Yeni Üyelik
2.
Bölüm

ORTAK

@kadrisyazar_

 

 

 

MASKENİN ARDINDAKİLER

 

 

 

1.BÖLÜM

 

ORTAK

 

 

"Kasım 2023"

"Nida AKEL"

Yatağın ucunda durmadan çalan alarm, uykumdan uyandırmak için beni zorluyordu. Benim ise gözlerimi aralayıp kapatmak için kolumu kaldıracak kadar halim yoktu. Fakat alarmın susmayacağını bildiğim için elim ile komodinin üzerinde susmak bilmeyen telefonumu aramaya başladım. Ses, odanın içinde daha çok artıyordu ve benim bu duruma sinirlerim bozulmak üzereydi. Kafamı koyduğum yastıktan biraz kaldırıp kapanmaya zorlayan gözlerimin sadece tekini aralayarak komodinin üzerinde duran telefona baktım . Telefon tam komodini ucunda duruyordu, biraz daha titreyip çalmaya devam ederse yere düşmesi an meselesiymiş.

Telefonu elime aldıktan sonra, tekte kalan elimle üzerime çektiğim yorganın kenarından tutarak diğer tarafıma doğru attım. Yatağın içinde oturduktan sonra hâlâ çalmaya devam eden alarmı kapatıp bir oh çekerek kafamı arkaya doğru attım. En küçük sesi bile kafam kaldırmıyordu. Tekrardan kafamı öne doğru getirip saate baktım. Her gün saatimi dokuz kırk beşe ayarlıyordum. Ve telefonda kurduğum saati gösteriyordu.

Eğer alarm kurmazsam, uyanmam öğleni buluyordu, hatta öğlen saatini bile geçtiği oluyordu. Çok fazla uyumak istemiyordum, günümün yarısı uyumakla geçtiği için diğer işlerim için vakit kalmıyordu. Vaktim kalsa bile yapacak halim olmuyordu. Bu yüzden her gün alarm kurmak iyi oluyordu benim için. İlaç kullandığım için gece olmadan uykum geliyordu ve geç uyanmamın diğer sebebi de kullandığım ilaçların yan etkisiydi.

Küçüklükten beridir hep aynı ilaçları kullandığım için üzerimde oluşan büyük etkilerini gözle görebilecek kadar fazlaydı. Çöken ve moraran göz altları, cılız bir vücut ve halsiz bir beyin. Yetmediği gibi bir de geceleri kabuslar görüyordum. Bunların arttığını gördükçe daha çok üzülüyordum, üzüldüğüm içinde daha çok artıyordu. Bir nevi kısır döngüye girmiştim. Bir aya yakındır bu ilaçları kullanmayı bıraktım, şimdi de hayatımın düzene girmesini bekliyordum. Çabuk olmayacağını biliyordum ama en azından ben bir adım atmıştım.

Sağ elim ile gözümü avuşturup uyku mahmurluğumun dağılmasını sağladım. Tekrardan bakışlarım elimde tuttuğum telefonu buldu. Ekranın üstünde kullandığım bazı hesaplardan bildirimler gelmişti. Sanırım ülkenin durumuyla ilgiliydi. Bu hesabı takip ettiğim için sıklıkla bildirim geliyordu. Ekranın üzerine tıkladıktan sonra önüme bu sabah yaşanan bir haber düştü.

"iki gün önce, İstanbul'da içinde yirmi öğrencinin bulunduğu okul servisini ateşe veren kişilerin, bugün aynı şekilde yolcularının bulunduğu bir otobüsü ateşe vererek yaktıkları bildirildi. Yanan arabadan sadece bir kişi kurtulabildi. Kurtulan kişinin de durumu çok ağır olduğu, hayati riskin büyük olduğu söylendi. Olay yerinin yakınında sadece bırakılan bir adet siyah maskeydi. Birçok olaydan sonra bulunan bu maskelerin arkasında aynı kişilerin olabileceği düşünüldü. Kimliği belirsiz bu kişiler halkı endişelendirdiği gibi, ülkedeki tüm emniyet güçlerini de seferber etti. İşte olaydan geriye kalan görüntüler."

Yanan araba görüntüleri ve olay yerine gelen birçok polis ve jandarma vardı. Hepsinin görüntüleri tüm sosyal medya platformların da yayılmaya devam ediyordu. Birden fazla etiket açılmıştı olaydan sonra. Haberi okuduktan sonra maskenin ardındakiler adı altında açılan etikete girdim.

Kim lan bunlar! #maskeninardındakiler

Gece kurulacak senaryo hazır kızlar. #maskeninardındakiler

Bulunurlarsa aynı şekilde diri diri yakılsınlar. #maskeninardındakiler

Yazık gerçekten! Çocuklardan ve masum insanlardan ne istediniz. #maskeninardındakiler

Bence tek kişi olamaz bunu yapan. Birden çok fazla kişi olabilirler. #maskeninardındakiler

Ben sevdim sanırım bunları. Umarım çok daha fazlasını görürüz. #maskeninardındakiler

Daha önce sicilleri temiz olmayan insanların cesetlerinin yanında bu maskeler vardı, eminim ki bunu yapan her kimse onların üstüne suç atıyorlardır. #maskeninardındakiler

Etiketlerin çoğunda, bu insanların yakalanmasını ve en ağır cezalarla yargılanmasını isterken, bazı kesim de onları destekliyordu. Hatta suçsuz olabileceklerini bile savunuluyordu. Bu yazıların çoğunu inanmayarak okumuştum çünkü bu insanların hepsi suçluydu. Onları destekleyerek, daha çok yapmaları için teşvik ediyordu. Öyle ya da böyle maske takarak insanların suç işleme oranı artamaya başlamıştı. Hırsızlıktan, adam öldürmeye kadar bu maskeleri kullanarak sayısız iğrenç işler yapmaya devam ediyorlardı. Ve bulunmaları daha çok zorlaşıyordu.

Bunu başlatanları bulunmaları gerekiyordu hem de hemen!

Kapının tıklatılmasıyla, ekranda baktığım haberleri kapatmak için telefonun düğmesine bastım. Kapı ileriye doğru açılınca elinde tuttuğu bir bardak su ile annem göründü. Bakışlarım hemen yatağın diğer ucunda duran komodinin üzerindeki tüm suyu içilmiş boş bardağa çevrildi.

"Günaydın benim kızıma." Annemin yumuşak çıkan sesiyle birlikte, bakışlarımı onun yüzüne çıkardım. Avucunun biri kapalıydı. Kullandığım ilaçları getirmişti!

Nasıl öğrendiğini bilmiyordum ama bir ay önce bıraktığım ilaçlardan haberi vardı. Şimdi ise bana güvenmediği için her akşam ve her sabah ilaçları kullanmam için odaya kendisi getiriyordu. Birkaç gün içmeye devam ettim çünkü her seferinde ağzımın içini ve dilimin altını kontrol ediyordu. Ona içtiğime dair güven verince bakmayı da durdurmuştu.

Vücudunu saran dar siyah boğazlı kazağı ve başının üstüne yaptığı sıkı topuzuyla gülümseyerek yüzüme bakıyordu. Onu başka şekilde görmek mümkün değildi, hep aynı şekilde giyinir ve saçını bu şekilde bağlardı. Aynı şekilde gülümseyip, "günaydın." Dedim.

Bir kolumun dirseği bağdaş kurduğum bacağımın üstünde , işaret parmağımı da şakağıma dayamış bir şekilde, yatağın önüne doğru yürüyen annemi izlemeye başladım. Yüzümde yalandan beliren bir tebessüm vardı ama ilaçları kullanmaya devam ettirildiğim için gergindim. Tabi ki ilaçları verdikten sonra yutmadığımı görürse, vereceği tepkiden dolayı daha çok gergindim.

Yatağın ucuna geldikten sonra, elinde tuttuğu su dolu bardağı uzatmadan önce, baş ucumda duran, içi boş bardağa ve sürahiye baktı. "Sanırım, geceleri çok susuyorsun..." eli ile o tarafı gösterdi, "en son doldurduğum da az daha taşıyordu. Çok mu uyanıyorsun?" şüphe duyar gibi kafasını sağ tarafına yatırdı. Sakin kalabilmek için alt dudağımı ağzımın içine alarak yuvarladım. İlaçları içtiğim de asla uyanmaz, doldurduğu sürahi de hiç boşalmazdı. Annem dikkatliydi, belki de ben daha çok dikkatsizdim. O benim için işaretlediği bir tuzaktı. İlaçlara devam etmemi istiyordu, depresyon ve yanında sosyal anksiyete de vardı. Çocukluktan bu yana bunlar yüzünden çok fazla sorun yaşamıştım. Onlardan kurtulmam için yardım ediyordu ama ben onlardan kurtulmuştum sadece iyi hissetmek için bu yolu da denemek istiyordum.

Ama annem izin vermek yerine, ilaçları kendisi içiriyordu. Bir şey söylemek istesem de lafları boğazıma dizip susturuyordu.

Derin bir nefes alıp sakinliğimi korumaya çalıştım. "Bu aralar uykum bölünüyor. Ben de anlamıyorum." Yalandı. Ama anlamaması için ses tonumu daha inandırıcı çıkarmak için zorladım. "Öyle olsun bakalım." Önce avucunun içinde tuttuğu kağıt parçasının içinde bulunan ilacı, ardından içmem için bardağı uzattı. İlacı dilimin üzerine koyup buz gibi olan soğuk suyu kafama diktim. "Biliyorsun tatlım, hepsi senin iyiliğin için. İlaçlar seni düzeltmek için vardır daha kötü yapmak için değil." Soğuk su boğazımdan zorla akıp giderken onu sadece kafam ile onayladım.

Annem doktordu. Aslında önceden doktordu, şimdi de ev hanımı olarak işini yapmaya devam ediyordu. Bu mesleği yıllar önce yapmayı bırakmıştı. Benden daha çok işiyle ilgilendiği için beni ihmal ettiğini düşünüyordu bu yüzden bu mesleği yapmak yerine evde ailesiyle vakit geçirmeyi seçmişti. İlaçları bu kadar yakından bilmesi ve benim yararıma olacağını bilmesi bundandı. Ama hâlâ babam ve dayım ilaç şirketinin başındaydılar.

"Babam uyandı mı, nasıl durumu?" suyu içtiğim için çenemin altına birkaç damla döküldüğü için elimin tersiyle ağzımın kenarlarını sildim. Annem pantolonun arka cebinden düzgün bir şekilde katlanmış peçete parçası çıkardı. Yatağın ucundan çekilip tam yanıma geldi. Çıkardığı peçeteyi, yatarken giydiğim şort yüzünden çıplak olan bacağımı sildi. Su içerken fark etmeden oraya da su dökülmüştü.

"Biraz daha dikkatli ol tatlım!" sesini sevecen tutmaya çalışsa da uyarıyı anlamıştım. Bacaklarımı sildiği peçeteyi elinin içine buruşturup komodinin üzerinde duran birkaç parça kağıt parçasını da avuç içine toplamaya başladı. "Baban iyi. Şu an kahvaltı etmek için seni bekliyoruz." Bir taraftan işini hallediyor bir taraftan da konuşuyordu. Benim de bakışlarım onu üzerindeydi. İşini hallettikten sonra eski yerine yürüdü, bakışlarım hala üzerindeydi. Yerine geçtikten sonra elinde tuttuğu çöp yığınlarıyla birlikte yüzüme baktı.

"Sen de işini hallet gel. Beraber güzelce bir kahvaltı yapalım. Zaten Mustafa dayınlarda burada olur." Onların geleceğini tamamen unutmuştum. "Tamam birazdan ben de gelirim." Dedim.

"Çok bekleme sakın baban sinirlenmesin sonra." Kafam ile onayladıktan sonra annem odamdan çıkmıştı. Saniye kaybetmeden, işaret parmağımı ağzımın içine sokarak, damağımın üstüne yapıştırdığım, yutmamak için zorlandığım ilacı çıkardım. Ne zaman ağzımın içine parmağımı soksam kusmaktan son anda kurtuluyordum.

İlacı çıkarıp avucumun içine aldım. bedenimi sol tarafa eğerek, komodinin çekmecesini kendime doğru çekerek içinden peçete çıkardım. Avucumun içinde tuttuğum küçük ilacı peçetenin içine koyduktan sonra, peçeteyi katladım ve avucumun içinde sıkarak ilacı parçaladım. Katladığım peçeteyi yavaşça açarken dökülmemesi için gayret ettim. Küçük olan ilaç parçası daha çok dağılmıştı. Annem, ağzımın içini kontrol edecek diye ödüm kopmuştu doğrusu.

Peçeteyi tekrar katladıktan sonra, bağdaş kurarak oturduğum yatağın içinden doğrulup, diz kapağımın altında biten yün çoraplarımı zeminde sürüyerek banyonun içine doğru yürüdüm. Peçeteyi lavabonun içine uzattım ve küçük parçalara ayırdığım ilacı döktüm. Ardından musluğu açıp tamamen yok olmasını sağladım.

Kalçamın üzerine kadar gelen bol beyaz tişörtü çıkarıp kirli sepetine atarken, altımda sadece şortla kalmıştım. Sütyen ile asla uyuyamazdım, beni geceleri aşırı rahatsız ederdi. Gece uyurken çıkarmayı unuttuğum çoraplarım vardı. Akşam çok soğuk olunca onları giyinip yatmıştım. Onları da çıkarıp aynı şekilde kirli sepetine attım.

Altımda sadece şort kalınca banyodan çıkarak dolabımın içinden beni sıcak tutacak şeyler giyindim. Şortu çıkarıp gri eşofman üzerine de aynı renk sweatshirt giyindim. Tekrardan banyo da işlerimi hallettikten sonra kahvaltı etmek için odadan çıktım.

Bir elim giydiğim sweatshirt içinde diğeri de merdivenin korkuluğundan tutarak yavaş adımlarla basamakları iniyordum. Salonun ortasından gelen haber sesleri duyuluyordu. Babam elinde tuttuğu kumanda ile televizyonun karşında öylece dikiliyordu, annem ise yemek masasının başında bardaklara çay dolduruyordu.

Kaşlarını çatarak televizyon izleyen babamı buldu tekrardan bakışlarım. Bir hafta önce ortaklarından biri olduğu hastanenin bir bölümünü patlatmışlardı. Öyle ki sevindiğim tek şey o bölümde hiç kimsenin olmamasıydı. Ama babam ve diğer ortakları patlamanın verdiği enkazdan dolayı epey zarar etmişlerdi. Hiçbirinin şüphelendiği kimse yoktu fakat akıllarına bu maske takan her kimse ya da kimseler gelmişti. Bu zarar diğer yatırım yaptığı şirketlere de sıçramıştı hatta ortaklarından birkaçı ayrılmak zorunda kalmıştı.

Birkaç gündür bu duruma canı sıkılıyordu ama daha iyi bir ortaklık teklifiyle karşısına çıkan biri oldu. Zararın yarısından çoğunu kendisinin üstleneceğini, hatta düzelene kadar bir çok yardımda bulunacağını dile getirmişti. Annemin kardeşi yani Mustafa dayım, diğer ortaklar ve babam, bu teklifin başka kimsenin vermeyeceğini bildiğinden kabul etmişlerdi. Söylediklerine göre epey genç biriydi, bu yüzden bu kadar başarılı olması onları epey şaşırtmıştı ama onlar bu konuyla değil, para kısmıyla ilgileniyorlardı.

Bu gece de ortaklığın şerefine bir kutlama düzenlenecekti. Babam ve diğer yeni ortak gerek olmadığını söylese de dayım hepsini ikna etmişti. Aslında diğer şirketlerinde haberi olması için bu kutlama gelecek olan önemli misafirler içinde iyi olabilirmiş. Sonuçta adam herkes tarafından biliniyordu, bilinen bu ortaklıkta herkes için iyi olabilirdi.

Her şey önceden tamamlandı. Kutlamanın yapılacağı yer, yeni ortağın kendi otelinde ve kendi çalışanları sunum için hizmet etmesi gerektiğini söylemiş. Tabi babamlarda hizmet etmeleri için görevli göndermişti ama genellikle onun emrinin altında olacağı kişiler yer alacaktı.

Kaç gündür bu olay yüzünden kafamın etini yiyen kuzenim, İlayda olmuştu. Kutlama onun dikkatini daha çok çekiyordu. Aslında tanışmak için can attığı genç ortaktı. İkimiz de adamı görmemiştik ama çok övgüler diziliyordu hakkında, kulağıma gelmedi değildi bu söylentiler. Bende merak ediyordum doğrusu, bu kadar genç birinin iyi işler çıkarması epey dikkatimi çekmişti.

İlayda ile birlikte gece kutlama için birkaç tane elbise deneyip Ailecek kutlamanın olduğu yere hep beraber gidecektik. Yeni iş ortağı araç göndermeyi teklif etse de, babam kendi arabamızla geleceğimizi söyleyip bu teklifi kibarca reddetti.

"Niye merdivenin başında dikiliyorsun?" Annemin sesi, babamın bakışlarının bana, benim ise bakışlarımın sesin geldiği yöne hızlıca çevrilmesini sebep oldu.

Merdivenin korkuluğundan elimi kaldırıp işaret parmağımla açık olan televizyonu gösterdim. "Haberleri izliyordum." Dedim anneme bakarak. "Gel masa da otur öyle izle." Son basamağı da indikten sonra altımdaki sandalyeyi geri çekerek oturdum.

"Ne zaman yakalanacak bu haydutlar?" babam kumandayı sert bir şekilde masaya vurunca oturduğum yerden sıçramıştım. Çıkardığı siyah ceketini sandalyenin arkasına astı ve taktığı kravatını nefes alabilmek için gevşetti. Tüm ülkeyi yaptıkları suçlardan dolayı sallayan bu insanlar babamı da rahatsız ediyordu. Hastanenin patlatılmasında onlarında parmağı olacağı düşüncesi onu epey korkutmuştu. Ama babam onlara ne yapmıştı ki ya da kime ne zararı vardı diğer insanlara, bilmiyordum. Belki de diğer ortakların yaptığı hatalar olabilirdi, o yüzden böyle bir şey de yapmış olabilirlerdi. Ama kimsenin suçu yoktu, sadece zevk uğruna işlenen suçlar vardı.

"Nida?" Dedi babam çatalının ucuna batırdığı peynir parçasına ağzına atarken. Bakışlarım onun yüzünde tur atarken, babam başını masadan hiç kaldırmadı. "Efendim?" diyebildim sadece.

"Gözlerinin altı berbat halde, umarım kutlamaya bu şekilde gelmezsin!" kafasını en son sonunda kaldırıp yüzüme baktı. "Zafer!" dedi annem dişlerinin arasından babamı uyarmak için. Sadece yutkundum. Aynalara çok bakamıyordum, zayıf bedenimi ve solan yeşil gözlerimi görmek beni üzüyordu ama babamın bu şekilde, bildiğim bir şeyi yüzüme vurması beni daha çok mahvediyordu.

"Merak etme, seni utandıracak bir şey yapmam orada. Ya da istersen gelmeyeyim babacığım bu partiye ha ne dersin?" elimde tuttuğum çatalın ucu, tabağın üstünü sürttüğü için ses çıkmasına sebep oluyordu. Kafamı biraz yan tarafa eğip karşımda oturan evebeynlerime göz gezdirdim.

Annem oturduğu sandalyede sırtını dikleştirip, "Hayır tatlım, baban öyle bir şey demek istemedi sadece..." sesi daha çok tedirgindi ve bir şey yokmuş gibi davranmaya çalıyordu. "Sadece iyi görünmeni istiyor." Güler gibi ses çıkardım ama yüzümde sadece öfke yüzünden oluşan bir tebessüm vardı. Kafamı sallayarak alt dudağımı ısırıp, bakışlarımı önümde duran tabağa çevirdim.

"Biliyorum, hep iyiliğimi isteyen bir ailem var." Buna kendim bile inanmamıştım sadece dalga geçmek için kurduğum bir cümleydi. "Buna inanmıyor musun küçük hanım?" babamın sinirli çıkan ses tonu, daha ağır cümle kurmamı teşvik ederken, duyulan kapı sesi aralanan dudaklarımı geri kapattırmıştı.

Annem, yanında oturan babama ve bana, sırasıyla göz gezdirdi. Oturduğu yerden kalkmak için hareketlenmişti ki, babam işaret parmağını havaya kaldırıp, "sen otur Müge, Nida kapıya açsın." diyerek annemin kalkmasını durdurdu. Sıkıntılı bir nefes verip, gözleri üzerimde olan babama baktım. Alt dudağımı sinirle dişlerimin arasına aldım ve onu onaylar şekilde başımı salladım. "Tabi bakarım baba." Altımda duran sandalyeyi öyle hızlı geri itmiştim ki parkenin üzerinden insanı gıcık edecek bir sesin çıkmasına neden olmuştu.

Masada oturan aileme arkamı dönüp, kapıya bakmak için salondan çıktım ve holun içinden dış kapıya doğru sinirlerime hakim olmaya çalışarak yürümeye başladım. Bu ev ilaç kullanmam için yeterli bir sebepti. Kapıya vardığımda, zil sesi tekrar duyuldu. Duydum işte geliyorum!

Kapıyı kendime doğru açar açmaz, ne olduğunu anlayamadan iki kolun bağırarak boynuma sarıldığını gördüm. zeminden destek almak için bir ayağımı geriye doğru attım. Sarılan kişi İlayda'ydı. "Yavaş ya kızım. Ne yapıyorsun?" bende kollarımı beline sarmak mecburiyetinde kaldım.

"Çok heyecanlıyım kuzen. Bugün parti var ya." Bedenini geri çekmiş, otuz iki diş sırıtarak bana bakıyordu. "Ne yapıyor benim güzel yeğenim?" dayım İlayda ve benim yanımda durdu, "İyiyim dayı sağ ol, annemler içerde geç istersen." Dayımla birbirimize sarıldıktan sonra kendisi salona doğru ilerledi. Ben ve İlayda hala kapının ağzında bekliyorduk.

Sarı saçlarına tekrardan kaynak yaptırdığı belliydi çünkü bu sefer daha uzundu. Mavi gözleri , bu parti yüzünden ışıl ışıldı. "Kızım parti değil ya benim dikkatimi çeken, bu genç yakışıklı iş ortağı asıl benlik olan." Ellerini yumruk yapmış kalbinin ortasına yerleştirmişti. Yüzünde oluşan mayhoş ifadeyle, yine görmediği bir adama aşık olmuştu anlaşılan. Hep böyle bir kızdı, onun için yakışıklı ve paralı olsun tamamdır. Gerisi önemli değildi.

"Biliyorsun, babalarımızın iş ortağı. Farklı şekilde hissetmek için kendine engel olmalısın." Kollarımı bağlayıp, göğsümüm ortasında birleştirmişti. Yüzümde ise beni dinlemeyeceğini adım kadar emin olduğum bir ifade vardı.

"İş farklı, özel hayatı farklı..." elinin biriyle önünde duran saçlarını geriye doğru attı ve kendinden emin olduğunu belirten yüz ifadesini takındı. "Hem benim gibi birine hayır diyeceğini de zannetmiyorum." İlayda çok güzel bir kadındı ama hareketleri bir çocuğun hareketlerinden daha çok yapmacıktı. Çocuk gibiydi, her şeye çabuk kanardı.

"Hem burada hazırlanmak için bir şeyler getirdim evden. Hangisi iyi olacak bakalım bana." Elindeki siyah fermuarlı büyük kılıfı uzattı. İçinde en şık elbiselerin olduğuna emindim. Umarım bana da güzel olacak bir elbise vardır. Dolabımda çok fazla elbise bulunuyordu, çünkü babam bir iş adamıydı, bu yüzden özel davetler, balolar ya da ödül törenlerine sık sık gitmek durumunda kalıyorduk.

İlayda, bana gülümseyip salona doğru ilerlemeye başladı. ben de hemen arkasından yürüyordum. Annemin sesi hemen duyuldu. "Nereden kaldınız kızlar? Çayınız soğudu, hadi gelin içelim." Salona girmiştim bende artık. Annem oturduğu yerden kalkmış, salonun ağzında olan İlayda ve bana bakıyordu. Sanırım bizi çağırmak için ayaklanmıştı. Bizi görür görmez ayağı kalktığı yerden tekrar yerine oturmuştu.

"Merhaba halacığım." İlayda'nın yanında durduğum için anneme selam verdikten sonra öpücük attığını işittim ama ona tarafa dönmedim. Gözlerim, telefonuyla uğraşan babamın üzerindeydi. Eminim ya işiyle ilgili bir konuydu ya canını sıkan şu maskeli kişilerin haberlerine bakıyordu.

"Merhaba enişte." Aynı ses tonuyla babama da selam verdiyse, babam telefondan başını kaldırmayıp sadece, "hoş geldin İlayda." Diyebilmişti.

İlayda bu duruma pek aldırış etmemiş gibi gözüküyordu, "Yok halacığım ben bir şeyler yiyip içmeyeyim. Doğrusu diyetteyim. Yukarı çıkıp hazırlanayım ben." Deyince başımı İlayda'ya çevirdim. "Daha çok var kutlamaya, bu saatte ne hazırlığı." Şu an saat onu falan geçiyordu ve kutlama akşam on yediden sonra başlayacaktı. Şimdi den hazırlanmak sadece insanı yorardı.

"Biliyorsun ki Nida, tabi çok bildiğinden de emin değilim ama kadınlar bakımlarına önem verir. Ve bu çok özel bir davet herkes çok şık olması lazım." Baştan aşağıya iğrenerek süzmüştü beni. "Senin bile." Sağ elimle kulak mememi sert bir şekilde çekiştirerek kaşıdım. Kızdığım da ve sinirlendiğim de hep bunu yapardım. Bir nevi öfke kontrolümü sağlamaya çalışıyordum. Ya da tüm acıyı kendi bedenimden çıkarıyordum.

"Tabi, şık olmak senin için daha önemli." Önümü merdivenlere döndüm ve onun duyamayacağı bir şekilde, içi boş beyni boş insan, diye söylendim. Basamakları tırmanmaya başladım ardından. "Nida, kızım nereye? Daha kahvaltı etmedin." Arkamdan bağırmaya başladı annem. "Yeterince doydum ben." Babam ve İlayda sağ olsun. "Ben de onunla çıkayım. Nida bekle beni kuzen." Gözlerimi kapatıp, derin bir nefes alarak, arkamdan gelen kişiyi görmezden gelmeye çalıştım. Ondan kurtuluş yoktu bana.

İlayda, evinden getirdiği elbiseleri yatağın önünde bulunan koltuğun üstüne sermiş, kendisi de bağdaş kurarak yatağın üzerine oturmuştu. O telefonla uğraşırken ben ise elbiseleri inceliyordum. Hepsi birbirinden güzel gözüküyordu, fakat oraya gidecek tek bir heves kırıntısı yoktu içimde. Kutlamalar sıkıcı olurdu. Birbirini sevmeyen, çıkar uğruna bir araya gelen yaşlı insanların, birbirine attığı samimiyetsiz gülüşlerine maruz kalıyordum.

Mecburdum gitmeye, gitmezsem hepsi soracaktı, kızın nerede, niye gelmedi, iyi mi? Bu sorular babama soruluyordu ama sonucu bana yansıyordu. Sonra bana kızacağına adım kadar emindim.

"Adamı sonunda buldum." Yatağın ucunda oturduğum için İlayda arka tarafımda kalıyordu. Bedenimi biraz yan döndürüp, bakışlarımı arkaya çevirdim. "Kimi buldun?" dedim düz bir sesle. "Kim olacak, babamların yeni ortağını. Babam ismini söylemişti, bende şimdi baktım adama." Telefonu bana doğru uzattı. Ekrana baktığımda, gün batımına doğru sırtını çevirmiş, bir adam ve yanında oturan bir köpek duruyordu. Profilden gözlerimi aldım ve ismi yazılan yere baktım.

Cesur Aslankara.

İsmi Cesur Aslankara'ydı. Takipçi sayısı on binin üzerindeydi ve sadece bir kişiyi takip ediyordu. Başka fotoğraf falanda paylaşmamıştı. Bakışlarımı ekrandan alıp, telefonu izleyen kişiye baktım. "Nereden biliyorsun onun olduğunu?" yüzüme bakmadan, işaret parmağını ekrana uzattı ve mavi yerde yazan takip et butonuna bastı. "Ne yapıyorsun?" telefonu hemen ondan uzaklaştırdım. "İlk adımı atıyorum." Dedi. Düşünmeden istek atması beni şaşırtsa da etkisi çabuk geçmişti. Çünkü yapardı, garip bir şey yoktu bu durumda.

"Nereden anladın onun olduğunu? Ortak arkadaşın falan da yok."

"Bence o. Hem baksana takipçi sayısı yüksek ve anladım işte boş ver sen." Elimde tuttuğum telefonu sertçe çekip ayağı kalktı. "Ben hazırlanıyorum, sen de başla bence." Morali bozulmuştu. Adamın hesabı da gizliydi, nereden anlamıştı bu salak kuzenim. Ona kafa yormak istemediğim için sırt üstü kendimi yatağa bıraktım. Ne de olsa daha vakit vardı, hazırlanmaya bir saat geç başlasam hiçbir şey olmazdı.

İlayda odanın ortasında hazırlıklarını sürdürürken, ben de yatağın üstünde cenin pozisyonunda uzanmış, telefona bakıyordum. Uzun süredir, herkesin korkusu haline gelmiş olan bu maske, hâlâ tüm ülkenin gündemine oturmuş vaziyette. İsimlerine açılan hastaglar git gide artıyordu.

"Bu haberler sen de duydun mu?" İlayda'ya bakmadan sormuştum sorumu. Kolum, başımın altında yer aldığın için biraz sesim boğuk çıkmıştı.

"Hangi haberler?" makyaj masanın önündeki sandalyeyi çekip oturdu. Kafamı telefondan kaldırdım ve beni aynadan izleyen İlayda'ya baktım.

"Hangi haberler olacak? Şu maske olayı. Babalarımızın şüphelendiği kişiler." dedim.

"Aman, bir şey olmaz. Birkaç güne yakalanıp, görürler günlerini." Umursamıyordu İlayda belliydi. Ama bir senedir, yakalanmak gibi durumları yoktu. Hatta ünleri ülke geneline yayılmıştı. "Hem eminim ki o patlama da onların parmağı yoktur. Kendi dikkatsizlikleri yüzünden olmuştur." Fırçayı palete sürdükten sonra, yanaklarına vurmaya başladı.

Haklı olabilirdi çünkü bu olayın konusu, evde kimse tarafından konuşulmuyordu. Herkes sessizdi. Anneme sorduğum da, yetkililer ilgilendiğini söylüyordu. İlayda'ya cevap vermemiştim. Zaten bu konuşmanın sonunda kapı tıklatılarak annem girmişti odaya.

"Aa Nida, sen neden hazırlanmıyorsun? Bak kuzenin makyajını bitirmek üzere." Oflayarak yataktan doğruldum. Çok makyaj yapmayacaktım, sadece göz altlarımın morluklarını kapatıp, cansız görünen yeşil gözlerimi ön plana çıkaracaktım. "Hadi hadi kalk, makyajını ben yapacağım." Bakışlarımı ciddi misin der gibi yüzüne çıkardım. "Ne var bunda? Hem ben gayet iyi makyaj yaparım." Sırıtarak yüzüme baktı annem.

"Bence de sen yap hala, Nida bu konuda iyi olacağını zannetmiyorum." İlayda'nın söylediği bu cümleden dolayı gözlerimi devirip anneme baktım. "Kendim yaparım anne, sen zahmet etme." Babamın onu gönderdiğine adım kadar emindim. Benim bu morlukları kapatmayacağımı düşünüyordu ama yanılıyordu. Onun için değil kendim için yapacaktım bunu. İnsanlar bir şey kullandığımı düşünmemesi için.

"Babam mı gönderdi seni?" sorduğum soru yüzünden parmaklarını önünde birleştirip sesi titremeye başlamıştı. Doğru düşünmüştüm, babam annemi göndermişti.

"Be- Ben kendim gelmek istedim." Ellerini daha çok sıkmaya başladı. "Önemli değil anne. Sen yapabilirsin makyajımı." Stres yapmaması için onu sakinleştirmek istedim. Tebessüm ettiğimde sıktığı bedenini serbest bıraktı. O da bana gülümseyerek, makyaj yapmak için hazırlandı.

 

 

"Evet bitti." fırçayı, göz kapağımın üstüne son dokunuşlarını yaptıktan sonra, ayna ile benim aramdan, bedenini yan tarafa doğru kaydırdı annem. Aynaya baktığımda, makyajın bir insanı bu denli değiştirmesi, şaşkınlıktan dudaklarımın aralanmasına sebep olmuştu.

Annem, göz makyajım için toprak renkler kullanmış, yeşil gözlerimin daha çok ortaya çıkmasına izin vermişti. Göz rengimi hep severdim. Çok açık tenli biri sayılmazdım, dalgalı koyu renk saçlara sahiptim, bu yüzden beni ön plana çıkaran hep göz rengim olmuştu.

İlayda'da saçlarımı yapmak için teklifte bulunmuştu. Ensemin üzerinde topladığı dağınık topuz ve kenarlarında birkaç tutam saçı salık bırakmıştı. Güzel olmuştum, en azından çöken mor göz altlarım kaybolmuştu.

Annem yatağın üstüne siyah bir elbise getirip bıraktı. Sandalyeden kalkarak, elbiseye bakmak için yatağın önüne geçtim. Siyah elbisenin ucundan tutup havaya kaldırınca, sırtında büyük bir dekoltesi olduğu aklıma geldi. Bakışlarım hemen giyinmemi bekleyen annemi buldu.

"Bunun çok fazla sırt dekoltesi var. Giyinemem ben bunu."

"Ama sana çok yakışır bu. Kutlamada herkes olacak çok şık olman gerekiyor." Gözlerini kocaman açmış giyinmem için ikna etmeye çalışıyordu annem. Sıkıntılı bir nefes vererek, yatağın üstünde serili bir şekilde bırakılan elbiseyi kollarımın arasına topladım.

"Çok güzel olacak benim kızım." Ellerini birbirine çarpmıştı. Mutlu olmak bu kadar basitti onun için. Aslında ben de giyinmek istiyordum elbiseyi. Hiç giymediğim için üstümde nasıl duracağını merak etmiştim.

Elbiseyi banyoda giyinip çıktığımda, yeşil elbisenin içinde olan İlayda ve annem beni kapıda karşıladılar. Gözlerindeki beğendiklerini belirten ifadeyi görebiliyordum. İlayda dudağının kenarını kıvırmış, kollarını da göğsünde birleştirmişti. Onun da beğendiğini anlayabiliyordum.

Boynumda birleşen ince askı, omuzlarımı açıkta bırakıyordu. Üst bedenimi tamamen saran elbisenin, alt tarafı aşağıya gidildikçe genişliyordu. Sırtım tamamen açıkta kalmıştı. Elbiseler giymeyi seviyordum, ama bu aralar içimde dışarıya çıkıp eğlenmek gibi hevesim yoktu. durmadan evde oturup filmler izlemek istiyordum. Fakat babam için önemli bir iş kutlaması hepimizin için önemli hale geliyordu. Bu yüzden küçük çocuklar gibi mızmızlanmaya gerek yoktu.

"Ee bir şey demeyecek misiniz?" dedim elbisenin uçlarından tutarak.

"Çok güzel olmuşsun tatlım benim." Sesi çok beğeniyor gibi çıkıyordu annemin.

"Eh işte idare edersin." Dedi İlayda arkasını dönmeden önce. Gözlerimi devirip dudaklarımın arasından sinirle ofladım.

"Bir kerede beğendim desen ölürdün zaten." Beğendiğine adım kadar emindim ama söylememekte kararlıydı. "Sende idare edersin." Dedim bende onun gibi.

"Hadi hadi, aşağıda bekliyor olacağız." Annem de çoktan hazırlanmıştı. O da siyah düz bir elbise ve saçlarını yine sıkı bir topuz yapmıştı.

Annem odadan dışarıya çıktığında, İlayda ve bende ihtiyacımız olan şeyleri yanımıza alıp annemin arkasından çıktık. Merdivenlerin ucunda karşı karşıya konuşan Mustafa dayım ve babam duruyordu. Bizim geldiğimizi görünce, babam işaret parmağını dudaklarına götürüp sus işareti yaptı. Dayımda onu onayladığında ikisi de bakışlarını bize çevirdi.

İkisi de siyah takım elbisenin içinde gayet şık görünüyorlardı. "Oo benim tatlı kızlarım baya iyi olmuş. Umarım orada size talip falan çıkmaz." Kahkaha atıp sırıttı. Babam ona yandan bir bakış atınca yüzünde oluşan sırıtması yavaş yavaş silindi.

"Umarım yakışıklı ortak talip olurdu." Dedi İlayda benim duyacağım şekilde fısıldayarak.

"Aşağıya araba ve birkaç tane koruma göndermiş Cesur Bey." Babam merdivenin başında duran, çantasının içine eşyalarını yerleştiren anneme konuştu.

"Söyledik bir şey göndermesine gerek olmadığını ama bu çıkan olaylardan sonra adam dikkatli olmak istiyor gibi." Ellerini cebine yerleştiren Mustafa Dayım konuşmuştu.

"Değerli ortaklarının ölmesini istemiyordur." Telefonun ekranına bakarak, ağzını açmış dudaklarının etrafını temizliyordu İlayda, bu yüzden sesi tuhaf çıkmıştı.

"Öyle ya da böyle adam kibarlık etmiş. Güvenli bir ortam sağlamak istemiştir hepimize." Dedim bakışlarımı hepsinin yüzünde gezdirirken.

Babam kolundaki saatine baktı. "Hadi çıkalım." Dedi kapıya yönelerek.

"Ben Nida ile geleceğim." Dışarıya çıkan anne ve babasına bağırmıştı. Ben annem babam ve İlayda aynı arabada, dayım ve yengem de kendi arabalarıyla kutlama yerine gideceklerdi.

Dışarıya çıktığımızda, iki tane siyah lüks arabaların arka arkaya park ettiklerini gördüm. Dört tanede siyah takım elbiseli, iri yarı adamlar bekliyordu. Kel olan adam, kulağına taktığı kulaklıkla bize doğru yaklaştı.

"İyi akşamlar efendim. Cesur Bey, size kutlamanın olacağı yere kadar eşlik etmemizi emretti." Gözleri babamın üzerindeydi. Yüzünde tek bir mimik oynamadan gelecek cevabı bekliyordu.

"Gerek olmadığını söylemiştik Cesur Bey'e. Neyse teşekkür ederiz yine de." Koruma başıyla selamını verdikten sonra kenara çekildi. Arabalarımıza doğru ilerlerken, iki adam öndeki araca, diğer ikisi de diğerine bindiler. İlk araç hareket etmeye başladı. bizde arabalara bindikten sonra öndeki aracı takip etmeye başladık. Diğer gönderdiği araçta arkamızdan gelmeye başladı. Bu kadar düşünceli olması beni epey şaşırtmıştı. Zaten batmak üzere olan bir iş ortaklığına girip durumu kurtarması daha çok şaşırtmıştı beni.

 

---

 

Öndeki araç durduğunda önce biz, daha sonrada Mustafa dayımlar ve diğer gönderilen araç durmuştu. Bir iki saat sürmüştü buraya gelmek. Arabanın camından, önünde durduğumuz kutlamanın olacağı binaya baktım. Burası bir oteldi. Yüksek, geniş, boydan boya camlı olan kapının önünde iki tane siyah takım elbiseli adamlar duruyordu. Önünde ise kırmızı iple bir şerit, onun yanında ise beyaz takım elbiseli bir adam bekliyordu. İçerden gelen parlak sarı ışık ve kısık sesle müzik sesi duyuluyordu.

Arabaya bir tane adam yaklaşıp kapımızı açtı. bakışları arabanın kapısı olan bu adama teşekkür ederken, gözlerim binayı incelemeye devam etti. Beyaz takım elbiseli adam, yanında durduğu kırmızı şerit iplerin birini çözüp diğer tarafa geçti. O aradan geçtikten sonra, cam kapının önünde durduk.

"Hoş geldiniz efendim." Kapının yanında duran korumanın biri bizleri selamladı. Diğerler konukları listeye bakıp içeri alırken, bizde ise listeyi eline bile almamıştı. Adamları bizi tanıyordu. Sonuçta ortaklarından biriydik, tanımları normaldi. Elinin birini, kulağına götürerek konuşmaya başladı. "Zafer Beyler geldi." Ardından tekrar yüzümüze baktı. Eliyle içeriyi göstererek, "geçebilirsiniz efendim."

Yerde sürünen elbisemin ucunu biraz havaya kaldırarak, otelin içerisine girdim. Önümde bizimkiler vardı, yanımda da İlayda duruyordu. İçerisi çok büyüktü. Yuvarlak, kırmızı masaların etrafında toplanan, ellerinde tuttuğu kadehlerle birbirleriyle konuşuyorlardı. Hepsinin yüzünde samimiyetten uzak gülüşler vardı. Yalan konuşmalar, yalan bakışlar odanın içini doldurmuştu. Hepsi sadece para için buradaydı. Belki bize de ekmek çıkar, adımızı duyulur diye menfaat için gelmişlerdi. Zaten dışarda bir sürü gazeteci gözüme çarpmıştı.

Yan tarafıma döndüğümde, büyük ve geniş basamakların üzerine serilmiş kırmızı halıdan oluşan merdivenler vardı. Sanırım burası otelin odalarına çıkıyordu. Etrafta beyaz gömlekli ve siyah düz bir etek ve siyah pantolon giyinen kadın ve erkek görevliler vardı. Ellerinde taşıdıkları tepsilerin üzerinde en pahalı kadehleri servis ediyorlardı godoman insanlara. Kadeh ve bardakların olduğu küçük bar kısmında da görevliler vardı.

İçerde çalan sakin keman sesi bir nebze de olsa diğer insanlar konuşmalarını duymamı engelliyordu. Sıkıcı geçeceğini bildiğim birkaç saate dayanmam gerekiyordu. Tanıdığım bazı davetliler vardı. ailem ile birlikte evlerine bile gittiğim oluyordu. Bazıları da annemin görevi bırakmadan önce çalıştığı meslektaşları da vardı. Kimisi bırakmış kimisi de çalışmaya devam ediyordu, bildiğim kadarıyla.

Kalabalığın ortasında, bir kadının bakışları olduğumuz yere doğru çevrilmişti. Adımlarını bu yöne yönlendirdiğinde, kızıl saçlarını sımsıkı yaptığı at kuyruğu ile yuvarlak yüzünü daha çok ön plana çıkarmıştı. Giydiği kırmızı elbiseyle daha güzel gözüküyordu. Hafif çekik olan gözlerinin üzerine çektiği eyelinirle bakışlarını keskinleştirmişti.

"Hoş geldiniz." Gülümseyerek, elini babama doğru uzattı. Sırasıyla herkesle selamlaşıp tokalaştığında, sıra bana gelmişti. "Hoş geldiniz Nida Hanım." Kırmızı uzun tırnakları elimin üstüne batmıştı. Adımı biliyordu, fakat onu ilk defa görüyordum. Sanırım, adımı bildiği için yüzümde oluşan şaşkınlığı anlamış olacak ki sırıtarak yüzüme baktı. "Adınızı biliyorum, babanınız ilerdeki mirasçısısınız, adınızı bilmemek olmazdı." Dedi.

Babamın ilerdeki mirasçısı mı? Babam bunu kabul edeceğini zannetmiyordum. Bakışlarım bizi izleyen babamı buldu. Onunda bakışları benim üzerimdeydi. "Cesur Bey'in asistanı kendisi." Diye tanıttı babam, kadını.

"Ah özür dilerim! Kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Gizem, Cesur Bey'in yanında çalışıyorum. Kendisi diğer misafirlerin yanında sizi bekliyordu." Diyerek arkasını dönüp misafirlerin yanına doğru ilerlemeye başladı. bakışlarım yanımda duran İlayda'yı buldu. Kadını beğenmişti, arkasından inceleyip hayranlıkla bakıyordu. Bende beğenmiştim. Bakımlı, kendinden emin bir kadın gibi gözüküyordu.

"Uzun yıllardır yanında çalışıyormuş bu kadın. Demek ki işinde baya beğeniyor. Umarım sadece işinde beğeniyordur." Bu sefer kaşları çatıldı. Bu durum onu öfkelendirmiş gibi gözüküyordu. Hem bu kadar detayları bilmesi, kaşlarımın yukarı kalkmasına sebep olmuştu.

Çok geçmeden Gizem Hanımın arkasından onu takip etmeye başladık. Ama Cesur Bey'in kendisi değil de, çalışanının bizi karşılaması diğer herkesin moralini bozmuştu. Arkası dönük bir şekilde karşısında bulunan diğer misafirlerle konuşan bir adamın omuzuna dokundu Gizem Hanım. Bir elinde tuttuğu kadeh bardağı, diğer elini de siyah vücudunu saran kumaş pantolonun cebine sıkıştırmıştı. Kızıl saçlı kadın, adamın kulağına fısıldarken bakışları bizi buldu. Adam da kafasını kadına kaldırdıktan sonra tüm bedenini bize çevirdi. Artık bakışları bizim üzerimizdeydi.

Bizi gördüğünde, sert yüz ifadesinin yerini gülümsemeye bırakmıştı. Diğer misafirlere bir şeyler söyledikten sonra elindeki kadehi bırakıp bize doğru gelmeye başladı. Siyah saçları, açık tenine zıt bir görünüm katıyordu. Daha çok yaklaşmaya başladığında, göz bebeğinin siyah olduğunu hatta etrafında bulunan beyaz rengin bile yok denilecek kadar az olduğunu fark ettim. Nedense bu bakışlar, kalbimin ritmini değiştirmişti. Ne oluyordu bana? İlk defa gördüğün bir yüz için bu kadar anormal şeyler hissetmem normal olamazdı değil mi?

Burnumu çekip, bize yaklaşan kişiden bakışlarımı alarak önüme çevirdim. Ama onun bakışlarının ağırlığını üzerimde hissediyordum. Kolumun dürtülmesiyle yan tarafıma döndüm. "Baya yakışıklı, resimlerden bile." Bende kolumun dirseği ile İlayda'ya vurdum. "Kes sesini duyacak bizi!" dedim fısıldayarak. "Belki de duyması için yapıyorum." Ciddi misin der gibi yüzüne baktım!

"Hoş geldiniz." Kalın tok sesin sahibi konuştuğunda, bakışlarım istemsizce oraya döndü. Gizem hanım arkasında bekliyordu. Herkes ile tokalaştı. Bakışları yüzümde durdu. Avuç içini bana doğru uzattı. Elimin titremesini engellemek için kendimi sıkıyordum. Çok bekletmeden onu, bende kendi elimi, avucunun içine bıraktım. Parmakları, elimin üzerine dokundurdu ama öyle hafif bir dokunuştu ki parmak uçlarını hissetmiyordum bile. Elimi dudaklarına götürdüğünde, gözleri hala üzerimdeydi. Aldığım kesik nefesleri dışarıya veremiyordum. Sonunda sıcak, yumuşak dudakları elimin üzerine kapandığında, içimde tuttuğum kesik nefesi dışarıya verebilmiştim.

Elimin üzerine bıraktığı ufak dokunuş kesildiğinde, "Hoş geldin." Dedi duyabileceğim bir şekilde. Elimi avucunun içinden hemen çekmiştim. Dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. "Hoş buldum." dedim kekelememek için kendimi tutarken. "Tebrik ederim, yeni iş ortaklığınız için." Kafasını biraz öne eğerek, "Benim için iyi şeyler getireceğine eminim." Bende onu onayladım. İlayda elini uzattı. "Merhaba Cesur Bey." Sırıtarak, adama bakıyordu. Cesur Bey'de elini ona doğru uzattı, fakat İlayda elinin yukarısını havaya kaldırmış aynı şekilde öpmesini bekliyordu. Cesur Bey, bu durumu biraz yadırgasa da pek bozuntuya vermeden öptü.

"Lütfen şöyle geçelim." Eliyle, etrafına sandalyeler dizilmiş büyük bir masa gösterdi. Bar kısmına doğru boylanarak işaret parmağıyla çalışan genç bir garsonu, gelmesi için yanına çağırdı. "Buyurun efendim." Dedi ellerini arkasına bağlarken garson. "Lütfen misafirlerimize istedikleri kadehlerden getirin."

Gelen garson bir erkekti. Herkes içeceği içkileri söyledikten sonra, çok geçmeden tepsinin üstüne koyduğu kadehleri getirerek bizlere ikram etti. Hepsi çok yorgun olmalıydılar, bu kadar büyük bir yerin ve gelen misafirlere hizmet etmek kolay değildi. Kadehleri servis eden garson son bardağı bana verirken bakışları karşımda oturan Cesur Bey'e çevrildi. Bardağı alıp teşekkür ederek ona gülümsedim, ama cevap vermeden yanımızdan uzaklaştı. Hiç sevmezdim böyle insanları, iyilik için kolay gelsin dersin yüzüne bile bakmazdı.

" Zafer Bey, nasılsınız? İş ortaklığınız da hayırlı olsun" oturduğumuz masaya gelen kişiler, babamın ve annemin eski en yakın dostuydular,eskiden tabii ki. Karı koca beraber bir hastanede şuan görev yapıyorlardı, bildiğim kadarıyla. Evlerine akşam ziyaretlerimiz çok oluyordu. Uzun yıllardır çocukları olmuyordu, şans yüzlerine güldükten sonra on yıl önce, bir sene arayla iki tane kız çocukları dünyaya geldi. Bu haberi duyduğumda ne kadar çok sevindiğimi bir ben bilirdim.

Nursel teyze, dizinin üstünde biraz altında biten parlak mavi bir elbise giymişti. Güzel bir kadındı, yaşını almasına rağmen hala bakımlı ve güzel duruyordu. Eşi ise Murat amcaydı, o da iyiydi ama fazla samimi değildik. Çünkü hep babamlarla oturup konuşurdular. Ben ise bir köşede bebeklerimle oynardım.

Evlerine gittiğimde, fırından yeni çıkan kurabiye kokusu beni hep rahatlatırdı. Gidene kadar yaptığı kurabiyelerden ikram eder, döndüğümüzde de bir tabak kurabiyeyle gönderirdi. Artık ne onlar bize geliyordu ne de biz onlara gidiyorduk, eski samimiyetimiz yoktu.

Nursel teyze beni görür görmez kollarını iki yöne doğru açtı, "Nida kızım, ne kadar büyümüşsün sen öyle." Ayağı kalkarak, kollarının arasına girip sarıldım. "Çok güzel bir genç kadın olmuşsun." Gülümseyerek yüzüne baktım. "Teşekkür ederim Nursel Teyze. Sende hâlâ çok güzel bir kadınsın." dedim. Kaşlarını kaldırıp, eliyle koluma dokundu. "Aa deme öyle. Yaşlandım ben artık. Bekar bir oğlum olsaydı, alırdım hemen seni." Sessiz bir şekilde bunu söylemişti ama nedense bunu diğerleri de duydu mu diye kontrol ettim. Sadece bizi izleyen Cesur Bey'di. Diğerleri, Murat amcayla sohbet ediyordu.

Yanaklarım kesin kızarmıştı çünkü yanıyorlardı. Murat amca, Cesur Bey'e bir şeyler anlatmaya başlayınca, bakışları masanın etrafında toplanan insanların arasına girdi. Murat amca ile de selamlaşıp sohbet ettikten sonra onlar yanımızdan ayrıldılar. Artık muhabbet sadece bizi aramızda dönmeye başlamıştı.

"Ortaklığımızın şerefine." Dedi dayım kadehini masanın ortasına uzatırken. Ardından babam bardağını kaldırırken, Gizem denilen kadının bakışları Cesur Bey'in yüzünden dolaştı ve o da bardağını havaya kaldırdı. Sonra Cesur Bey ve diğerlerimiz kadehlerimizi ortada birleştirip cam bardaklardan çıkan sesi ortamızda yayılmasına izin verdik.

"Biliyorsunuz Cesur Bey, bu ortaklığa girerek bizi büyük zarardan kurtardınız." Dayım bardağında kalan son içkiyi de başına dikti. Onun bu söylediğine Cesur Bey sadece tebessüm edip kafasını aşağıya doğru eğdi. Zoraki bir tebessüm gibi gözükse de, kemikli yüz hatlarına yakışmıştı. Gerçek bir gülümseme nasıl gözükürdü yüzünde merak etmiştim. Dışardan sert bir adam gibi gözüküyordu çünkü.

Kafasını yerden kaldırırken, gözleri ilk beni buldu. Tam karşısına oturmakla hata etmiştim. Bakışlarımı hemen ondan aldım ve elimi yumruk yaparak çenemin altına yerleştirdim. Ardından tok sesi duyuldu. "Böylesine güzel insanlarla ortaklık etmek beni de gururlandırdı. İsimlerinizi duyuyordum, bu yüzden güvenli insanlarla ortaklık etmek beni daha çok mutlu ederdi." Dedi.

"Böyle batmaya yakın insanlarla çalışmak sizi ve adınızı da kötü etkilemez miydi?" soruyu soran babamdı. Yüzüne bakmadım Cesur Bey'in ama kıkırdamıştı. "Kendimize güvenmesek böyle işlerle uğraşmazdım doğrusu. Çünkü işlerim, ünümden önce gelir." Bu cemiyette adı ve işleri baya ses getiriyordu demek. "Sizlerin de isimleri önemli. Tabi ünümüze ün katar bu ortaklık." Konuşan Gizem Hanım'dı bu sefer.

"Tekrar ortaklığımıza o zaman." dedi babam bu konuşmadan memnun olmuş gibi.

Derin bir nefes alırken, bakışlarım kısa süreliğine ona dokundurdum. Yanında oturan Gizem Hanım kulağına bir şeyler söylüyordu. Toplum içinde kulaktan kulağa konuşulmadığını bilmiyorlar mıydı? Bakışları tekrardan beni bulmadan önce, etrafını izleyen anneme baktı. Annem, bakışları fark edecek ki gülümseyerek Cesur Bey'e baktı. O da başıyla selam verip bana çevirdi gözlerini. İlayda'ya baktım hızlıca. Gözlerinin içine uzun süre bakamıyordum. Ne oluyor sana Nida?

İlayda ise ağzının kenarlarından birazdan salya akacak gibi duruyordu. Gözlerini adamın üzerine dikmiş, farenin peynire baktığı gibi bakıyordu. Cesur Bey değil de, Gizem Hanım bu bakışlardan epey rahatsız olmuş gibiydi. Bilmiyorum, uzun süre yanında çalıştığın bir adama duyguların farklı olabilirdi. Çünkü neden olmasın, kadın güzel, adam da iyiydi. Olmaları imkansız gözükmüyordu.

Bacağıma değen eli hissettiğimde, dokunuşun sahibi olan anneme baktım. Avucunun içinde tuttuğu kağıt parçasını bana uzattı. Kulağıma doğru eğilerek, "ilaç saatin Nida." Diyerek fısıldadı annem. "Biraz daha bekleyemez mi bu ilaç?" sesim isyan eder gibi çıkmıştı. "Bekleyemez, git iç hadi." Annem uzatırdı, bende uzatırdım ve olay iyi yere gitmezdi. Bugünlük bu ısrarını es geçecektim. Elindeki kağıt parçasını söker gibi aldım ve bakışlarımı masanın etrafında oturan kişilere gezdirdim.

"Müsaadenizle. Bir kadeh daha alıp geliyorum ben." Sandalyeden kalkarken Cesur Bey'in sesi duyuldu. "Garsonlara söyleyebilirim." Ayağa çoktan kalkmıştım. "Kendim alırım, teşekkür ederim." Masadan ayrılırken, sırtımın üzerinde delici bakışlarını hissedebiliyordum. Emin olmak için kafamı omuzumun üzerinden arkaya çevirdim. Tam tahmin ettiğim gibi, bakıyordu. Yanında oturan Gizem Hanım'da bakıyordu ama o hemen bakışlarını Cesur Bey'e çevirdi. Sırt dekoltem aklıma geldi. Bu kadar açık bir şey giymek zorunda mıydım ben ya? Yanaklarımın kızarmasına ve yere kapaklanmamaya dikkat etmeliydim şu an. Bakışlarımı arkamdan alıp önüme çevirdim.

Barın önüne geldiğimde elimi mermer tezgahın üzerine yerleştirdim. Kısa siyah küt saçlı çalışan kız, arkası dönük bir şekilde elinde tuttuğu beyaz bir bezle bardakları siliyordu. "Bakar mısın?" diye seslendim. Bardakları silmeyi bırakmıştı ama yüzünü bana döndürmemişti. Tekrardan seslendim. Başını yan çevirdi, bakışları yeri izliyordu. Kaşlarını çattığını görebiliyordum. Daha sonra bakışlarını ve bedeninin hepsini bana doğru çevirdi. Elinde sildiği bardağı, yerine bırakıp bana doğru yürümeye başladı.

"Buyurun." Dedi donuk bir yüz ifadesiyle. Bakışları yüzümde tur atarken, "bir bardak su alabilir miyim?" o an yanıma kahkaha atan bir çift geldi. Yan tarafıma dönerek onları izledim. Platin sarı saçlarını iki yanına salmış genç bir kadın, ondan yaşça büyük olan, göbekli ve bıyıklı bir adam ile kahkaha atıyorlardı. "Çok tatlısın sen ya." İşaret parmağını adamın burnuna sürttü. "Sen beni bir de gece gör güzelim." dedi adam kendinden emin bir şekilde. Kadının arkası bana dönüktü, sadece kırmızı yanaklı adamın yüzünü görebiliyordum. "Merak ediyorum doğrusu." cilveli koşan kadının beline kolunu dolayarak kendine doğru çekti.

Yanımda gelen büyük bir sesle sağ tarafıma döndüm. Az önce bize servis yapan erkek garsondu bu. Elinde tuttuğu tepsiyi tezgahın üstüne hızlı bıraktığı için aşağıya düşmesine sebep olup , bu da rahatsız edici bir sesin çıkmasına neden olmuştu. Yanımda gülüşen çiftte bu sese dönmüşlerdi. Kadın bakışlarını, garsondan çekmeden, "bence biz odaya çıkalım, orada göster marifetlerini." Sanırım bunlarda Cesur Bey'in davetlilerinden biri olmalıydı. Çünkü onları tanımıyordum.

Beraber, büyük kırmızı halının serili olduğu merdivenleri tırmanmaya başlamışlardı. Gözden kaybolana kadar onları izledim. Bakışlarımı onlardan almamı sağlayan, su istediğim kız olmuştu. "Suyunuz buyurun, afiyet olsun." Cümlesini bitirir bitirmez arkasını döndü, yarım bıraktığı bardağını silmeye devam etti. Diğer garsonda dolu olan bardakları alıp servis etmeye gitmişti.

Önce anneme baktım. Arkasını dönmüş beni izliyordu, babamlar da Cesur Bey ile konuşuyorlardı. İlacı attığımı görmemeliydi. Nasıl atacaktım peki onu? Bugünlük içmekten bir zarar olmazdı herhalde. Cesur Bey, babamlara selam verip yerinden kalktığında, yan tarafımı yasladığım tezgahtan kendimi aldım ve bana doğru gelen kişiye baktım.

Bakışları üzerimdeydi, buraya doğru geliyordu. Tamam sakin ol. Bir şeyler almak için buraya geliyor olabilir. Ne oluyordu bana? Böyle hissetmemem gerekiyordu. İlk defa gördüğüm bir adam için hızlı atan kalbimin sorunu neydi?

Heyecanımın arasında, merdivenlerden inen o sarışın kadına gözüm çarptı. Elbisesinden ve saçlarının renginden anladığım kadarıyla az önce yanıma gelen kadındı. Bu sefer yalnız iniyordu aşağıya, garsonun taşıdığı tepsinin üzerinden bir bardak aldı ve dudaklarının arasına yerleştirdi. Bakışlarım kadının üzerinde çok oyalanmadan bana doğru gelen adama çevirdim ama onun üzerinde de çok durmadım ve arkamı döndüm.

Arkamı dönmüştüm ki atılan büyük çığlığın, çalan keman sesini susturmuştu. Kafamı hızlıca sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Tüm misafirler, merdivenin başında duran kadına bakıyordu. "Yukarıda bir ceset var?" dedi korku dolu çığlıkla.

Yukarıda bir ceset mi var?

Bu cümlenin ardından herkesin ağzından korktuklarını ve telaşlandıklarını gösteren uğultular çıkmaya başlamıştı.

Salonun ortasında duran Cesur Bey'i buldu bakışlarım. O da diğerleri gibi şaşkınlığını gizleyememişti. Fakat çok geçmeden yerini, sertleşen yüz ifadesi ve çatılan kaşlar yer almıştı. Ve herkesin aklında olan soru, yukarda neden ceset olduğuydu!

 

 

Devem Edecek...

 

Yorum atmayı ve yıldızlamayı unutmayın :)

 

 

 

 

Loading...
0%