Yeni Üyelik
11.
Bölüm

YARI AÇIK PENCERE

@kadrisyazar_

MASKENİN ARDINDAKİLER

 

10.BÖLÜM

 

YARI AÇIK PENCERE

 

 

 

 

"Nida AKEL"

 

Bilinmezlik.

Bilinmezlik; dünyadaki tüm varlığı bilinen acılardan daha büyük etki bırakırdı insanın bedeninde. Karanlık, derin bir kuyunun içine atılmış gibi çıkış yolu olmayan o yerde sadece kulaklarını sağar edecek kadar kalbinin sesini işitirsin.

Tam da şu an o karanlık kuyunun içine atılıp bilinmezliğin ortasında ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Karşımda duran altı kişi vardı ve hepsinin de birer katil olduğunu biliyordum. En azından bu bilinmezliği biliyordum. Aklımı kurcalayan, beni neden öldürmedikleriydi? Ya da durun en başından başlayıp soru mu sorayım. Beni neden şu an yanlarında tutup, el koymuşlardı?

Evin önünde yaşanan katliam belki de rüyam da bile göremeyeceğim kadar korkunç bir olaydı. Hiç acımadan karşımdaki kişileri öldürmüşlerdi. Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi yemek yiyip keyiflerine bakıyorlardı. Haberlerin aksine büyük bir felaketin yaratıcısıydı onlar. Bize en küçük kısmını göstermişlerdi, fakat en büyüklerinin yaşandığından haberleri yoktu.

Diz kapağımın üstünde duran, içinde et kavurma, salata ve ne olduğunu bilmediğim mezelerden koyup yemem için ayrı bir koltuğa oturtulmuştum. Çatalın ucuna nar gibi kızarmış olan ete batırıp, çiğnemeden önce karşımda duran kişilere kaldırdım bakışlarımı.

Hepsinin ağzında lokmaları vardı, acıktıklarını belli eden hareketleriyle hızlı hızlı çatallarını batırıp ağızlarına götürüyorlardı. Tek kişi hariç o da Arın’dı. Parmaklarının arasında tuttuğu kürdanı dudaklarının arasına götürerek diliyle sağa sola doğru hareket ettirip arada birasından içiyordu.

Cesur ise sırtını sandalyeye dayamış, kutu biradan aldığı küçük yudumlardan sonra masanın üzerine bırakıyordu elindeki birayı. Dua, çatalını tabağına sürterek rahatsız edici sesler çıkmasına sebep veriyordu. Kaya ve Gizem odanın ortasında dans ettikten sonra yemeklerine kaldıkları yerden devam etmişlerdi. Artemis’te aynı şekilde yemek yemeğe devam ediyordu.

Hâlâ plaktan çıkan müzik çok fazla duyulmasa da çalmaya devam ediyordu. Bakışlarıma ilk referans çıkaran Arın olmuştu. Ormanın içine dalmadan önce, pencereye bulaşan kanın sebebi o olması ve yetmiyormuş gibi camı boylu boyuna diliyle yalaması, yine o görüntünün gözlerimin önüne gelerek midemi bulandırmaya yetmişti.

“Kar yağmaya başlamış.” Dedi Arın, pencerenin yanındaki tekli koltuğa oturduğum için bakışları arkama kaydı. Tüm bakışlar bu tarafa yöneldi. “Bitsin artık bu kış.” Bu durumdan hiç hoşlanmadığı sesinden belliydi Arın’ın. Bakışları bana indi. “Sen kışı seviyor musun? Tutsağımız.” Son cümlesini bastırarak söylerken, tek kaşını havaya kaldırdı.

Kışı severdim fakat kar eridikten sonra yerini çamura bırakması en nefret ettiğim şeydi. Ama o adam gerçekten sevip sevmediğimle ilgilenmiyordu aksine dalga geçiyordu benimle ve ilk defa bana fare dememişti.

Kolunun birini yaslandığı sandalyenin başına atarken, masanın üzerinde duran birasının ağız kısmına işaret parmağının ucuyla daireler çizmeye başladı. Kafasını eğip cevap vermemi ister gibi tek kaşını biraz daha yukarıya havalandırıp yüzüme baktı. Dizlerimin içlerini birbirine biraz daha bastırıp ayak parmaklarımı ise içe doğru kıvırdım sanki daha mümkünmüş gibi.

Tutsak kelimesi onun için sadece dalga amaçlı çıkan bir cümleden ibaretken, benim için sadece korku ve endişe vericiydi. Dudaklarının arasında çevirdiği kürdanı çıkarıp kafasını öne doğru eğerek, “sana sordum farecik, kış ayını seviyor musun?” diye sordu yüksek çıkan sesiyle. Evet farecik kelimesini çok geçmeden tekrar dillendirdi.

Derin bir nefes almamak için kendimi tutarken, bakışlarımı masanın kenarlarında oturan kişilere çevirdim. Gizem yaslandığı yerde kollarını önünde birleştirmiş dudakları ise çarpık bir gülüşe kıvrılmıştı. Kaya yemeğe devam ediyordu, yüzüme bile bakma gereği duymamıştı. Dua’nın ise düz bakışları üzerimdeyken, Cesur’un bakışları masanın üstündeydi. Kaşlarının da havalandığını seçebiliyordum.

Artemis’te yanındaki, yani benden cevap bekleyen kişideydi. Yüzünü göremiyordum. Yandan gördüğümde de pek anlaşılmıyordu nasıl olduğu. Tekrar Arın’a çevirdiğimde, “galiba fareciğin dilini yutmasına neden olduk!” dişleri görünecek kadar sırıttı. Gülüşü korkunçtu, bir insanın dişlerini birbirine vuracak kadar titremesine neden olabilirdi hatta.

Cevap vermem gerekiyordu, yoksa el çekmeyeceği her halinden belliydi. Elimdeki çatalı sımsıkı tutarken, kafamı dizlerimin üzerine koyduğum tabağa indirdim ama alttan bakışlarım istemsizce Cesur’a kaydı ve sadece onu başım ile onayladım. “Demek seviyorsun ha, zaten çok önemli değildi benim için. Sadece cevap verilmeyince deliye dönüyorum!” umursayan sesi gitmiş yerine ise umursamadığını belli eden bir tını yerine geçmişti.

Tahmin etmek zor değildi.

Ben onu onaylarken Cesur’un bakışları da yüzümde dolanıyordu. “Peder ile konuştun mu Cesur?” diye sordu Kaya ağzındakilerini yutmadan. Arın yerinde kıpırdanırken, sandalyenin başında yaslı duran kolunu çekerek masanın üzerindeki bira kutusunun etrafına sardı parmaklarını. “Lokmalarını önce bir yut!” Dua elinin kenarıyla yüzünü silmeye başladı, Kaya’ya homurdanırken. Yanında oturduğu için konuştukça yüzüne sıçrıyor olmalıydı tükürükleri.

Başıyla Kaya’yı onaylarken gözlerini üstümden çekip “Evet konuştum.” Bakışları ilk Artemis’e oradan da Arın’a kaydı. “Birkaç gün içinde eve geçmemiz lazım.” Masada oturan hepsine tek tek göz gezdirirken, bir adım daha attı kalbim bilinmezliğe doğru. Ev? Peder? Konuştukları şeylerden ne anlıyordum ne de anlam çıkarıyordum.

“Umarım yeni bir iş daha atmaz üstümüze. Birde başımıza yeni bir kadın daha çıktı, üç tane yetmiyormuş gibi.” Yandan Artemis’e attığı saniyelik bakışla sırtını tekrar sandalyeye yasladı. “Üç kadınla çalışmak zorundasın Arın, eğ-“ Artemis oturduğu yerden hareketlenip cümlelerini sıralarken Arın lafını kesip, “bla bla. O zaman git falan filan ezberledim bunları. Zaten sizin kadın olduğunuzdan şüpheliyim, bence sizin…” kafasıyla yeri işaret ediyormuş gibi hareket ettirince, Kaya gülmeye başladı. “Neyse.” Deyip dudaklarını içeri gömdü. Ne dediğini sonradan anlamıştım katilin.

Gizem’in kaşları çatılırken, dudakları şaşırdığını belli eden ifadeyle birkaç santim aralandı. Dua tepkisizdi fakat bakışları Arın’daydı. “Eğer rahatsızsan kadın olmayı deneyebilirsin, diyecektim.” Çemkirdi Artemis karşındaki umursamayan kişiye karşı. Gizem numaradan kahkaha patlatırken, Dua’nın gözleri daha çok kısıldı Arın’a bakarken. “Bu arada tişörtün hep kan lekesi olmuş!” Artemis, beyaz tişörtü parmaklarının arasında tutup havaya kaldırarak Arın’ın bakmasını sağladı. Bu sefer Arın’da havaya kaldırarak, “sikeyim içini, bu kaçıncı beyaz tişörtüm. Birde saçma bir şekilde kan bulaşması canımı sıkıyor!” tişörtün yakalarından tutup kafasından yukarı çıkardığında, çıplak kalan bedeninden gözlerimi hızlıca kaçırıp kucağıma indirdim. Altında sadece kot pantolonla kalmıştı.

“Vücudunu bu kadar geliştirdiğini fark etmemiştim Arın.” Gizem’in beğeni ve şaşkınlıkla karışık sesi tekrar bakışlarımı onlara kaldırmama sebep oldu. Kaya ve Arın tamamen üstü çıplak bir şekilde rahatsız olmadan oturuyorlardı. Kızlardan da mı çekinmiyorlardı bunlar?

Gizem, yarı çıplak adamın vücudunu gözleriyle süzerken, Artemis önüne dönerek ayağını diğerinin üstüne atarak omuzlarını dikleştirmişti. “Buraya gelmeden önce epey çalışıyordum, şimdi de aksadı tabi.” eğdiği kafasıyla bakışları diğerleri gibi kendi vücudunda geziniyordu Arın’ın. “Asıl benimkine bakında kas görün.” Kaya iki kollarını da havaya kaldırarak, iç kısımlarını şişirmeye başladığında, sıktığı bedeni yüzünden yüzü kıpkırmızı kesilmeye başlamıştı.

“Biraz daha kendini zorlarsan patlayacaksın Kaya.” Cesur, kaslarını şişirmeye çalışan kişiyle dalga geçer gibi konuşunca, diğerleri de gülmeye başladı. Kaya, şişirdiği yanaklarını serbest bırakıp sık nefeslerini arka arkaya vermeye başladı. Elini kalbine götürüp sık nefeslerinin altından, “yaşlandığımı hissediyorum. Ama önemli olan kas değil arkadaşlar, akıl.” Deyip işaret parmağını şakağına dayadı.

“Üşengeçlikten götümü yerden kaldırıp spor yapamıyorum demiyor da, önemli olan akıl diyor! Mal.” Arın, elini Kaya’ya doğru uzatıp imayla laflarını sokmaya devam ediyordu.

Onların konuşmalarına artık duymamazlıktan gelip kaçabileceğim yollar aramaya başladım. Oturduğum tekli koltuğun yanında bir pencere vardı, kafamı hafif omuzuma doğru kaydırıp yan tarafımda kalan pencereyi incelemeye başladım.

“Sigaranız var mı?” diye sordu Kaya.

“İki dal kalmıştı en son.” Onu cevaplayan Artemis’ten sonra, “birini de bana versene.” Dedi Arın.

Sesleri kulak ardı edip, pencerenin pervazına arka arkaya düşen kar tanelerine verdim tüm dikkatimi. Öyle yoğun yağıyordu ki, biri yere konar konmaz, zaman kaybetmeden bir diğeri daha düşüveriyordu pencerenin önüne. Evde olsaydım, vakit kaybetmeden dışarı çıkıp kar topu savaşı yapardım. Tabi bunlar ben büyümeden önce olan şeylerdi.

İnsan küçükken, böyle şeylerin anlamları daha büyük olurdu. Büyüdükten sonra, büyük şeyler küçülmeye başlandı. Anlamını yitirdi.

“Sigaralarınızı nasıl bu kadar çabuk bitiriyorsunuz?” diye sordu Gizem, bu durumdan müzdarip olmuş gibi.

“Sigarayı içmiyorlar, yiyorlar onu.” İfadesizle cevapladı Dua.

Konuşan insanlara göz ucuyla bile bakamıyordum, tüm dikkatim şu anda iki küçük demir bir parçanın, belli mesafeyle, açılmasın diye pencere ve önündeki tahtaya sabitlenip vidalanmasındaydı. Kahretsin! Bu adamlar nasıl bu kadar ruh hastası olabilirlerdi. Resmen, pencere açılmasın diye kilitlemişlerdi. Daha önce böyle miydi, diye merak ettim. Buradaki pencereyi kullanamazdım. Ben burayı açmaya çalışana kadar, yakayı çoktan ele verirdim.

Bu sefer oturduğum yerden, bakışlarımı az önce hepsinin çıktığı diğer odaya çevirdim. Buradan diğer odanın açık olan kapısından içerisi az da olsa gözüküyordu. Orada da kapalı bir pencere ve yanında da bir buzdolabı vardı. Orası da eğer kapalı olursa, sıçtığımın resmidir demektir.

Bir diğer seçenekse, Cesur’un odasıydı. Ama oradaki pencereyi hiç kontrol etmek aklıma gelmemişti. Akıl mı bıraktılar bende, aklımda hep yaşadıklarım vardı, hafızam onların yaptığı kötü olaylarla dolup taşmıştı. Ama şimdi aç olan midemi doyurmuştum, yeteri kadar da dinlenmişti bedenim. Vakit kaybetmeden buradan kaçmam gerekiyordu. Aileme, tüm ülkeye duyurmam gerekiyordu bu cani insanların yaptıklarını. Yoksa, bu katiller ellerini kollarını sallayarak etrafta rahat rahat dolaşmayı sürdüreceklerdi.

Yüzüme çarpan cisimle irkilerek gözlerimi karşıdaki odadan alıp sandalyenin başına kollarını dolayıp bedenini yan çevirerek oturan Artemis’in sırıtarak beni incelediğini gördüm. Kaşlarıyla, dizlerimin üzerini işaret ettiğinde, başımı aşağı indirdim. Tabağımın içinde bir tane sigara duruyordu, hatta mezelerden birinin içine düştüğü için etrafı batmış durumdaydı. Sigaradan aldım gözlerimi ve beni inceleyenlere çevirdim.

“Sigara içerek etrafı daha iyi kolaçan edebilirsin. İnsanın aklı daha iyi çalışıyor o zaman.” deyip göz kırptı. Kalbimin ritmi biraz daha hızlandı, çünkü kaçmam için gerekli şeyleri kontrol ettiğimi anlamış olmalıydılar. Bu adamlar katillerdi ve yaptıklarından haberim vardı, eğer gerçekten ellerinden kaçıp kurtulursam bir mucize olacağından eminim.

“Etrafı kolaçan etmiyordum.” Korkudan kekelememek adına, kendimi öyle sıkıyordum ki sanki oturduğum bir koltuk değil de, sırtıma batan binlerce iğne varmış gibi hissediyordum. Artemis kafasını omuzuna eğip dudaklarını büzerek, “yalan söylemek kötüdür, eğer yalan söylersen tutsakcık, konuşacak bir dilin kalmaz.” Bu sefer diğer omuzuna yatırdı başını, “anlıyor musun beni?” alt dudağını dişlerinin arasına alıp bakışlarını keskinleştirdi. Bedenim oturduğum yerde daha çok kasılınca, aldığım nefeslerde seyrekleşmeye başladı.

“Kadınların akıllarının çalıştığından emin değilim!” Arın’ın cümlesi ile Artemis’in bakışları yere sabitlenip dilini yanağının içinde hareket ettirmeye başladı. Dikkati artık konuştuğu kişideyken, bende nefesimi düzene sokmaya çalıştım.

Arın’ın kurduğu cümleler kızları ne kadar rahatsız etse de, kendisi o kadar rahat ve umursamazdı.

“Arın!” Cesur dişlerinin arasından onu uyarmak için adını bastırarak konuştuğunda, Arın parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı dudaklarının arasına götürüp yaktıktan sonra dumanı Cesur’a bakarak dışarıya doğru üfledi. Cesur onun aksine gergin gözüküyordu, sırtını yasladığı sandalyeden çekip masanın üzerine gelerek parmaklarını üzerinde birleştirdi.

“Ne oldu Cesur? Sadece kadınlar fazla aptal olmasını dile getiriyordum sadece.” Sigarayı tuttuğu elini havaya kaldırıp onların bu kadar niye tepki verdiklerini çözmeye çalışıyordu. “Bence burada aptal olan tek kişi sensin!” onu yanıtlarken, gür kirpiklerinin altındaki, bir insanı öldürmeye yetecek olan bakışlarıyla, umursamaz tavır takınan kişiye odaklanmıştı Cesur.

Arın, sigarayı tutan elini masaya bırakırken, gözlerini kapatıp kafasını geriye doğru eğerek sağa sola doğru hareket ettirirken boynundan çıkan sesler ürperticiydi. Cesur’un verdiği cevapla onunda artık umursamaz tavrı gitmiş yerine kasılan bir beden geldiğini görebiliyordum.

Masanın etrafında olan diğer kişilerde gerilmişti. İkisinin arasındaki olan durum herkesi yerinde hareketlendirmeye zorlamıştı. Dua ve Kaya’nın bakışları Arın’dayken, Gizem’inkiler Cesur’daydı. Gizem elini, Cesur’un koluna bıraktığında , bu sefer Kaya’nın bakışları oraya çevrildi. Artemis’in yüzü ise hâlâ bana doğru dönüktü. Ama sert bakışları zemindeydi.

“Aptal olan ben değilim Cesur, bence aptal olan kim biliyor musun?” kafasını öne doğru eğip, sigara tutan elini de havaya kaldırarak Cesur’u işaret edip “bence sensin, tüm bu olaylar yaşanırken, geç kalıp aptallık ederek hem de.”

“Yeter!” diye çıkıştı Artemis. Arkasını tekrar masaya dönerken, Cesur Gizem’in elinin altından kolunu çekip sırtını sandalyeye yaslamıştı. “Bu konuları, o kız uyanmadan önce hallettik, tekrar açmaya ne gerek var?” başıyla sağında ve solundaki insanlara bakarak konuşmuştu. O kız ben oluyordum galiba!

Kaya kollarını göğsünde birleştirirken bakışları, gözleri Cesur’un üzerinde olan Gizem’deydi. Dua ise masanın üzerinde duran sigara paketine uzanıp içinden bir dal çıkarıp yaktıktan sonra ucunda biriken külünü de önündeki bira kutusuna silkelemişti.

Bir anda gerilen ortam beni de yutkundurmuştu. Göğüs kafesimi zorlayan derin bir nefes alırken, bakışlarım elinin boşta kalmasıyla yüzü düşen Gizem’deydi. Cesur’un bakışları saniyelik bile olsa onu yoklamıyordu. Cesur’un bu hareketi onu üzecek kadar baya etkilediğini gösteriyordu.

“Çocuk gibi tartışmayı ne zaman bırakırsınız tam olarak?” Dua, sigarasının külünü bir daha bira kutusuna döktü. Arın genzinden gülmeye benzer bir ses çıkardı fakat daha çok sinirlerine hakim olmak ister gibi çıkmıştı. Parmaklarının arasında daha bitmemiş olan sigarasının ucunu, tabağın üzerine bastırıp sönmesini sağlarken, “kadınlarla ve Cesur ile çalışmayı bırakınca.” Sandalyesini geriye doğru itekleyip ayaklanırken konuşmuştu Arın.

“Yani hiçbir zaman!” dedi Dua sigarasından bir duman çekerken, gözleri beni buldu.

“Kadınlarda seninle çalışmak için can atmıyorlar.” Artemis, ayakta kot pantolonunun ucundan tutup yukarıya doğru çekiştirerek düzelten kişideyken gözleri, Arın’ın dudakları ima ile yukarı kıvrılıp, “Onların can atmak istedikleri farklı pozisyonları var çünkü.” Diye yanıtladı.

Kaya gülmeye başladı, “sütun gibi kadını yukarı götürdüğünde onları mı istedi senden?” eğlenir gibi çıkıyordu Kaya’nın sesi. Masanın kenarından çekilip kapıya doğru adımlarını atarken, bakışlarım istemsizce sırtına doğru kaydı. Ensesinde bir dövme mevcuttu. İki elin işaret parmakları, ortalarında bulunan güneş sembolüne doğru uzatılmıştı, tek fark diğer elin bir iskelete ait olmasıydı. Dövmenin altına ve üstüne farklı dilde bir yazı yazılmıştı; Memento Vivere.

Ama dövmeden çok dikkatimi çeken tek şey sırtının komple izi kalmış çiziklerle dolu olmasıydı. Teni farklı boyutlarda olan kırmızı izlerle doluyken, bunun neden olduğu ile ilgili soru işaretleri kapladı zihnimi. İzler baya kötü görünüyordu.

“Arın bir kadını yukarı mı götürdü? Rüyamda görsem inanmam.” Gizem inanmayan gözlerle, yüzü dış kapıya dönük olan kişideyken, Kaya tekrar konuştu. “Peder görev vermeden önce içmeye gittik, o zaman oldu.” deyip tekrar güldü.

Artemis’in bakışları da Arın’ın sırtındaydı. Cesur ise bıkkın bir şekilde nefesini geri verip kafasını sağa sola doğru salladı. “Hangi kadın, acaba onunla yukarıya çıkmak isteyecek kadar büyük bir hata yapmış? Acıdım ona.” Yüzünü ona laf söyleyen Artemis’e çevrilirken sırtı tamamen bakışlarımın önüne serildi Arın’ın.

Tenlerdeki izlerin her zaman acı dolu bir hikayesi vardır, derdi annem. Acılar seni insan yapar, izler silinmeye başlardı ya da insan olan tüm duygularını yitirir ve bir iz daha bırakırdı teninin üzerine. Böylece hayata olan bakış açın değişirdi. Ya iyi ya da kötü bir şekilde. O izlere sen yön vermen gerekiyordu.

Sırtını boydan boya kaplayan izlere baktım katilin. Yavaş yavaş geçtiğini görebiliyordum ama nedense kendi tenimin üzerinde hissetmiştim o acıyı. “Bence yanımdan ayrılırken yüzünün aldığı şekli görmeliydin, hayatındaki en güzel hatasını yapmış olacağını fark etmiş olurdun.” Ellerini belinin kenarlarına yaslarken, kafasını hafif Artemis’e doğru eğmişti. “Midemin bulanmasını istemezdim!” gözlerini devirirken önüne döndü Artemis.

“Saçma hikayelerinizi dinleyerek kafamın sikilmesini istemiyorum.” Dua konuşmalardan bıkmış gibi oturduğu yerden ayaklanıp, Kaya’nın sandalyesinin arkasından geçerken, Kaya ellerini önündeki masaya yaslayıp sandalyesini geriye doğru yatırınca, Dua, duvar ve Kaya’nın sandalyesinin arasında sıkışıp kalmıştı.

Kaya kafasını geriye doğru yatırıp öfkelenmesine saniyeler kalan kadına alttan attığı bakışlarla, biraz daha sandalyesini geriye doğru yatırıp gülmeye başladı. “Gerizakalı midemi ezdin!” Dua söylenip Kaya’nın kafasının üstüne canını acıtmayacak bir şekilde tokat attı. Gelen darbe yüzünden kafasını omuzlarının arasına gömüp kirpiklerini ise hızlı hızlı kırpıştırmaya başladı.

Dua’nın yüzüne daha dikkatli baktım, ardından karşımda sırtı bana doğru dönük olan adamı inceleyen Artemis’e çevirdim kıstığım bakışlarımı, tüm anılar beni bir kafesinin içinde zincirlemeye başladı o an. Yerimde huzursuzca kıpırdanırken, daha bir hafta önce ortaklık için verdiğimiz kutlama gelmişti aklımın en derin odalarından fırlayarak.

Cesur’un kısılan şüpheli bakışlarını üzerimde hissediyordum ama şu anda o iğrenç katilin yüzüne bile bakacak kadar zihnim müsait değildi.

Platin sarı saçlarını iki yanına salmış genç bir kadın, ondan yaşça büyük olan, göbekli ve bıyıklı bir adam ile kahkaha atıyorlardı. “Çok tatlısın sen ya.” İşaret parmağını adamın burnuna sürttü. “Sen beni bir de gece gör güzelim.” Kadının arkası bana dönüktü, sadece kırmızı yanaklı adamın yüzünü görebiliyordum. “Merak ediyorum doğrusu.” Kolunun birini kadının beline atarak kendine doğru çekti.

Zemini izleyen donmuş bakışlarımı, yüzünü ekşiterek ayakta olan Arın’a bakarak bir şeyler söyleyen kadına kaldırdım. O gün o sarışın kadın oydu. Gözlerim Dua’yı bulmadan önce ilk Cesur’a çarptı, yerinde hafif hareketlendiğini gördüğümde çoktan Dua’yı bulmuştu anılarla dolan bakışlarım.

Kısa siyah küt saçlı çalışan kız, arkası dönük bir şekilde elinde tuttuğu beyaz bir bezle bardakları siliyordu. “Bakar mısın?” diye seslendim. Bardakları silmeyi bırakmıştı ama yüzünü bana döndürmemişti. Tekrardan seslendim. Başını yan çevirdi, bakışları yere bakıyordu. Kaşlarını çattığını görebiliyordum. Daha sonra bakışlarını ve bedeninin hepsini bana doğru çevirdi. Elinde sildiği bardağı, yerine bırakıp bana doğru yürümeye başladı.

“Buyurun.” Dedi donuk bir yüz ifadesiyle. Bakışları yüzümde tur atarken, “bir bardak su alabilir miyim?”

O gün ki kısa küt saçlı kadın karşımdaki katillerden biriydi. Kalbim sıkışmaya başladığında, şakaklarımdan bir ağrı daha yükseldi. Fakat dişlerimi ağzımın içine dökecek kadar sıktırıp bedenimden yükselen gerginliği onlara yansıtmamaya çalıştım.

Kafamı ağır ağır yukarıya ayakta dikilerek omuzunun üstünden bana bakan Arın’a kaldırdığımda kaşlarını çatarak bir şeyleri anlamaya çalışıyor gibi bakıyordu yüzüme. Ve bir anı daha fırladı zihnimin odalarından.

Yanımdan gelen büyük bir sesle sağ tarafıma döndüm. Az önce bize servis yapan erkek garsondu bu. Elinde tuttuğu tepsiyi tezgahın üstüne hızlı bıraktığı için aşağıya düşmesine sebep olmuştu , bu da rahatsız edici bir sesin çıkmasına neden olmuştu. Yanımda gülüşen çiftte bu ses dönmüşlerdi. Kadın bakışlarını, garsondan çekmeden, “bence biz odaya çıkalım, orada göster marifetlerini.” dedi.

İstemsizce kalçamın üzerinden koltukta geriye doğru sürününce, dizlerimin ütündeki porselen tabak tutamadığım için tahta zeminin üzerine düşüp paramparça olmuştu. Hepsinin bakışları olduğu gibi sese doğru çevrildi. Ellerimi oturduğum koltukların kenarlarına sımsıkı tutup parçalamak ister gibi parmaklarımı geçirmiştim.

Hepsi o gün o kutlama yerindeydi ve bir cinayet gerçekleşmişti orada!

Kırık tabak parçaları çıplak ayaklarımın kenarlarına dağılmışken, Cesur’un oturduğu yerden ayaklandığını gördüm. Fakat bakışlarım hâlâ altı parçaya ayrılmış olan tabağın üzerindeydi.

“Ah, takım bozuldu ya!” dedi Kaya sızlanarak. Ama bakmadım ona.

Ayaklarımın önünde siyah botlarını gördüm ama bedenimi hareket ettiremeyecek kadar çivilenmiştim oturduğum yere. Bu yüzleri ilk defa görmemiştim ben, tüm ailemin içine sızmışlardı teker teker.

Omuzumun üzerinde hissettiğim dokunuşla, irkilerek kafamı yukarı kaldırdığımda, Cesur’un kaşları havalanmış bir şekilde yüzümü incelediğini gördüm. Elimi yukarıya doğru savurup, omuzumun üzerindeki kolunu geriye doğru iteledim. “Sakın bana dokunma!” dediğimde, geriye doğru itelediğim kolu havada kalmıştı.

Dudaklarını birbirinin üstüne bastırırken, bakışlarını ayaklarının önüne indirdi. Botlarının ucuyla, etrafa dağılmış olan porselenin kırık parçalarını koltuğun kenarına doğru itekleyerek, çıplak ayaklarımın önünden uzaklaştırdı.

“Sonunda patlayacağını biliyordum. Fareciğin aklı yeni yeni yerine geliyor.” Arın konuşurken, Dua sandalye ve duvarın arasından çıkarak kapının önüne doğru gelip boş bakışlarını yüzüme dikti. Artemis’te ayaklanmıştı. Gizem’in ise masanın altından üst üste koyduğu ayağının birini ileri geri sallandırarak, çok belli olmayan bir gülüşle yüzümü seyrediyordu. Kaya’da oturduğu sandalyesinde dudaklarını büzüp öne arkaya gelerek sallanıyordu.

Altı çift göz, şeytanın insan haline bürünerek yer yüzüne kötülük saçmak için gelmiş gibi bir görüntü sunuyordu bana şu an. Boğazıma dizilen nefeslerim, kalbimin üstüne binlerce yumruk darbesi yemişim gibi canımı acıtıyordu.

“Evime gitmek istiyorum!” dedim mırıldanarak. Ve ben evime gidecektim, onlardan kaçmanın bir yolunu bulacaktım. Tüm aileme yaptıklarını tek tek anlatıp daha sonra yakalanmaları için elimden geleni yapmaya gayret gösterecektim.

“Hadi ama, biz o kadar da kötü insanlar değiliz. En eğlenceli tarafımızı görmediğin için eve gitmek istiyorsun farecik.” Kollarını göğünde birleştirirken bacaklarını iki yöne doğru açıp, dilini dişlerine sürterek ses çıkmasına neden oldu Arın.

“Biraz dinlen Nida, eğer doymadıysan yine yemek verebilirim.” Duruşunu bozmadan sadece bakışlarını aşağıya doğru indirip yüzümde gezdiriyordu Cesur. Sesinde, yüzünde hiçbir duygu belirtisi olmadığı için ne hissettiğini anlayamıyordum. Hâlâ benim yemek yememle ve dinlenmemle ilgilenmesi sinirlerimi tepe takla attırmaya yetiyordu.

Gizem’in oturduğu yerde hareketlendiğini gördüm, Kaya’da sallandığı sandalyesini durdurmuş Gizem’e yandan bakışlar atıyordu.

“Beni neden tutuyorsunuz? Ben size bir şey yapmadım, eğer beni bırakırsanız yemin ederim kimseye bir şey söylemem!” oturduğum yerden ayaklanmak için hareketlendim fakat titreyen bacaklarımın beni taşıyamayacağına kanaat getirerek kalkmaktan vazgeçtim.

Bırakmayacaklarını çok iyi biliyordum ve onlarda herkese anlatacağımdan emindiler!

Arın ve Artemis yalandan bir kahkaha attılar, Cesur kafasını yan çevirip gülen kişilere ters bakış attıktan sonra, Arın dudaklarını birbirinin üstüne bastırıp kafasını iki yöne doğru salladı. İkisi de saniye geçmeden ciddileşip bakışları üzerime yoğunlaştı.

Cesur bana doğru dönerken, dudağının sağ tarafının yukarıya doğru kalktığını gördüğümde oturduğum koltuğa daha çok yapışmama neden oldu. “Senin gerçekten zeki biri olduğunu düşünmüştüm Nida, ama beni kurduğu cümlelerden dolayı tersine olduğuna inandırıyorsun.” Ellerini arkasını yerleştirip üst bedenini üzerime doğru hafif eğdi. Kendimi geriye doğru çektim, ondan ve verdiği sıcak nefeslerinden kurtulabilmek adına.

Katran karası gözlerini sağa sola doğru hareket ettirip, gözlerimin içine bakarak bedenimi bir yangın yerine çevirmeye meyilli olduğuna şahit oldum. Dudaklarının arasından çıkan sıcak nefesini hep alkol kokusu kaplamıştı. “Eğer bir daha böyle bir cümle daha kurarsan, gülmekten yerlere yatacağımdan emin olabilirsin.” Kurumuş dudaklarının üstünden diliyle geçerken, eğdiği üst bedenini yukarıya kaldırdı.

“Beni bulacaklarını biliyorsunuz, ben de sizin hapise girdiğiniz günü iple çektiğimi bilin! O gün canlı canlı izleyeceğim sizi.” İşaret parmağımı havaya kaldırıp sadece bakışlarımı Cesur’a dikmiştim ama kurduğum cümlelerim hepsine aitti.

“Biz bir şey mi yaptık ki hapise giriyoruz?” Kaya alt dudağını aşağı sarkıtıp sorgulayan bakışlarını ayakta olan kişilerin üzerinde döndürüyordu. Fakat mimiklerinden ve sesinden numaradan yaptığını anlamak mümkündü. “Bir şey mi kaçırdım ben?” işaret parmağını bana doğru uzatıp gözlerini şüpheyle kısarak, “rüya falan mı gördün acaba, yani biz hapise girecek şeyler yapmadık.” Gülmeye başladığında, kumral tenin altındaki adem elması da hareket etmeye başladı.

“Bence, ufak tefek oyunlardı. Bizim fare birazcık abartıyor.” Arın işaret ve baş parmağını ufacık anlamda yaparak, dilini damağını vurdu. “Daha eğlencenin yeni başladığının farkında değil. Az sabret güzelim, zevkten deliye döneceksin.” Gözleri bu dediğine kocaman açılırken, göğsünün altına yerleştirdiği elini çekmeden, boşta kalan eliyle sakin olmam için aşağı yukarı sallıyordu.

Karşımdaki insanlar sadece beni alaya alıyordu, benim ise sabrımın son damlasının bardağa akıp taşmak üzere olduğunu hissediyordum. Bana hiçbir şey anlatmayacaklarından emindim artık. Ve ben bu evden kaçacaktım!

“Bence misafirimizin iyice dinlenmesi lazım, değil mi çocuklar?” dedin sakin bir ses tonuyla Cesur. Yumuşak bakışlarının aksine benimkilerin alev saçtığına emindim. Kaşlarımı öyle çatmıştım ki, alnımın üzerinde bir tır var gibi ağırlık hissediyordum.

Arın, kısılan bakışlarını Cesur’un üzerindeyken kafasını insanı huzursuz edecek şekilde aşağı yukarı sallıyordu, Artemis ve Gizem ise ne zaman yaktıklarını bilmediğim sigaralarını bana bakarak dudaklarına götürüp içiyorlardı. Dua’nın boş bakışları her zamanki gibi beni yerimde hareketlendirecek kadar kırpmadan izliyordu.

Oturduğum koltukta, karşımdaki kişiye bakışlarımı kaldırıp yumruklarımı öyle sıktırdım ki, tırnaklarım canımı acıtacak kadar avuç içlerime batıyordu. “Evet dinlenmek istiyorum!” dedim düz bir sesle. Odaya geçip sakin bir kafayla kaçma planları kurmam gerekiyordu. Daha fazla sinirlenip, kendi aleyhime oynamama gerek yoktu. Tüm sıkıntılar, bulanık zihinden ortaya çıkardı. Bu yüzden zihnimin temiz bir suya döndürmem için yalnız kalmam gerekiyordu.

Cesur, bir anda bu kadar sakin olmama şaşırsa da anında tepkisini toplayıp kafasıyla beni onayladı. “Sizde odalarına geçin artık, yeteri kadar yoruldunuz. Gidin dinlenin!” derken, bakışları artık arkasında kalan kişilerin üzerindeydi.

“Emredersiniz, peki sabahta erken kalkalım mı?” dedi alaycı bir tavırla Arın.

Cesur derin bir of çekti. Dışarıya verdiği nefesinde gerçekten bıkkınlık içeriyordu. “Seninle bu gece uğraşamayacağım Arın. Ve evet erken uyanmanı istiyorum!” dedi tok bir sesle.

Cesur bedenini yan döndüğü için sadece yüzünün yarısını görebiliyordum. Diğerlerinin zaten yüzleri bana dönüktü. Arın tekrar konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki Artemis araya girdi. “Yeter artık, kes ve yürü!” keskin bir dille konuşunca, Arın araladıkları dudaklarını kapatmadan önce Artemis’e bir bakış atıp arkasını dönerek hole geçmişti.

Kaya’da oturduğu sandalyesinden ayaklanırken, Dua çoktan adımlarını hole atıp yukarıya çıkan merdivenleri tırmanmaya başlamıştı. Kaya, hâlâ yerinde oturan Gizem’e gözleri çarpınca, “sen gelmiyor musun kızıl gezegen?” diye sordu. Gizem’in bakışları ayakta dikilen Cesur’un üzerindeyken, “istersen Nida benim odamda kalsın. Sen uyu dinlen rahat rahat.” Dedi yumuşak bir tonla. Kaya ellerini masaya yaslayıp alttan bakışlarını Cesur’a sapladı bu sefer. Nedense öfkelendiğini hissetmiştim.

Aslında kimsenin odasında kalmak istemiyordum, salondaki bu koltukların birinde uyuyabilirdim. Daha sonrada bu pencereyi açmaya çalışır kaçardım. Ama böyle bir şeyin mümkün olmayacağını çok iyi biliyordum. Beni bu planlarımdan çekip çıkaran Artemis’in öksürük sesi oldu.

Artemis öksürünce bu sefer dalgın bakışlarım ona döndü. Sahte gülüşünü takındığı yüzünü Cesur’dan çekmeden, bitmiş sigarasını bira kutusuna atınca, söndüğünü belli eden bir cız sesi çıkmasına neden oldu.

“Kimse kimsenin odasında kalmayacak. Şimdi dediğim gibi herkes odasına geçsin!” Cesur’un kararlı ve tok sesiyle birlikte Gizem’in sert bir şekilde sandalyesini geriye itekleyip kalkmasına neden oldu.

Bu kadının ve bu adamın, bu cehenneme düşmeden önceki fotoğraflarını ve altlarına düşen aşk haberlerini okumuştum. Gizem’in takındığı tavır, gerçekten Cesur’a karşı olan hislerinin gerçekten var olduğuna dair şüphelerim azalmaya başlamıştı. Ama Cesur için bunları söylemek doğru olmazdı, zaten adamın yüzünden ne hissettiğini anlamak mümkün değildi.

“Rahat uyumanı istiyorum, sadece…” çoktan masanın arkasından çıkmış Cesur’un yanında bitmişti Gizem. “Zaten çok rahat bir şekilde uyuyacağım.” Dedi Cesur elini kapıya doğru uzatıp gitmelerini istemeden önce.

Kaya’da masanın arkasından çıkıp yanımıza gelince, holde elinde tuttuğu bira kutusuyla bizi izleyen Arın’a çarptı gözlerim. Diğerleri kendi aralarında konuşurken, Arın birasından bir yudum alıp huzursuz eden bakışlarını bana yönlendirdi. İçtiği birasını sert bir şekilde yutarken, elinin tersiyle ağzının kenarlarını silip merdivenleri tırmanmaya başladı. Oturduğum yerden yukarı çıkan merdivenleri açık açık görebiliyordum. Merdivenleri ağır ağır tırmanırken, ensesinde yer alan dövmesinin üzerindeki yazıyı tekrar okudum; Memento Vivere.

Ne anlama geldiğini düşünürken, bir anda çıktığı merdivenlerden başını arkaya doğru çevirince, onu izlediğim için utanarak karşımdaki kişilere hızlıca çevirdim tedirgin bakışlarımı. Buradaki erkeklerden çok, o beni daha fazla korkutuyordu.

Ense kökümden başlayan zonklamayla, konuştuklarına kesildi kulaklarım. “Sadece bir kadının benim odamda yatmasını istedim, ki o da rahat edebilsin diye.” Gizem hâlâ onun odasında kalmam için ısrar ediyordu, fakat bana kimse sormuyordu, nerde kalmak isterim diye. Zaten Gizem’den başka da yanında kalmamı isteyen yoktu.

Ayaklarımın dibinden yine aynı siyah kediyi gördüğümde, ayaklarımı daha çok geriye çektim iyi geçebilsin diye. “Cilveli kızım gelmiş.” Dedi Kaya yere eğilip kucağına alırken çocuksu bir sesle. Kollarının arasına aldığı kedinin başına sert öpücükler bırakırken, kedi daha çok sokuluyordu ona. “Bence kızıl gezegen ablan, uzatmadan odasına geçecek, ne dersin Cilveli?” Kaya gülerek kediye sorusunu sorarken, Gizem’in bakışları önce Kaya’ya ardından da bana indi.

O an kaşları çatıldı ve dudakları düz bir hâl aldı. Yerimde kıpırdanmamak için kendimi tutarken, Cesur araya girdi çok geçmeden. “Salonda uyuyacağım ben, herkes odasında rahat etsin.” Gizem’in bakışları hemen yumuşayıp çok belli olmayacak şekilde dudaklarında bir gülümseme yer aldı. Kafası omuzuna hafif yatırıp, Cesur’a baktı. “O zaman herkese iyi geceler.” Deyip odadan kırıtarak çıkarken, Kaya Cesur’un omuzuna her şey yolunda gibi pat pat diye vurup o da çıkmıştı.

Odada son kalan Artemis’ti. “Sigarayı çok içiyorsun Artemis.” Dedi Cesur uyarıcı bir sesle. Artemis umurunda değilmiş gibi göz devirip omuz silkerken, “sigarayı çok içmezsem, hayatımı sömürecek şeyler, sigaradan daha fazla zarar verir.” Deyip göz kırpınca, dudaklarını yalayıp odadan çıkmıştı Cesur’un bir şey demesini beklemeden.

Diğerleri de umarım daha fazla bira ve sigara içip ölümlerini hızlandırırlardı! Yoksa her geçen gün bir kanser gibi üremeye devam edecekti yaptıkları.

“Odaya geçelim.” Cesur’un sesiyle, onlarla ilgili düşüncelerimden beni çıkardı. Oturduğum yerden ayaklanıp yüzüne tükürmemek için dilimin ucunu ısırmaya başlamıştım. Ciğerlerime aldığım nefesler yetersizken, bu kuyudan nasıl çıkacağım ilgli düşünceler sıkıştırmaya devam ediyordu. Bu kuyuda yalnız olsaydım yine bu kadar korkmazdım ama etrafım hem katil hem de hiçbir şey olmamış gibi dolaşan insanlarla doluyken, kalbimin asfaltlı yolda, son sürat gitmesine engel olamıyordum.

“Odaya çıkalım da ne demek? Sen salonda kalacaktın!” derken, onunla aynı odada kalma korkusu bedenimi alt üst etti. “Sakin ol…” ellerini beni yatıştırmak ister gibi havaya kaldırıp, “banyo etmem gerekiyor benim de, sonradan salona geçeceğim.” Dedi.

Burada bir tutsaktım ama Cesur’un çok rahat olması nedense benimde rahat olmam gerektiğini fısıldıyordu hislerim. “Gizem ile kalabilirdim.” Dediğimde imalı bir şekilde güldü. “Odaların her birinde bir katil var Nida, seni o odada yalnız bırakır mıyım?” Kendisinin de bir katil olduğunu unutuyordu!

“Sende bir katilsin!” dedim soğuk bir sesle. Başka bir katil, başka bir katilden nasıl korurdu beni? Hem de onlar aynı taraftayken! Önce beni tutsak edip ardından da onlarla tek bırakmak istemiyordu. Kendisiyle çelişen büyük bir katildi.

Dediğim şey onu birkaç saniye duraksatsa da, ifadesizliğini tekrar yüzüne yapıştırdı. “Bir katille konuştuğunun farkındasındır o zaman!” başını omuzuna yatırırken bir adım bana attı. “Yani konuşmadan önce, kelimelerini iyi seç Nida. Yoksa bende bir katilim!” dediğinde bir adım geriye attım. Derin bir yutkunmayla boğazımın yandığını hissettim. Sesindeki tehditi anlamamak imkansızdı. Artık onun yanında da rahat olmamam gerekiyordu çünkü o da bir katildi. Ne acı?!

 

---

Rahatsız edici konuşmalarımızdan sonra Cesur’un odasına istemeye istemeye gitsem de başka çarem olmadığını iyi biliyordum. Tahta merdivenlerin çıkardığı tiz sesleri umursamadan çıkarken, arkamda hissettiğim sıcak nefesi, saç diplerime vurarak terletiyordu.

Gözlerinin delici bakışlarını ensemde olduğunu bilsem de, arkama dönmemek için büyük mücadele veriyordum. Son basamağı da çıkıp Cesur’un odasının önüne gelmeden önce, sarı ışıkla aydınlatılan koridorun içindeki odalara son kez göz gezdirdim. Uyuduklarını düşünüyordum çünkü kapalı olan odalarının kapısının altından ışık vurmuyordu dışarı, Cesur’un odasının aksine.

“İlerle.” Dedi Cesur. Tekrar yürüdüğümde, kendisi büyük adımlar atıp önüme geçerek, odasının kapısını geriye doğru itekleyip açmıştı. Kendisi açtığı kapının önünde dikilirken, giydiğim tişörtün kenarlarından sıkıca tutunup içeriye adımı attım ve bakışlarımın ilk yeri mavi şal olmuştu.

Odanın kapısı kapanırken, arkamı dönüp beni izleyen katran karası gözlerin sahibine baktım. “Bizim eve uğradın mı?” diye sorarken, dişlerimi sıkıca birbirine kenetleyip mavi şala tekrar çevirdim gözlerimi. Onunda bakışlarının oraya çevrildiğini hissetmiştim. Gözlerimin dolmasına engel olamıyordum, aklım hep annemdeydi. Birbirimize ne kadarda sevgimizi gösteremesek de, bağlarımız kuvvetliydi. Bunu biliyordum.

“Evine uğramadım.” Dedi stabil bir sesle. İnanmadım. Bir katilin söylediklerine ölsem de inanmazdım. “Birçok ağlayan ve sızlayan insanlara muhattap olmak beni yorar.”

Birçok mu?

Yalancı!

Evime uğradığına adım kadar emindim.

Kuzenim, İlayda. Dayım ve yengemde bizde olmalıydı. Sormak istedim İlayda’ya ne olduğunu ama eğer yakalanmama riski varsa, daha kötü sonuçlar doğurabilirdim.

“Eğer mavi şaldan şüpheleniyorsan, yanılıyorsun!” komodine doğru ilerlediğini omuzumun üzerine çevirdiğim bakışlarım sayesinde gördüm. Şalı eline alıp bana doğru çevirdiği katran karası gözlerle, şalı havada tutup ağır ağır sallayarak, , “sadece bir tane olacağını düşünmüyordun herhalde.” deyip dolabın önüne doğru ilerledi. Şalı olduğu gibi, birbiri içine girmiş kıyafetlerin arasına fırlattı. Daha sonrada, dağınık dolabın içinden eline bir siyah eşofman ve beyaz tişört alarak, önünü bana çevirdi.

“Uyu, sen. Yarın erken uyanman gerekiyor.” Bakışları pencereye çevrildiğinde, benimkilerde gözlerini takip etti. Dışarda kar hâlâ yağmaya devam ediyordu. “Eğer kar böyle yağmaya devam ederse, geç uyanma hakkın var.” Deyip banyonun kapısının koluna sardı parmaklarını.

“Yakalanacaksınız bir gün.” Açtığı kapının önünde duraksadı. Bakışlarımı sırtından alıp yağan kara çevirdim. “Eninde sonunda, yakayı ele vereceksiniz!” beynine kazınmasını istediğim cümleleri sıralarken, gözlerim pencerenin iki yanına vidalanmış, iki küçük metal parçasına ilişti o an. Dudaklarımı ısırmamak ve gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tuttum. Büyük bir sıçıştı benim için! Kahretsin!

Cesur’un derin bir nefes aldığını işittiğimde, sonunda sesini de duymamı sağladı. “ İş her şeyden önce gelir bana. Bu yüzden yakalanacağım hiçbir işe girmem Nida.” Deyip omuzunun üzerinden attığı kısa bir bakışla banyoya girdi.

Artık odada beni boğan düşüncelerimle yalnız kalmıştım. Ellerimi kafamın iki yönüne yaslarken, beynimin içinde flaş gibi patlayan anılardan kurtulmaya çalışıyordum.

Ölümler,

Kanlar,

Kuzenim,

Maskeliler,

Gözlerim geriye doğru kayarken, sıkıca yumdum. Düşünceler, kalbimin patlaması için sanki büyük bir ağırlık yapıyordu. Sakinleşmeye çalışırken, Cesur’un banyoda suyu açtığını işittim. Ve flaş gibi patlayan anılardan çıkardı beni.

Önce, arkamda kalan kapıyı kontrol etmek için adımlarımı sessizce atarak sırtımı oraya döndüm. Herkes odasındaydı ve gizlice onlardan kaçabilirdim.

Kapının kolundan tutup sessizce aşağı eğerken, banyonun içinden gelen su sesi kesilmişti. Aldığım nefesleri bile duymaması için özen göstermeye çalışıyordum. Aşağıya doğru eğdiğim kapı kolunu kendime çekmeye çalışırken, kaçma hayalim suya çoktan düşüvermişti. Kapıyı kilitlemişti! Hangi ara bunu yaptığı ile ilgili şaşkınlığım beni çevrelerken, dişlerimin arasından bir siktir çektim.

Cesur’a ait olduğunu bildiğim eşofmanın bel kısmına sokuşturduğum çatalı kontrol ettim ardından. Kutlama ile ilgili anılar beni zorlamaya başladığında, o an kaçma fikriyle çatalı eşofmanın bel kısmına sıkıştırmıştım. Gözleri bana çevrilecek diye korkudan akla karayı seçmiştim ama sonunda başarabilmiştim.

Banyoyun içinde eğlenir gibi çıkan ıslık sesini işittiğimde, elimi eşofmanın bel kısmından çekip adımlarımı pencerenin önüne doğru attım. Parmaklarımı vidalanmış olan metal parçaların üstüne koyup çıkarmaya çalıştım. Bu sadece benim deliye dönmeme sebep oluyordu. Asla buradan çıkmazlardı bunlar. Boşuna yoruyordum kendimi.

Sıkıntıyla nefesimi dışarı verirken, ıslık sesi yüzünden kulaklarımı kapatıp yatağın kenarına oturdum. Kaçma olan ümidimi yitirmemem lazımdı. Elimde kalan son kırıntı oydu. Eğer kaçamazsam, bu insanların bana daha neler yaşatacağını biliyordum. Buna katlanamazdım.

Yarım saatin ardından banyonun kapısı açılırken, bende hâlâ yatağın kenarında oturuyordum. Kendisiyle beraber, banyonun içinde beyaz dumanla çıkmıştı Cesur. Islak dağınık saçları, kızarmış beyaz teni ve giydiği kıyafetlerle, bir kadını yutkunduracak kadar çekici görünüyordu. Ama katildi ve hep öyle kalıp anılacaktı.

“Uyumamışsın.” Dedi parmaklarını dağınık ıslak saçlarının arasına daldırırken.

“Bir katilin olduğu odada rahat rahat uyuyamazdım, kusura bakma.” Dedim alay ve öfkeyle karışık.

“Katil mi? Nerede?” dedi pişkin pişkin sırıtarak yüzüme bakıp. Sabır dilenircesine derin bir nefes çekerken, diliyle dudaklarını ıslatıp siyah eşofmanın bir cebine eline sokarak küçük bir anahtar çıkardı. Şaşırmadım. Kilitleyip yanında götürdüğünü biliyordum.

“Ben aşağıda olacağım. Herhangi bir seste yanıma koş ya da yüksek seste bağır.” Bu sefer ciddileşmişti. Ve endişe kırıntılarını sezebiliyordum. “Anladın mı beni Nida?” kaşları havalanırken, benden bir şey söylememi bekliyordu.

Zar zorda olsa onu başım ile onayladım. Kapıya doğru ilerleyip elinde tuttuğu anahtarı kapının deliğine yerleştirmişti. “Neden kilitledin kapıyı? İçerisi katil ile dolu olan bir yerde kaçamazdım, nasıl olsa!” sesimi normal tutmaya çalışırken, önünü bana doğru çevirdi. “Senin kaçman için değildi bu!” dedi düz bir sesle.

Dediği şey beni yutkundurmuştu. Gözlerimin içine uzunca bakarken, nasıl tepki vereceğimi anlamaya çalışıyor gibiydi. Ama onun gibi ifadesiz durmaya çalıştım. “Çok derin uyurum ben, yüksek sesle bağır bana ki uyanabileyim.” Dedi sessizliğin sonunda.

“Yine kapıyı kilitleyecek misin?” diye sordum.

“Bu sefer sen kilitleyeceksin ve sesimi duymadan kapıyı sakın açma!” diye tembihledi beni. Tekrar korkular ve belirsizlik damarlarımda kol gezmeye başladı. Sonuna kadar açtığı kapıdan çıkıp kapatırken, bende sırtı üstü kendimi yatağa bırakmıştım.

---

Uykunun belli belirsiz kollarındayken, kulağıma gelen seslerle kapalı olan gözlerimin üstüne çatılan kaşlarımın ağırlığı çökmüştü alnıma. Yatağın içinde, huysuzlanarak, sırtımı dönüp yattığım kapıya doğru dönmeden önce, komodinin üzerinde yer alan saati yokladım. Saat; 05:15’di. Yani çoktan sabah olmuştu.

Zorlanarak açık tuttuğum gözlerimi bu sefer, pencereye çevirdim. Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu, yerini ise açık bir maviye bırakmıştı. Sanırım dün geceden yağan kar durmuştu.

Bu sefer insanı rahatsız edecek kadar olan gıcırtıya kulak kabartıp, kafamı koyduğum yastığın üstünde biraz havalanarak, dirseğimden aldığım destekle kapıya doğru yan döndüm. Bu evde ilk uyandığım zamanki bir sese benziyordu. Ama bu sefer sanki, tahtanın üzerinde zıplıyormuş gibi çıkıyordu.

Usulca, üzerime attığım yorganı kenara itekleyip, ağrısı durmuş olan ayak bileğimi yataktan aşağıya doğru sarkıtıp tahta zeminin üzerine bastım. Bu sese benden başka birinin uyanık olmaması şaşırtmıştı.

Yatağın kenarlarına yasladığım ellerimden destek alarak ayaklandığımda, kapının önüne gelip kulağımı dayadım. Biri sanki, tahtayı kıracak gibi güç uyguluyordu üstünde. Derin bir nefes alarak, parmak uçlarımı kapının üstünde hafif sürüyüp dizlerimi kırarak yere çömeldim.

Derin bir yutkunmanın sonunda, kapının deliğinden bakmak için sağ gözümü ileriye doğru uzatmadan önce dudaklarımın arasından ciğerlerime çektiğim kesik nefeslerimi dizginlemeye çalıştım. Kapının deliğinde asılı olan anahtarı sessizce yerinden çıkarıp yere bıraktıktan sonra, avuçlarımı tamamen kapıya bastırıp, gözümün birini kapının deliğine yerleştirdim.

Gördüğüm görüntüyle irkilerek geriye çekildiğimde, birbirinin üzerine bastırdığım dudaklarım yüzünden nefes alışım zorlaştı. Kalbim, aniden frene basan bir araba gibi, göğüs kafesime baskı uygulamaya başladı. Küçücük delikten gördüğüm görüntü, beynimde kocaman bir yer kaplamıştı.

Altında sadece siyah kot pantolonla duran adamın yüzünde sadece gözleri görünecek bir şekilde ten renginde oluşan bir maske, saçları ise kızıldı, bunun bir peruk olduğunu düşündüm. Beni asıl korkutan, sağ avuç içinde tuttuğu kocaman bıçaktı. Sağa sola doğru bedenini hareket ettirdiği için, zeminde ses çıkmasını sağlıyordu.

Hangi manyak olduğunu çözemeden, koridorun ortasında bıçakla bekleyen adam bir anda sallanmaya durdurmuş, önünde durduğum kapıya doğru atılmaya başladığında, son anda boğazımda asılı kalan çığlımı engellemek için ellerimi hızlıca dudaklarımın üzerine kapatıp geriye doğru çektim kendimi.

Aklıma; Cesur’un çıkmadan önce kapıyı kilitlememi gerektiğini söylediği gelmişti. Bir elimi dudaklarımın üstünden çekip, diz kapağımın üzerinde uzanarak yere bıraktığım anahtarı hızlıca alıp kapıyı kilitleyerek sırtımı tekrar yatağa yasladım.

Kapının önündeydi, koridordan yansıyan sarı ışık artık odaya gelmiyordu. Kıpırdamadan öylece bekliyordu odanın önünde. Sık nefeslerim dudaklarımdan firar ederken, üzerine kapattığım ellerimi terletmişti. Gözlerim hâlâ delikteydi. Herhangi bir hareketlenme için gözlerim takipteydi ama ne ses vardı ne de bir kıpırdama.

Cesur, bir şey olursa ona bağırmamı istemişti ama ben böyle durumlarda asla soğuk kanlılığımı koruyamazdım. Ya da sesim çıkmazdı bilmiyorum. Kanım donardı ve yerine hızlı atan bir kalbe bırakırdı.

Nasıl bir ruh hastasıydı bilmiyorum ama bir insan sabah vakti nasıl elinde bir bıçakla koridorun ortasında tepinirdi anlam çıkaramıyordum. Ve diğerleri nasıl bu sese uyanmazlardı? Onu aklım hiç almıyordu asıl!

Hızlı inen göğüs kafesimin sonunda, kapının önündeki gölgenin ayrılışını gördüğümde, odaya tekrardan sarı ışık süzülmeye başlamıştı. Ellerimi yavaşça dudaklarımdan indirirken, kafamı hafif geriye doğru çevirip saate baktım. Saat; 05:30’du. Aradan tam on beş dakika geçmişti ve ben dakikalarca, o gölgenin oradan çekilmesini bekledim.

Diğer katile bağıramazdım, o yetişene kadar, odanın önündeki kapıyı kırıp içeri dalabilirdi ve çok geçmeden elindeki bana saplardı. Bu ihtimali asla göze alamazdım.

Aradan çok geçmeden, dikkatimi çeken küçük bir sürtünme sesiyle, bakışlarımı saatten alıp önüme çevirdiğimde, kapının altından beyaz bir kağıdın fırlatıldığını gördüm. Hızlıca sırtımı dayadığım yerden çekilip kağıda uzanarak kapının altından sürükletilen kağıdı çabucak yerden alıp aynı yerime geçmiştim.

Katlanmış kağıdı titreyen parmaklarımın çıkardığı zorluğa rağmen açabilmiştim. Büyük harflerle yazılmış not, gözlerimin kocaman açılmasına ve üzerinde birkaç saniye donup kalmamı sağlamaya yetecek kadar şoka uğratmıştı.

BURADAN KAÇMAK İSTİYOR MUSUN? KAPININ ARKASINDA SANA O VİDALARI SÖKMEN İÇİN BİR ŞEY BIRAKTIM. ELİNİ ÇABUK TUT. VE BU ARADA EŞOFMANINA SIKIŞTIRDIĞIN ÇATALI GÖRDÜM. SAKIN ONU KULLANMAK GİBİ BİR HATAYA DÜŞME!

Ne kadar süredir tuttuğum bilmediğim nefesim, beni zorlamaya başladığında, burnumdan ciğerlerime kocaman bir nefes çekmiştim. Bakışlarım hâlâ kağıdın üzerinde yazılan yazıdaydı. Koridorda, elinde bıçakla dolaşan bir adam varken, bir de başıma bir not çıkmıştı.

Bana yardım mı ediyordu, yoksa, kapıyı açarak ölmemi mi istiyordu? Hangisinin doğru olup olmadığını bilmesem de, dışarda bir ruh hastası ve katilin olduğu bir gerçek vardı.

Ama ya, gerçekten kapının arkasında açmam için gereken bir şey varsa?

Bu düşüncenin varlığı, kalbimin ivmesini daha çok değiştirmişti. Eğer o katillerden biri bana not göndermişse, kaçmamı isteyecek kadar onlara ihanet etmiş olmaz mıydı? Ve hangisi bu notu gönderdi bana? Ve benim çatalı eşofmanın beline sıkıştırdığı mı görmüştü!

Eğer kaçmam için bir şey göndermişse, diğer soru işaretleri ile ilgilenmek zorunda değildim. Bu fırsatı kaçıramazdım. Kağıdı tekrar okuyup aynı şekilde katlayarak, eşofmanın ceplerine sıkıştırdım. Dizlerimin üzerinde kalkmadan önce, gözlerim kapının altından vuran sarı ışığı kontrol etti. Derin bir nefes ve yutkunmanın ardından, bana zorluk çıkaran titremeye rağmen ellerimi zemine bastırıp, dizlerimin üzerinde kapıya doğru emeklemeye başladım.

Elimin birini usulca, kilitlediğim kapının anahtarını tutup sağa doğru çevirdikten sonra, ses çok çıkmamasına dikkat etmek adına, bedenimi öyle sıkmıştım k, kramp girmesi an meselesiydi. Anahtarı tekrar delikten çıkarıp yere bıraktıktan sonra, dudaklarımı ıslatıp sağ gözümü yaklaştırdım o adamı tekrar görmeme umuduyla.

Koridor bomboştu!

Gitmişti o ruh hastası! Yüzüne taktığı maske aklıma tekrar gelince, olduğum yerde içime bir ürperme gelmişti. Sakin ol Nida! Eline bir fırsat geçmişse, kullanmaktan sakın çekinme.

Koridorun boş olduğunu görmek içime bir su serpilmişti. En azından, ölüme bir adım daha uzaktım. Gözümü delikten çekip dizlerimin üzerinde yukarıya ayaklanırken, yere düşmemek için ellerimi kapıya yasladım.

Kapının koluna sıkıca sarılıp kendime doğru çekerken, nefesimi tutmuştum. Kapıyı çok açmadan, sadece zemini görebileceğim şekilde aralamıştım. Ve o an yere bırakılan sarı bir tornavida gördüm. Gerçekten oraya bırakmıştı, notun sahibi. Fazla heveslenmemeye dikkat edip, tornavidayı hızlıca yerden alıp kapıyı kapatarak, anahtarı deliğe sokup kilitledim.

Sırtımı kapıya rahatlamak ister gibi yasladığımda, tuttuğum nefesimi son kezmiş gibi dışarıya bıraktım. Elimdeki tornavidaya havaya kaldırıp inceledim. Benim kaçma fırsatım buydu, eğer kaçarsam her şey yoluna girecekti. Ben aileme kavuşacaktım, onlar hapishanenin duvarlarını ezberlemeye mahkum olacaklardı.

Gözlerim kaçmanın umuduyla kocaman açılırken, elimde tuttuğum tornavidayla, kapalı olan pencereyi açmak için büyük adımlarla ilerledim.

 

 

Devam Edecek…

 

 

 

Yorum atmayı ve oy kullanmayı unutmayın:)

 

 

Loading...
0%