Yeni Üyelik
15.
Bölüm

PLANLAR

@kadrisyazar_

 

MASKENİN ARDINDAKİLER

 

 

14.BÖLÜM

 

 

PLANLAR

 

 

 

♪ Loreen , Jungle

Kutlamadan iki gün önce;

Cesur, banyodan yeni çıkmış ıslak saçları ile altında sadece siyah eşofmanıyla, karanlık odanın ortasında durarak, pencereden dışarıyı izliyordu. Karanlığın bir köşesi herkesin kalbine, bir kara duman gibi sindiği bu vakitte, kendine iyi gelen tek şeyin dışarıyı izlemekte bulabileceğini sanıyordu.

Birbirine sürten kuru ağaç dalları insanın ruhuna iyi gelecek şarkısını hafiften mırıldanırken, pencereden içeriye düşen gölgeleri birer el gibi sarıyordu bedenini. Cesur önce, baş ucuna koyduğu komodinin üzerindeki muma baktı. Geldiği günden beridir söndürmediği o mum, son ışıklarını bahşediyordu odaya.

Sadece kendi dibini aydınlatıyordu. Sonrasında ise bitip gidecekti. Çünkü bir süre kendi dibine doğru yaktığı ateş, eninde sonunda, kendi acılı sonunu getirecekti.

Bakışlarını o mum ışığından alıp masada yer alan pikap ve Sezen Aksu'nun Firuze adlı şarkısına ait olan plaka baktı. Kafasında kime ait olduğunu bilmediği milyonlarca sesten korunmak için, gerçekten duyabildiği bir ses olmasını istiyordu odasında yatmadan önce. Fakat eli, plakın üzerine bir türlü yerleştiremediği iğneye gitmiyordu. İçinde kirs gibi büyüyen sıkıntı buna izin vermiyordu çünkü.

Ortaklık yemeğine iki gün vardı. Kalbinde anlam yükleyemediği sıkıntı buydu. Yıllar sonra ilk defa karşılarına farklı bir insan gibi çıkacaktılar. Yüzler, bedenler değişirdi fakat insanın ruhunda kabuk bağlayan yarası hâlâ aynı yerinde duruyordu, değişmeden. İnce bir kabuktu o. Her an küçük bir darbe ile yerinden sökülüp durduramayacağı kadar çok kan akmasına neden olabilirdi.

Korkak küçük bir çocuk olmadığını bilse de, bakışları asla değişmeyen o küçük çocuğunun, onu bir yerden izlediğini de gayet iyi biliyordu. Deli gibi korkan o küçük çocuktu. Onu oradan söküp çıkarsaydı, her şey yoluna girebilirdi diye, düşünmeden edemiyordu.

Rüzgar sert bir şekilde esip ağaç dallarından yüksek ses çıkarmasına neden olurken, bakışları tekrardan pencereye saplandı. Sağa sola doğru savrulan ağaç dalları her hareket ettikçe, odaya düşen gölgeleri de onlarla beraber dalgalanıyordu.

Beyni bir kara delik gibiydi. Düşünceleri fazlaydı ama asla o kara delik onları yok edemiyordu. Gücü yetmiyordu bir çırpıda yok etmek için. Daha da sancısını arttırıp sığ sularda debelenmesini sağlıyordu. Verem eden düşünceler insanı bir mermiden daha fazla öldürürdü, çünkü merminin bir hedefi olurdu. Fakat düşünceler önce beynini, sonrada kalbini hedef alarak, bedeninde sağ koymayacağı tek bir organ bile bırakmazdı. Yavaş, ama acılı bir ölüm!

Plaktan şarkıyı açıp odanın içinde ses yapması için iğnesine uzanmıştı ki, kapının tıklatılmasıyla havaya kaldırdığı elini tekrardan yanına bıraktı. Arkasını dönmedi Cesur, çünkü gelen kişinin kim olduğunu gayet iyi biliyordu.

Bu saatte ondan başka kimse odasına uğramayacağını kesindi. Burnundan sıkıntılı bir nefes verirken, gözlerini birkaç saniye yumdu. Kapının çok fazla duyulmayacak kadar tıklatılması tekrardan kulaklarına ulaşınca, bedeni dikildiği yerde kasıldı.

Kapı ağır ağır açılmaya başlayınca, yaylarından çıkan gıcırtı karanlık odada süren sessizliği birkaç saniye yok etmişti. Kendisinden önce parfüm kokusu gelen kişiyi o olduğunu teyit etmek adına, omuzuna doğru çevirdiği başıyla arkasını kontrol etti. Kapattığı odanın kapısına sırtını yaslayıp gözlerinin içine tebessüm ederek bakan kişi, bir omuzuna doğru saldığı kızıl saçlarıyla Gizem'di!

"Sana bakmaya geldim!" dedi yumuşak bir sesle. Cesur söylediğine bir şey demeden uzun süre sessiz kaldı. Bakışları, sırtını kapıya yaslayan kadını incelemeye başladığında, üzerinde kırmızı saten gecelik olduğunu fark etti. Kollarını, bacaklarını ve derin göğüs dekolteli olan gecelik, cılız yanan odanın içinde bile belli olacak kadar dikkat çekiciydi. Ama etkilenmemişti! Hiçbir gece Gizem'in giydiklerinden etkilenememişti! Bu eve her geldiklerinde Gizem bu saatlerde ve bu kıyafetlerle yanına uğrardı. Gizem bile farkındaydı etkilenmediğinden ama vazgeçmiyordu, çünkü her erkek ondan etkilenirdi. Fakat Cesur zor bir adamdı, onu etkilemek ne kadar zor olsa da, Gizem daha da bu durumdan zevk alıyordu.

Bir şey demeden önüne döndü Cesur. Bakışları karşısındaki cama sabitlenirken, Gizem'in ağır adımlarla arkasına doğru ilerlediğini duydu. Adım sesleri kesilirken, teni cayır cayır yanan kadının tırnaklarını sırtında hissetti. Omuzları içe doğru kasıldı belli belirsiz, kaşları saniyesinde çatılarak kafasını hızlıca omuzuna doğru çevirdi ama bakışlarını arkasındaki kadına döndürmedi. Gözleri zemindeydi. Gözlerindeki öfkeyi görebilseydi eğer ellerini oradan hemen çekerdi ya da daha fazlasını yaparak, zevk almaya bakardı Gizem.

"Heyecanlı mısın?" diye sordu fısıldayarak. Tırnaklarını ense köküne doğru hafifçe sürüdü. "Yemek için yani?" Gizem'in alkollü nefesini, omuzuna doğru çevirdiği yüzünün yarısında hissetmişti. Gizem'in gözleri önce yüzünü inceledi daha sonrada, Cesur'un sırtına doğru çevirerek baştan aşağı süzdü.

Tırnaklarını batırdığı adama doğru her gün çekiliyordu. Durduramıyordu içinde ona olan duygulara. Cesur'un da ona karşı öyle olmasını istiyordu. Fakat ne yaparsa yapsın, sessizlik gölgesi olan bu adama, bir adım bile yaklaşamıyordu.

"Basit bir yemek sadece!" diye düz bir sesle cevapladı onu. "Öyle mi sence?" Gizem bir adım daha arkasına doğru yaklaşarak, ellerini Cesur'un iki taraftan da bel kenarlarına yasladı. Tırnakları hâlâ Cesur'un etine batıyordu. "Onca yıldan sonra onlarla yüz yüze geleceğiz. Bu seni heyecanlandırmıyor mu?" tırnaklarını, içe doğru çöken belinin kenarlarından, aşağı yukarıya doğru sürtmeye başlamıştı.

Cesur bu temastan rahatsız oluyordu. Her gece aynı şeyler yaşanmasından bıkmıştı. Gizem'i incitmeden, kırmadan, tatlı dille yanından kovsa da, vazgeçmiyordu. Hiçbiri istediğini almadan ayrılmıyordu. Bazen bu durum onları en büyük felaketlere sürükleyecek kadar tehlikenin göbeğine atmasıyla, karşı karşıya kalmalarına neden olabiliyordu.

Fakat, hayat felsefeleri haline bile gelmişti onlar için bu cümle: İstediğini almadan vazgeçme. Ama olmuyorsa vazgeçmeli; yıpranmadan. Ama vazgeçmeyecek kadar kararlı ve gözü karaydı her biri. Fakat istediğin şeyden vazgeçmemek için verdiğin büyük savaş, ona ulaşamadan yarı yolda bırakırdı. Savaşlar, sonuca götüremeden yorardı.

Cesur bir tepki vermedi bu hareketine karşılık. Heyecanlanmıyordu, onu arzulamıyordu. Sadece olduğu yerde dikilerek düşüncelerine galip gelmeye çalışıyordu. "Beni heyecanlandırıyor." Deyip burnunun ucunu Cesur'un sırtına dokundurup aşağı yukarı doğru sürümeye başladı.

Cesur, başını sağa sola doğru hareket ettirerek boynunu rahatlattı. Ense kökünden başlayan uyuşma, tüm uzuvlarını hareket ettiremeyecek kadar kasarken, bedeninde en ufak bile belli ettirmemeye çalıştı Gizem'e.

Yemeğe heyecanlandığını anlayabiliyordu fakat sesi, yemekten çok şu anda kendisine edilen temasından dolayı, Gizem'in kendisini fazlasıyla heyecana boğuyordu. Gizem başka erkeklere böyle değildi. O erkekleri istedi mi, alırdı. Kimsenin onu istemesine gerek yoktu. Kırmızı rengin en çok yakışan kadınlardan bir tanesiydi. Kızıl saçları, bir kalemin ucu değmiş gibi çizilmiş yüzü ve orantılı vücut hatları ile, her erkeğin sahip olmak isteyeceği bir kadın türüydü. Kırmızı onun için ne kadar şehvetin rengi ise, bir o kadar da, kan ve vahşetin sembolü haline gelmiş durumdaydı. Bu yüzden erkekleri elde edebilecek kadar dikkatleri üzerine çeken bir kadındı.

"Beni korkutan heyecanım değil, benim korkum kendime hakim olamam..." diye cümlesini tok bir sesle kurduğunda, Gizem'in, bel boşluğunda yaslı duran elinin birini kasıklarına doğru bir yılan gibi kıvrılarak ilerlettiğini gördü. "Onları öldürmek. En büyük korkum bu!" Cesur sesinde hiçbir rengin belli olmadığı bir ifade ile konuşurken, bakışları kan kırmızısı ojesi süren kadının ellerindeydi. Kasıklarına batan uzun tırnaklarını ve sıcak nefesini ense kökünde hissediyordu.

Gizem'in baş hizası, Cesur'un omuzlarının biraz aşağısında bitiyordu. Kısa bir kadın değildi ama Cesur'a göre de uzun sayılmazdı. Dudakları, yaptığı hareketinden dolayı aralanırken, nefesi sıklaşmıştı. Kafasını yukarıya doğru kaldırıp, elini kasıklarına doğru ilerlettiği adamın yüzünü incelemeye devam etti. Bu hareketinden etkilenmesini bekliyordu ama tek karşılaştığı şey, rahatsızlığını belirten çatılmış kaşlardı.

Ağaç dalları yüzünde gölge ederek sağa sola doğru hareket ediyordu ikisinin de. Kısa sessizlikten sonra Gizem tekrardan konuştu. "Bu yüzden yanında ben varım. Birilerini öldürme diye!" dediğinde kısa bir gülüş attı. Yüzünde tek bir mimik bile hareket etmeyecek kadar donuk bir şekilde bekliyordu Cesur. "Dün bir adamı öldürmekten gelen kadın mı konuşuyor bunu?" Cesur'un bu cümlesi onu bozmadı, aksine yaptığı işten zevk alan bir kadının gülüşünü takınmıştı yüzüne.

Dudakları dişlerinin arasında, karşısındaki adamı incelemeye devam ederken, kasıklarına doğru ilerlettiği elini, eşofmanın bel kısmından içeriye sokmaya çalışırken, Cesur bir anda bileğinden yakalayıp sımsıkı tuttu. "Fazla ileri gidiyorsun!" dedi boğuk bir sesle. Ama dilinin ucundaki öfke gözle görülebilecek kadar sertti.

Gizem bu tutuştan sonra bocalayarak, derin bir şekilde yutkundu. Dudaklarını ıslatırken, Cesur omuzuna doğru çevirdiği başını. Bakışları, yaptığı hareketinden dolayı sersemleyen kadınının gözleriyle buluşunca, tuttuğu bileği hızlı bir şekilde bıraktı. "Bu evde, istediğin gibi hareket edemezsin!" deyip yatağına doğru ilerledi.

Gizem ifadesini çabucak toplaması uzun sürmedi. Önce tutulan bileğini bakışlarının hizasına doğru kaldırdı, ardından hâlâ dokunuşunu hissettiği adamın sardığı bileğine kendi parmaklarını etrafına dolayıp ovaladı. Çenesini dikleştirirken, kendinden emin özgüvenli duruşunu omuzlarına astı. Dudakları ise kendi beğenmiş bir gülüşle iki yöne doğru kıvrılarak, ellerini arkasında birleştirip Cesur'un arkasından onu takip etmeye başladı.

"Bu ev bu için yok mu zaten? Peder bu yüzden bize verdi." Dedi.

Cesur, yatağının yanına çoktan varmış, uyumak içinde yorganını diğer tarafa doğru kaldırırken, gelmeyi durduğu adımlarıyla Gizem'in yüzüne baktı. "Yanlış tarafından anlamışsın sen. Bir şeyleri anladığında, işte o zaman bu evde istediğin gibi hareket edebilirsin!" kelimelerinde biraz alay ve ima vardı.

Gizem kafasını iki yöne doğru sallarken, gözlerini devirdi. Fakat dudaklarındaki o gülüş silinmemişti. "O zamanda gelirim, şimdi de." Derken, bir omuzunu umursamaz bir şekilde silkeledi.

Cesur derin bir nefes alırken, kaşları bu durumdan dolayı rahatsız olmuş bir şekilde havalanarak iki yöne doğru salladı başını. Açtığı yorganın içine girip sırt üstü yatağa uzandı. Kolunun birini de başının altına koyarak, yatağın ucunda ayakta bekleyen kadının yüzüne bakmaya devam etti. "Yarın eve geçeceğiz, git uyu!" dedi ve gözlerini kapattı.

Uykuya dalmayacağını iyi biliyordu. Gecesi, gündüzü birbirine girmiş bir adamın uykusu, gözlerine haram olmuş olurdu. Ayakta bekleyen kadının varlığı hâlâ ordaydı. Gözlerini yumması da, onun bir an önce odasından gitmesini istediği içindi.

Ayak seslerini yan tarafına doğru geldiği duyduğunda, gözlerini açamadan üstünde hissettiği ağırlıkla irkildi. Gizem, bir ayağını diğer tarafa atarak, Cesur'un kasıklarının üzerine oturmuştu. "Ne yapıyorsun?" diye telaşla gerilen Cesur, başının altına yasladığı kolunu altından çekerek, havaya kaldırıp üzerinde oturan kadına dokunmadan yanında bekletti ellerini. Gizem bir şey demeden, ıslak ve sıcak dudaklarını Cesur'un boyun girintisine doğru bastırmıştı vakit kaybetmeden.

Dişlerinin arasından ufak inlemeye engel olamadı sırt üstü uzanan adam. Cesur'un hoşuna gittiğini fark eden Gizem, bu sefer dudaklarının temasını kesmeden, adem elmasından sürükleyerek diğer boyun girintisine doğru dudaklarını bastırdı. "Gerginsin, bende gerginliğini almaya çalışıyorum." Deyip alttan bakışlarını, çenesini havaya kaldırmış olan Cesur'un yüzüne kaldırdı. Dudaklarında, arzunun timsalini belirten tebessüm vardı.

"Gergin değilim, odana git Gizem." Dediğinde yutkunarak adem elmasının hareket etmesini sağladı. Gizem'in bakışları oraya doğru kayınca, dudaklarını bu sefer oraya küçük bir öpücük bırakarak bedenini yukarıya kaldırdı.

Ama üzerinden kalkmadı. Ellerini, Cesur'un çıplak göğsüne koyup, kalçasını daha sert bastırdı, Cesur'un kasıklarına. Cesur dişlerini sıkarken, nefesi sıklaştı. Gizem'in istediği buydu. Onu zevkten öldürecek kadar nefes nefese bırakmak. Ama yanılıyordu, öfkesini bastırmaya çalışan bir adamın sık nefesleriydi o.

Amacına daha fazla ulaşmak adına, kalçasını ileri geri hareket ettirmeye başladı. Altında hissettiği erkekliği ile, kendine engel olamadığı inlemeyle kafasını geriye doğru attı. Kızıl saçları, Cesur'un bacaklarına sürünürken Gizem'in inlemeleri, hareketiyle birlikte artmaya başlamıştı.

"Gizem-" diye fısıldadığında, omuzlarının yanında havada beklettiği ellerini, kasıklarının üzerinde hareket etmeyi sürdüren kadının kollarına yaslayarak durdurdu. Gözleri zevkin ve amacın zirvesine ulaşmaya daha yeni başladığını düşünen Gizem'in bakışları, altında hiçbir şekilde etkilenmeyen adamın yüzüne indi.

Cesur, sırtını yasladığı yerden kaldırıp Gizem'in hafif geriye doğru kaymasına neden olunca, Gizem irkildiğini belli eden bir korku inlemesi kaçırmıştı dudaklarından. Kollarını hemen Cesur'un boynuna doladı daha fazla kaymamak için kucağından.

Gizem kendi kasıklarında hissettiği uyuşmanın yarıda kesilmesi ile kaşları çatılmıştı. Üzerinde hareket etmesi onu hem heyecanlandırmıştı hem de, onun birlikte olmanın isteği ile yanıp tutuşmuştu.

Cesur, tek kaşını havaya kaldırıp, iki parmağı ile Gizem'in çenesinin ucundan ufak dokunuşla kavradı. Dudaklarının arasındaki az mesafe sadece Gizem'in etkilenmesi ile sonuçlanıyordu. Aradaki mesafeyi tamamen kapatmak amacıyla, başını biraz daha Cesur'a yaklaştırmak istediğinde Cesur yarım bir gülüşle kafasını geriye attı. Cesur'un gülüşüne kaydı gözleri, bu gülüşten sonra kendisi de sırıtmaya başladı ama uzun sürmedi sevinci.

Kaşları öfke ile çatılan adamın, parmaklarının arasına aldığı çenesindeki dokunuşta git gide daha da sertleşiyordu. Bu dokunuş canını acıtmaya başladığında, canının yandığını belli eden bir inleme ile başını geriye doğru çekmeye çalıştı ama kurtulamadı. Dudakların birbirinin üzerine bastırıp korkusunu, yutkunarak geçirmeye çalıştı. Fakat karşısındaki adamın öfkesi, daha çok gerilmesine neden oluyordu.

"Seni istemiyorum." Dedi anlık. Gizem bunu beklemiyor olacak ki olduğu yerde bakışları donuklaştı. Çenesindeki tutuş hafifken şimdi daha çok sertleşmişti. "Ama seni isteyen biri var Gizem. Ona git." Gizem kimden bahsettiğini gayet iyi anlamıştı ama yanından gitmek istemediği, hep yanına gelmek istediği bu adamdan gitmek istemiyordu.

Kaşları dediği ile birlikte çatıldı Gizem'in. Boynuna doladığı kollarını güçsüz bir şekilde çekerken, sinirine hakim olmak adına dudaklarını dişlerinin arasına aldı. "Herkes istediğini alır mı bu dünyada?" diye bir soru sordu. Cesur beklemiyordu böyle bir soru soracağını. Gizem bile bir anda sorduğu soru yüzünden pişman olmuştu.

Sessiz kaldı bir süre Cesur. Cevap veremedi. "Git!" diye bildi sadece.

"Okey!" Gözleri dolmaya başlayan Gizem, bunu bastırmak adına gülümseyerek kucağından kalkıp ayaklandı. Onunla beraber Cesur'da ayaklanmıştı. "Uykunu iyi al Gizem, her şey daha yeni başlıyor." Odanın kapısına doğru önünü dönerken, kasıklarındaki ağrı hâlâ oradaydı Gizem'in. Cesur'un hoşuna gittiğini sanmıştı ama yanılmıştı. Her gece olduğu gibi!

Gizem, kapıyı açmak için yeltendi ama arkasındaki adam ondan önce davranarak kapıyı sonuna kadar açtı. Karşı karşıya dizilmiş olan hiçbir odanın ışığı yanmıyordu, tüm odalar koridor gibi karanlığa bürünmüştü. "Bir daha odama gelme!" dediğinde, Gizem'in öfkeli bakışları Cesur'un yüzüne tırmandı. Ama gelecekti, vazgeçmeyecekti. İkisi de bunu çok iyi biliyordu.

Gizem bir şey demeden odadan çıkarken, Cesur arkasından kapıyı kapatmıştı. Gizem artık karanlığın ortasında gözleri kapalı bir şekilde dikiliyordu. Ağlamak istemiyordu, ağlamak ona yakışmıyordu. Bunu kendisine durmadan tekrar etse de, onu umursamayan bir kişinin hırsı ile daha da boğuluyordu.

İçerden gelen müzik sesi ile ağzından birkaç küfür mırıldandı. Biraz daha kapının önünde durup çalan müziğine kulak kabarttı. Odadan dışarıya çok fazla yansımayan müzik, Sezen Aksu'ya ait Firuze şarkısıydı.

Buraya geldiklerinde odasına giremediği zamanlarda, kapının arkasından içeriyi dinlerdi. Ve her gece plaktan yükselen tek şarkı oydu. Durmadan, sıkılmadan bu müziği dinler, sonunda şarkının kendisi dururdu. Hep başa sarılan şarkı oydu.

Kıskanır rengini baharda yeşiller, sevda büyüsü gibisin sen Firuze...

Öfke ile derin bir nefes alıp şarkının sözlerine daha fazla kulak misafiri olmadan odasının yolunu sert adımlarla yürümeye başladı.

 

****

 

Gizem parmak uçlarında odasına doğru yürümeye başladığında, kimsenin onun odasından çıktığını görmesini istemiyordu. Bu yüzden adımları sessiz, nefesi ise öfkesinden dolayı göğüs kafesini sıkıştırmaya başlamıştı.

"Yine mi kovdu seni?" yan tarafından gelen ses ile birlikte irkilerek sol tarafına döndüğünde, kollarını göğsünün altında birleştirip, bir omuzunu ise kapının sövesine yaslayan Kaya'nın olduğunu gördü.

"Ne yapıyorsun? Ödümü kopardın!" deyince Gizem, baş parmağı ile damağını kaldırarak korkusunu geçirmeye çalıştı. Hiçbir odanın ışığı yanmıyordu, Kaya'nın da odasının ışıkları açık değildi fakat koridorda tek uyanık olan ikisiydi. Gözleri ise koridorun ortasında dikilen kadının üzerindeydi.

Gizem'in korkusu geçer geçmez, Kaya gibi o da kollarının göğsünün altında bağlayarak, bir ayağını öne doğru uzatıp küçümser bir bakış attı. Kasıklarında başlayan sızlama hâlâ geçmemişti. Onun da geçmesi için kendini fazlasıyla kasıyordu. Cesur'a ne kadar lanetler savursa da, ona olan öfkesi saman alevi gibiydi. Çabuk parlardı fakat sönmesi uzun sürmezdi.

Kaya'nın odasındaki pencereden vuran cılız ay ışığı, koridoru aydınlatmak için yeterli ışık kaynağıydı. İkisi de birbirinin yüz ifadelerini seçecek kadar işe yarıyordu fakat Kaya'nın arkasından vurduğu için Gizem için kolay değildi.

"Nereden çıkardın bunu? Kovmadı beni, kendim çıktım." Dediğinde çenesini yukarıya doğru kaldırdı. Bir taraftan da, bacağının birini önüne çapraz bir şekilde atan adamı incelemeye koyulmuştu. Işık onun arkasından vurduğu için göremiyordu fakat karanlığa yavaş yavaş alışan gözleri, kumral saçlı, altında sadece eşofmanıyla kalan çıplak adamı seçebiliyordu.

Kaya'nın dudağı alayla yukarıya doğru kıvrılınca, tek kaşı da buna eşlik etmişti. İnanmamış gibi kafasını aşağı yukarı sallamaya başladığında, hafifte kıkırdamıştı. "İçerden gelen tek inleme sesi sana aitti ama kısa sürdü." Dudaklarını anlamamış gibi aşağı sarkıtıp, "daha sonra da kapıda bittin." Kollarını göğsünden çözüp, bu sefer de ellerini de iki yana doğru bildiği şeyi söylemenin zevki ile açarak, "yani kovuldun!"

Gizem'in odadan çıkarken morali zaten mahvolmuştu, şimdi açık açık sesli bir şekilde durumu dile getirilince, nefesi kontrolünden çıkmıştı. Sinirleri bozulmanın eşiğine gelince kaşları çatılarak Kaya'ya gözlerini dikti. Ama buna izin vermeyecekti.

Bir adım Kaya'ya atıp kafasını omuzuna yatırdı. Yüzünde şüpheci bir ifade ilişirken, aklında; Kaya'nın her şeyi duyup bilmesi, kendisini izlediğini gösteriyordu. Hemen neşesi yerine gelirken, dudakları da sinsilikle kıvrılıp, "demek bu yaptıklarımın hepsini izleyip duydun?" diye bir soru sordu. Ama alay ve kibir vardı harflerin de.

Kaya anında bocalayıp kollarını göğsünden çözüp omuzunu da kapının sövesinden ayırdı. "Hayır," dedi hızlıca. Yutkunduğunu hissetti Gizem. "Evin yalıtımı kötü. Her şey duyulabiliyor." Öyle bir şeymiş gibi konuşup ellerini de, geçiştirirmiş gibi havada sallamaya başladı.

Bu hali Gizem'i güldürmüştü. Kaya'nın gözleri dudaklarına kayınca, ellerini eşofmanının ceplerini sokuşturdu. Kaya çirkin bir adam değildi onun için, kendisine karşı duygularını da çok net bir şekilde görebiliyordu. Fakat bunu hiçbir şekilde dile getirmemişti Kaya. Dile getirseydi belki daha az dikkat çekerdi çünkü Kaya'nın ona kurduğu cümlelerini, bakışlarını ve hareketlerini kendisi de dahil herkes görebiliyordu.

Kaya hâlâ kulaklarını dolduran gülüşüne gözlerini çekmeden bakamaya devam ederken, ay ışığı daha fazla vurmaya başlamıştı durdukları yere. Gizem bu bakışı hissettiğinde, dudaklarından yavaş yavaş silinmeye başlamıştı gülüşü. Elinin birini ensesine atıp kızıl saçlarını biraz daha öne doğru getirdi.

Bakışları onu etkilemiyordu, Cesur'un böyle bakması için her şeyini bile verebileceğini düşündü o an. Aralarında geçen sessizlik Kaya'nın tekrar aynı konuyu açmasıyla yarı kesilmişti. "Demek kovmadı ha seni?" burnunu çekerken, gözlerini dudaklarından çekmişti Gizem'in. Yavaş yavaş öfkesi baş gösteriyordu bedeninde Kaya'nın.

"Senin de işin geldi sanırım?" derken bir adım tekrardan Kaya'ya yaklaştı. Aralarında sadece bir iki adımlık mesafe vardı. Kaya, dudaklarını dişlerinin arasına alıp, gülmesini bastırmaya çalışıyor gibiydi.

Yukardan attığı bakışlarla Gizem'i pür dikkat izlerken başıyla onaylayıp, "fazlasıyla hem de." Deyip göz kırptı. "Kusura bakma hevesini kursağında bırakacağım, çünkü kendim çıktım onun odasından." Derken yalanın sivri uçları canını acıtmıştı. Ama çaktırmadı hiçbir şekilde. Yüzünde asla bunun olduğunu göremezdi Kaya. Kafasını biraz daha havaya kaldırıp, kendisinden uzun olan adamın gözlerine dikti bakışlarını. Ama yüzünde öfkenin izi yoktu, aksine eğleniyordu.

"Sen öyle diyorsan." Kaya'da onun gibi ellerini arkasında birleştirip bir omzunu silkti. Gizem yanağını içini dişlerinin arasına alıp gülmemeye çalıştı. Gözlerini devirip odasına giden tarafa önünü çevirirken, omuzunun birine attığı kızıl saçlarını elinin tersi ile sırtına attı.

"Öyle diyorum." Deyip oda omuzunun birini silkti. Odasına gitmek için bir iki adım atmıştı ki, "Giz-" diye fısıldadı Kaya. Adımları olduğu yerde kesildi ama tekrardan arkasına dönüp bakmadı. Kaya herkesin yanındayken ona, Kızıl Gezegen diye hitap ederdi fakat ne zaman yalnız kalsalar ona Giz diye seslenirdi. Giz denilmesini sevmiyordu çünkü diğer hitap şekli ona hep daha özel, daha anlamlı ve Kaya'dan duymuş olması hoşuna gidiyordu. Aradaki soğukluğu iliklerine kadar hissettirecek olan, ikinci hitap şeklini asla sevemiyordu.

"Seni hak etmiyor o adam!" dedi bir anda. İşaret parmağıyla Cesur'un odasını işaret ederek konuşurken, göz bebeği genişlemişti. Bir adım Gizem'e doğru yaklaşıp tekrardan konuştu. Arkası dönük olan Gizem tekrardan önünü Kaya'ya çevirdi. "Senin gibi bir kadını asla hak etmiyor! Neden kendine bunu yapıyorsun? Niye kendine acı çektiriyorsun?" dediğinde, sesinin volümü artmıştı Kaya'nın.

Aniden sinirlerinin gerilmesi Gizem'i şaşırtsa da, yüksek çıkan sesinden dolayı diğerlerinin duyacağı konusunda tedirginlik yaşamıştı. "Kes sesini!" dişlerinin arasından kurduğu cümle ile kapısı kapalı olan odaları kontrol ediyordu bir taraftan da. "Sana ne! Seni ne ilgilendirir?" diye çıkıştı.

"Sadece..." parmaklarını dağınık kumral saçlarına daldırarak, geriye doğru yatırdı. "Sadece üzülmeni istemiyorum." Dedi yumuşak bir sesle. Öfkesi bir anda geri çekilmişti. Ellerini iki yöne doğru açıp Gizem'e daha çok yaklaştı. "İnan bana, o adam seni hiç hak etmiyor." Hava da kalan ellerini bu sefer, Gizem'in buz kesmiş, çıplak kollarına yasladı. "Eğer sen üzülürsen-" Kafasını kendisinden kısa olan kadının, gözlerine hizalayabilmek için eğmişti. "Kimseyi mutlu etmem!" derken sesindeki tehditvari tonu, gözlerinin bile böyle bakmasını sağlamıştı.

Kollarına sardığı parmakları, omuzlarına doğru okşayarak yukarıya doğru usulca tırmanırken, Gizem'in dudakları istemsizce kendiliğinden aralandı. Bakışları Kaya'nın dudaklarına ilişirken, tenine değen dokunuşlar uzuvlarını karıncalandırmıştı.

Kaya, bu sefer dokunuşlarını yarıda kesip ellerinin içiyle, Gizem'in yanaklarını avuçladı. "Bana bir daha Giz diye seslenme." Diye fısıldadığında, parmak uçlarında yükseldi Gizem. Az önce Kaya'nın söyledikleri, şok etkisi yaratsa da hoşuna fazlasıyla gitmişti. Kendisine karşı söylenen cümleler hep hoşuna gidiyordu.

Ellerini Kaya'nın bel kenarlarına yasladı. Verdiği sıcak nefesler Kaya'nın yutkunarak gözlerini kapamasına neden olmuştu. Kaya sertçe yutkunup, tekrardan, "Giz..." dediğinde, elinin birini Gizem'in bel boşluğuna yaslayıp kendine daha çok çekti. Bedenlerinin arasından rüzgar geçmeyecek kadar alanı azalttı.

Gizem bu ani hareketle inleyip, yükseldiği parmak uçlarında tekrar yere inmesine neden olmuştu. "Bana Kızıl Gezegen demeni istiyorum!" dedi baskın bir sesle. "Neden?" diye sorduğunda Kaya, kendine daha çok çekmişti. "Çünkü seni, daha çok istememe sebep oluyorsun." Deyip sessiz bir şekilde kıkırdamaya başladığında, Kaya kapalı olan gözlerini açarak, dudaklarının arasındaki mesafeyi beklenmedik bir anda kapatmıştı.

İkisi de birbirini nefes nefese kalmış bir şekilde öperken, Gizem parmak uçlarında yürüyerek onu odaya götürmek için iteklemeye başladı. Kaya'da onun bu isteğini fazla bekletmeden adımlarını geriye doğru attı. Açık olan kapıdan, gözleri kapalı bir şekilde girdiklerinde, Kaya, arkalarından kapıyı örterek Gizem'in sırtını soğuk tahta zemine yasladı. Deli gibi öpüşmeleri Kaya'nın, Gizem'in dudaklarını dişlerinin arasına alıp canını acıtmayacak bir şekilde ısırmasıyla yarıda kaldı. Gizem, inleyerek kafasını kapıya daha çok bastırdı. Kaya sert bir öpücük dudaklarına bırakıp, dokunuşunu kesmeden çenesine doğru ilerlemeye başladı. Aynı ısırıkları çenesinin ucunu bırakırken, öpücükleri ateşi harlayan bir benzin gibi, ikisinin de tenini yakmaya devam ediyordu.

"Kaya..." diye inlediğinde, gözlerini kapamış, boynuna değen her dudak darbesinde kafasını daha sert kapıya bastırıyordu Gizem. Ellerini, Kaya'nın belinin kenarlarına yasladı, uzun, kan kırmızısı sürdüğü ojeli tırnaklarını acımadan adamın tenine saplarken, başını gömdüğü boyun girintisinde inlemesine engel olamadan dişlerinin arasından firar etmişti sık nefesleri Kaya'nın.

İkisinin de kasıklarında yükselen sızı acıdan çok, zevkin sularına sürüklüyordu. Gizem kendini bastırdığı adamın şişen erkekliğini kendi kasıklarından hissettiğinde, ayağının birini de yukarıya doğru kaldırıp bel kenarlarının boşluğuna yasladı. Kaya'nın elleri ise ateşler içinde kalan bir yılan gibi, genç kadının kalçalarını kavrıyor, aynı hızla oradan çekip çıplak kalan bacaklarının tenini sarıyordu parmaklarıyla.

Sıklaşan nefeslerini, birkaç santim aralana dudaklarından sıcak bir şekilde dışarıya akın ederken, burunlarını birbirine sürtüyordu. İkisi de aynı anda inlediler. "Demek beni daha çok istemene sebep oluyor?" diyen Kaya dudaklarını, Gizem'in burnunun ucuna sürttü. "Çok fazla." Diye mırıldandı Gizem.

Gizem'in yüzündeki şehvet ve söylediği kelimeler bedenini uyuşturmaya devam ederken, Kaya, Gizem'in omuzundan tutup sırtını kapıdan ayırdı. Gizem inleyerek, sağ yanağında hissettiği kapının soğuk zemininde vücudunun daha fazla ısınmasına engel olamamıştı. Sesli bir şekilde yutkunurken, kalçasını biraz daha yukarı kaldırıp ileriye götürerek Kaya'ya yasladı.

Eşofmanın altında kalp gibi atan erkeklik, tenindeki tüm tüyü havaya dikleştirmişti genç kadınının. Onu her zaman bu şekilde etkileyebilmesi hoşuna gidiyordu. Dudakları bunun verdiği hazla daha fazla tebessüme boğuldu.

Kaya, kasıklarında sürtünmeye devam eden kalçanın verdiği baskıyla dişlerini sıkıp kafasını geriye doğru yatırdı. Uzun, damarlı parmaklarını, Gizem'in beyaz, kalın bacağına sert bir şekilde geçirirken, teninden çıkan ses odadaki nefeslerine karıştı. Boşta kalan diğer elini de kapının üzerine yaslamış olan Gizem'in elinin üzerine yaslayıp parmaklarını birbirine kenetlediler.

"Çok iyi amına koyayım!" dedi dişlerinin arasından Kaya. Gizem yarattığı etkinin küçümsenmeyecek kadar yoğun olduğunu biliyordu. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirip ıslaklık bırakırken, bir taraftan da dişlerini etine geçiriyordu. Kaya, Gizem'in kalçasının iki tarafından tutup tekrardan önünü kendine doğru çevirdi. Bileğinden tutup, yatağa doğru yavaş adımlarla geri geri yürümeye başlarken, Gizem'de ona eşlik ediyordu.

Bel boşluğuna yasladı avuç içini, ikisi de topuklarının üzerinde döndüğünde, bu sefer Gizem'in arkası yatağa dönüktü. İkisi de konuşmuyordu ama nefesleri , bakışları cümlelerden daha büyük etki bırakıyordu ikisinin arasında.

"Bir daha söyle!" dedi komut veren bir sesle Kaya. Gözleri durmadan kan kırmızısı dudaklarına kayıyordu. Gizem bu bakışların varlığıyla sırıtmadan edemiyordu. "Tabi ki bir daha söylemeyeceğim." Diye fısıldadığında, ellerini omuzlarına doğru atarak askılarını aşağıya indirmeye başladı. Kaya gözlerini, kendini deli edebilecek kadının yüzünden ayıramıyordu. Her yerini ezbere bilecek kadar incelemek istiyordu.

"Fazla inleme." Kaşlarıyla diğer odaları işaret eder gibi havalandırdı. Ardından geceliğin askıları omuzlarından aşağı kayıp beline kadar indi. Artık dik göğüsleri gözler önüne serilmişti. Ellerini bu sefer, geceliğin uçlarından tutup başından çıkardı ve Kaya'nın ayak uçlarına attı. Beyaz teni, herhangi ufak bir dokunuşta kıpkırmızıya dönüşecek kadar narindi. Bakışları önce göğüslerine, ardından da yüzüne tırmanınca Kaya'nın, Gizem parmaklarını karşısındaki adamın bileğine sararak, sırtını yatağa yaslamaya başladı. Onu da kendine doğru çekerek, kollarını boynuna doladı.

Çıplak tenleri, birbirine sürterken, Kaya kendine engel olmak ister gibi dişlerini sıktırmaya başladı. Fakat çabası nafileydi, çıplak göğüslerinden vuran sıcaklık, damarlarında akan kanı daha da somsoğuk buza çeviriyordu.

"Ne bekliyorsun?" diye sorup dudaklarına bir öpücük daha bıraktı Gizem. Kaya seyirmeye başlayan dudaklarını dişlerinin arasına alıp yara edecek kadar ısırmaya başladığında, elini eşofmanına atarak çıkardı. Ardından, altında tüm ihtişamıyla izlediği kadının saten şortunu aşağıya indirdi.

"Beni her gece delirtmeye hakkın yok!" diye Kaya tebessüm ettiğinde, Gizem, Kaya'nın erkekliğini kendi kadınlığının başında hissetti. Göğüs kafesi sert bir şekilde yükseldiğinde, ikisi de bu dokunuşun esiri olmuşlardı.

Oda karanlıktı, içeriye vuran ışık, ikisinin sıcaklığından yanıp tutuşan odayı aydınlatmaya yetecek kadar güçlü değildi. Gizem, inip kalkan göğsünün üzerinde hissettiği adamı, Cesur olarak hayal ediyordu. Kaya'nın dediği gibi, eğer odadan her gece kovulmasaydı, bunları onunla yaşamak için her şeyini verirdi.

Gözlerinin önündeki Kaya değil, Cesur'du. Kaya ile yaşadığı her birliktelik Cesur'u hayal ettiği için yaşanıyordu. Pişmanlık duymuyordu, çünkü ikisinin de bu durumdan zevk aldığını gayet iyi biliyordu. Bunu bozmayı hiç düşünmemişti.

Kaya, erkekliğini sürtmeye devam ettiğinde, bakışlarında gördüğü zevkten yanıp tutuşan kadından daha çok zevk alıyordu. Gizem, kadınlığının içinde hissettiği erkeklikle, ikisi de aynı anda inlediler. Beli, kıvrılan bir yılan gibi yukarıya yükselirken, Kaya ileri geri gitmeye devam ediyordu. Bedenlerinden çıkan sesler, hızlarını yükseltmeye başladı.

Gizem, parmaklarını yatağın çarşaflarına sımsıkı geçirdi. Başı ise içinde hissettiği varlıkla sağa sola doğru hareket etmeye başladı. "Ah..." diye inledi. Kaya, duyduğu sesler ile başını, Gizem'in boyun girintisine sokarak öpücükler bırakmaya başladı.

Bir eli çarşafı kavrarken, bir elinin tırnaklarını da, Kaya'nın sırtında çizilmedik yer, açmadığı yara izi bırakmamıştı.

Gözlerinin önünde beliren o adamın yüzü ile, "Cesu-" onun ismi inleyerek dudaklarının arasından sessiz bir şekilde döküldü. Ağzından kaçırdığı bu isim yüzünden şaşırarak sağ tarafına çevirdiği başını, böyle bir şey söylemenin pişmanlığıyla gözlerin kocaman açarak başını önüne çevirdi. Gözlerini kapatıp, dudağının bir kenarını dişlerinin arasına alırken, böyle bir durumda Cesur'un adını söylediği için kendine lanetler okumaya başlamıştı.

İçinde gel gitleri sürdürmeye devam eden Kaya, hareketlerini durdurmuştu. Başını gömdüğü boyun girintisinden, yavaşça kaldırıp, söylediği şeyin pişmanlığını gözlerinden okunan kadının yüzüne baktı. "Kaya," diye mırıldandı üzülür gibi. "Özür dilerim!" dediğinde, ellerini Kaya'nın yanaklarına yasladı.

Kaya burukça gülümsedi ona. Şimdi böyle bir şeyin yaşanmasını bırakır ve onu odasından kovardı ama Kaya biliyordu. Her gece ve her gün bunun varlığıyla yaşadığını acımasızca bir şekilde gayet iyi biliyordu. Gizem, onunlar birlikte olurken, Cesur'u düşündüğünü iyi biliyordu. Her seviştiklerinde, farkında varmadan ismini sayıkladığına şahit oluyordu. Ve ilk defa Gizem'de bu dediğine şahitlik etmişti.

Gözlerine yansıyan buruk gülümsemesi devam ederken, kafasını iki yöne doğru sallayıp, "Önemli değil." Diye bildi sadece sertçe yutkunurken. Önemli değildi çünkü bilinen bir şey hep göz önündeydi. Dudaklarına tekrar öpücük bıraktı, oradan Gizem'in kapadığı gözlerinin üzerine, daha sonra çenesine ve gerdanına. Dudaklarında sevgi vardı ama acı büyüktü. Tüm bıraktığı öpücükleri, deliler gibi yanan kalbini ferahlatmak ister gibiydi.

Durduğu hareketini devam ettirmeye başladı. Gizem inleyerek başını geriye doğru attı. Kaya, Gizem'in kendisini sevdiğine inandırarak sevişmeye devam etmişti. Gizem, olayın büyümediğine ve Kaya'nın kırılmadığına sevinerek kollarını boynuna dolayıp derince gülümsedi. Yalan hazlar odayı doldurduğunda, hiçbiri kandırılmamış oldu.

Kaya bir elini, Gizem altına sürüyerek, bel boşluğuna yaslayıp yatağın baş ucuna doğru götürüp kafalarını yumuşak yastığa koydular. Gizem'de bir ayağını, Kaya'nın karnının üzerine koyarak bacaklarının arasında kalmasını sağladı. Genç adam uzandığı yerden doğrulup, bozulan serin yorganın uçlarından kavrayarak, yanıp tutuşması geçmeyen bedenlerinin üzerini örttü. Artık serin yorganın altındaydılar.

Ay'ın etrafını saran parçalanmış bulutlar artık yok olmuştu. Pencereyi kapatan tül perdenin ardından vuran ışık, tüm berraklığıyla odanın ve yatağının içinde uzanan çiftin üzerine vurmaya devam ediyordu. Kaya, işaret parmağının arkasıyla, kendisine gülümseyen kadının yanağını usulca okşuyordu.

"Yarın yatağımda uyanacak mısın?" kuru bir sesle sorusunu soran Kaya, sırt üstü uzandığı yatağın içinde, göz kapaklarının üzerine yığılmaya başlayan uykuyla savaşırken, bir taraftan da, yanağının altına ellerini yaslayan kadının gözlerinin içine bakmaya devam ediyordu. "Yanımda görebilecek miyim?"

İkisi de geceden kalma yorgundular ama gülümsemeye devam ediyorlardı. Uykuya teslim olmadan sabahlayacaklarını düşünüyorlardı. Gizem sessiz kaldı bu sorusunun karşısında. Sadece işaret parmağını, Kaya'nın üst dudağının ve burnun arasında üst üste gelen benlere dokundurdu. Önce en üste kalan bene, ardından da diğerine doğru tırnağını sürüdü. Açık yeşil gözleri, dağınık saçlarının altında canlı gözükmeyecek kadar, uykuluydu.

Kaya'da işaret parmağının arkasını dudaklarına doğru indirdi Gizem'in. "Kalacak mısın?" diye tekrardan sordu. Gizem, gülerek kafasını eğdiğinde, "Seni yormama rağmen hâlâ konuşuyorsun." Dedi. "Kim kimi yordu gördük." Dedi Kaya'da gülerek.

Kaya derin bir nefes alarak, yüzünü, yanında yatan kadına doğru döndürüp, genç kadına sarılmak için kolunu yorganın altından ona doğru uzattı. Genç kadın gözlerini uykuyla kapatıp derin bir nefes alarak sırtını genç adama doğru çevirdi. Kaya'da kolunu attığı kadının sırtını göğsüne sıkıca yaslayıp elini de karnının üzerine yerleştirdi. Kaya'nın sorduğu soruların karşılığını vermemişti Gizem çünkü cevap belliydi. Yarın uyandığında burada olmayacaktı. Her gece olduğu gibi!

Kaya sarıldığı kadının kokusunda, kendini zorlayan uykunun kollarına çoktan bırakmıştı. "İyi geceler." Diye fısıldadı Gizem gözlerini tül perdeden vuran ay ışığına doğru çevirirken. Ama cevap gelmedi çünkü çoktan Kaya uyumuştu.

Güneş, açık gökyüzünde yavaş yavaş doğmaya başladığında, Kaya'nın kapalı gözlerinin üzerine süzülmeye başladı. Uykusu kendisini terk etmeye başlıyordu, burnundan derin bir nefes alıp, aralamadığı gözleri ile, yatağın diğer tarafına doğru sürüdü parmaklarını. Eline tek değen şey, buz gibi soğukluk ve boşluktu. Gitmişti! Sorularına verilmeyen cevaplardan belliydi ama yine de sormaktan vazgeçememişti. İçinden kendine en ağır küfürleri savururken, hislerine karşı gelmeyişi moralini alt üst ediyordu.

Her gece aynı başlangıç ve aynı son. Gözlerini açmadan bu gerçeklik, tırnağının altına batan kıymık kadar canını çok acıtmıştı.

 

Kutlamadan bir gün önce;

 

Gün doğar doğmaz; Cesur, Arın, Artemis, Gizem ve Dua, kafalarını dinledikleri o evden ayrılarak Peder'in kendisine ait olan eve geçmişlerdi. Hazırlıkları tekrardan gözden geçirmek amacıyla bindikleri motorlarını son sürat asfaltı yolda sürerken, bazıları yarış yapmayı ihmal etmemişti. Cesur, Arın ve Kaya'nın tutarsızca kullandıkları motorları, canlarını hiçe sayarak yarış yapmalarına, taktığı kaskın altında kulaklarını çınlatacak küfürlerini saydırıyordu.

Eve vardıklarında gündelik kıyafetlerinden kurtulmuş, herkes kendine ait olan takımlarını giyinerek Peder'in karşısına çıkmışlardı. Peder'in asla buna tahammülü yoktu. İnsanı yücelten en büyük etkeni, giydiği kıyafetleri olduğunu düşünürken temizlik ve düzen, dünyanın nizamının bozulmayacağına kanaat getireceği fikrindeydi.

Nadia onları önemli bir şey olmadığında içeriye almadığı yer olan çalışma odasına getirmişti. Burası Peder'e ait bir yerdi. Odanın ortasında sadece siyah deri bir masa, etrafında aynı sandalyeler dizilmişti. Her biri kendisine ait olan yere oturduğunda, sadece önündeki bilgisayarda ilgilenerek meşgul olan Kaya'ydı. Parmakları hızlı hızlı klavyenin üzerinde bir şeyler yazıyor, kaşları gerçekten bu işle ilgilendiğini gösteren bir şekilde çatılarak ekrana bakıyordu.

Hepsi sessizdi, odadan tek bir ses çıkmıyordu. Dışardan gelen herhangi bir seste bu odaya giremeyecek kadar yalıtımı güçlüydü. Büyük masanın tam karşısında ise siyah renkte bir çalışma masası vardı. Üzerinde de birkaç dosya ve iki tane kalemin bulunduğu kalemlik mevcuttu. Pencerenin sağ tarafında yaslı duran iki kapaklı bir dolap daha vardı ve üzerinde de, hiçbir yeri görünmemesi amacıyla örtü çekilmiş sandık bulunuyordu.

Kutlama gününe sadece bir gün vardı ve bu yüzden bu odada konuşmak için bir araya gelmişlerdi. Fakat Peder'i bir saatten fazladır bu odada bekledikleri için epey canları sıkılmıştı. Gizem göğsünün altında bağladığı kolunun altından elinin birini çekerek gözlerinin önüne getirip uzun tırnaklarını incelemeye başladı.

Dua, masanın üzerine kollarını bağlayıp, başını da üzerine koyarak uyumaya çalışıyordu. Aslında gözlerini dinlendirmeye çalışıyordu. Artemis'te ağzına attığı sakızın ucunu işaret parmağını dolayarak, bir lastik gibi geriyordu.

Cesur'da onlardan farksız bir şekilde geriye yaslandığı sandalyesinde, diğerlerini izliyordu.

Arın ise masanın üzerinde tek varlık olan kalemi alıp dişlerinin arasında ezmeye başladı. Ardından da gözleri, ellerini arkasında birleştirerek bekleyen Nadia'yı kısa süren incelemesinden sonra, bilgisayarda bir şeylerle ilgilenen Kaya'yı buldu gözleri. "Çok zeki görünüyorsun." Dediğinde, dudaklarındaki alaycı tebessüm çoktan yerini almıştı. Sandalyesini geri itekleyip, masanın üzerine çıkardığı ayaklarını çapraz bir şekilde bağlayıp sağa sola sallamaya başladı rahat bir tavır takınarak. Dişlerinin arasına sıkıştırdığı kalemi çıkarıp, sandalyenin başına yasladığı dirseğinden destek aldığında, kalemi parmaklarının arasında döndürdü.

Tüm bakışlar aynı anda, Arın'ın masanın üzerine attığı ayaklarına çevrilmişti. Gözlerini ilk oradan alan Kaya, histerik bir gülüş atıp, "en azından benim zeki göründüğüm bir zaman dilimi var, zeka küpü. Seninkini ne zaman göreceğiz peki?" Diyerek onu dalgaya aldı.

Cesur, Arın'ın bu davranışından ötürü dudaklarını birbirinin üzerine bastırırken, bakışlarının ilk odağı, tam karşısında farklı bir hareketliliği hisseden Nadia'nın çatılmış kaşlarıyla şüpheye düşen surat ifadesine saplanmıştı. Gözleri görmediği için ne olduğunu anlayamıyordu ama bir şeylerin yanlış gittiğinin farkına varmıştı. Bunu hissetmek adına kafasını, bir yılanın başı gibi hareket ettiriyordu. Arın'ın hareketini kavrayamamıştı.

Cesur, elleri ile sandalyenin kollarını sımsıkı kavrarken, parmak boğumları ve eklemleri beyaza çalmıştı. Gözleri tekrar yanında rahat bir şekilde oturan Arın'a döndürdü. Ama onun gözleri karşısında oturan Kaya'nın üzerindeydi. Sorduğu soruyu çok farklı şekilde yorumlayarak, "çok mu görmek istiyorsun?" diyerek göz kırptı. Dua kafasını kolunun üzerinden kaldırıp yüzünü buruşturdu. Dağılmış saçları, gözlerini ve yüzünü kapatmıştı. "Üzgünüm dostum, ne kadar göstermek istesem de iğrenirim. Sonuçta aramızdaki ilişki, arkadaşlık"

"Gey panik, gey panik." Diyen Artemis yalandan sesini tedirgin ve korkmuş bir şekilde çıkmasına özen gösterdi. Sonrasında ise kahkaha attı ikisini alaya alarak.

"Sessiz olun!" diyen Nadia bir adım masaya yaklaşmış, gözlerini ise kocaman açarak en korkutucu bakışını yansıtmıştı. "Burası Peder'in odası, istediğiniz gibi konuşmazsınız!" o an kapı ileriye doğru açılmaya başladığında, "indir ayağını Arın!" dedi Cesur dişlerinin arasından. Başını iki yöne doğru sallayıp gözlerini devirirken, bu durumdan sıkılmış olduğunu belirten bakışlarını Cesur'a çevirdi, ardından da, masanın üzerine koyduğu bacaklarını istemeye istemeye aşağı indirdi. Hepsi aynı anda ayağı kalkarken, çoktan gelen kişiyi beklemek adına hazır ola geçmişlerdi.

Artemis, ağzındaki sakızı hızlıca ağzından çıkarıp masanın altına yapıştırdı. Dua'da gözlerindeki uyku mahmurluğunu dağıtmak için parmak uçlarını göz kapaklarının üzerine bastırıp ovalamayı bitirdiğinde bu sefer, dağılan saçlarını düzeltti. Gizem'de, sandalyenin kollarından tutup geriye doğru iteklediğinde, bakışları masanın diğer ucunda olan Cesur'un üzerindeydi. Evden çıktıklarından beridir asla göz göze gelmemişlerdi. Gözlerinin içine bakmayı istiyordu, en azından bunu ondan mahrum bırakmamasını, bu şekilde cezalandırılmayı kendine hak görmüyordu. O evde sınırı aştığının farkındaydı ama içindeki duygulara hakim olamıyordu. Olmayacaktı da!

Kaya'da ensesinde doğru sürüdüğü kulaklığı çıkarıp masanın üzerine bıraktı. Artık hepsi ayaktaydılar. Gözleri ise açık olan kapıdan girecek olan kişinin üzerindeydi. İlk önce destek alarak yürüdüğü bastonun sesi duyuldu, daha sonra da kendisi göründüğün de, bakışlarındaki babacan tavırla birlikte odaya girdi.

"Benim lotus çiçeklerim." Deyip aksayarak yürümeye başladı, masanın başındaki boş sandalyeye doğru. Ne zaman sol ayağına verdiği ağırlıkla yürümeye başlasa, surat ifadesinde canının yandığını belli eden bir şekil alıyordu fakat belli etmemek için verdiği çaba, canının yanmasından daha çok can yakıyordu. Bir insan güçsüz görünürse ve kendisinin de böyle olduğuna inandırırsa, üzerinden çok fazla ayak geçerdi. Bir daha başı doğrulmaz, bir insan olarak dünya da yer kaplamazdı. Kendisine istediğini, masanın etrafında oturan bu çocuklar içinde istiyordu.

Aksayan ayağına kimse bakmıyordu, ilk başta bu durumu yadırgayıp ne olduğunu merak etmişlerdi, daha sonra da Peder'in büyük bir kaza geçirdiğini bu yüzden aksadığını öğrendiklerinde, bir daha kimse de bu olayla ilgili soru sormamıştı. "Hoş geldiniz." Hepsine karşılık baş selamı verip sandalyesinin başından tutarken, Cesur ondan önce davranıp geriye çekti oturması için. "Teşekkür ederim evlat." Deyip bastonunu masanın kenarına yaslamadan önce sandalyesine oturdu.

"Biraz beklettim sizi, kusura bakmayın." Masanın kenarındaki bastonun yuvarlak kafasını avuçladı.

"Çok fazla hem de." Ağzının içinde homurdanarak cümlesini kuran Arın'a ters bakış atan Nadia olmuştu.

"Nadia, biraz papatya çayı getirir misin?" diyen Peder'in tebessümü dudaklarından silmeden gözlerini, ceketinin kenarlarıyla oynayan Arın'ın üzerindeydi. Yanaklarının içini, sıkıntıdan şişirip dışarıya üflüyordu.

"Çay içmelerine gerek yok Peder. Hak etmiyor hiçbiri." Nadia, az önce yaşanan konuşmalardan dolayı öfkesi geçmemişti. Nadia, Peder'in içeriye geçmesi ile birlikte, arkasında olan ellerini bu sefer önünde bağlayarak, el pençe divan bir şekilde duruşa geçmişti.

"Neyi hak edip etmediklerini sen mi karar veriyorsun, Nadia?" dediğinde, sesi sakindi fakat ucunda hissedilen iğneler sivriydi. Göz teması kurmamıştı Nadia ile. "Özür dilerim efendim!" dediğinde, sessiz bir şekilde derin bir nefes aldı.

Arın ve Artemis'in hoşuna gitmiş gibi yarım bir şekilde dudaklarının ucu kıvrıldı. Nadia'nın moralinin bozulduğunu görmeyen tek kişi arkaları dönük olan; Gizem, Kaya ve Dua olmuştu. Ama onlarda içten içe sevinmişlerdi.

Cesur'da Peder'in sandalyesini oturması için geriye doğru çekip hallettikten sonra, kendi yerine geçmişti. "Oturabilirsiniz!" derken elinin biri ile sandalyelerini gösterdi. Ellerinde yine deri eldiven vardı. Siyah takım elbisesi içinde, simsiyah saçları ve sert ifadesi asla gülüşü ile yumuşamıyordu. Diğerleri verdiği komutla birlikte yerlerine oturduğunda, sandalyesini ileriye çekmek için rahatsız edecek gıcırtı sesleri çıkaran Arın'a dönmüştü bakışları. Bu hareketini bilerek yapan Arın'ı anladıkların da, gülmemek için seyiren dudaklarını dişlerinin arasına alarak, nefeslerini tutan, Kaya ve Artemis'ti.

"Zemin çok rahatsız edici." Burnunu çekti ve sonunda sandalyesinin gıcırtısı durunca yerine oturmuştu. Bakışları masanın üzerindeyken, siyah ceketinin kenarlarını çekiştirerek düzeltiyordu Arın.

"Nadia hâlâ buradasın, git çayları getir." Yine yüzüne bakmadan konuşmuştu, kızıllıkları solan kadına doğru Peder. Başı ile onay verip odadan çıkmıştı. Peder derin bir nefes alıp tekrardan bırakırken, "kutlamaya az kaldı. Hazırlıklarınız tamam mı?" diye sordu. Fakat gözlerini yanında oturan Cesur'a çevirmişti.

"Hazır Peder fakat diğerlerinin orada olması iyi mi sence?" ikilemde kalmış gibi sorusunu sordu Cesur. Emin değildi olacak şeylerden, bu yüzden geriliyordu. "Orada olmamız lazım, ki işler tersine gittiğinde müdahale edelim diye." Diyen Arın, yüzü çoktan ciddi ifadesini takınmıştı. "Arın haklı. Hem bizim içinde iyi olur. İnsan görmüş oluruz." Diyerek onaylayan Artemis'ti.

"Bazı şeylerden emin değilim ama..." dedi Arın ve tekrardan konuştu. "Mesela içimizden birinin o adamı etkilemesi biraz tehlikeli." Derken dilini yanaklarının içinde gezdirmeye başladı. Hepsinin gözleri Artemis'i bulurken, yerinde huzursuzca kıpırdandı Cesur, Arın'ın bakışları da Cesur'a dönmüştü.

"Tehlikeli mi?" histerik bir gülüş attı Artemis. "Ne zamandan beridir tehlikeden korkar oldum ben." Sırtını sandalyesine yaslayıp çenesini dikleştirdi. "O adamı çiğ çiğ yerim ben!"

"Etkileyemeyeceğinden korkuyorum ben, yoksa tehlikeli olması umurumda değil." Diyen Arın, gözlerini devirip alayla karışık bir gülüş attı.

"Ama ben Arın'ın etkileyeceğinden eminim." Diyen Kaya, işaret ve baş parmağını şıklatarak göz kırptı. "Allah'ım sil, sil o görüntüleri kafamdan." Dediğinde bedeni irkildi düşüncelerinde canlanmış gibi. Arın elindeki kalemi tam kafasına isabet edecek bir şekilde fırlattı. "Sapık sapık şeyler hayal etme benim bedenim üzerimden." Dedi Arın, öfkeyle. Kaya'nın kafasına kalem isabet edince, canının yandığını belli eder gibi ovalamaya başladı. "Lan, benim beynimin sizin için önemli hayvan! Yoksa ortada kalırsınız." Derken bir taraftan da kapattığı bir gözüyle başını sıvazlıyordu.

Artemis, Arın kullandığı cümle ile morali bozulmuştu. Ortalarında oturduğu, kişiye yani Arın'a öfkeli bakışlarını çevirip, "cevabını kutlamada vereceğimden hiç şüphen olmasın. O zaman ki yüz halini, sabırsızlıkla bekliyorum." Deyip dudak büktü. Arın ise onu takmayan bir hareketle gözlerini devirip, yine yanında oturan Cesur'a baktı. Fakat onun gözleri ona dönmüyordu bu yüzden istediğini alamıyordu. Sinirleri, diğerlerinin farkında olmadığı bir şekilde artıyordu.

O esnada elinde tepsi ve üzerinde dumanı tüten fincanlarla içeriye Nadia girdi. "Teşekkürler Nadia." Diye onu nezaketle karşılık veren Peder, diğerlerinin bu atışmalarına can kulağıyla dinliyordu. Nadia, fincanların içindeki papatya çayını diğerlerinin karşısına sırayla dağıttı. "Sinirlerinizi yatıştırır." Diyen Peder, ilk yudumu kendisi alıp, önlerine ilk konulan kişilere içmesi için kaşlarıyla işaret etmişti.

"Bir kuyu dolusu da içsem yatıştıramaz!" Diyen Arın, sıcak çaydan büyük bir yudum aldı. "Al benden de o kadar!" Kaya'da onunla birlikte fincanı dudaklarının arasına götürdü.

"Kafa dağıtacak başka bir şey yok muydu ya?" Gizem, yüzünü bu ekşiterek yüzüne dumanı vuran bardağa bakıyordu. İstediği çay değil, alkollü içeceklerden herhangi biriydi.

"Arada böyle şeyler içmek iyi gelir." Dua, içtiği çaydan sonra hoşuna gitmiş gibi dudaklarını yalıyordu. "Midemin sağlıklı şeylere alerjisi var benim, illa kötü içecekler olması lazım." Diyen Artemis'te bir yudum içmek için dudaklarına götürdü. Cesur ise herhangi bir şey söylemeden art arda içmeye devam ediyordu çaydan.

Peder, kendisine çay getirmeyen Nadia'ya dönerek, "sen niye kendine almadın?" diye sordu. Elindeki boş tepsiyi dizlerinin üzerine yaslayıp aynı yerine geçerek beklemeye devam etmişti.

"Ona da bir kuyu olsa yetmez." Diyerek kıkırdayan Artemis, gülmesini bastırmak için fincanı dudaklarına götürerek içmeye başladı. Bunu duyan Arın ve Kaya'da sessiz bir şekilde kıkırdamışlardı.

"Canın istemiyor Peder, teşekkür ederim." Deyip bir adım daha geriye atıp sustu Nadia.

Peder, başı ile onu onayladıktan sonra Kaya'ya dönerek, "planın üzerinden geç lotus çiçeğim." Dedi.

Kaya, onu onaylayan bir ses tonuyla, "tabii ki." Diyerek elindeki fincanı masanın üzerine bıraktı. Masanın ortasına doğru sürüklediği bilgisayarın kenarlarından tutarak kendine doğru çekip konuşmaya başlamadan önce, Nadia odanın başındaki boş masanın üzerinde yer alan mavi dosyayı alıp getirerek Peder'in önüne bıraktı.

Mavi dosya hepsinin dikkatini çektiğinde, sırtları kasıldı, omuzlarını dikleşitirerek, gözlerini dosyaya çevirmişlerdi.

Kaya'nın da bakışları o dosyadayken konuşmaya başladı. "Aradağımız adam, Cesur ve Gizem'in ortaklarından olan Mustafa Atik'in tanıdıklarından biri. Engin Yılmaz." Dedi. "Adamda ne ararsanız var; uyuşturucu, insan kaçakçılığı, tecavüz..." Bakışlarını dosyadan aldı ve masanın etrafında oturan arkadaşlarının üzerinde bir tur gezdirdi. "Yani kısaca pisliğin teki." Karşısındaki bilgisayara bir şeyler yazdıktan sonra, ekranı ters çevirdi ve açtığı resimde diğerlerinin görmesini sağladı. Resimdeki adam, Engin Yılmaz'a aitti. "Fakat adam bu işleri bıraktı. Çok fazla elini ayağını çekse de bunlardan, insan alıştığı lağama sırtını çeviremiyor ne yazık ki." Deyip sıkıntılı bir nefes verdi Kaya.

"Söylediğin adam," Arın kaşları ile ekranda açık olan adamı kastederek, "zincirin başındaki en büyük halkayı tanıyor mu?" diye sordu Kaya'ya bakarak. Arın'ın bu sorusu ile birlikte, Artemis gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ardında da sırtını yasladığı sandalyeden çekip kollarını masanın üzerinde bağlayarak, bedeni ileriye doğru getirdi.

Diğerleri de bu sorudaki bahsedilen kişiyi tahmin etmişlerdi adını ve herhangi bir bilgiyi sorma gereği duymamışlardı. Bu yüzden uzuvları uyuştu, kalplerindeki sıkışma git gide büyümeye başladı. Bu duyguların içinde korku da vardı fakat nefret ve intikam, ateşi körükleyen en büyük etkendi.

Kaya gözleri önce masanın diğer ucunda yani karşısındaki kadına baktı: Artemis'e. Ardından da derin bir nefes burnundan bırakarak, kafasını bilmediğini belirtmek amacıyla iki yöne doğru salladı. Arın'da başı ile onay verip sırtını geri sandalyeye bırakmadan önce, bakışları Artemis'in üzerinde olan Cesur'a, göz ucuyla baktı.

"Konumuz o değil. Ve o konuyu çoktan geride bıraktık sanıyordum!" diyen Peder'in cümleleri kendisine olduğunu bilen Arın, bakışlarını masanın baş ucundaki adama çevirmemişti. "Devam et Kaya." Diyen Peder'den sonra Kaya konuşmaya devam etti.

"Bulmak istediğimiz adamlar yıllardır bu işlerle uğraşmıyorlar." Dediğinde Dua'nın araya girmesi ile sustu Kaya. "Vicdana gelmişler, vicdanlarını sikti-" Peder'in uyarıcı bakışlarıyla göz göze geldi ve söyleyeceği kelimeler, bir kılçık gibi boğazına batıp sustu.

"İşte o devreye Artemis girecek. İstediğimiz adamın adresini almak Artemis'in görevi." Dua'nı susmasıyla birlikte Kaya devam etmişti. Cesur, parmaklarını avuç içine doğru yatırdı. Sıktırdığı eklemleri kırılma raddesine gelişmişti. "Ya adam bu planı anlarsa?" diye bir soru sordu Cesur kimsenin beklemeyeciği bir şekilde. "Sen neden bulamadın o adamı Kaya? Ya da Peder?"

"Anlayamayacak!" diyen Artemis'in bakışları masanın üzerinde yumruk yaptığı ellerinin üzerindeydi.

"Dediğim gibi, bu adam her bokla uğraşmış, kayıtları göz önünde. Fakat o adam yok. Ya işleri gizli yaptırıyor ya da gerçekten bıraktı. Adım boşuna böcek değil. Ulaşamayacığım herhangi teknolojik cihaz yok ama olmayan bir adamı bulmak beni ve Peder'i de aşar. Bir de en büyük işle uğraşıyorum bir taraftan. Navigasyonlar. Onlara ulaşmak zor biliyorsunuz."

Hepsi Kaya'ya içten içe hak vermişlerdi. Fakat yüzlerinde ve dillerinde bunu onaylayacak bir sözcük dışarı yansıtmamışlardı. Böyle bir planı gerçekleşmesi gerekiyordu.

"Hepiniz orada olacaksınız." Diyen Cesur, bakışlarını Dua'ya çevirdi. "Sen bar kısmında," bu sefer yan tarafında oturan Arın'a çevirdi bakışlarını. "Sen de garson olarak görev yapacaksın." Der demez, Arın'dan itirazlar yükselmeye başlamıştı. "Ben niye garson oluyorum? Yalancı bir iş adamı olarak girsem kimsenin dikkatini çekmez." Derken, Cesur gözlerini devirmeden edemedi bu söylediklerine.

"Orada herkes birbirini tanıyor olacak. Eminim ki sana da gelip selam verecekler. Kimin ortağısın? Ne iş yapıyorsun? Gibi sorular yöneltecekler. Nasıl cevap vermeyi bekliyorsun zeka küpü?" onu cevaplayan Kaya olduğunda, "Bulurum herhalde bir yalan!" dedi Arın. Fakat Kaya'nın söyledikleri onu ikna etmişti ama insanı bıktıracak olan kararlılığını bir kenara atamayacak kadar da geri vitesi yoktu.

"İçkiler bedava en azından." Dua çoktan kabullenmişti görevini. "Bedava ise bende kabul ederim ama çok çalışmam haberiniz olsun." Deyip soğumuş çaydan bir yudum daha aldı Arın.

"Sen Kaya, sen de dışardan kamera görüntülerine yön vereceksin." Dedi Cesur. "Güzel iş kadınları ve güzel çekici garsonları kaçıracağım için memnun değilim ama." Deyip bu durum onu üzmüş gibi sıkıntılı bir nefes verdi. "Lotus çiçeğim." Diye sert bir tonla araya girerek onu uyardı Peder. "Özür dilerim Peder." Dedi utanarak Kaya. Kadınlardan bir obje gibi bahsetmesi hoşuna gitmiyordu."Devam et." Dedi Peder ve kaldığı konuşmasına devam etti.

"Artemis o adam ile odaya çıkar çıkmaz, başka bir işini halletmesi gerektiğini söyleyerek farklı bir odaya geçecek. Yani merdivenlerden çıktığın gibi ondan güzelce ayrıl. Çünkü kamera kayıtlarında asla onunla aynı odaya gitmediğini göstereceğim." Deyip nefeslenmek için yutkundu. "Bana da göster." Diyen Arın, ayaklanarak Kaya'nın olduğu diğer tarafa geçmek için Peder ve Cesur'un arkasından oraya doğru ilerledi. Kısa bir süre herkesin bakışları onu takip etti.

Kaya bilgisayarın ekranını önüne çevirip, otelin tüm kamara kayıtlarını görüntüsünü parçalara ayırarak izlemeye almıştı. İşaret parmağı ile kutlamanın olacağı lobiyi gösterdi. "Burada kutlama gerçekleşecek. Daha sonra," otelin odalarına çıkan merdivenleri gösterdi. Arın'da elinin birini masaya yaslamış, Kaya'nın arkasına geçerek gösterilenleri izliyordu. "Daha sonra da Artemis o adamı yukarıya çıkardığında, bir şey alacağını söylemek için başka bir odaya yönelecek. Polisler bu kayıtlara baktığında asla onunla aynı odaya giden bir kadın olmadığını düşünecekler."

"Dönüşü peki?" diyen Peder, cevabı bildiği bir soru sorarak anlatmasını istedi. "Aradan geçen bir kısa süre sonra, Artemis o adamın yanına gidebilir. Ben o görtünüyü kesip eski bir kayıt yerleştireceğim." Derin bir nefes alıp tepesinde dikilen Arın'a bakıp, anlatmaya devam etti Kaya. "Ve sonra iki odadan geçen havalandırma sistemi var, Artemis oradan geçip ilk girdiği odadan çıkarak kutlama alanına dönebilir. Ben o zaman dilimini yani, girdi ve çıktıyı sadece beş dakika olarak ayarlayacağım. Polisler baktığında asla oynama olmadığını düşünecekler."

"Adam sağ olacak Artemis. Bu önlemler sadece öylesine alınmış bir şey!" diyen Cesur, ortalarında kalan boş sandalyenin yanında oturan kadına baktı. "Bir iki parmağını kırabilirsin ama." Deyip yarım bir gülüş attığında, Artemis'te gülerek başını salladı.

"Ve son kalan plan, Artemis'in isim alması kalıyor." Diyen Kaya ile birlikte bakışları planın son adımı olacak olan kişiye odaklanmıştı. "O adam bana sülalesini cetelesini bile dökecek." Deyip kendinden emin bir gülüş attı.

Arın histerik bir gülüş atıp eğildiği yerden doğrularak, oturuğu yere geçmek için adımlarını yerine atmaya başladı. "Diğelerine gerek yok aslında Peder..." Cesur, Pede'in susması için havaya kaldırdığı parmağı ile dudaklarını birbirinin üzerine yapıştırdı. "Biraz sosyal ortam görmek onlarında hakkı. Hem, adamı bir anlık bile olsa gözden kaybetmek istemeyiz değil mi?" diye sorduğunda, aralıklı duran kapının dışından bir tıslama sesi odayı doldurdu.

Odanın girşinde siyah bir baş göründüğünde, içeriye sokmaya çalışıtığı bedeni yüzünden kapı geriye doğru yavaş yavaş açılmaya başlandı. Üç metre uzunluğunda siyah bir yılan, çatallı dilini her dışarıya çıkardığında, tıslama sesi odanın duvarlarında yankılanadı.

Tüm gözler bedeninin yarısını içeriye sokmaya devam eden yılanın üzerindeydi. Vücudunu sağa sola doğru dalgalandırarak, odanın ortasına doğru sürünmeye devam etti ve bakışları asla yılanın üzerinde olmayan Peder'in ayak ucuna geldi. Siyah başını yukarıya doğru kaldırıp Peder'in bacağından sürünerek dizlerinin üzerine çıkmaya başladı.

Peder, yarı bir tebessümle sandalyede oturan korkulu bakışların sahiplerine bakarken, yılan başını parmaklarıyla okşamaya başladı. "Kısa bir ev turuna çıkmasına izin verdim." dediğinde, yılan çoktan dizlerinin üzerine çıkmış, başını okşayan parmakların teması kesilmeden göğsüne doğru yol alıyordu.

Tüm gözler evin odalarında belli başlı saatlerde sürünen yılanlara ne kadar alışsalarda, her gördüklerinde içindeki ürpermelere engel olamıyorlardı. "Selam tatlı şey seni!" diyen Dua, yalandan sesini sevecen tutmaya çalışsada, yüzünü buruşturmadan edememişti.

"Tatlı mı?" diye sordu Kaya inanmayarak. Bir şey aklına gelmiş olacakki aniden yerinden hızlıca sıçradı ve tedirgin bakışlarını Peder'e yöneltti. "Kızım cilveli. O da evin içinde!" derken kedisinin başına bir şey gelme korkusuyla doldu taştı. "Kedi kafesinde!" Kaya'yı cevaplayan Nadia oldu.

Cesur, Pederin omuzuna doğru sürünmeye devam eden yılandaydı gözleri. Yılanlardan asla hoşlanmazdı fakat gözlerini onlarla açmıştı. Peder'in birçok hayvanı olduğundan, alışmak zorunda bırakılmştı diğerleri gibi. Tam dört yılanı vardı: İki siyah, bir yeşil ve gri renkte yılanları mevcuttu. Zehirli değillerdi fakat insana saldırabiliyorlardı. Peder ve Nadia için geçerli değildi bu durum çünkü onlarla çok fazla zaman geçirmişlerdi. Ve şu an Peder'in bedeninde sürünen yılan, Cesur'un doğum gününde hediye hedilen bir yılandı.

Peder bu korkusunu biliyordu ve bilerek hediye etmişti. Bir ay boyunca kendisi ilgilenmek zorunda bırakılmıştı. Aslında hediye değildi, cezaydı. Sadece Peder, böyle yumuşatarak diğerlerinin anlamamasını sağlamıştı. Eğer yılan ölür veya zarar görecek olursa, diğerleri kendi cezasını üstlenirdi. Bu yüzden korkusuna rağmen, her gün ilgilenmek zorunda kaldı aynı oda da.

Gizem, onun korkusunu kendisine söylenmesede öğrenmişti, bu yüzden endişeli bakışlarını asla Cesur'dan ayırmıyordu. Peder ve Nadia'dan gizli Cesur'a yardım ettiği zamanlar bile olmuştu. Cesur sadece ondan yardım isteyebilmişti. Ki o gün, kendisinden istenilen bir yardım onun için bir aşk itirafından bile cazip gelmişti. Ve bir bilen kişi de Artemis'ti. Her bir şey olacak korkusuyla oturduğu yerde hazır olda bekliyordu.

"Benim kızım diğer canlılara asla zarar vermez!" yılan bu sefer Peder'in koluna dolanmaya başladı. kafası tam Peder'in avuç içine koyacak bir şekilde ileriye doğru uzattı, kuyruğu ise dizlerinin üzerindeydi. "Ben yönlendirmediğim sürece tabii ki!" deyip diğer elinde tuttuğu bastonu masaya yasladı ve kafasını okşamaya başladı.

"Diğer plan ne durumda?" diye sorduğunda Peder, Kaya'nın gözleri siyah yılanın üzerindeydi. Korkmuyordu yılanda. Diğerlerinin de kendisi gibi korkmadığını düşünüyordu. "Onlarla daha çok ilgilendim Peder. Çünkü, bir sevkiyat değil tam iki sevkiyat gelecek istediğimiz yere. Bu yüzden navigasyonlarına ulaşmak zamanımı alıyor."

Cesur, kasılan çenesini parmaklarıyla ovuşturdu. Canı sıkılmaya başlamıştı diğer planla ilgili bir şeyler duyduğu için. Fakat bu sıkıntısını diğerlerine çaktırmadı. "Diğeri en önemlisi, hiçbir hata olmasın!" kaşları havalanırkan, işaret parmağını masanın üzerinden ileriye doğru uzatmıştı Arın, tembihler gibi.

"Roobin Hood olmak istemediğini zannediyordum!" Dua dedi, Arın'ı alaya alır gibi. "Sikimde değil zaten diğerleri, önemlisi o!" deyip göz devirdi.

"Bu kadar yeter!" diyen Peder, koluna dolanan yılanın boğazına parmaklarını doladı. "Planlar anlaşıldıysa gidebilirsiniz!" çatılan kaşlarını ve sıktırdığı çenesini bu sefer masanın üzerindeki mavi dosyaya indirmişti. Tüm planlar o dosyaydaydı, yani gerçekleşecek olan diğer planlar. Diğerleri onun önemini bildiğinden, tüm kısılan gözler oradaydı.

İlk kalkan Arın oldu. Öfkesi yine kaynayan suya dönüşüvermişti, bu yüzden bir hışımla geriye doğru sürdüğü sandalyesinden kalktı. Dua'nın daha önce söylediği bir kelimeyi alaya alır gibi dile getirmesi, gerçekleşecek olan planlar ve birçok şey asabını bozmaya yetmişti. Onu takip eden, Dua ve Gizem'de ayaklanırken, bilgisayarın kapağı kapatarak Kaya'da oturduğu yerden kalkmıştı. Artemis'te ayaklanıyordu ki, Peder, "masanın altına yapıştırdığını sakızı al." Dediğinde, Peder'in böyle bir şeyden haberi olmasına şaşırmıştılar. Tüm bakışlar Artemis'in üzerindeyken, Artemis ellerinin titremesini engellemek adına bir elini yumruk yapmış, diğerini de masanın altındaki sakızı çıkarmak için kullanmıştı. Sakızı huzursuzca yapıştırdığı yerden çıkarıp Peder'e baktı. Fakat hâlâ oturmaya devam eden Cesur'u yoklamadan edemedi gözleri.

"Şimdi o sakızı ağzına at!" derken, kafasını hafif eğmiş gözleri ise alttan bakıyordu Artemis'e Peder. "Ama Peder-" deyip sertçe yutkunmadan önce Peder'in lafıyla cümlesi yarı da kaldı. "Oraya yapıştırmasını biliyorsun ve bana ait olan bir eşyayı bu şekilde kullanarak saygısızlık etmiş oldun!" çenesini dikleştirdi. "Şimdi at ağzına ve bir daha böyle bir şey yapmaya kalkışma!" dediğinde, Artemis bir daha lafını ikiletmedi ve pislendiğine emin olduğu sakızı ağzının içine attı. İğrenmişti fakat belli etmedi. "Özür dilerim Peder!" dedi ve dudaklarını ağzının içinde yok olacak bir şekilde içeri gömdü.

Başı ile dışarı çıkmalarını isterken, öfkeyle soluyan sesler, masanın üzerinde birbirine karışmıştı. Peder'e yine karşı gelemedikleri için sinirlenmişlerdi ama bu siniri yutacak kadar da kendilerine öfkeleniyorlardı. Sırayla dışarı çıkmaya başlarken, "sen kal Cesur." Dedi Peder ve Cesur yerine otururken diğerleri Peder'in bu dediğini duymamıştı. Son çıkan Nadia olduğunda, kapıyı sonuna kadar kapattı.

Kapanan kapıya omuzunun üzerinden sonkez kontrol etmek için baktı Peder ve bakışları kapıya dönük olan Cesur'a çevirdi. "Kız kardeşinin böyle bir görevde olmasına sinirli misin?" diye sordu yılanın başını sıvazlamaya devam etmeye başladı. yılan kuyruğunu durmadan hareket ettiriyor, tıslama sesini saniye geçmeden tekrarlıyordu.

Cesur bu soruyu beklemediğinden, şakaklarında yer alan damar bir nabız gibi atmaya başladı. Elleri, ayakları karıncalanırken, ense kökünden başlayan ağrı kafatasını çıkaracak kadar zonkladı. "Hayır!" dedi hiç beklemeden. "Herkes aynı kaderi paylaşıyor, ayrımcılık olamaz!" dediğinde yalanı, dağlanmış paslı demirin ucu gibi kalbini parçaladı. İstemiyordu ama olmak zorundaydı ve kardeşine güveniyordu işleri berbat etmeyeceği konusunda.

"Bana öyle geldi demekki!" derken, dudaklarını sarkıtmış yanlış bir tahiminde bulunmuş gibi bir tavır sergiledi Peder. Fakat inanmadı Cesur'a. Sıktırdığı yumruğundan, seyiren çene kemiğinden ve sessizliğinden anlamıştı.

"Benim," dedi Cesur yutkunarak. "Benim endişelendiğim diğerlerinin görevi olmadığı halde orada olması." Bahsettiği kişileri anladı Peder ve, "Arın ve Dua mı?" diye sordu. "Sadece Arın! Tabii Dua'da var ama Arın sinirlerine hakim olmayı öğrenemedi Peder." Dediğinde, kutlamada yaşanacak herhangi bir pürüz onlara patlayabilirdi. Ve Arın'a bu konuda güvenemiyordu.

Peder, Cesur'un söylediklerine hak verir gibi başı ile onayladı. "Onu çok iyi evcilleştireceğimden emin olabilirsin evladım!" dedi ve koluna dolanan yılan ile birlikte ayağa kalmadan önce, bastonunu aldı. Yılanın kuyruğuda aşağı sarkmıştı. "Öyle bir şeyi kastetmedim Peder." Deyip endişeyle Cesur'da ayağı kalktı.

Peder, pencerenin yanındaki siyah dolaba doğru aksayarak ilerlerken, dudakları Cesur'un boğuşmaya başlayan endişesine seviniyordu. "Öyle bir şey demedin zaten evladım!" dedi ve masanın üzerinde yer alan örtünün ucundan tuttu ve, "ben öyle olmasına kanaat getirdim!" deyip örtüyü hızlıca çekti. Örtünün altında bir kafes vardı ve kafesin içinde de fare bulunuyordu. Kafesin içindeki fareye gözleri saplandı açılır açılmaz Cesur'un ve o an yaşanacakları anladığında bu sefer Peder'in koluna dolanmış olan yılana baktı. Sertçe yutkunurken, birbirinin üzerine bastırdığı dudaklarının arasından çıkmayı başaramayan nefesi göğüs kafesini sıkıştırdı.

"Bazen doğaya salınmaması gereken bütün yırtıcıları serbest bırakmak lazım. Çünkü o zaman evcilleştirilmediğini zanneder." Bastonunu Cesur'a verdi. Kafesin ağızını açtığında, fare hızlıca diğer köşeye gidip tünedi. Koluna dolanan yılan ile birlikte ağzını açtığı kafesinin içine koydu. Yılan, fareyi gördüğünde dilini hızlı hızlı dışarıya çıkarmaya başladı. Bedenini doladığı koldan yavaş yavaş kendisini çözdü ve hiçbir şeyden haberi olmayan fareye doğru sürünmeye başladı. "Ama asla öyle değildir!" dedi ve ağzını kocaman açan yılan fareye atılır atılmaz Peder örtüyü hızlıca kafesin üzerine çekti. Farenin can çekişen çığlığı Cesur'un gözlerini kapanmasını sağladı. Yılan ise avından dolayı memnundu. Gürültülü çıkan tıslaması bunu iyi göstermişti.

Diğerleri fare değildi, diğerleri yılandı. Fakat bir eve hapsedilen bir yılan, asla güçlü değildi.

 

****

 

♪ Emily Jeffri , Do You Remember Me?

♪ Eminem , Till I Collapse

Kutlamadan 3 saat önce;

Tüm hepsi kutlama için hazırlanmıştı. İçlerinde büyüyen o karadelik sonunda yer kalmayacak şekilde büyümesini sürdürürken, hiçbiri bundan birbirine bahsetmiyordu. O karadelik; içinde tüm kötü duyguları yüreklerine oluk oluk akıtıyordu. Ama itiraz eden, vazgeçen veya dert yanan yoktu. Çünkü intikamın zemheri soğukluğu, içlerinde büyümeye devam eden karadelikten bile güçlüydü. Onları bu yolda bıktıracak kimsecikler olamazdı.

Hepsinin derdi aynı da olsa, bazıları farklı yönde açılan savaşlarda bile mücadele etmek zorunda kalıyordu.

Arın, giydiği beyaz gömleğin kollarını dirseklerine kadar katlamış, bileğine taktığı saati kontrol ederek oflamaya başladı. "Nerede kaldı bu kız?" deyip isyan bayraklarını çekmişti. "Gelir birazdan." Diyen Gizem, rujunu merdivenlerin yanındaki duvara asılan aynaya bakarak üstünden geçiyordu. "O dudağın üzerinde tam kırk katmanlık bir ruj tabakası var." Diyen Dua'ya gözlerini devirip sürmeye devam etti.

Cesur elleri cebindeyken sık sık kutlamanın başlayacağı saati ve dakikaları kontrol ediyordu. Artık gözleri ve beyni yorulmuştu. "Herkes kulaklıklarını taktı mı?" Kaya'nın sorusuyla hepsi parmaklarını, kulaklarına bastırdı. Micro casus kulaklığı sayesinde kutlamanın içinde birbirleriyle haberleşebileceklerdi.

Onaylar bir şekilde başlarını sallarlarken, gözlerini yere oturarak bilgisayarında bir şeylerle uğraşan Kaya'ya çevirmişlerdi. "Sen otelin arkasında kal Kaya. Gözlerin güvenlik kamerasında olsun. O adamın attığı her adımda bizi bilgilendir." Diyen Cesur'u, dizlerinin üzerine koyduğu nutelladan bir kaşık alıp kapüşonun altından başıyla onayladı Kaya.

"Sikeyim!" diye ağızının içinde homurdanan Arın'ın sesi ile birlikte tüm bakışlar merdivenin başında görünen Artemis'e kaldırılmıştı. Gizem rujunu sürmeyi bırakmış, Dua'da yüzünü ekşiterek gelen kişiye bakmışlardı. Cesur'da dudaklarını dişlerinin arasına alıp ısırmaya başladı öfke ile.

"Sarı asla benim rengim değil!" diyen Artemis, siyah saçlarını üzerine platin sarısı peruk atmıştı. Dua ve kendisi de burunlarında yer alan halka ve piercinglerini çıkarmışlardı, çok fazla dikkat çekmemek adına. Kaya, bağdaş kurarak oturduğu yerde Artemis'i görebilmek adına, dudaklarına yasladığı çikolatalı kaşık ile kafasını geriye yatırmıştı. "Kanka ben sarı sevmiyorum ya! Ben kızılcıyım." Deyip Gizem' baktı. Gizem ise rujunun kapağını kapatırken gülümseyerek Kaya'ya bakmıştı.

"Sus bir Kaya!" diyen Arın şaşırmıştı Artemis'i öyle görünce. "Sen sarışın seviyordun galiba Arın, değil mi?" Kaya sorusuyla birlikte kaşığını çikolataya tekrar daldırdı. "Sarışın mı seviyor Arın?" diye şaşırarak soran Artemis, elini yasladığı tırabzandan tutunarak merdivenlerden inmeye başladı. "Pardon yanlış soru, Arın kadınları seviyor muydu?" dedi imayla. Bakışları kısa süreli grubun arkasında kalan Cesur'a döndürmüştü, endişe ile yutkunurken tekrar sorusunu sorduğu kişi yani Kaya'ya çevirmişti.

"Sarışın sevmiyorum hele," Artemis'in sarı saçlarının ucundan tutup iğrenerek havaya kaldırdığında, "bu sarı ise hiç haz etmem!" saçı bozulan Artemis, Arın'ın eline bir tane yapıştırdı. Arın'da gözlerini devirip ellerini ceplerine soktu. "Sen sevmiyorsun ama istediğimiz adam sarışın delisi. Tüm yattığı kadınlar sarışın. Ve hepsi güzel." Diye lafa Kaya girmişti. "Bir sarışın kadınla olduğum zamanı hatırlıyorum." hatırlarken iç geçirdi. "İyi zamandı." Deyip sırıttı. Bu cümlesi ile Gizem gözlerini devirip, "herkes hazırsa çıkalım o zaman." dedi setçe ve çıkışa yöneldi.

Arın, Artemis'e bakıp yine iğrenerek gözlerini devirirken, Artemis'e sabır dilenir gibi burnundan nefes aldı. Kaya otele motoruyla gitmek için binmeye hazırlandı ve bilgisayarını koyduğu sırt çantasını da sırtına asmıştı. Arın ve Dua çoktan aynı arabaya binmiş, otelin yolunu tutmuşlardı. Listede garson olarak sahte isimlerle adları yazılmıştı. Artemis'te onlardan ayrı olarak kendi motoruyla gitmişti. Ne kadar elbise ve saçlarını bozan kask olsa da sıkıntısını alıp götürebilecek olan tek şeyin rüzgar olduğu için onu hissetmek adına, otele öyle gitmişti. Oraya gidip adamı avucunun içine almaya başlayacaktı. Cesur, ortaklarının gelmesi içinde kendi adına bir özel şoför göndermişti ve o da Gizem ile birlikte otele varmışlardı.

 

Kutlama anı;

Cesur sırtı kapıya dönük bir şekilde iş adamları ile konuşuyordu ama asla onları duymuyordu. Aklı ve fikri gelecek olan asıl kişilerdeydi. Elleri titriyordu bunca zaman sonra, midesinde ağrı başlamıştı, ense kökü zonkluyordu ama aklında geçen o soru asla oradan gitmiyordu.

Beni hatırlayacak mı?

Kimse o kısacık zamanda birbirine iyi gelen insanları unutamazdı öyle değil mi? Ama kısaydı zaman. Unutacak kadar kısa süren bir zaman dilimi!

Ama umut vermiyordu kendine, kandırmıyordu. Ama yediremiyordu da kendisine bunu. O unutulmayı hak edecek kadar kötü bir adam değildi, çocuk değildi. Parmaklarının arasında tuttuğu bardağı öyle sıktırıyordu ki, parçalara ayrılması an meselesiydi. Parayı konuşuyorlardı, başka ortaklık fikirleri geçiyordu, işi büyütmek geçiyordu aralarında. Ama onlar Cesur'a ait değildi. Kendisine ait olmayan şeylere plan yürütemezdi.

Bardağı daha sıkı kavradı. Cebine yerleştirdiği eli yumruk yapmaktan uyuşmuştu ama karıncalanan bedeni rahatlamıyordu. Eğer eğer, dışarda yalnız olsaydı böyle şeyler hissettiği için kendini cezalandırırdı.

"Kısa sürede bu kadar işleri büyütmeniz takdire şayan doğrusu Cesur Bey." Diyen adam gerçekten ondan övünüyor gibi, yanındaki adama bakışları ve yaptığı ağız hareketiyle yansıtmıştı. Sağ tarafındaki adam da onun gibi yaparak söylediklerini onayladı. Arkasında geçen olayları bilse, arkasına bakmadan ondan uzaklaşırdı. Ama sadece gülümsedi, aklından geçenleri dile getiremedi. "Bir işiniz iyi gitti mi, inanın arkası geliyor." Deyip mütevaziden uzak bir şekilde gülümsedi.

Kulağına taktığı kulak cızırdadığında, Kaya'nın sesi duyuldu. "Dua bar kısmındaki bütün içkileri deneyerek bitirdi!" deyip güldü. Kaya otelin arkasında, bindiği motorunun üzerinde karşısındaki bilgisayardan her şeyi görebiliyordu. Cesur, bu söylediği şey ile birlikte dudağının bir kenarını dişlerinin arasına alıp karşısındaki adamın arkasına dikti gözlerini. Dua arkası dönük bir şekilde kafasına diktiği bardağı nefessizce içiyordu. Cesur, yanındaki adamların konuşmalarını yalandan başı ile onaylıyordu. Fakat alev saçan gözleri Dua'daydı. İçkiyi fazla kaçırırsa ipin ucunu tutamazdı.

"Ufak attığın yalanları tek tek sikeyim Kaya!" kulaklığa konuşan Dua, bardağı yere bıraktı ve derin bir nefes verdi. "Oo kızım, yavaş üfle nefesini. Alkol kokusu buraya kadar geldi." Kaya cümlesinden sonra kahkaha attı. "Bana da hazırla Dua." Elindeki tepsi ile kalabalığın arasında yürüyen Arın'dı.

"Buradaki tek sarışın olmak işleri kolaylaştırdı. Bizim av, kendisini avcı zannetmeye başladı." isim almak istedikleri kişi, dirseklerini masaya yaslamış, yüzünde çapkın bir ifade ile Artemis'e bakarak, dudaklarına götürdüğü içkisi kenarlardan dökülüyordu. "Biraz daha av rolünü oynamaktan zarar yok." Ayağının birini diğerine atıp sanki bir erkek tarafından kurtarılmayı bekleyen aciz fakat ateşli olmayı da ihmal etmeyen bir kadına dönüşmüştü.

"Dudağını niye öyle büzüyorsun?" diye sorusunu soran Arın'ın sesi ile Artemis parmaklarını dudaklarına götürüp kontrol etti. "Ne bileyim ateşli kadını oynuyorum." Dedi o da niye öyle yaptığını anlamadan. "Umarım etkilersin ateşli kadın." Dedi Arın alaya vurarak.

"Kendi kendine konuşan bir manyak olarak algılayacak Artemis'i, sus Arın! Keşke çekirdekte getirseydim sizi izlerken iyi giderdi." Diyen Kaya'nın morali bozulmuştu böyle bir şey yapmadığı için. "Ve avım geliyor." Artemis gelen kişi gördüğünde, sarı saçlarının ucunu eliyle düzeltmeye başladı. "Bu güzel hanım efendi acaba bir şeyler içme teklifimi kabul eder mi?" adamın sorusuyla, Artemis'in aklından geçen şey, etkilemeyi başardığı için Arın yüz ifadesiydi. Ve çok geçmeden kaybeden Arın'ın sesi duyuldu. "Sikeyim böyle işi!"

Cesur, konuşmaya devam ederken, bir taraftan da boş bir masada oturan Artemis ve yanına gelen o adamdan gözlerini ayırmıyordu. Konuşmaları git gide artıyordu ve işi başaracağına emin olmuştu fakat böyle bir planda ve hayatın en kötü noktalarına onu sürüklediği için kendini kötü hissediyordu.

Omuzunda Gizem'in dokunuşunu hissetti ve gülümseyerek baktı. Yanındaki kişilerde Gizem'i süzmekten geri kalmamışlardı. Ağızlarının suyu akacak kadar etkilenmiş, gözleri ise bu isteklerini apaçık belli edecek kadar büyümüştü. Cesur o adamlara anlayabilecekleri şekilde ters bir bakış attı ve kulağına bir şeyler söylemek için dudaklarını yaklaştıran kadına döndürdü. "Buradalar Cesur!" dediğinde, boğazına binlerce yumruk dizildi. Yutkunamadı. Gözleri hemen ortada dönenen Arın'ı buldu. Kendisini ele geçiren duyguları umursamadı fakat Arın duygularını kendisinden önceye koyardı. Bugün burada olan kişilerin hepsi, duygularını batıracak kadar irade sahibi değildirler fakat ortada bir plan varsa asla bozmazlardı. Çünkü planlar bozulursa, hayattan istediğin bir şeyi alamazdın.

Gizem'i başı ile onayladı ve kalbini sıkıştıran tozlu fırtınaya rağmen burnundan derin bir nefes aldı ve geri bırakmadan arkasını döndü, yalanın yuva yapmış gülümsemesiyle. Gözleri başka hedef bilmedi. Onu gördü ve ilk defa değildi. Ama ilk defaymış gibi baktın kadın gözlerine. Tanıdı mı? Hayır! Gözleri yabancı gibi bakıyordu, Nida gibi bakmıyordu. Olsun, o tanıyordu onu. Yaklaştı, yaklaştı ve sonunda bir tanıdığın elini, bir yabancı gibi öptü. "Hoş geldiniz." Dedi ama sesi bin parçaya ayrılmış camların keskin yerleri, kalbini un ufak etti.

1 saat sonra;

Ortaklar gelmişti ve bir masada oturan herkes sahte yakınlaşmalarını birbirlerine sunuyordu. Görülebiliyordu bunlar ama onları bir araya getiren para olduğu için gerçek bir yakınlaşmaya ihtiyaç duymuyordu. Sonunda masadan sıkılarak ayrılan Nida bar kısmına doğru ilerlemeye başladı. Cesur, sırt dekolteli elbisenin arkasına bakmamak için kendisiyle mücadeleye veriyordu. Bu kadar açık giyinilecek bir kutlama da değildi diye aklından geçirmeden edemiyordu. Kutlamadaki tüm sapık yaşlılar bakıyordu çünkü.

Nida bar kısmına ilerlediğinde, Artemis ve o adamın çok samimi olduklarını gördü, onlarda bar kısmından içecek alıp merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladılar. "Çok fazla yakınlaşma plan dahilindeydi mi?" Arın gidenlerin arkasından bakıyordu. Artemis dudaklarını zoraki bir şekilde tebessüm etmek için zorluyordu çünkü, Arın'ın saçma konuşmaları dikkatini dağıtıyordu. "Ne yapsın Arın, kardeş kardeş mi takılsınlar?" diyen Kaya kapüşonun altından otelin arkasındaki karanlık yere göz gezdirdi.

Kaya bakışlarını tekrar önünde açık olan kameralara çevirdi ve, "Ne yapıyorsun Arın dur! Cesur, Arın yukarıya çıkıyor!" deyip bağırdı endişe ile. Gizem bakışlarını Cesur'a çevirdi aynı hızla. Dua'da karşısında ondan su isteyen kadına belli ettirmedi fakat o da öfkelenmişti. Cesur tepki vermedi. Biliyordu, böyle bir şeye kalkışacağına adı kadar emindi. Ve onu şaşırtmadı.

Artemis planı aynen uygulamak için odadan ona zevk verecek bir şeyler alma bahanesiyle başka odaya gitmiş daha sonra da geri dönmüştü. adam, bir adım Artemis'e yaklaşarak elini sırtına yasladı ve kendisine doğru çekerek, "sarılara aşırı bir zaafım vardır." Dedi. Bedenindeki tüm tüyleri iğrendiği için diken diken etmişti. Artemis omuzlarından tutup geriye doğru itelemeye çalışsa da adam yerinden oynamıyordu. Birazdan salyaları üzerine akacağını düşündü.

"Bir şey soracağım sana?" deyip ekşittiği yüzü ile gülümsedi Artemis. "Sor canım sor!" deyip dudaklarını yaladı. Artemis birazdan kusabilirdi. "Murat diye birini tanıyor musun?" istedikleri adamın ismiydi bu. "Murat Tepe!" çok öncesinden bu soy isim akıllarında kalmıştı fakat yanlış hatırlıyor olacaklardı ki, adama dair bir şey bulamamışlardı. "Murat mı?" bir kahkaha attı. "Murat Tepe mi?" Artemis başı ile onayladı. "Artık o soyadını kullanmıyor." Ve biraz daha kendisini yapıştırdı karşısındaki kadına. "Niye peki?" diye zorlanarak sorusunu sordu Artemis. "Niye merak ettin ki bu adamı?" dediğinde adamın kaşları şüphe ile çatıldı.

Artemis adamın bu şüphesini geçirmek için Gizem'den öğrendiği taktiklerle, adamın kalçasını avuçları ile kavradı. Adam aniden irkildi fakat çok geçmeden memnun olmuş bir ifade ile kadının yüzüne baktı. Ve söyleyeceği şeyi diğerleri duymaması için parmağını kulağına götürüp kulaklığı kapadı. "Söylersen eğer, seni birazdan çok mutlu ederim. Mutlu olmak istiyorsan çabuk ol!" Dedi fısıldayarak. "O adam soy ismini kullanmıyor çünkü, geçmişi kötü. Bu yüzden karısının soyadını aldı." Dediğinde Artemis'in kaşları çatıldı. Devam etmesini ister gibi yüzüne baktı. "Ve şu an o adam burada. Benim davetimle buraya geldi. Murat ve Nursel çifti. Tanısan seversin." Deyip saf saf sırıttı.

Artemis içinden küçük bir küfür savurdu. Nasıl bu detayı kaçırırlardı. Hiç akıllarına gelmemişti bu ayrıntı. "Hadi mutlu et beni güzelim." Deyip o da Artemis'in kalçasını kavradı. Dokunuşundan kurtulmak için kasıklarına bir tekme savurmaya hazırlanıyordu ki, kapı gür bir şekilde ileriye doğru açıldı. İçeriye dalan Arın'dı.

"Uzaklaş lan!" deyip Artemis'in kolundan tuttuğu gibi kendisine doğru çekti. Gözleri ve yanakları öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. "Sende kimsin?" adam korkuyla bir adım geriye atmış, gözleri kendisini bir saniyede parçalayacak olan adama bakıyordu. "Kes lan sikerim o konuşan tellerini!" Arın yumruk atmak için ileri atılmıştı ki, Artemis ellerini göğsüne yaslayıp durdurdu. "Adamı öğrendim. Ya öğrenemeseydim. Niye planı mahvediyorsun!" diye çıkıştı. "Siktiğimin kulaklığını kapadın! Ve o adam çok fazla yakın temasta bulunuyordu sana." Deyip ters ters baktı.

"Ne planı neyden bahsediyorsunuz?" adamın sesi titremeye başladığında, kaçmak için Arın'ın yanındaki boşluktan geçmeye çalıştı. Fakat Arın kolundan tutara tutmaz geri savurup sırt üstü yatağa düşmesini sağladı. "Ve bu adam planı öğrendi." Deyip ayaklarını iki yönden açarak adamın üstüne bindi. Yukarıya çıkana kadar kollarını sıvamış, gömleğinin birkaç düğmesini de çözmüştü. "Arın öldürmek yok dedik!" kollarından tutarak kalkmasını sağladı ama çabası nafileydi. "Dokundu sana. Yaşamamalı!" gözleri adamdaydı ama dudaklarından çıkan ses ona ait değil gibiydi. "Saçmalama in adamın üstünden!" koridordan sesler duymaya başladı Artemis. Kimsenin bu odanın içindekilerini görmemesi için kapıyı kapatmak için yeltendiğinde, adamın boğazından bir şey kalmış gibi ıkındığını gördü. Bir eli kalbinin üzerinde, diğeri ise boğazını sarmıştı.

"Ne oluyor? Ne yaptın?" diye soran Artemis arkasını dönmüş can çekişen adama bakıyordu. "Bir şey yapmadım!" diyen Arın korkmuş gibi adamın üzerinden indi. "Kalp krizi geçiriyor galiba." Adamın elleri hareketini durdurduğunda gözleri geriye doğru kaydı ve göğüs kafesi inip kalkmayı durdurdu. "Sikeyim!" diyen Artemis, Arın itekleyip önünden geçerek, cansız yatan adama doğru ilerledi. İşaret parmağını boğazına dayadı. "Ölmüş!" dedi buz keserken. "Planda bu yoktu ama olsun!" Arın umursamaz bir şekilde ellerini havaya kaldırdı.

"Kimse görmemeli!" adamın kollarından tuttu vakit kaybetmeden Artemis. "Ayaklarından tut, banyoya taşımamız lazım. Sesler bu tarafa doğru geliyor." Dediğinde Arın'da ayaklarından tutup banyoya taşımaya başladılar. Şu anda ölmesi umurlarında değildi fakat başka birinin görmesi, demek bir ceset daha ortaya çıkması demektir. Küvete koydukları adama birkaç saniye baktıklarında, Arın kahkaha attı. "Çetelesini tutamıyorum artık." Dedi kafasını iki yöne doğru sallarken. "Adam şişko, sanırım yağ dolmuştu damarlarına. Bir de elimdeki bıçağı görünce kalp krizi geçirdi." Dedi düz bir sesle. Gülümsemesi bir anda silindi dudaklarından.

"Elinde bıçak mı vardı senin?" deyip diğer taraftaki eline uzanıp bileğinden tutarak kendisine doğru çekti Artemis. Yumruk yaptığı elinin, eklem kısımları bembeyazdı. Artemis, boştaki eli ile de parmaklarının üstüne koyup yumruğunu açmaya çalıştı. Arın onun uğraşmasını beklemeden parmaklarını gevşetti. Avucun içinde bir bıçak vardı ve derisi kesilmişti. "Elini de kesmişsin." Deyip sıkıntılı bir nefes verdi Artemis burnundan. "Ufak bir çizik." Dedi boş bir sesle Arın avuç içine bakarken. "Peder'e hesap vermek zorundayız, biliyorsun değil mi? Öldürmememiz gerekiyordu." Dediğinde, bileğinden tuttuğu eli serbest bıraktı Artemis sinirle. "Sen öldürmedin o adamı, ben öldürdüm." Dedi stabil bir sesle. "İkimiz de buradaydık!" deyip banyodan çıktı Artemis. "Ve bende suçluyum!" suçu yoktu fakat Arın'ı bu suçla tek başına bırakamazdı. Cezayı bölüşmesi gerekiyordu yoksa, cezanın hepsi Arın'a kalırdı.

Artemis, kapattığı kulaklığı tekrar açtığında, Kaya'nın, onun ve Arın'ın isimleri çığlık çığlığa anons ediyordu. Artemis hızla yüzünü buruşturdu sesten dolayı. "Yavaş oğlum buradayım!" derken arkasından odaya gelen kişiye baktı. Arın'da kulağına parmağını götürdüğünde, Artemis anlamıştı, o da kulaklığını kapattığını. "Kızım burada götüm patladı size ulaşana kadar. O salak herif ne bok yemeye yanına çıktı. Bir de planları asla bozmayacağını falan söylüyordu göt herif. Şimdi Peder onu mahvedecek." Kaya, plandan çok Peder'in gazabına uğrayacağından endişeleniyordu.

"Ayıp oluyor göt falan." Derken, dudakları seyiriyordu gülmemek için Arın'ın. "Al işte beyefendinin yeni ulaşabildik. Hadi Artemis o salak kapatıyor ya sen?" dedi sinirle Kaya.

"Bende az salak değilim açıkçası." Artemis'in gülüşü dudaklarında asılı kaldı. Çünkü odanın tam karşısında merdivenlerden gülüşerek iki garson yukarı çıkıyordu. İkisinin de yönü bu tarafa döndüğünde, Artemis Arın'ın kolundan tutup, sırtını kapının arkasındaki duvara yaslarken onu da kendisiyle beraber çekiştirmişti. "Ne yapıyorsun!" Arın bu yakınlaşmayı anlamadığında kaşları çatıldı. Ellerini de duvara yasladı. Kollarının arasında Artemis ile kalmıştı. "Sus bi!" deyip diğer eliyle de kapının kulpundan tutarak bedenlerini kapıyla kapattı. "Odaya birileri geliyor!" diyen Kaya'nın cümlesine Artemis, "sağ ol beyefendi. Olmasaydınız yakalanırdık!" dedi mırıldanıp göz devirirken.

"Dur bi, bir gören olacak. "Kız kıkırdayarak kendisini öpmeye çalışan erkek arkadaşına yalandan itiraz ediyordu. Arın, oflayarak kafasını geriye doğru yatırıp Artemis'e çok yaklaştırmamaya gayret ettiği teması yüzünden kasılmıştı. "Nereye saklandınız? O adam nerede?" Kaya art arda sorular soruyordu. Artemis'te sırtını duvara daha fazla yapıştırıp yüzüne asla bakmayan adamın çenesinin altından izlemeye başladı.

Kız sırtını kapıya yasladı. Kapı biraz daha duvara doğru kaydı. Arın'ın sırtına çarptığında inleyerek bir adım daha Artemis'e yaklaştı. "Oğlum niye inledin? Ne yapıyorsunuz o odada!" Kaya başka bir şeyler yapacaklarından şüphelenmişti. "Ne yapıyorlar ki?" bu sefer Dua sorusunu sordu. "Kusura bakmayın kulaklık kapalıydı."

"Niye herkes kulaklığını kapatıyor amına koyayım!" dedi sitemlenerek Kaya. Artemis ve Arın hiç beklemeden bir daha kulaklıklarını kapattı.

Arın, küfürler eşliğinde homurdanırken, Artemis gülmesini bastırmak adına dişlerinin arasına almıştı dudaklarını. "Dur burada yapamayız!" çocuk kızı kapıya çok yapıştırıp gerdanına dudaklarına öpücükler bırakmaya başladı. "Özledim ama seni aşkım. Burada işimizi halletsek kimse yokluğumuzu fark etmez." Diyen çocuğa kız kıkırdayarak cevap verdi.

"Sevişiyorlar." Dudaklarını hareket ettirerek Arın'a söyledi Artemis.

"Anladık o kadarını!" diyen Arın, dudaklarını Artemis'in kulağının dibine götürmüştü, sesini onların duymaması için. Kapı gıcırdayarak ileriye doğru gelmeye devam etti. Arın'da bacaklarını iki yöne doğru açmış, ayaklarını duvara doğru biraz daha hareket ettiriyordu kapıyla birlikte. Aralarında çok fazla mesafe kalmamıştı artık. Kapı ve duvarın arasında ikisi de sıkışıp kalmıştı, istemedikleri bir pozisyonda.

Yaşları fazla büyük olmayan çift, inlemeler çıkarmaya devam ediyorlardı. Bu seslerden rahatsız olsalarda, hareket edecek alanları bile kalmamıştı. Artemis, başını yan tarafa doğru çevirip sırtını dayadığı duvardan kaymamak için, istemese de ellerini Arın'ın bel kenarlarına koydu. Dokunuşu hisseden Arın'ın bakışları ilk defa yukardayken aşağıya inmişti. Artemis'te bakışlarını hissedip başını tekrar o adamın gözlerinin içine baktı.

İkisi de sertçe yutkundu. Artemis elinin biriyle giydiği elbisesinin kenarlarından tutarak yukarıya kaldırmaya başladı. Arın'ın gözleri fal taşı gibi kocaman açıldı. Ne yaptığını anlayamadığı için bakışlarıyla anlatmaya çalıştı. Artemis, bakışlarının cevabını vermek için, dudaklarını kulağına doğru yaklaştırdı. Kulağına değen temas ile Arın, gözlerini kapatma isteği ile yanıp tutuştu. Böyle hissettiği için kendisine küfürler savurdu. "Bize zaman kazandırıyorum." Konuşurken, kulaklarına çarptı Artemis'in dudakları.

Bu sefer elini iç çamaşırına doğru götürdü. Parmakları oraya doğru indiğinde, motorun anahtarını iç çamaşarından çıkarıp, Arın'ın kulak hizasına getirdi. Havada sallamaya başlarken, Arın'ın bakışları ona çevrilmişti. "Buradan çıkar çıkmaz benim motora biniyorsun!" deyip çarpık bir gülüş attı. Arın bu hareketinden anlamadığı için şaşırmıştı ve hâlâ etkisi devam ediyordu üzerinde.

"Tamam yeter! Odaları temizlemem lazım." Dedi nefes nefese kız. "Sen başka odaya geç geleceğim!" deyip bir inleme daha kaçtı genzinden. "Bekliyorum seni orada." Deyip kızın dudağına bir öpücük daha bıraktı. Adımları sesleri duyulduğunda, Artemis kapının kulpundan tuttu tekrardan. Duvar ve kapının arasından kalan küçücük yerden kızı gördüler. Kız sırıtarak ve saçı başı dağılmış bir biçimde banyoya doğru ilerlemeye başladı. "Çabuk!" dedi Artemis ve kapının arkasından çıkararak, beraber koridora kendilerini attılar. "Kız bağırır şimdi." Elindeki anahtarı Arın'a attı. "Kusura bakma iyi yerden çıkmadı." Deyip göz kırptı. "İyi olmadığını kim söyledi." derken Arın'da onun gibi göz kırptı.

Artemis anlık afalladı çünkü Arın'ın böyle bir şey diyeceğini beklememişti. İfadesini hemen toparlayıp merdivenlerden aşağı inmeye başlarken, Arın'da yangın çıkışına doğru koşar adımlarla yürüdü.

Kapattığı kulaklığını tekrar açtı ve Kaya'nın sesi duyuldu. "Oradan mı çık dedim kızım. Kim uğraşacak şimdi bu kayıtlarla." Dedi mızmızlanarak. "İstediğimiz adam burada. Karısı ile birlikte hem de." Dediğinde Artemis Kaya bir şey diyemedi. Çünkü gözden nasıl kaçırdığını düşünmeye ve kendisini suçlamaya çoktan başlamıştı.

Artemis son basamağı inip garsonun servis ettiği içkilerden bir tane alarak dudaklarına yerleştirdi. Az önce bir adam ölmemiş ve hiçbir şey yaşanamamış gibi rahattı. Fakat bakışlarını asla Cesur ve Gizem'e çarptırmadı. Suçlayıcı bakışlara tahammül edemezdi şu an.

"Yukarda bir ceset var!"

işte o beklenen anonsu duyuldu, iliklerine kadar ulaşan mutluluğa engel olamadan merdivenlerin en başında dikilen kadına baktı yarım bir gülüşle. Bedenine değen eller oradaydı ve bir yenisi daha eklenmişti. Ama bu sefer ölmüştü o ellerin sahibi. Arın sayesinde!

 

****

 

♪ Michael Kiwanuka , Cold Little Heart

 

"Adamı öldürmeyeceksiniz demiştim size!" Peder sinirleri çığırından çıkmış gibi ayakta dikilen kişilerin yüzlerine bakıyordu. Planı konuştukları odadaydılar. Hepsi ayakta, başları önünde, elleri ise arkalarında bağlıydı. Peder ise aksayarak yarım çember şeklinde duran grubun ortasında hepsinin yüzlerini görebilmek için öfke ile büyümüş gözlerle ile tek tek inceliyordu.

Ama pişmanlık göremiyordu yüzlerinde. Yaptıkları şeyden memnunda kalmamışlardı. Fakat yüzleri hiçbir şeyi anlatmayacak kadar ifadesizdi. İçten içte öldürmenin keyfini kanlarında hissetseler de, bazen bunun muhasebesini de yapıyorlardı. Pişmanlığın! Ama çabuk geçiyordu etkisi.

Peder sakince gözlerini kapatıp burnundan derin bir nefes aldı. Elinde tuttuğu bastonu yere vurmaya başladı. Zemine vur... Zeminde birkaç saniye beklet... Zemine vur... Bu döngü bir dakika boyunca devam etti. Tüm gözler zeminden çıkan sese odaklanmıştı. "Cesur'un adı kirlenecek! Bunu düşünemeyecek kadar akılsız mısınız?" gözlerini aynı sakinlikle tekrardan açtı. "Böyle mi öğrettim size?" gözleri Arın ve Artemis'in üzerinde gidip gelmeye başladı. Onlardan ses çıkmıyordu. Kendilerini değil, birbirlerini düşünüyorlardı. "Artemis ve Arın. Bir adım öne çıkın!" dediğinde, Cesur başını hızlıca yerden kaldırdı. Karakoldan gelmiştiler ve saat gece yarısını çoktan geçmişti. Gökyüzü mavi bir renk çalıyordu.

Artemis yandan Cesur'a bir bakış atıp, gözlerini Peder'e çevirdi. "Onun bir suçu yok Peder!" diye arayan giren Arın'dı. Peder bastonunu bir hışımla yukarıya kaldırdı fakat vurmadı. Baston havada öylece asılı kalırken dişlerinin arasından, "sana sordum mu ben?" dedi. "Benimde hatam var Peder!" dedi Artemis ve daha fazla lafını ikiletmesine izin vermeden grubun içinden ayrılarak bir adım ortaya geçti. "Ben öldürdüm Peder adamı. Eğer oraya girmeseydim, korkudan ölmeyecekti adam!" diyen Arın'da bir adım atıp Artemis'in yanında bekledi.

"Nadia!" diye seslendi kapının önünde bekleyen kadına. Arkasında ise plastikten yapılmış sopa vardı. Hepsi sertçe yutkundu. Çünkü o sopa, insanın tenine değdi mi bir gün boyunca sırtını yerden kaldırmayacak kadar can yakardı. Elindeki aleti öne doğru çıkardığında, tüm grubun gözleri oraya döndü. "Peder..." diye tekrar araya girdi Arın. Bu sefer rahat tavrı gitmiş yerine endişeye bırakmıştı. "Yemin ederim ben öldürdüm o adamı. Artemis bırakmam için yalvardı ama dinlemedim!" Peder can kulağı ile dinlediği adamı sadece başı ile onaylıyordu. "Demek öyle!" dedi sadece.

"Hayır Ped-" araya girdi Artemis fakat Peder dudaklarının üzerien götürdüğü parmağı ile susmasını işaret etti. "Ben duyacağımı duydum. Diğerleri çıksın." Cesur hemen olduğu yerden gelip Artemis'in koluna parmaklarını dolayarak odadan çıkarmak için yeltendi. "Peder benim de suçum var yemin ederim!" diye bağırdı ama dinlemedi Peder. Gözleri Arın'ın üstündeydi. "Çıkar tişörtünü." Dedi komut veren bir sesle. Arın dışarıya çıkan grubun arkasından bakıp elleri tişörtünün uçlarını kavradı ve başından çıkarıp yanına saldı kolunu. "Dizlerinin üzerine çök!" dedi aynı sesle Peder. Ve yine dediğini yaptı. Peder Arın'ın arkasında geçip bastonun ucundaki yuvarlak başınını döndürmeye başladı ve bastonun içinden plastik sopayı çıkardı.

Hepsi gözlerini kısarak dizlerinin üzerine çökmüş kişiye bakıyordu. Acımak vardı orada, üzülmek vardı ama itiraz eden tek bir cümle yoktu. Sesi çıkan sadece Artemis'ti.

"Şimdi çıkın!" dedi Peder kapının önünde dikilen gruba. Nadia onları çıkarıp arkalarından kapıyı kapatmaya hazırlandığında Arın gözlerini sıkıca yumdu. Sırtına değen sopa ile birlikte kafasını geriye doğru attı fakat acısını belli edecek tek bir inleme çıkmadı. Bir daha indi sopa sırtına, bir daha ve bir daha. Derisi kızarana kadar, soyulana kadar Peder acımadan vurdu. Arın dayanamadı gelen darbelere ve yere kapaklanmaktan ellerini yere bastırarak kurtuldu. "Planlar bozulursa Arın, acı çekersin!" dedi. Arın'ın gözünden bir damla yaş elinin üzerine düştü ama durduracak tek bir hamlede bulunmadı. Kin ve nefreti birleşti bir duvar ördü acısına karşı. Orada sakladı kendisini.

İlk gelen darbe sesi ile hepsi gözlerini kapadı. Çünkü biliyorlardı o acıyı, hepsi en az bir kere tatmıştı. Duymamak için kapının önünden hemen uzaklaşıp odalarına gitmişlerdi.

Herkes odasına çekilmişti. Kaya böyle bir şeyi gözünden kaçırdığı için kendini suçlayıp duruyordu, bu yüzden uyku gözüne girmiyordu. Dua ise yatağa uzanmış kapalı olan pencereden dışarıyı izliyordu aklı ise Arın'ın dayak yemesindeydi. Cesur ve Gizem'de tekrardan karakola gitmişlerdi.

Arın yatağın ucuna oturmuş, tam karşısındaki aynaya bakarak, arkasına attığı koluyla sırtına krem sürmeye çalışıyordu. Her yerde ayna vardı. Sağında solunda ve duvarın her yerinde. Peder böyle istemişti ve yine kabul etmek zorunda kalmışlardı.

Parmaklarının ucunda götürdüğü soğuk krem, ne zaman tenine değse acıyla kafasını geriye atıp dişlerinin arasından acı bir inleme dökülüyordu. "Sikeyim!" dedi homurdanarak. "Sırtımda sağlam yer bırakmamış!" dediğinde dizlerinin üzerindeki kreme parmağını daldırıp bir parça parmağının ucundan sırtına götürdü. Sıcak yara, sızlamaya başladı. Sırtının her yerinde olduğu için elleri diğer yerlere ulaşamıyordu.

Kapı tıklatılıp ileriye doğru açılmaya başladı karanlık odanın içine doğru. Arın hızlıca başını oraya çevirdi ve ellerini dizlerinin üzerine koydu. Kimse kimsenin odasına giremezdi, bu yüzden şaşırmıştı. Gözlerini kısıp baktığında gelen kişinin Artemis olduğunu gördü. Çabucak kapıyı arkasından örtüp yatağın ucunda oturan Arın'a baktı. "Kızım ne yapıyorsun burada?" diyen Arın hareket edince sırtındaki yaralar sızladı. Dişlerinin sıkıp sesler çıkarmaya başladı. "Sana bakmaya geldim!" dedi ve ilerlemeye başladı. "Nadia görmesin seni, yoksa büyük ceza verir." Deyince Artemis'in elindeki kreme ilişti gözleri Arın'ın. "Göremez uyuyor!" yatağa doğru ilerledi ve arkasına geçerek oturdu. Arın başını omuzuna doğru çevirip anlamadığı için kaşlarını çattı. Artemis'in gözleri ise sırtındaki kırmızı çiziklerin üzerindeydi.

"Cezayı bölüşebilirdik!" deyip dolmuş gözlerle Arın'a baktı. "Peder'in işine geldi bu! Hem senin bir suçun yoktu!" dedi ve başını tekrardan önüne çevirdi. Fakat duvara monte edilmiş aynadan gözleri birbirine kenetlenmişti. Artemis getirdiği kremden biraz çıkarıp Arın'ın yaralarına götürmeden önce sadece yüzünün yarısı görünen adama baktı. "Canın acıyabilir." Dedi. Arın başını iki yöne doğru sallayıp, "merhem sürüyorsun, acısa da geçer!" deyip gözlerini kırpmadan arkasındaki kadına bakıyordu. Avuç içleri diz kapaklarının üzerini sarmalamıştı.

Parmağını yavaşça önündeki adamın tenine dokundurdu. Dudaklarından bir inleme firar edince, Artemis'te kendi canı yanmış gibi inledi ve parmağını hızlıca geri çekti. "Özür dilerim!" dedi suçlu bir çocuk gibi. "Önemli değil. Devam et!" deyip parmakları eşofmanlarının ucunu kavradı. Artemis canını yakmamak için verdiği çabaya rağmen, kendisini sıktırmasından, sırtının gerilmesinden anlıyordu. Arada başını omuzuna doğru çeviriyor Arın, ama göz göze gelmiyorlardı.

Artemis'in parmaklarının teması durunca üst bedenini geriye doğru çevirip komodine uzanmaya başladı Arın. Bir elinide yatağın kenarına yaslayınca, kollarının arasında kaldı Artemis. Göz göze geldiler bir nefes kadar boşlukta. "Niye bütün suçu üstlendin? Değmezdi bu kadar acıya." Üzüntüsü sesine yansımıştı Artemis'in. "Canım öyle istedi Ayçiçeği!" Arın'ın son kelimesi, Artemis'in bir anda bocalamasına neden oldu. Yalnızken hep bu sıfatı kullanırdı ona ama asla grubun içinde böyle dediğine şahit olmamıştı bu yüzden az duyduğu bu kelime her defasında onu şaşırtıyordu.

Arın sigara paketine uzanıp geriye doğru çekildi. İçinden bir dal çıkardı. Dudaklarının arasına yerleştirdiği sigarısının üzerini eli ile kapatıp diğeriyle de çakmağı yaktı. Artemis gözlerini ayırmadan genç adamı izliyordu. Sigaradan bir duman çekip dışarıya doğru üfledi Arın. Bedenini yan dönderdi bu sefer. Artemis'te dizinin birini kırarak yatağa çıkardı diğerini de yatağın üzerinden aşağı sarkıtmıştı.

Artemis ise hiç vakit kaybetmeden yatağın üzerindeki sigara paketinden kendisine de bir dal çıkardı, dudaklarının arasına yerleştirdi fakat çakmakla yakmadı ucunu. Arın'ın dudaklarının arasındaki sigaraya uzanıp aldı.

Arın kaşlarını çattı anında, bu hareketi dudaklarının aralanmasına neden oldu ama bir şey demedi. Sadece karşısındaki kadının bu hareketine şaşırmış ve dikkatli bir şekilde izlemeye devam etti.

Artemis, kendi sigarasını, Arın'ın sigarasıyla yakıp işaret ve baş parmağının arasında tutmaya devam etti. Yaktığı kendi sigarasını dudaklarının arasından çıkarıp Arın'a uzattı. Arın'ın yüzündeki ifade Artemis'i güldürecek kadar komik gözüküyordu, bu yüzden titreyen dudaklarını üst üste bastırdı ve uzattığı sigarasına bakan adamı izlerken, Arın'dan aldığı sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi.

Arın bu harekete her defasında maruz kalıyordu fakat alışamamıştı. Alışamıyordu. Fakat böyle yapmasına rağmen itiraz etmeden uzatılan sigarayı da almaktan geri durmuyordu. Bu sefer de durmadı ve uzatılan sigaraya birkaç saniye baktıktan sonra, Artemis'e bakışlarını kaldırıp iki parmağının arasına aldı. Dudaklarına götürdüğü sigaranın ucundan derin bir nefes içine çekerken, yanakları içe doğru çökmüştü.

İkisi de içine çektikleri dumanı geri üflediler. Bir şey söylemeden sadece dudaklarının kenarlarını kıvrılmışken sabahın ışıklarında beraber oturmuşlardı. Arın'ın sırtındaki izlerin acısı yavaş yavaş dinmeye, Artemis'in ise beynine kazınmaya başlamıştı.

 

 

Loading...
0%