Yeni Üyelik
7.
Bölüm

ŞEYTAN VE TOHUMLARI

@kadrisyazar_

MASKENİN ARDINDAKİLER

 

6.BÖLÜM

 

ŞEYTAN VE TOHUMLARI

 

 

 

"Nida AKEL"

Şeytan'ı her zaman cehennemde ya da yer yüzünde dolaşan ruhani bir varlık olarak biliyordu insanoğlu. Ama asıl şeytanların gerçek insanlar olduğunu ve içimizde sinsice dolaşabileceğini unutuyordu. Bilinmesi gereken şeytanlar onlardı, insan kılığına bürünen, kötü varlıklardı.

Tam da şu an onlardan biriyle göz göze gelmiş, hatta birden fazla şeytanın gözlerinin içine bakıyordum. Karanlığın içinde parlayan birden fazla çift gözün içindeki; kötülüğü ve öfkeyi görmek mümkündü.

Babamı, annemi tüm ailemi kandıran o adam; şeytanın ta kendisiydi. Cesur Aslankara. Katil olarak tahmin edeceğim en son kişi. Onun tohumlarının bu dünya üzerindeki yaptığı şeyleri duymak bir kenara dursun, hepsine gözlerimle şahit olmuştum. Bir adamın kafasını uçurarak ortalığı kana bulayan, diğer adamın ise boğazına sapladığı bıçakla yere seren, o tohumların yaptıklarının hepsine birer birer şahit olmuştum.

Attığı her adımda, içimi dolduran korku yüzünden, oturduğum zeminde kalçamı kaydırarak geri geri gidiyordum. Dilimin ucuna gelen bir ton küfürü geri yutuyor, sadece dudağının kenarı sinsilikle kıvrılan o adama bakıyordum.

Her şey birer rüya olmasını diledim; çünkü bir hafta öncesine kadar bu adamla iş ortaklığı için kendi otelinde verdiği bir kutlamada bir araya gelmiş, sohbetler etmiştik. Bizi nasıl avucunun içine alıp kandırarak aptal yerine koymuştu. Sadece kabus olmasını diledim o adamın yüzüne bakarken. Gözlerimi kısıp, başımı hafif omuzuma yatırdım. Yutkunmak bile acı verirken, yaşadığım her şey yanan bir ateşe dokundurulan bıçak gibi derime saplanıyordu. Bu adamda mı katildi?

"Gelme!" dedim önce kendim bile duyamayacağım bir sesle. Ama sanki beni duymuş gibi küçük adımları üzerime gelmeyi durdurmuştu. Elinde tuttuğu beyaz maske, ay ışığının vurduğu kuru dalların gölgelerini üzerine düşüyordu. Hafif esen rüzgar ile birlikte birbirine değerek hışırtılı sesler çıkarıyordu aynı kuru dallar.

Ülkenin genelinde yaptıkları en büyük suçlar yüzünden aranan ve her suçun başında bıraktıkları tek delil şu an elinde tuttukları maskelerdi. Ve bu insan ailemin içine kadar sızmış, boğazımızdan geçen o paraya pis ellerini sürmüştü.

Sol tarafından vuran ay ışığı yüzünü aydınlatırken, diğer yarısını karanlığa gömmüştü. Bakışlarım artık şokun etkisinden çıkmış ona bir böcekten farksızmış gibi bakmaya başlamıştım. Bu bakışlarımı fark etmiş olacak ki, kaşının biri havaya kalktığını ve kafasını da hafifçe omuzuna eğdiğini fark ettim.

"Sen..." dedim önce cümlelerimi söyleyebilmek için boğazıma düğümlenen hıçkırıkların arasından. "İğrenç bir adamsın!" bağırarak söylediğimde yan yana dizilmiş o dörtlünün içinden biri gülmüştü. "Ailem sana güvendi, babam sana güvendi! Şerefsiz!" dedim ağlamaklı bir tonla.

"Baban sadece, paraya güvendi!" dedi umursamaz bir sesle.

Ailemin paraya düşkünlüğünü biliyordum ama bir katille iş birliği yapacak kadar kötü ve vicdansız değillerdi. Onları çok iyi tanıyordum.

"Benim babam katil olduğunu öğrenseydi, çoktan işin bitmişti!" dişlerimin arasından sinirle kurduğum cümleler, ağzımın içinden tükürükler sıçratmasına neden oluyordu.

"Hı!" gülme sesine benzeyen bir ses çıkarınca, bir adım üzerime doğru geldi, refleks olarak bende kalçamın üzerinden geriye doğru gitmiştim. Sırtım bir yere temas edince artık daha fazla kaçış yerim olmayacağını biliyordum. Hafif kafamı yan tarafa çevirince bir ağaç gövdesine çarptığımı fark ettim.

"Ne acı ki, bir katil olduğumu öğrenemeyecek." Sesindeki her alay daha fazla öfkelenmeme, sinirden deliye dönmeme yetiyordu. Midem kasıldı, boğazıma kadar gelen safra kesem, kusmam için beni zorluyordu.

Ağlamak, çığlık atmak hatta kendimi yerden yere vurmak istiyordum. Nasıl bir cehennem ortasına düşmüştüm ki bu şeytanlar etrafımı sarmıştı. Ne günah işlemiştim ki, cezasını canım ile ödüyordum.

O an düşünceler birer kıskaç gibi beni ele geçirdiğinde, donuk bakışlarımı karşımdaki şeytandan aldım ve ayaklarımın ucuna indirdim. Daha işler kesinleşmeden önce, babamın ortak olduğu o hastanede bir patlama meydana gelmişti. Her şey onların yüzündendi, Cesur'un yüzündendi. Patlama onlar yüzündendi, anlamıştım.

"Sen yaptın!" bakışlarım hâlâ botlarımın üzerindeydi. İçimize girebilmek için, ortak olabilmek için, en kötü şeyleri bile yapacak kadar kötüydüler. Ve yapmışlardı da.

"Ne yapmışım?" güldü. Sesi tahammül edemeyeceğim kadar midemi bulandırıyordu.

"Hastaneyi siz patlattınız!" bakışlarımı ayaklarımdan aldım ve yavaşça karşımdaki kişinin yüzüne çıkardım. Burnunu sertçe çekerken, yüzünün yarısını aydınlatan ay ışığından dudağının bir kenarı yukarı kalktığını görebilmiştim, daha sonra yan yana dizilmiş o kişileri yokladıktan sonra bana çevirdi tekrar bakışlarını.

"Zeki bir insan olduğunu hemen gözünden anlamıştım zaten!" dalga geçer gibi konuşunca, öfkeyle dudaklarımı birbirinin üzerine bastırıp, gözlerimi yüzüne diktim.

"Orospu çocuğu!" dişlerimin arasından çıkan bu cümle olduğu yerde bedeninin kasıldığını hatta yüzünün aldığı ifadeden memnun olmadığını görebilmiştim. Tekrardan bağırdım aynı sözcükleri dile getirirken, "orospu çocuğu, şerefsiz! Elbet yakalanacaksınız, yakayı bir gün ele vereceksiniz!" boğazım yırtılırcasına bağırıyor, karşımdaki kişinin de aynı şekilde sinirlendiğini görüyordum.

"Bence ne yapalım, biliyor musunuz?" yan tarafımdan gelen sesle, daha fazla konuşmayıp oraya çevirdim bakışlarımı. Bana farecik diyen o katilin sesiydi bu. Üzerime doğru her adım attıkça, kalbim daha da hızlanmaya başlıyordu. "Kurduğu her cümlede bir uzvunu keselim ha, ne dersiniz?" korkuyla yutkunup, dizlerini kırarak karşıma oturan kişiye baktım. Dilini çıkarıp dudaklarının üstünden geçirirken, delice bakışları yüzümdeydi.

Siyah deri eldivenlerin içinde olan elinin avucunda bir şeyleri sıkar gibi hareket ettirince, ağır ağır ellerine indirdim bakışlarımı. Gözlerim oraya değerken avuç içinde bir anda dışarıya fırlayan bıçağın metal kısmıyla beraber irkilerek kafamı geriye yasladım. Elinde tuttuğu bıçağın soğuk kısmı, ne zaman boğazıma dayanacağını tahmin etmek zor değildi.

Gözünü hiçbir şekilde kırpmadan öylece bende olan bakışların sahibi, siyah dalgalı saçlara sahipti, gözlerinin renginin karanlıkta olduğumuz için tahmin etmek zordu. Ama koyu göz rengine sahip olduğuna emindim. Kalıplı ve uzun boylu bir erkekti. Burnun üzerinde yatay bir şekilde yara izi vardı, hatta seçebildiğime göre kan lekeleri hâlâ üzerindeydi, silinmemişti. Yeni oluştuğu belliydi.

"Konuş hadi! Az önce bülbül gibi şakıyordun!" bıçak olmayan elini yere dayayıp başını hafif öne doğru uzattı. Nefesinden çıkan alkol kokusu yüzümü yıkadığında, yüzümü ekşitmemek için zor tutmuştum kendimi. Peşimde, hem katil hem de sarhoş insanlar vardı. "Merak etme, sadece işine yaramayan uzuvlarından keseceğim!" bu sefer alaylı çıkmıştı sesi.

"Ne dersin Cesur, konuşur konuşmaz keselim mi?" başını arkaya çevirmeden, yere bakarak konuşmuştu. Sorusunu ise arkasında bulunan katile yöneltti. İnsan dışı cümleler kullanması, beni daha çok yerime çivileyip korkutuyordu.

Bakışlarımın önünde önce küçük bir ses, daha sonra küçük kırmızı bir ışık yanmasıyla gözlerim karşımda sigara yakan Cesur'a çevrildi. Parmaklarının arasına aldığı sigaradan derin bir nefes çekerken, beyaz kemikli yüzü içe doğru çöktü. Bir iki saniye bekledikten sonra, dudakları yuvarlak şeklini alıp beyaz dumanı dışarıya üfledi. Yüzünü şimdiye kadar ilk defa net görebilmiştim.

"Konuşursa kes Arın!" tekrar sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırdı. Kurduğu cümle ile istemsizce başımı iki yöne doğru salladım. Ölüm; bir nefes kadar uzağımda, şah damarım kadar yakınımdaydı. Belki de şu an acı çekerek ölecektim ama ölürken bile aklımda ailem olacaktı. Bu adam; kızını aramak isteyen, babam ve annemin yanında bekleyip onlara moral bile verecekti. Fakat ben, bir kuru toprağın altında çürüyen beden olarak kalacaktım. Gün geldiğinde onları da öldürmek için planlar kurup yok edecekti. Hangisi daha ağırdı bir kız çocuğu için, bilmiyordum.

Adını öğrendiğim ruh hastasına çevirdiğimde bakışlarımı, dudakları korkunç bir gülümsemeyle iki yöne doğru kıvrıldı. Sanki bu cümleyi bekliyormuş gibi gözlerinin içi parladı. Elinde tuttuğu bıçağı havaya doğru kaldırdığında, çığlık atarak gözlerimi kapatıp ellerimi başımın yanına yaslayarak kucağıma doğru eğdim.

Ben bıçak darbesi ile birlikte bedenimi saran bir acı beklerken, sadece kulaklarımı dolduran kahkahalar olmuştu. Hepsinin dudaklarından farklı seslerde kahkahalar yükseliyor, bu halimle alay ediyorlardı. Elimde bir bıçak olsaydı hepsini yok ederdim.

"Konuşursan keserim demiştim farecik, korkmana gerek yok!" tekrardan gülmeye başladı Arın denen ruh hastası. İkisinin yüzü de aklımın her köşesinde, hepsinin sesleri de kulaklarımdaydı.

"Kalkın hadi, eve geçelim!" Cesur'un sesini duyduğumda, kucağıma eğdiğim kafamı usulca kaldırdım. Parmaklarının arasındaki sigarasından son bir nefes çekerek, ayaklarının önüne atıp, ayakkabısının ucuyla ezdi. "Yangın çıkmasını istemeyiz değil mi?" dedi düz bir sesle. Çoktan yangın başlattığından haberi yoktu bile. Dizlerini kırarak karşımda oturan kişide ayaklanarak eski yerine yürümeye başladı.

Beni şu an öldürmeyeceklerini anlamıştım ama asla son bulmayacaktı bu eziyet. Beni ne zaman öldürecekleri düşüncesi bile çoktan ele geçirmişti düşüncelerimi. Her an bir silahı alnıma dayayıp kafamı uçurabilirlerdi ya da kalbime saplayacakları bir bıçakla öldürülebilirdim. Nasıl öleceğim düşüncesi, her şeyden daha tuhaftı.

"Bence de gidelim artık, bu ince elbisede kıçım dondu." Ağlamıyordum ama göğüs kafesim hıçkırıklarım yüzünden inip kalkıyordu. Sesin sahibi de o elbiseli kadındı. Kalın tok bir sese sahipti, hâlâ o mırıldanması kulaklarımdaydı.

Soğuktan ve ağladığım için durmadan akan burnumu çekerken bana doğru adımını atan Cesur'a baktım. Tam önümde durduğunda, ayaklarının ucu, giydiğim botların ucuna değdiğinde adımlarını durdurdu. Oturduğum yerden ayaklanmak için sağ elini bana doğru uzatınca, eline geçirdiği beyaz deri eldivenleri inceledim.

Beyaz masumluktu, beyaz saflıktı, beyaz iyilikti. Ve karşımdaki bu adam, beyaz takarak tüm bu olan her şeyi kirletmişti. İnsanlığı simgeleyen beyazı, kendi elinin kanıyla bulamıştı.

Uzattığı elini tutmam için parmaklarını hareket ettirince, ağzımın içine topladığım tükürüğü dilimin ucuna kadar getirerek, gözlerimi ondan ayırmadan tüm hepsini, bana uzatılan ele doğru tükürdüm. O an herkes, yaptığım bu hareketten dolayı, şaşkınlıklarını belirten uğuldamaları dile getirmeye başlamışlardı.

Belki de bu yaptığım şey sonumu getirebilirdi ama karşımdaki bir şeytandı, onun elini tutacağıma ölürdüm daha iyiydi. Göz temasımı ondan ayırmadan elimin arkasıyla çenemin üzerini sildim.

"Bekle Artemis!" tükürdüğüm elinden bakışlarını hiç kaldırmadan cümlesini kurarken, yan tarafımdan gelen hareketlenmeye göz ucuyla baktım. Ellerini yumruk yapıp, üzerime atılmak için komut bekleyen o kadına çevirdim. Aramızda sadece dört beş adım varken, sağ ayağı tamamen üzerime koşmak için hazırda bekliyordu. Dikkatli bakınca, arabayı üzerine sürdüğüm ve burnuma yumruk atarak, bayıltan kadın olduğunu anlamıştım.

"Bence ağzını dikelim!" burnundan soluyup, kapalı dudaklarının arasından konuşmaya devam etti. "Ya da dilini keselim!" bakışları saniyelik bile olsa üzerimden ayrılmıyordu. Tek bir hareketimde üzerime atılıp öldürebilirdi.

"Hayır Artemis, hiçbir şey yapmadan misafirimizi ağırlayacağız..." üstüne tükürdüğüm beyaz eldiveni, giydiği takım elbisenin pantolonuna sildiğinde, aninden üzerime atılıp elinin birini dizimin altından geçirerek, beni omuzunun üzerine attı. Ne yaptığına anlam veremediğimden dolayı sadece boğazımdan bir çığlık kaçmıştı. "Zaten şimdi onun görecekleri, ona yeter!" dedi keyifli bir sesle. Daha ne kadar korkunç şeylere maruz kalabilirdim bilmiyordum, sadece bir an önce bitmesini diliyordum.

Şimdi ise, bedenim onun omzundayken, başım sırtına doğru temas ediyordu. Hızlı adımlarla ev dediği yere doğru ilerliyorduk. Ama susmayacaktım, ölürken bile son cümlelerimi kullanmak zorundaydım. Bir korkak gibi ölmek istemiyordum. "Hepiniz katilsiniz, hepiniz ruh hastasısınız. Bırak beni şerefsiz!" çığlıklarım ya da söylediğim cümleler hiçbir şekilde etki etmiyordu. Sırtına geçirdiğim yumruklar, adımlarını durdurmayı bırak, yavaşlatmıyordu bile.

"Bu cümleleri daha önce de kurdun, bence yeni şeyler lugatına eklemelisin." ciddiyetle cümlesini kuran adamın ilk defa sesini duyarken iliklerime kadar alayı hissettim. Daha sonradan da kıkırdamıştı.

Hepsi dalgaya alıyordu beni. Öldürmek değildi onların amacı, delirtmekti.

 

 

 

 

 

Loading...
0%