir ortaklıktan sonra, bu işlerin içinde olan herkesin gözleri üzerindeydi.

Olay artık kalp krizi olduğunu öğrendiklerinde ortakları Cesur , eşi Zafer ve kardeşi Mustafa eve gidip dinlenmesinde ısrar etmişlerdi. Müge kabul eder etmez, Zafer adamlarından birine söyleyerek Müge’yi arabayla eve bırakmasını istedi.

Müge evin önünde durduğunda çantasından kapının anahtarını çıkarıp kilide sokarken, çok fazla ses çıkmasını engellemek ister gibi üst dudağını dişlerinin arasına alarak kapıyı yavaşça geriye doğru sürükledi. Eğer Nida uyuyorsa, uyandırmak istemiyordu. Zaten günlerdir kızını pek göremiyordu. Bir haftadan beridir karakola gidip gelmekten perişan hale düşmüşlerdi. Uyuyorsa uykusu bölünsün istemiyordu.

İçeri geçip siyah paltosunu çıkarmadan önce, koluna taktığı krem rengi çantasını portmantoya bıraktı ardından paltosunu omuzlarından çıkarırken, gözleri üst kata çıkan merdivenlerdeydi. Sonunda paltosunu da çıkarıp portmantoya astı. Göz kapakları o kadar ağırlaşmıştı ki dikildiği yerde uyuya kalabilirdi. Uykusuz gözlerine ellerini çıkarıp ovaladıktan sonra, kendine gelmek adına yüzünü de sıvazlayıp birkaç saniye öylece bekledikten sonra aklına yaşananlar geldi.

Eğer kutlamadaki olay bir kalp krizi değil de biri tarafından yaşanan bir cinayet olsaydı, her şey yeniden mahvolabilirdi. En kötüsü ise kızı Nida bu olaydan nasıl sıyrılacağını düşündü, kızının iradesi zayıftı, o da kendisi gibi ailesini düşünen biri olduğunu biliyordu. Yani pek dayanamazdı bu olanlara.

Kafasını iki yöne doğru sallarken, yaşadıklarını aklından bir bir temizlemek ister gibiydi. Ellerini beline yaslayıp tekrar dudaklarının hepsini ağzının içine alıp ısırmaya başlayınca, çantasındaki telefonu aklına geldi. Uzun süredir telefona da bakmıyordu, çünkü gözlerinin önüne hep ailesi ve yaşadıklarıyla ilgili haberler düşüp duruyordu. Bugün Cesur’un gazetecilere bir açıklama yaparak cinayetin sebebini açıklayacaktı, ona bakmak için çantasından telefonu çıkarıp kapattığı telefonunu tekrar açmak için yanındaki düğmeye bastı.

Mutfağa geçerken, son kez merdivenlerin en tepesine bir bakış atıp tekrar elindeki açılan telefonuna baktı. Derin bir nefes alırken, ekran kısmında girilmesi gereken 140615 tuşlarına basarak sonunda telefonu açılmasını sağlamıştı.

Mutfak masasının yanındaki, sırtı duvara yaslanmış olan sandalyeye otururken, haberleri okuyacağı siteye girmişti. Anında ülkenin gündemini rahatsız eden olayların hepsi önüne düşmeye başlamıştı. Sıkıntıyla nefesini verirken, stresten sağ ayağı hızlı hızlı sallanmaya başladı.

Cesur olay ile ilgili açıklamasını, kendisi hâlâ yoldayken yapmıştı. Parmakları ekranında yazılan açıklamanın hepsini okuyabilmek için aşağı yukarı kaydırırken, sallandığı ayağını durdurarak hızlıca yerinden kalkıp bakışları ekrandayken tezgahın üstünde yer alan kahve makinesinin düğmesine bastı. Şimdi sert bir kahve ona iyi geleceğini biliyordu. Kahve bardağa süzülürken, o da açıklamayı dinlemeye başladı.

“Biliyorsunuz ki, daha bir hafta öncesine kadar ortaklarım ve kendi adıma düzenlediğim yeni işimizin adına kutlama yaparken, değerli misafirlerimin de olduğu ve bana ait olan otelimde bir cinayet yaşandığı ile ilgili kanıtı olmayan iftiralar, asılsız haberler yayılmaya başlandı. Fakat bunun bir cinayet değil, talihsiz bir şekilde yaşanan bir kalp krizi olduğu ortaya çıktı…”

Müge, kahve makinesinin altında dolmuş, içi kahve olan bardağı alarak tekrar yerine oturup bakışlarını ve kulaklarını ayırmadığı açıklama videosunu seyretmeye devam etti.

“Peki bir haftadır niye bu konuyla ilgili bir açıklama yapılmadı Cesur Bey?” erkek gazetecilerden biri sorusunu yöneltirken, siyah takım elbisenin içindeki adamın önüne ülkenin tüm haber kanallarının ait mikrofonlar uzatılmıştı. “Sizin bu kadar rahat olmanız ve asistanınız Gizem Hanım’da otelin önünde gülmesi tüm herkesin aklını kurcaladı. Bununla ilgili ne açıklama yapacaksınız?” bu soruyu da aynı muhabir sormuştu.

Gizem’de Cesur’da yine rahat olmaları Müge’nin gözünden kaçmamıştı. Kahvesinden bir yudum alırken sertçe yutkundu. Şimdiden iyi gelmişti yaptığı acı kahve.

İşaret parmağını burnunun ucuna götürüp kaşıdıktan sonra, ellerini ceplerine yerleştirip soruyu soran adamın yüzüne bakarken, “rahat olmamızın tek sebebi, bu sularda asla işimizin olmamasıdır. Cinayet gibi kötü işler bizim gibi insanların ellerinden çıkmaz!” gözlerini kırpmadan soruyu cevaplamıştı. Gizem de Cesur gibi siyahlar içindeydi. Dik omuzları, kendinden emin olan duruşuyla bakışları Cesur’daydı. Yüzündeki ciddiyetle, çatık kaşlarını soruyu soran muhabire çevirdi o da bakışlarını. “Benim otelimde yaşanması sadece talihsiz bir olaydı!”

“Fakat ailesi hâlâ bir cinayet olduğundan şüpheleniyor, kalp krizi yanıltmak için bir numara diyorlar. Doğru mudur?” farklı soruyu soran kadın gazeteci, elindeki mikrofonu daha çok yaklaştırdı Cesur’a. Alt dudağını dişlerinin arasına aldı Cesur ve yüzünde sanki bu sorulardan rahatsız olduğunu belli eden sırıtışı sinirlerinin bozulduğunu gösteriyordu. Soruyu soran kadın gazeteci bir adım geriye doğru çekildi istemsizce. Cesur işlerinin arasına aldığı dudağını serbest bırakırken, “kanıtlar başka bir numara göstermiyor. Ailesi için üzgünüm, bu yüzden otopsi raporunda ne yazıyorsa odur. Sevdikleri içinde elimden ne gelirse yardımda bulunacağız merak etmeyin.” Kafasını aşağı eğerken, yüzünde ölen kişi için üzüldüğü belliydi.

“Eğer başka sorunuz varsa sorabilirsiniz.” Cesur bakışlarını soruyu soran muhabirden alıp Gizem’e bir bakış attıktan sonra dudaklarını ıslatarak gözlerini, karşısında olan tüm muhabirlerin üzerinde gezdirdi. Sıcak bir gülümseme belirirken yüzünde, “o zaman dağılabilirsiniz arkadaşlar, çünkü her şey açıklığa kavuşuldu.” Ellerini ceplerinden çıkarıp, karakolun önünde olan siyah aracına binmek için aralarından geçerken, korumalar muhabirleri uzaklaştırmaya çalışıyorlardı.

“Peki Cesur Bey, Gizem Hanım ile ilgili bir ilişkiniz var mı?”

“İş ortaklarınızdan memnun musunuz?”

“Yeni projeler var mı?”

Muhabirler çoktan olayı unuturken, özel hayatı ile ilgili sorular sormaya başlamışlardı bile. Cesur hiçbirini umursamadan cebinden çıkardığı siyah gözlüğünü yüzüne yerleştirirken, Gizem’in arabaya geçmesini için kapısını açıp önünde bekledi. Gizem’de siyah gözlüğünü yüzüne takarken arabanın içine çoktan oturmuştu. Ardından Cesur’da arabaya bindi. Üç araba arka arkaya yolda ilerlerken, polisler gazetecileri uzaklaştırmaya başlamışlardı.

Son bir yudum daha kahvesinden alırken Müge, Cesur’un yaptığı bu açıklamasından sonra tüy gibi hafiflediğini hissetti. Ailesi içindi bu rahatlama, kızı içindi. En azından gözler üzerlerinden kalkmıştı. Rahat bir nefes ciğerlerinden verirken, bakışları tezgahın üzerinde yer alan iki çay bardağın içindeki dökülmemiş çay artıklarına ilişti.

Parmaklarının arasında tuttuğu üstünde tüten sıcak dumanı olan kahve bardağını yanındaki masaya bırakıp ayağa kalktı öfke damarlarında kol gezmeye başlarken. Birileri evde çay içmişti. Ankastre ocağın üstüne duran siyah çay demliğini gördüğünde çoktan tezgahın önündeydi. Çay demliğinin kapağını açıp soğumuş çay ile karşılaşırken, kaşları alnının üzerine çöküvermişti. Asla böyle şeylerden hoşlanmadığını tüm ev halkı bilirdi. Yıkanmamış çay bardağı, boşaltılmamış demlikler hepsi onu sinir eden şeylerin başında gelirdi.

Kullan, temizle ve bir dahakine işin olduğunda eline hazır gelsin. Hayatı hep bu cümlenin üzerine kurulmuştu Müge için. Ama kızı ve onunla çay içen her kimse bu kurala uymamışlardı. Kızının da uyandığını anladığında, sinirlerine hakim olmak ister gibi gözlerini yumup, “Nida, aşağıya gelir misin?” diye seslendi. Tekrar bağırmak için dudaklarını aralamıştı ki, odasına kendisi çıkmanın daha iyi olacağını düşündü ama önce tezgahı temizlemesi lazımdı.

İçi çay dolu olan bardakları lavabonun içine koyduktan sonra, eline sarı bulaşık eldivenlerini hızlıca geçirip, süngerin üzerine bulaşık deterjanından biraz döktü. Bardakları iyice yıkayınca, ocağın üstündeki demliğin içindekilerini de çöp kutusuna boşaltıp onu da iyice süngerle ovalayıp temizledi. Yıkama işi bittiğinde eldivenleri çıkarıp çöp kutusuna attı. Yıkadığı bardak ve demliği de beyaz kuru bir bezle sildikten sonra hepsini yerlerine yerleştirdi.

Birkaç gündür kendisinin ve Nida’nın ilaçlarını ihmal ettiği için mutfak çekmecelerinde eline hazır gelmesi için koyduğu ilaçları almak için ileriye doğru çekip içmesi gereken ilaçlardan kendisine ait olanı aldı. İki kutu vardı ve ikisinin üzerinde de farklı isimler yazıyordu; Nida ve Müge için. Bunlar kocasının el yazısıydı. Kendisi bile unutsa kocası asla unutmazdı.

Temiz bir bardak üst raflardan çıkarıp içine su doldurdu. Ardından kendisi için ayrılan ilaçlardan birini kutudan çıkararak işaret ve baş parmağının arasında duran beyaz küçük ilacı dilinin ucuna koyup bardağın içindeki suyu kafasına dikerek üç yudumda bitirmişti.

Kızı için ayrılan ilaç kutusunu çekmecenin içinden alıp mutfaktan çıkmak için çıkışa yöneldi. Merdivenlerden sessiz adımlarla çıkıyordu çünkü kızı kahvaltı ettikten sonra uyuyabileceğini düşündü. Zaten bu olaylar devam ederken dışarıya çıkma ihtimali çok düşüktü. Bu yüzden sessiz olmaya gayret gösterdi. Son merdiveni de çıkıp kızının odasına doğru dönerek, adımlarını Nida’nın kapalı olan odasının önünde durdurdu.

Nida’nın odasının önüne dikildiğinde, anne sevgisini kızının iliklerine kadar hissettirecek o gülümsemesini yüzüne iliştirip eğer uykudaysa ya da müsait olmama durumu yüzünden kapıyı sessizce tıklattı. Kızı zaten zor zamanlar yaşıyordu birde öfkeli olarak karşısına çıkması hiç iyi olmazdı. Ki zaten bulaşıklar düşünmesi gereken en ufak sorundu onlar için.

Kapıyı tekrar tıklatıp, küçük harflerle, “Nida, tatlım?” diye seslendi sevecen bir sesle Müge. Fakat ses gelmemişti. Belki de ilaçlarını kullandığı için ağır bir uykuda olabilir diye düşündü. Yüzündeki sıcak gülümseme hâlâ sürerken, kapının kolundan tutup aşağıya doğru indirip kapıyı geriye doğru iterek araladı. Bakışlarına ilk davetiye çıkaran şey kapının tam karşısında, çarşafları bozulmamış olan yatak karşılayınca, gülümseme yavaş yavaş izlerini silmeye başlamıştı.

Kapıyı sonunda kadar açıp içeri girdiğinde, bakışları hâlâ yatak ve katlanmış pijamalarının üzerindeydi. Odanın ortasına gelerek, “Nida?” diye tekrar bağırdı. Bakışları hızlıca odanın ortasında tur atmaya başlamıştı bile. Gülümsemesinin yerini bu sefer kasılan beden ve gerginlik almıştı. “Nida, kızım?” diye bağırdı. Bu sefer sesini telaş kaplamıştı.

Yatağın üstünde katlanmış olan pijamalar, düzenli komodin ve bozulmayan yatak örtüsü sanki, odaya daha önce kimsenin uğramadığını gösteriyordu. Ama Nida dağınık olmayı sevmezdi, dağınıklık onu yoracak kadar kötü hissettiriyordu. Bu annesinden gelen bir özellikte olabilirdi onun için.

Biriyle ne kadar uzun vakit geçirirseniz, zamanla o kişiye dönüşürsünüz!

Paniklemek üzere olan Müge’nin parmakları çoktan titremeye başlarken, ayakları da buna eşlik etmek üzereydi. Ellerini giydiği siyah kumaş pantolonun üzerine silerken, Nida’nın odasında bulunan banyonun kapısına doğru ilerledi. Ya bir daha ses gelmezse, ya kızı orada değilse… diye düşünmeden edemedi Müge. Ama sakin olmalıydı.

Banyo kapısının önüne gelince, derin bir yutkunmanın ardından yan tarafına saldığı elinin birini yumruk yaparak, eklem kısımlarıyla kapıyı minik bir dokunuşla tıklattı. “Nida,” sesi fısıltıdan ibaret çıkarken, öksürerek genzini temizleyip, “Nida, kızım!” bu sefer sesi gür çıkmıştı. Ama sesine cevap veren kimse yoktu. Bu sefer yumruk yaptığı ellerini, banyo kapısını kırmak ister gibi hızlı hızlı vurmaya başladı. “Nida kızım orda mısın?” sesi titremeye bile başlamıştı. Nida’nın evden başka gidecek bir yeri yoktu. Daha doğrusu evde takılmaktan daha çok hoşlanıyordu.

Zaten bir yere gidecek olsa annesine haber verirdi. Ya da en azından mesaj atarak haberi olmasını sağlardı. Ama hiçbirini yapmadığı için evi boş bulan Müge tedirgin olmaya başlamıştı. Bir diğer en büyük korkusuysa Nida’nın canına kıyacak kadar depresif bir kişiliğe sahip olmasıydı. Uzun süredir bu konu üzerine çok düşüyorlardı ama atlatmıştı Nida, canına kıyma olayını çoktan geçmişlerdi.

Banyonun kapı koluna parmaklarını sararken, açmak için aşağı yukarıya doğru hareket ettirdi Müge. Fakat kapı açılmıyordu, kilitliydi. Kızı banyoda bayılmış bile olabilirdi, ya da en kötüsü canına bile kastetmiş olabilirdi. Aklına kötü şeyler getirmemek için kendini tembihlese de durduramıyordu bu kötü düşünceleri.

Endişeden dolayı sol kolu uyuşmaya başlayınca, sağ elinin parmaklarını diğer kolunun bileğine sarıp ovalamaya başladı. Hemen odadan çıkıp merdivenleri koşar gibi inerek mutfağın içine girip masanın üzerine bıraktığı cep telefonunu aldı. Elleri, dizleri o kadar çok titriyordu ki, ekran kilidinin açılması için gerekli tuşlara bile basamıyordu.

150615 yanlış şifre

140516 yanlış şifre

Müge dişlerinin arasından bir küfür savururken, parmaklarının titremesine engel olmak ister gibi bedenini kastı ve şifreyi sakin bir şekilde tıklamak için işaret parmağını yavaş hareketlerle sayıların üzerine dokundurdu.

140615

Sonunda ekran açıldığında, aldığı nefesler boğazına bir yumruk yemiş gibi diziliyordu. Arama kaydına girip Zafer’i aramaya başladı. Telefonu kulağına götürürken elinin birini de sakinleşmesini ister gibi kalbinin üzerine koydu. Telefon iki kez çaldığında, arama meşgule atılmıştı. Tekrar aradı eşini ve arama yine meşgule atıldı. “Aç şu içine sıçtığımın telefonunu Zafer!” sabır dilenircesine alt dudağını içe doğru kıvırdı. Telefon bir kez çaldığında hattın diğer ucunda kocasının sinir bozucu sesini işitti.

“Ne oldu Müge, niye arıyorsun? Evin yolunu mu bulamadın?” telefonun ucunda hiddetlenen eşiyle şu an yüz yüze olsaydı, ağzının içinden çıkan salyalar yüzünü yıkayacağından emindi. Şu an eşinin saçma söylemlerine kulak tıkamalıydı, çünkü kızı evde yoktu ve nereye gittiğini onlara haber etmemişti.

“Nida…” dedi önce aldığı nefesler, nefes borusunu tıkarken. “Nida, evde yok Zafer!” sonunda cümlesini söylediğinde, telefonun diğer ucunda oluşan sessizlik yüzünden kulaklarını rahatsız edecek cızırtılar duyulmaya başlandı.

“İlayda’yı falan aradın mı, ya da evin her yerine baktın mı?” diye sordu Zafer birkaç saniye süren sessizliğin arasından. İlayda’yı hiç aramadığı aklına geldi o an. Genellikle yiyeni İlayda’nın yanında olurdu, zaten başka arkadaşları var mıydı, onu bile bilmiyordu Müge. Böyle bir olasılık kısa bir süre onu sakinleştirse de kardeşi Mustafa’nın sesi duyuldu.

“Nihal aradı beni. İlayda’ya ulaşamıyor. Eve gitmem gerek.” Endişesi on kat daha büyüdü kalbinde Müge’nin. Gözleri kocaman açılırken, göz pınarlarına toplanan göz yaşları canını yakmaya başladı. “Zafer…” diye mırıldandı Müge ve bir damla yaş düştü teninin üzerine. “Sakin ol sen Müge…” yutkunduğunu işitti Zafer’in. Eşinin kalbini de sarmaya başladı aynı endişe. “Eve geliyorum ben, sakin ol!”

“Çabuk ol Zafer,” gözleri boşluktayken, cümleleri kendiliğinden çıkıyordu dudaklarının arasından. “Yoksa biliyorsun, Nida…” gözlerini yumarken, derin bir şekilde yutkundu. “Tamam Müge, biliyorum. Sen evin her yerine baktın mı?” Müge’nin laflarını kağıt gibi kesen, Zafer’in telaşlı ve gergin çıkan sesiydi. “Her yere baktım, sadece banyo kaldı ve orası da açılmıyor.” Fısıltıdan ibaret çıkan sesini daha fazla gür çıkmasını sağlayamıyordu.

“İyi misiniz Zafer Bey?” telefonun diğer ucunda duyulan yabancı ses, Cesur Bey’e aitti. “İyim Cesur Bey, sağ olun.” Hızlı hızlı ortağını cevaplayan Zafer, tekrar Müge’ye, “sen banyonun yedek anahtarını bul, ben de eve geliyorum.” Dedi. Müge yumruk yaptığı elini kalbine dayamışken, işaret parmağını siyah boğazlı kazağının yakasından tutarak ileriye doğru çekiştirdi. Boğuluyordu, sanki kazak yerine iki tane el sarmıştı boğazını. “Ya banyonun içinde onu…” Zafer’in aklına o ihtimalde gelmiş olacak ki cümlesini tamamlamasına izin bile vermedi. Kızlarının intihar etme olasılığı, düşüncelerini kapladı!

“Sakın öyle bir şey düşünme Müge ve git o kapıyı aç… Geç olmadan!” son kelimesini öyle olmamasını umut eder gibi kurarken, Müge’nin gözleri hemen mutfağın çıkış kapısına çivilendi. “Cesur Bey benim eve gitmem gerek! Kızım Nida evde yok!” hattın ucundan duyulan sesten sonra Zafer telefonu kapatırken, Müge çoktan merdivenlere büyük adımlar atarak tırmandı.

Kendi odasına girdiğinde banyonun bir yedek anahtarını bulmak için tüm odayı birbirine katacak kadar dağınıklığa sürükledi. Ama hayır, yedek anahtar ya da başka hiçbir anahtar bulamıyordu. Yanaklarından süzülen yaşlara aldırış etmeden, aklına gelecek kötü ihtimalleri durdurmaya çalışıyordu. Kızının, yiyeninin nereye gittiklerini bilmiyordu.

Ve beynini saracak zehirli ağlar örülmeye başlanmıştı bile.

2 saat sonra;

Evin içine hakim olan gergin hava, tüm ev halkını yasa boğacak kadar fazlaydı. Alınan sık nefesler ve bedenlerinden yayılan korku ve endişe hepsini daha fazla tetikliyordu.

Salonun içi polisler kaynarken, Mustafa ve karısı da İlayda’dan haber alamayınca, apar topar kız kardeşinin evine geçmişti. İkisinin de telefonlarına ulaşılmıyordu. Giderken, bir mesaj ya da arama bırakmamışlardı. Bu onları daha fazla korkutuyordu.

Akıllarına, türlü türlü kötü olaylar geliyordu. Onlara zarar vermek isteyen insan çoktu. Sadece tanıyıp da düşman olan kişiler değillerdi bunlar, tanımayan bir sürü insan da onlara zarar vermek isteyecek kadar düşman bellemişlerdi. İlaç şirketleri olması ve ürettikleri her ilacın onlara zarar vermesiyle, bu olayların hiçbirini üstlenmemişlerdi. Şimdi her şey iyi olsa da geçmişte yaşayan insanlar bunu unutmamışta olabilirdi.

Oda da sadece birkaç memurun dışında Zafer’de ayaktaydı. Avuç içinde sımsıkı tuttuğu telefonunu saniyelikte olsa elinden bırakmadan, salonun ortasında ileri geri giderek kızını aramaya çalışıyordu. Fakat, arkadan gelen tek cevap, ulaşamıyor çağrısıydı. Siyah saçlarının arasına elini daldırıp geriye doğru yatırdığında, işaret parmağına değen tek nokta kafasının ortasında ki şişlikti. Küçücük olsa da o şişlik, hayatındaki yeri kocamandı. Yine aklına gelmişti, kafasının ortasındaki şişliğin sebebi. Gözlerini sıkıca yumdu. İşaret parmağını o noktaya bastırdığında, o küçük düğüm bu sefer acımadı. Uzun yıllardır acısı yoktu ama yüreğindeki acıyı nasıl yok edecekti? En önemlisi orasıyken hem de.

Giydiği beyaz gömleğinin ilk iki düğmesi çözülmüştü. Nefes almak istemişti bunu yaparken ama yetmemişti. Aklındakilerini silip şu an kızının bulunmasını istiyordu. Parmaklarını tekrar gömleğine atarak, üçüncü düğmesini de söker gibi çözdüğünde düğme koparak koltuğun altına doğru yuvarlandı. “Siktir!” dedi dişlerinin arasından Zafer. Gözleri koltuğun altına giden düğmedeydi. Ama şimdi onunla uğraşamazdı, kızına ulaşması gerekiyordu. Tek varlığına. Bir daha kızını aramaya koyulduğunda, polislerden biri konuşunca aramaktan vazgeçti. Saatlerdir arıyordu ama sonuca ulaşamıyordu Zafer!

“En son şirkete uğramışlar değil mi?” diye sordu koltukta oturan bir polis. Mustafa sadece başıyla onaylarken, eşi Nihal tekrar göz yaşlarını tutamayarak başını eğip yüzünü ellerine gömmüştü. Sessizce burnunu çekerken hıçkırıklarını susturmaya çalışıyordu.

“En son kiminle konuşmuşlar?” bu sefer soruyu soran farklı bir polis memuruydu. “Cesur Bey’in asistanı Gizem Hanım ve şirkette çalışan bir kadınla.” Tekrar Mustafa sorulara zorlukla cevaplarken, bakışları masanın üzerine yasladığı küçük deftere not alan polis memurunaydı. Polis memurları, verilen cevaplara sadece başlarıyla onaylarken, “kamera kayıtlarına baktık, kızlarınız şehir dışına doğru çıkmışlar. Daha sonra da farklı bir yola saparak şehir yolu güzergahından ayrılmışlar. Gidecekleri yeri size söylediler mi?” diye farklı bir soru daha yöneltti karşısındaki insanlara.

Mustafa oturduğu yerden başını kaldırarak, ayakta ileri geri giden Zafer’i bulduğunda bakışları, aynı anda kafalarını olumsuz anlamda salladılar. “Anladım.” dedi tekrar aynı polis memuru. “Son görüştükleri kişilerle de konuşmamız gerekiyor.” Cümlesini söylerken, çalınan kapının zil sesi, herkesin bakışlarını karşıya dikmesine neden oldu.

Zafer koşar adımlarla kapıya giderken, kızının bir umutta olsa eve gelme ihtimali yüzünden heveslenmişti. Koltukta oturan Nihal ve Mustafa’da ayaklanmışlardı. Zafer kapıyı sonuna kadar araladığında, karşısında Cesur ve Gizem ile karşılaştı. Hevesi toz bulutuna dönüştü saniyesinde. Cesur, Zafer’e yarım bir şekilde gülümserken, kapıyı geçmeleri için aralayıp “hoş geldiniz Cesur Bey, Gizem Hanım.” Diye onları selamladı. Sesi yorgun ve üzgün çıkıyordu Zafer’in.

“Kusura bakmayın Zafer Bey, yanınıza gelmek için biraz geç kaldık. Kızınız için çok üzgünüm.” Kafasını hafif eğerken dudakları üzüldüğünü belli eder gibi içine gömmüştü. “Umarım bir gelişme vardır?” Zafer’in geçmeleri için araladıkları kapıdan içeri geçerken, siyah paltosunu omuzlarından çıkarıp yandaki şifonyere bıraktı. Gizem’de giydiği diz kapağının altına kadar gelen deri ceketini çıkarıp Cesur’un siyah paltosunun üzerine bıraktı.

“Maalesef bir gelişme yok Cesur Bey,” bakışları Gizem’i buldu Zafer’in. “En son şirkette Gizem Hanım ile konuşmuşlar. Garip bir durum var mıydı ikisinde de?” sorusunu yönelttiğinde, Gizem dizlerinin yukarısına kadar gelen botlarının üstünden Cesur’a birkaç saniye bakışlarını değdirdi. Cesur’un bakışları ise Zafer’in üstündeydi. “Evet şirkete uğradılar İlayda ile, hatta kahve bile içme teklifi sundum ama kabul etmediler, bir işleri olduğunu söyleyip ayrıldılar yanımdan. Yani garip bir durum yoktu ikisinde de.” Zafer umutsuzca kafasını eğip aşağı yukarı sallayarak bedenini yan tarafa doğru çekip Cesur ve Gizem’in salona geçmeleri için yer açtı.

Gizem’in görünmeyecek kadar olan silik gülüşünü bile fark edememişti. Tekrar bakışları yanında duran Cesur’a kaydığında, Cesur’da gözlerin ona indirip hep beraber salona doğru ilerlediler. Nihal kızını değil de başkalarını gördüğü için ağlaması daha çok şiddetlenirken kalktığı yere tekrar çöktü.

“Hoş geldiniz.” Mustafa bakışlarını gelen kişilere gezdirirken ikisine de söylemişti. Onlarda başı ile selamlarken, “kızlarınız adına çok üzgünüm, çok geçmiş olsun.” Dedi Cesur üzüntüsü sesine yansırken. Polis memuru, Nida ve İlayda’nın kamera kayıtlarında konuştuğu kişiyi yani Gizem’i tanıdı görür görmez. “Merhaba Gizem Hanım.” Dedi önce polis. Gizem sadece gülümsemesiyle polis memurunu selamlarken ellerini, giydiği mini siyah elbisenin arkasına kenetledi. “Kamera kayıtlarında görmüştüm Nida Hanım ve İlayda Hanım’ın sizinle konuştuğunu…” dediğinde, Gizem, “evet, kamera kayıtları alınmadan önce bizden izin alınmıştı.” Diye onu cümlesini bölüp kendisi konuştu.

Başıyla onu onaylayan polis memuru, “evet biliyorum. Eğer zamanınız varsa birkaç soruma cevap verebilir misiniz?” kafasını hafif eğip “eğer bir yardımım olacaksa tabi ki, seve seve.” Diye yanıtlı onu Gizem.

“Müge Hanım’ı göremedim Zafer Bey. Kendisi nerede acaba, ona da geçmiş olsun demek istiyorum!” Cesur’un bakışları Zafer’deyken, “kendisi Nida’nın odasında. Merdivenlerden yukarı çıkıp sola dönün. Hemen soldaki ilk kapı.” Eliyle yerini gösterir gibi merdivenlere doğru uzattı Zafer. Cesur giydiği siyah takım elbisesinin ceplerinde olan ellerini dışarı çıkarırken, tekrardan bakışları ve başıyla karşısındaki kişilere selam verip merdivenlere doğru ilerledi. Birkaç tane polis memurun bakışları ondayken, Gizem Mustafa’nın yer verdiği koltuğa oturarak sol ayağını diğerini üstüne atınca siyah elbisesi yukarıya doğru hafif kaymıştı ama umursamamıştı bu durumu. Onlar gözlerine hakim olmalıydı, diye düşündü. Gizem merdivenleri çıkan adama hiç bakmadan polislerden gelecek olan soruları beklemeye başladı.

***

Cesur, son basamağı da tırmanınca soldaki ilk odanın kapısının aralıklı olduğunu gördüğünde son adımını da yanına atıp merdivenin başında beklemeye başladı. Bileğine taktığı saate bakmak için kolunu ileriye doğru uzatıp saati görebilmek için giydiği kıyafetlerin yukarıya doğru çekilmesini sağladı. Saat 15.00’di. Bir saat içinde orada olmalıydı, çünkü onların varmasına da çok az zaman kalmıştı.

Gizem’in onlara rahat bir şekilde sordukları sorulara güzel cevaplar vereceğini biliyordu. Nida ve İlayda öğlen saatlerinde şirkete uğramışlardı. Onlar oradan ayrılır ayrılmaz Gizem karakola gelmişti. Şimdi de Kaya onları yol güzergahında tutmaya çalışıyordu, yetişmesi lazımdı olaylar yaşanmadan önce.

Açık olan kapıya vardığında, aralıklı duran odanın içine baktığında yatağın üzerinde arkası dönük bir kadının uzandığını gördü. Odanın içinden vuran kadın parfümü Cesur’u hafif tebessüm ettirmişti. Aynı kokuydu, yıllardır burnunun ucunda tüten kokuydu, bu sefer daha kadınsıydı. Şimdi de aynı koku kendi odasını kaplamıştı.

Elini kapıya yaslayıp ağır ağır geriye doğru ittirdi. Kapıdan gıcırtı sesleri çıkıyordu ama fazla değildi, en azından yatan kadının uyanmaması için az bir ses olduğunu düşündü Cesur. Kapıyı sonuna doğru açtığında, beyaz büyük bir yatağın odanın ortasını tamamen kapladığını gördü, beyaz büyük bir elbise dolabı da aynı şekilde sağ tarafında kalan duvarı boydan boya kaplamıştı. Pencerenin önünde beyaz çalışma masası vardı. Odada sadece beyaz renkler hakimdi, tam onun rengiydi bu. Esmer tenine zıt bir renk seviyordu.

Cesur siyah pantolonun ceplerine ellerini sıkıştırdığında, alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırmaya başladı. ilk defa odasını görüyordu, her zerresini incelemek onun hakkında bir şey daha öğrenmek istiyordu. Hem de her zaman.

Yatağın üstüne yatan kadına gözleri iliştiğinde adımları yatağın uç kısmına kadar gidip kucağında elbiseyle uyuyan kadını izlemeyi başladı. Sımsıkı tuttuğu kıyafetleri yüzünün yarısı gömülüyken, ağladığını belli eden şişlikler ve kızarıklarla doluydu yüzü. Dişleri istemsizce birbirine kenetlenirken, çene kemiği seyirmeye başladı Cesur’un.

Uyurken dünyanın en masum insanına baktı Cesur, herkes uyurken masumdu, ta ki gözleri açılıp gerçek niyetini gösterene kadar. Cebinin içinde olan eline değen metal parçasına sımsıkı sarıldı. Şu an kendisi değil de diğerleri olsaydı burada neler olacağını tahmin etmek zor değildi onun için.

Cesur gözlerini sımsıkı yumduğunda, aklına hücum etti tüm anılar. Aslında anı değildi onlar, birer acıydı. Bir acıda değildi, yedi acıydı aslında. Bir çığ gibi düştü kalplerinin ortasına ve bir daha da kalkamamıştı altlarından. Öldüler, ama kimse gömmedi o yedi çocuğu, diye düşündü.

Ceketinin cebinde olan telefonundan mesaj sesi gelince, düşüncelerine saplanmış olan bıçak gibi çekip çıkardı onu oradan. Ekrana baktığında, önceden kurdukları ‘grup’ isimli gruptan mesaj geldiğini gördü.

A: Nerede kaldın? Gelmek üzereler.

Böcek: Merak etme ben buradayım, gönlünü ferah tut.

A: Belanı siktirtme, Kaya. Sen uzaktasın nasıl müdahale edeceksin. Zaten iki kadınla iş mi yapılırmış? Umarım bu kadınlar işi batırmaz.

Bıçak: İsim verme dedik sana, kaç kere söyleyeceğiz?! Kadınlarla iş yapmak istemiyorsan git Arın o zaman. Biz hallederiz.

A: İsim verme dedik Artemis. Zorunda olmasam giderim zaten, siz batırmayın da işi sonra konuşuruz.

Akrep: Şu an donuyorum, yoksa bu ipi boğazına salmıştım 'kadınları çok seviyorum.' sonuna da iğrenen bir emoji koymuştu.

A: Bu sefer de geç kalma Cesur, yoksa kızı orada öldürürüm. İşin berbat olmasına göz yumamam.

Burnundan solumuştu Cesur. Son mesaja bir kez daha göz gezdirdi. Onları orada tek başına bırakmak istemiyordu. Çünkü hiçbirinin iradesi güçlü değildi, o an akıllarına geleni yapacak çocuklardı. Sonu ne olur düşünmezlerdi.

Gruptan gelen mesajları tek tek okuduğunda, hepsinin yerlerini aldığını anlamıştı. Ama yetişemeyecekti bu olaylara. Ve kızlar değildi tek sıkıntı, başka misafirleri daha gelecekti o yoldan. Üç kişinin halletmesi imkansızdı ama onlar için değildi. Halledeceklerine emindi, çünkü hepsi birer kesici alete dönüşmüş insanlardı, onlardan kaçsalar bile kullandıkları aletlerden kaçmaları imkansızdı.

Cebindeki metal parçasını çıkarırken, uyuyan kadının arkasına doğru ilerleyip telefonun sesini tamamen kısıp ceketinin cebine attı. Pantolonun cebinden çıkardığı küçük şeffaf poşetin içine koyduğu makası gözlerinin önüne kaldırırken, uyuyan kadını uyandırmamak adına dikkatli olmaya çalışıyordu. İşini de çabuk halletmesi lazımdı çünkü odaya gelen başkaları da olabilirdi.

Makası poşetin içinden çıkarmadan önce ellerine eldiven takması gerektiğini bildiğinden, elindekilerini bir yere koyabilmek için bir yer aradı. Arkasını döndüğünde yatağın yanındaki komodinin üzerinde duran mavi şal dikkatini çekince olduğu yerde duraksadı. Evet hatırlamıştı, Nida’ya şalı gönderdiği zamanı hatırlamıştı. Zaten üstünden çok bir zaman geçmemişti, şimdi de onu baş ucunda katlı bir şekilde görmesi dudaklarının sıcak bir gülümseme ile yukarı doğru kıvrılmasına neden olmuştu.

Mavi şalı yerinden alıp burnun ucuna kadar getirdi. Gözleri kapanırken, burnuna gelen o kokuyu ciğerlerine kadar çekti. Bu şala önceden kendi kokusu sinmişken, şimdi tamamen onun kokusunun sindiğini fark etti. burnun ucundan çekerken, komodinin arkasında dikkatini çeken başka bir şey daha vardı. Yatakta uyuyan kadına göz ucuyla baktıktan sonra, ucu gözüken şeyi alabilmek için komodine ayağını dayayıp kenarlarından tutarak kendine doğru çekti. Yatağın başlığı ve komodinin arasına sıkışmıştı.

Biraz çektikten sonra üst bedenini biraz eğip elini oraya doğru uzatarak sıkıştığı yerden tutup çıkardı Cesur. Bakışlarının önüne getirdiğinde, tahtadan yapılmış bir kuş olduğunu gördü. Kanatları kırmızı ve beyazdı. Altında ise SERÇE 4 ARALIK 2010 yazıyordu. Evet o sıfat… Serçe. O gün aklına gelmişti. İlk kez bu kelimeyi söylediği gün. Yüzünü görememişti ama sesindeki o ifade kulaklarında hâlâ netti. O kadar görmek istemişti ki yüzünün halini, en çok o anda sıkışıp kalmıştı Cesur.

Ne şalı burada bırakmak istiyordu ne de bu el yapımı kuşu. Hemen komodinin kendine doğru çekip içini karıştırmaya başladı. Poşet lazımdı Cesur’a, şalı içine koyup pencereden dışarıya attıktan sonra aşağıdan onu alacaktı. Çekmecenin içi dolu poşetti, elini birine atarak içindekilerini hepsini çekmeceye boşalttı. Poşetin içinden bir sürü ağzı açık ilaç kutusu dökülmüştü, hepsi de kullanılmıştı.

Cesur’un bu görüntüden dolayı kalbi sızlamıştı, kendisinin de bu yollardan geçtiğini bildiği için sızısı on kat daha artmıştı. Kafasını iki yöne doğru sallayıp bu ana odaklanmaya çalıştı. Poşeti çıkarıp mavi şalı içine tıktıktan sonra, ayaklarını hafif yere basarak pencerenin önüne doğru ilerledi. Gözleri ise bir taraftan uyuyan kadındaydı. Pencereyi aralayıp poşeti aşağıya attı. Pencereyi tekrar kapatırken bakışları uyuyan kadındaydı.

Tekrar aynı yerine döndüğünde, kuşu cebine koyup komodini de yerine itelemişti. Ceplerinde bulunan iç içe geçirilmiş beyaz eldivenleri ellerine takıp şeffaf poşetin içindeki makası havada tuttuğu avuç içine serbest bıraktı. Yastığın üzerine dağılmış olan saçların bir tutamını parmaklarının arasına alırken, yavaşça saçları makasın arasına yerleştirip kesti. İki parmağın arasındaki saçları şeffaf poşetin içine koydu.

Müge hafif uzandığı yerde kıpırdandı. Birkaç saniye nefesini tuttu Cesur, Müge’nin kıpırdaması kesince, odadan hızlı adımlarla ayrılıp koridorun içinde aileye ait olan ortak banyoyu aramaya başladı. İki kapı daha vardı, Nida’nın odasının önünde dururken ilk önce sağ tarafında kalan odaya ilişti gözleri. Diğer ise sol tarafta kalan, koridorun diğer ucundaki yerdi.

Büyük ihtimalle odalar koridorun başında yer alırdı, yani aile odasını kızına daha yakın bir yerde olmayı tercih ederdi, diye aklından geçirdi Cesur. Hemen adımları sol taraftaki odaya doğru atmaya başlayınca, merdivenin sonuna doğru bir bakış attı. Sesleri geliyordu, hâlâ Gizem ile konuşuyorlardı. Gizem yine herkesi etkileyebilecek o sesini ve hareketlerini kullanacağından şüphe etmedi Cesur.

Sol taraftaki odanın önüne gelip kapının kulpundan tutarak kendine doğru çekip açılmasını sağladı. Tam tahmin ettiği gibiydi banyo burasıydı. İçeriye girip son kez dışarıyı kontrol ettikten sonra kapıyı yavaşça kapattı. Hemen lavabonun üstünde yer alan dolapları karıştırmaya başladı Cesur vakit kaybetmeden. Kablosunu makineye dolanmış olan tıraş makinesini eline alıp lavabonun üzerine bıraktıktan sonra, şeffaf küçük poşeti tekrar çıkardı.

Bu sefer çıkardığı poşetin içinde cımbız vardı. Poşetin içindeki cımbızı çıkarmadan önce makineye dolanmış olan kabloyu söktükten sonra makineyi yukarıya doğru kaldırıp işaret ve baş parmağının arasında tuttuğu cımbızla tıraş başlığının arasında bulunan küçük tüyleri çıkarıp ağzını açtığı şeffaf poşetin içine koydu. Bu işlemi birkaç kez tekrarladıktan sonra, cımbızla tuttuğu küçük tüyler yüzünü ekşitmesine neden oldu. Topladığı bu tüyler ve saç ilerde işine yarayacağını iyi biliyordu Cesur. Bu yüzden iğrenmesine engel olmaya çalışıyordu.

Son birinin kalmıştı örneğinin almadığı, onu da almakta kararsızdı Cesur. Eğer almadan giderse diğerlerinin nasıl tepki vereceği biliyordu. Önce makineyi nasıl bulduysa yerine koyup tekrar banyodan çıkmıştı poşetleri bir taraftan da cebine yerleştirirken. Kapıdan çıkarken, birkaç adımdan sonra merdivenin başında dikildi az bir süre.

“Gizem Hanım sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz.”

“Rica ederim Nihat Bey.” Güldüğünü işitti Gizem’in, Cesur.

Nida’nın odasına tekrar girdiğinde, yataktaki kadın aynı pozisyondaydı. Kapının yanında bir açık kapı daha vardı, burası ise Nida’nın kendisine ait bir banyoydu. Oraya girdiğinde bir sürü duş jeli ve şampuan vardı. Mermer lavabo tezgahına koyulmuş olan tarağın üzerinde duran saçları gördüğünde tarağı eline aldı, fakat kararsızdı bu saç tellerini almakta.

“Cesur Bey ile ne zamandır beraber çalışıyorsunuz?”

Polis memurlarından birinin sesi ile birlikte yukarıya çıkan adımlarını işittiğinde, eline geçirdiği beyaz eldivenleri hızlıca çıkarıp ceplerine koydu.

“Uzun süredir kendisiyle çalışıyorum.” Diye yanıtladı Gizem. “Nihat Bey…” adım sesleri kesildi anında. “Zamanı değil biliyorum sormak için ama,” kıkırdadı Gizem. Bakışları karşısındaki adamı tepeden tırnağa süzerken, bir adamı baştan çıkaracak gülümsemesini takınıp dudaklarını dişlerinin arasına alıp ısırdı. “Acaba evli misiniz? Çünkü böyle bir adamın bekar kalması benim için şaşırtıcı olurdu doğrusu.” Karşısındaki bir polis memuruydu fakat bir erkekti de. Gizem’in kızıl saçları, keskin bakışları ve vücut hatlarıyla her erkeği elde edebilecek kadar güzeldi.

Gizemin sorduğu soruyla birlikte karşısındaki polis memurunun yanakları anında kızarıp elinin birini saçına atarak utandığı içinde kafasını aşağıya eğmişti. “Maalesef bekarım Gizem Hanım. Güzel bir kadının karşıma çıkmasını bekliyorum en kısa sürede.” Evet etkilenmişti Gizem’den. Şaşırmamıştı, farklı bir durum olsaydı o zaman daha çok şaşırırdı. Kızıl saçlarını eliyle omuzlarından geriye doğru atıp karşısındaki kızaran adama tebessüm etmeye başladı. Arada gözleri arkada kalan odaya ilişse de çaktırmamaya çalışıyordu.

Gizem içerden seslerin geldiğini duyunca hemen rahatlayıp “umarım bulursunuz Nihat Bey.” Onu geçiştirip odaya girmek için tekrar yürüdüler. Polis memuru bu duruma bozulsa da başıyla Gizem’i onayladı.

Cesur, odaya gelenlerin farkındaydı ve Gizem onu oyalamaya çalıştığını iyi anlamıştı. Tarağı yerine koyarken son bir bakış attı saç tellerine. Ardından bedenini geriye doğru çevirirken, kirli sepetinden sarkan siyah südyeni gördü Cesur ve dudakları imayla kıvrıldı. Adımlarını oraya doğru atıp aşağıya sarkan südyeni sepetin kapağının altından kurtarıp göğüs kısımları üst üste gelecek bir şekilde katlayıp tekrardan kirli sepetine atmıştı. Onu başkalarının da görme düşüncesi öfkelendirse de, giydiği siyah ceketinin yakalarını düzelterek kendine çeki düzen verdi.

Banyodan çıktığında, elini açık olan kapıya yaslayıp kapatmak istediğinde, yatakta arkası dönük olan kadının başının havada tutup kendisine baktığını fark etti. “Cesur Bey?” burada neden olduğunu merak eden sesiyle birlikte, gözleri az önce uykudan uyandığını belli eder gibi zar zor açıkta tutuyordu.

Cesur onu uyanık beklemediği için şaşırmıştı ama anında toparlayıp karşısındaki kadına gülümseyip banyonun önünden ayrılarak, “ Müge Hanım, uyandırmak istememiştim kusura bakmayın.” Deyip işaret parmağını havaya kaldırıp arkasını gösterdi. “Bende az önce geldim, olanları öğrenir öğrenmez bir yardımım olur diye size.”

Müge’de hemen gülümseyip uzandığı yerden doğruldu. “Sakın kalkmayın Müge Hanım lütfen. Bende gidecektim zaten, olanlar için üzgünüm çok geçmiş olsun. Kızınızı en kısa süre de size ulaştırmak için elimizden geleni yapacağız.” Ellerini yumruk yapıp önünde bekletti Cesur. “Teşekkür ederim Cesur Bey.” Burukça gülümsedi Müge.

“Cesur Bey!” polis memuru ve Gizem içeriye girdiğinde ilk dikkatleri Müge’ye çevrilmişti. Müge çoktan doğrulmuş parmaklarıyla şakaklarını sıvazlıyordu. O kadar ağlamıştı ki gözlerinin altı kocaman olmuştu. Baş ağrısı ise cabasıydı. “Konuşuyor muydunuz?” diye sordu polis memuru. “Aşağıya gelmeyince sizi yoklayalım dedik.” Cesur, polis memurundan uzun olduğu için kafasını yukarıya kaldırmak zorunda kalıyordu.

“Evet, sağ olsun Cesur Bey beni yoklamaya gelmiş. Tekrardan teşekkür ederim hepinize.” Karşındaki kişilere baktıktan sonra derin bir nefes verdi dudaklarının arasından. “Rica ederiz.” Diye yanıtladı Cesur tekrardan.

“Cesur Bey imza için karakola gitmem gerekiyormuş. Sizinle gelemeyeceğim.” Başıyla onu onayladı Cesur, ama geç kalacakları olay için bozuntuya vermedi hiçbir şekilde. “Beni de bekleyin lütfen yemek için, Amerika’dan gelen arkadaşınızla tanışmayı çok istiyorum.” kollarını göğsünde birleştirip dudaklarını düz bir hale getirdi Gizem.

“O arkadaşım da sizinle tanışmayı çok istiyordu.” dedi Cesur. Tek anlamayan polis memuru ve Müge’iken aralarında bir şifre gibi konuşuyorlardı. Cesur buradan gitmeden önce İlayda’nın da evine uğraması lazımdı. Uzun süredir telefona bile bakamamıştı bu yüzden neler yaşandığını da bilmiyordu.

“Gizem Hanım’ı birkaç saat karakolda tutacağız, siz işinize bakabilirsiniz Cesur Bey.” Dedi polis memuru.

Cesur, herkes ile selamlaşıp onlara veda ettikten sonra Gizem’i yanlarında bırakıp evden ayrılmıştı. Arabaya binmeden önce pencerenin önüne attığı içinde mavi şalı da aldıktan sonra, giydiği siyah paltosunun yakalarını düzeltip siyah gözlüklerini yüzüne takarak arabaya binmişti.

Telefonu çıkarıp gruptan gelen mesajları tekrar okumaya başladı.

A: Yine geç kaldın. Artemis yaralandı, ama sen yine geç kaldın.

Yutkundu Cesur. Artemis yaralanmıştı hem de ona bir sürü söz vermişken yine engel olamamıştı yaralanmasına.

Bıçak: Ufak bir çizik yarası, abartma istersen. İş hal oldu merak etme sen. Arın abartıyor.

Böcek: Götüm dağıldı resmen! Hâlâ belim ağrıyor, taşlar kocamandı. Benimkiler kadar değil tabi ;)

Akrep: İğrençsiiiiiiin!

*Geliyorum, çok az bir işim kaldı.

Cesur’un mesajına görüldü attıklarında bahsettikleri taşlardan anlayamamıştı Cesur. Ama şimdi diğer evden de örnek alması gerekiyordu. Ki lazım olduğunda kullanabilmeleri için. Vakit kaybetmeden arabayı çalıştırıp yola koyuldu.

 

 

 

 

 

Loading...
0%