Yeni Üyelik
13.
Bölüm

YENİ YER

@kadrisyazar_

MASKENİN ARDINDAKİLER

 

12.BÖLÜM

 

YENİ YER

 

 

 

“15 Ağustos 2007”

 

“Nida, körebe oynayalım mı?”

İlayda ve dayımlar her akşam olduğu gibi bugünde bize gelmişlerdi. Diğerleri annemin çalışma odasında sohbet ederken, ben ve İlayda’da benim odamda takılmak zorunda kalıyorduk. Uzayan sohbetleri gece yarısını bile geçtiği için, hiçbir insanoğlunun tahammül edemeyeceği kuzenime katlanmak zorunda kalıyordum her akşam.

Elindeki bez parçası ile odanın önünde dikilerek, yüzüme sırıtarak bakıyordu. Saçları git gide daha fazla sarı oluyordu. Mavi gözleri cin gibi bakıyordu insana. Gözlerine uzun süre bakınca korkmuyor değildim doğrusu.

Her gece maruz kaldığım bu hareketlerinden dolayı gına gelmişti bana. Yatağımın üzerinde oturmuş, sırtımı da duvara yaslamıştım. Oflayarak kafamı da duvara yasladığımda, oynamak istemediğimi belli etmek için kafamı iki yöne doğru salladım.

“Aaa hadi ama…” Huysuzulanarak kafasını omuzuna doğru eğip odanın ortasına doğru bir adım ilerledi. “Her akşam size geliyorum ve boş boş oturmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Çok sıkıcısın doğrusu.”

“Gelmeyin o zaman İlayda.” Dediğimde, parmak etlerimi soymaya devam ettim. Bu alışkanlıkta yeni yeni peydah olmuştu bana. Annem her gördüğünde, azarlayarak durdurmaya çalışıyordu ama asla fayda vermiyordu. Zaten benimde duracağım yok gibiydi.

Gözlerini devirerek, bir dudağının kenarını iğreniyormuş gibi havaya kaldırdı. “Zaten bende sana meraklı değilim ama mecbur geliyorum. Ailelerimizin işi olmazsa bir adım atmam evinize.” Kollarını göğsünde birleştirdi. Ardından yüzüme bakmaya devam edip tekrardan konuşmaya başladı. “Hem kuzeniz, sen beni kıracak mısın?” dedi yalandan sesini incelterek, yüzündeki sırıtış tekrardan belirmişti çok geçmeden.

Kırarak oturduğum dizlerimi biraz daha karnıma doğru çekip ağrıyan başıma ve acıyan gözlerimi umursamamaya çalıştım. Bugün yeteri kadar yorulmuştum. Gözlerimi bir saniye bile kapatmama engel olan, çığlıklara maruz kalmıştım dün gece. Her odadan, her koridordan bir çığlık yükseliyordu acı bir şekilde. İyi ki annem ve babam vardı yanımda. Odada olmasalarda varlıklarının orada olduğunu bilmek içimi rahatlatıyordu.

“Yorgunum İlayda, biliyorsun daha bugün geldim hastaneden.” Dediğimde, bu sefer kollarımı midemin etrafına doladım. Karın boşluğumdan yükselen bir ağrı vardı. Tekrardan çığlıklar zihnimin odalarında yankılanırken, gözlerimi birkaç saniye için kapattım. “Ve uykum var.” Diye mırıldandım. Çığlıkların silinmesini bekledim.

“Zaten o hastaneye ne için gittiğini bilmiyorum. Saçma bir kere.” Ani bir reflekse ile onu onaylarken buldum kendimi. Ama hastaneler kötü bir yer değildi. Fiziksel ve mental olarak en uygun yerdi kendisi. Hemen kafamın hareket etmesini durdurup gözlerimi açtım. Zaten neden gittiğimi de hatırlamıyordum ama annem ve babam tembihlemişti beni, her gün belli bir saatler de çalıştıkları yere gitmem için. Zaten kötü bir yer olsaydı bana böyle bir şey söylemezlerdi.

“Saçma değil İlayda!” diyerek ona çıkıştım. “İyi olan hiçbir şey saçma değildir.” Gözlerini tekrar devirirken, dudaklarında söylediklerim şey yüzünden küçük bir üf çekti. “Tamam öyle olsun. Ne zaman körebe oynayacağız?” deyip elindeki bez parçasını yukarıya doğru kaldırdı. Gözlerimide elindeki ile beraber yukarıya doğru kaldırmıştım. “Kırma beni lütfen!” dedi ikna etmek ister gibi.

İstediğini almadan asla yanımdan gitmeyeceğini biliyordum. Elini üzerimden çekmezdi. Şimdi istediği şeyi vermezsem her geldiğinde yüzüme vurup iyi biri olmadığımı söylecekti. Zaten laflarıda acımasızdı. Bu dünya da katlanamayacığım şeylerin başında gelirdi kötü laflar. Günlerce uyuyamaz hatta yemek bile yiyemez duruma gelirdim.

Derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirdim. Kaşlarım uslanmayacak kadar ısrarcı kuzenim yüzünden havaya kaldırdım ve kafamı iki yöne doğru salladım. Ellerimi yatağın kenarlarına yasladıktan sonra, kalçamın üzerinde oturduğum yerden kayarak yataktan inmeye başladım. Kuzenim çoktan elde ettiği şey yüzünden sevinmeye başlamıştı bile. Gülmseyerek yanına gelen beni izliyordu.

“Asla beni kırmazsın sen Nida.” Dediğinde kolumun birine parmaklarını doladı ve biraz daha kendine doğru çekti. “İlk sen ebe olacaksın. Beni bulunca benim gözlerim bağlanacak. Anladın mı beni?” diye sorunca, yüzümü ekşitmeden edemedim. Kafamı geriye doğru yatırıp, “oyunun nasıl oynacağını biliyorum.” Uzatarak kurduğum cümlem, duruşum yüzünden boğuk çıkmasına neden olmuştu sesimin.

“Küçük bir hatırlatma sadece. Hafızan gereğinden biraz kıt olduğu için…” dediğinde, sinirle yüzüne baktığımı görünce cümlesini tamamlayamadan yarıda kesti. “Tamam hadi arkanı dön.” Deyip tuttuğu kolumla sırtımı ona dönmemi sağladı.

Gözlerimin üzerine gelen bez parçası ile artık görüş alanım karanlığa gömülmüştü. Başımın arkasından sıkı sıkıya bağladığı bez parçası yüzünden inleyerek elimin birini arkaya atıp, “yavaş İlayda, saçımı çekiştirdin!” dedim.

“Tamam kusura bakma.” Diyerek bez parçasının son düğümünü de atmıştı. Sırtım hâlâ ona doğru dönükken, “oyun odanın içinde sınırlı kalacak, anladın mı beni İlayda?” dedim tembihler gibi. “Tamam tamam merak etme.” Geçiştirir gibi konuşunca, hoşuna gitmiş gibi kıkırdadı. “Şimdi kendi etrafında bir tur atacaksın.” Dediğinde onu onaylayıp tuttuğu kolum ile beni kendi döndürmeye başladı.

“Eğer her dediğimi yaparsan beni hiç üzmesin Nida.” Kıkırdayarak kolumu bıraktı ve oda tamamen sessizleşti. Kendi etrafımda dönmeyi bırakmıştım. Gözlerim kapalı olduğu için önünde renkli renkli şeyler görmeye başlamıştım ama İlayda’nın sesinin kesilmesi daha iyi olmuştu. Kafam rahatlamıştı.

Ellerimi ileriye doğru uzatıp onu aramaya başlamışken, kulaklarımda etraftan gelecek herhangi bir ses için tetikteydi. Adım sesleri odanın en başından geliyordu. Ağır ağır oraya doğru ilerlediğimde, yan tarafımdan hafif bir esinti yüzüme çarptı ardından da gülme sesi geldi. Arkama doğru geçtiğini anlayınca, hızlıca bedenimi geriye doğru çevirip yakalamaya çalıştım. Ama ellerim boşluğa düşmüştü.

“Ses ver.” Dedim. Başımı yan çevirip duymaya çalıştım. “Ses, seni ortaya çıkarır ama.” Diyerek kıkırdadı. Bu sefer sesi tam yanımdan geldiğinde, elimi hemen sağ tarafa attım. Parmaklarıma elbiselerinden biri ilişti ama hemen kurtulmuştu. “Hay içine…” dedim içimden geçirirerek.

Odanın ortasında onu uzun süre aramaya devam ettiğimde, kulağıma bir tık sesi gelmişti ardından daha gürültülü bir ses kulağıma gelince, “İlayda!” diye ona seslendim. Fakat ses gelmedi ondan. Tekrardan bağırdığımda, odanın ortasında onu aramayı bırakmıştım. Öylece olduğum yerde dikilirken, nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Kulaklarıma aninden çığlıklar gelmeye başlamıştı. Dudaklarım kendiliğinden aralanırken, kıyafetlerimin altından hızlı hızlı atan kalbimin sesini duyabiliyordum. Odada sadece nefeslerim ve kalbimin sesi var gibiydi. Ama zihnim kalabalıklaşmaya başlamıştı.

“İlayda?” diye fısıldadım kendim bile zor duyacağım bir şekilde. Yine ses gelmedi. Yan tarafıma saldığım ellerim titremeye başladığında, ağır ağır yüzüme çıkarıp gözlerimin üzerine bağlanmış olan bez parçasının üstüne parmaklarımı geçirip aşağıya indirdim. Bakışlarım sadece karanlık odayla karşılaştı.

Gözlerim dolmaya başladığında, hemen kapının olduğu yere hızlı adımlar attım. Kapının olduğu yere doğru gelince, kapının kapalı olduğunu gördüm. “Anne!” çığlık attığımda, parmaklarım kapının kulpuna çoktan dolayıp açmak için aşağı yukarıya doğru hareket ettirdim. “Anne!” diye tekrardan bağırdığımda, yanaklarım çoktan göz yaşlarım ile yıkanmıştı. Omuzlarımın sallanmasını durduramıyordum artık. Karanlıktı, kapılar kapalıydı, çığlıklar yükseliyordu. Tenime dokunuşlar değiğiyordu. Durduramıyordum.

“Ben çıktığımda ışıklar kapanacak, ben gelmeden de asla açılmayacak.” Dudaklarımı esir alan yabancı bir ses, benim iznim olmadan cümleleri dışarıya çıkıyor gibiydi. Dizlerimin üstünde kayarak kapının önüne çöktüğümde, hıçkırıklarım yükselmişti. Acı çeken çığlıklar oda da yankılanıyordu. Duymamak için ellerimi kulaklarıma bastırdım. Buradaydılar. Bir elimi yumruk yaptım ve sırtımı dayadığım kapıya vurmaya başladım.

“Duymak istemiyorum! Gidin buradan!” diye bağırdım. “Anne! Yardım et!” dudaklarımı koparmak ister gibi dişlerimin arasında parçlanmak üzereydi. Yanaklarımdan süzülen yaşlar dudaklarıma, oradanda çenemin altına süzülüyordu.

“Işığı açma!” dedi aynı ses zihnimde. Durduramıyordum. Bilincimi kaybetmek üzereydim. Minik kalbim büyük bir taşın altında kalmış gibi hırpalanıyordu. “Şeytanlar burada. Ben şeytan değilim anne!” gözlerimi sımsıkı yumduğumda, bir avuç dolusu göz yaşı firar etti tekrardan.

“Nida!” kapı arkadan sert bir şekilde vurulmaya başlandı. “Nida!” dedi tekrardan aynı ses. Bu annemin sesiydi. Uğuldayan kulaklarıma ulaşmaya başaran ses ona aitti. “Anne..” dedim burnumu çekereken. “Yardım et!” tenimin üzerinde eller geziyordu. Onlardan kurtulmak için sağa sola doğru hareket etsem de kurtulamıyordum. “Burdayım Nida! Kapının üzerinde anahtar var kızım, onu çevir.” Dediğinde sesinin titrediğini işittim.

“Dokunuşlar.” Dedim fısıldayarak. Duymasını umut ettima annemin. “Onlar gerçek değil tatlım. Onlar gerçek değil.” Dediğinde, tenimdeki ağırlık bir su gibi geriye doğru çekilmişti. Sesimi duymuştu annem. Sesim ulaştı ona. Ağlamam dursa da, hıçkırıklarım devam ediyordu. “Anahtar Nida.” Dedi annem. “Çevir onu!” kafamı salladım sanki annem görecekmiş gibi. “Anahtar…” dedim onu tekrarlayarak. Oturduğum yerde doğrulduğumda, elimi kapının üzerinde süründürdüm. Elime anahtar çarptığında, vakit kaybetmeden çevirdim.

Dizlerimin üzerinde emekleyerek kapının arkasından çekildiğimde, önümü kapıya çevirdim. Kulaklarımın üzerine ellerimi kapatırken, kapı açıldı ve içeriye ışık vurmasıyla birlikte gözlerim kamaşarak kısılmıştı. Annem hemen üzerime doğru gelerek, kollarını etrafıma doladı. Başım göğsüne yaslanırken, hıçkırıklarımda dinmişti. “Buradayım Nida!” dedi fısıldayarak. Oda hemen aydınlandı. Ve babamın sesini duydum. “Niye ışığı açmayı akıl etmedin?” diye sordu. Annemin bakışlarının arkasına doğru döndüğüne emindim ama benim gözlerim hiçbir şeyi görmemek için kapanmıştı.

“Işıklar açılamaz. Kural bu!” burnumu çekerken, başımı annemin göğsünden çekip arkasında kalan kişilere baktım. “Onlar açabilir.” Dediğimde, İlayda’nın korkmuş gözleri ile göz göze geldim. Ellerini ovalıyor, arada gözleri anne ve babasına tırmanıyordu. Kimden bahsettiğimi anlayamıyordum. Karşımdaki kişilerde anlamıyor olacakki, yüzüme şaşırarak bakıyorlardı.

“Ne yapıyordunuz burada?” diye sordu annem endişeli bir şekilde. Burnumu tekrar çekerken, elimin tersi ile yanaklarımı silmeye başladım. Konuşmak için kendime gelmeye çalışıyordum. Tedirgin bakışlarının ağırlığı üzerimdeydi hepsinin. Ne olduğunu açıklayacaktım ki İlayda benden önce davrandı. “Oyun oynuyorduk. Daha sonra…” yutkundu. “Daha sonra Nida karanlıkta oynamanın daha zevkli olacağını söyleyince, kıramadım onu!” Söyledikleri karşısında daha çok şaşırımıştım. Ben asla öyle bir şey dememiştim ona. Nefesimi toplayıp yalanını ortaya çıkarmak için söze gireceğim sırada, “Öyle değil mi kuzen?” diye sorup başını omuzuna yatırarak endişeli gözlerini evebeyinlerinde gezdirdi. Korkuyla bir adım geriye doğru gidince söyleyeceklerimi yutuvermiştim.

“Bu saçma oyunda nerden çıktı Nida?” diye sordu annem azarlar gibi. “Tamam Müge bir şey olmaz. Ders olmuş oldu ona da hem.” Diyerek araya girmişti babam. “Hem ilaçlarını içirdin mi ona?” diye sorusunu yanımda oturan anneme indirmişti. Annemin bakışları bendeyken, kafasını olumlu anlamda salladı.

Söyleceklerim aklımdan bir toz bulutu gibi rüzgar ile uçup gitmişti. Yaşadıklarım hiç yaşanmamış gibi boş bakışlara bırakmıştı yerini. “Siz içirdiniz mi Mustafa?” diye dayıma yöneltti bu sefer sorusunu. Dayım ise başı ile onay verip, “kendisi içiyor. Zamanını falan biliyor.” Dedi. “Hadi gidelim Müge, daha işimiz var!” deyip ilk odadan babam ayrıldı. Daha sonra dayımlar da ayrılınca, annem ve odanın eşik tarafında İlayda kalmıştı.

“Sakın bir daha böyle şeyler oynama Nida!” dediğinde parmak uçlarıyla, sımısıkı bağladığı saçlarının kenarlarınını eliyle düzeltip ayağaı kalktı. Mor kalem eteğinin kenarlarınıda düzelttikten sonra bana bakarak İlayda’ya konuştu. “Kuzenin sana emanet İlayda. Yine aynı şeyler başımıza gelmesin!” göz temasını keserek odamdan çıkmıştı.

İlayda koşar adımlarla yanıma gelip dizlerinin üzerinde yanıma çömeldi. Benim ise bakışlarım zemindeydi. “Teşekkür ederim Nida. Ailemin cezasından kurtardın beni!” deyip kollarını boynuma doladı.

Ne yaşanmışt ki burada?

 

 

 

GÜNÜMÜZ;

 

Üzerime çuval gibi olan deri ceketin kenarlarından sımsıkı tutarken bakışlarım Cesur’un havaya kaldırdığı bez parçasındaydı. Titrek bir nefes çektim içime. Bu sefer dalgalanan bakışlarım Cesur’un yüzüne tırmanınca, düşüncelerime hücum eden anıların altında ezilmeye başlamıştım. Yıllardır böyle bir şey yaşadığım hiç aklıma gelmemişti ama şimdi havada asılı duran şey ile aklımda canlanı vermişti.

Bazen bir koku, bir mekan, bir olay sizi hatırlayamadığınız rüyaların içine çeker ve o zaman zihninizde sizi tepetakla eden bir duruma düşürür ve hatırlamak zorunda bırakırdı ya işte onlardan birini yaşıyordum. Fakat rüyalar hep iyi olmazdı, bazıları o kadar kötü olurduki, hiç hatırlanmamasını ve yok edilmesi gerektiğini düşünürdünüz. Fakat yaşadığım rüya değildi, bir anıydı. Korkunç bir anıydı.

Kuzenimle yaşadığım o an, saniyeler içinde kendini imha etmişti. Ama şimdi aklımdaydı. Düşüncelerimde bir kirs gibi büyümeye başlamıştı. Kulaklarımdaki çığlıklar, tenimdeki soğuk eller ve benim dudaklarımdan çıkan fakat bana ait olmayan seslerin cümleleri… Git gide büyüyordu.

Bakışlarım tekrardan elindekine inerken, dudaklarımı birbirinin üzerine bastırıp iki yöne doğru salladım başımı. “Olmaz!” dedim hâlâ olumsuz anlamda sallamaya devam ederken. Eğer gözlerim tekrardan kapanırsa, yine gelirlerdi. Gelmesinler, istemiyorum. O çığlıklar neydi bilmiyorum ama kulağımda bir çınlama gibi rahatsızlık veriyordu bana.

Cesur, kolunu aşağıya indirdi. Benimde bakışlarım kolunu takip ettiğinde, hâlâ bakışlarım anılarımı kabuktan çıkarmasına neden olan bez parçasındaydı. Kafasını eğerek, yüzümü inecelediğini gördüm. “Ne olmaz?” diye sorunca, gözlerim istemesizce beyaz yüne kaydı. “Gözlerimi bağlayamazsın!” dediğimde, bir titrek nefes daha çektim içime.

“Ne zaman yola çıkacağız?” diye bağırdığını işittim Arın’ın.

“Daha değil!” diye yanıtladı Cesur, başını eğdiği bakışları üzerimdeydi. “Sizinle konuşmam gerek.” Sesi katıydı. Katran karası irisleri yüzümde dolanırken, bu sefer cümeleleri banaydı. “Sadece buradan çıkana kadar takacaksın, Nida. Ben sana dediğimde de çıkarabilirsin.” Kaşları yukarıya doğru havalanırken, benim içim hâlâ rahatlamamıştı.

Bir daha aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Bir daha ağlama nöbeti geçirmek istemiyordum. Ben buradan gitmek istiyordum. Ellerim daha çok sardı ceketin kenarlarını. Kafası yavaş yavaş önüne doğru çevrilirken, katran karası irisleri de gözlerimden temasını kopardı. “Gizem?” diye seslendi arabanın içinde açık olan camdan bizi izleyen kişiye doğru. “Ne oldu?” diye seslendi o da.

Benim de bakışlarım arka tarafa doğru çevrildi diğerleri ne yapıyor diye bakmak için. Arın dizlerini kırarak oturduğu yerde siyah motorsikletin tekerleklerini eliyle kontrol ediyordu, Kaya ise kırmızı kaskını çevirerek inceliyordu. Artemis ise kalçasını motorsiklete yaslamış bana bakıyordu. Dua ise kolları göğsüne bağlamış bir şekilde Arın’a bakıyordu.

“Sen motorunla gelmeyecek misin?” Cesur’un sesini duyduğumda, Kaya’da gözlerini elindekinden kaldırıp Gizem’e çevirdi. “Sizinle geleceğim ben. Motor arkada, daha sonra alırım onu.” Gizem, camı biraz daha yarıya kadar indirip konuşmuştu.

Bakışlarım Cesur’a çevirdim. Bir adım basamaktan inerken, diğer ayağı hâlâ üst basamaktaydı. Aşağıda olduğu için kafalarımız hemen hemen aynı hizadaydı artık. Kaşları çatık bir şekilde Gizem’i onayladı.

“Ne konuşacaksın bizimle?” sorusunu soran Arın, hâlâ motorunu incelemekle meşguldü. Cesur başını arka taraftaki gruba çevirdiğinde, Arın bakışlarını motordan çekmeden ayaklandı. Ardından kot pantolonun belini çekiştirerek düzeltti. Cesur, Arın’ın sorusuna cevap vermeden önce, aynı hizada buluşan gözlerini benimkilerle dokundurdu. Çenesinin seyirdiğini gördüğümde kaşlarım şüphe ile çatıldı. Ardından hışırtıya benzeyen bir ses kulaklarıma gelince, Cesur’un yumruk yaptığı eline kaydı gözlerim. Parmak boğumları bembeyaz olmuştu sıktırmaktan. Yumruğunu hareket ettirince hışırtılı ses tekrar duyuldu. Avuç içinde bir şey vardı. Siktir! Sanırım kapının altından gönderilen not olmalıydı.

Göğüs kafesim daralınca, göz bebeklerim onun tersine kocaman açılarak yüzüne çıkardım. “Hepimizi ilgilendiren bir konu!” dedi tok bir sesle. Bakışlarını tekrardan diğerlerine çevirdiğinde, benimde titreyen bakışlarım onlara döndü.

Büyük bir yanlış yaparak kaçmıştım ama pişman değildim. Çünkü elime her fırsat geçtiğinde kaçmaktan geri durmayacaktım. Bu vahşetin çocuklarına yem olmayacaktı zayıf bedenim. Tehlikeli olduğunu biliyordum ama korkarak sineye çekilmek, en büyük silah darbesinden daha çok öldürürdü insanı.

“Zaten hepimizi ilgilendiren bir konu olmasa, kızlar gibi etek ve-“ dediğinde, işaret parmağını Dua’ya doğru uzatıp söylemekte zorlanıyormuş gibi yüzünü buruşturarak konuşmaya devam etti Arın. “Şu üst, adı her ne sikimse onu giyinirdim.” Dedi Dua’nın giydiği cropu kastederek.

Artemis burnunu çekerek, dudağının birini alayla yukarıya doğru kaldırıp gülerek, “giyinmen için her şeyimi verirdim doğrusu.” Dediğinde, sırıtışı genişleyip kafasını iki yöne doğru salladı.

“Aslında öyle bir şey yaptığını hayal ettimde-“ diyen Kaya yüzünü ekşitti saniyesinde. “Sil aklımdan Allahım, sil aklımdan. Seksi kızları hayal et Kaya, seksi kızları hayal et.” Kolunun altına koyduğu kaskından sonra, işaret parmaklarını şaşaklarına yaslayıp, gözlerini kapadı. Gerçekten aklına gelmiş olacak ki Arın’ın o hali, silmeye çalışıyor gibiydi.

“Size o zevki tattırmayacağım!” parmaklarını kot pantolonun ceplerine sıkıştırıken, sağ ayağının ucunu da motorun tekerine sürtmeye başladı.

“Zevkten ziyade gözlerimizin kanayacağından eminim!” diyen Dua, burnundan gülme sesine benzeyen bir ses çıkardı. “Gözlerimizin kanayacağı kesin ama büyük bir zevk olacağına hem fikirim.” Dedi Artemis’de gülerek.

“Geç arabaya!” Cesur’un sesini duymamla birlikte diğerlerinden çekmişti tüm dikkatimi. Şimdi her şey yeniden başlıyordu. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım çünkü yine dolmak üzereydi. Ağlamak istemiyordum; gözlerim, bedenim ve ruhum yorulmuştu ve acıyorlardı.

Derin bir nefes çektiğimde, bacaklarım yeniden titremeye başlamıştı. Cehennem’in yedinci katına gideceğim ile ilgli bir meteforda bulunmuştum ama metefor değildi, gerçekti.

Bir numara büyük olan botların ayağımdan çıkmamasını umut ederek, bir ayağımı basamaktan aşağıya atmıştım. “Merak etme farecik, seni eğleneceğin bir yere götürüyoruz!” diyen Arın’ın cümlesi ile gülmeye başladılar. Onlara bakmadım fakat o kadar iğreniyordum ki onlardan yüzümün almış olduğu ifadeyi görselerdi bunu çok net görmüş olacaklardı.

İnce bir yaprak gibi titreyen bacaklarım her ne kadar bana zorluk çıkarsa da basamakları inip arabaya yürümeye başladım. Göğüs kafesimi zorlayan güçlü bir fırtına kemiklerimi un ufak etse de ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Tırnaklarım avuç içime batıyor, birbirine kenetlediğim dişerim acıyordu.

Dayanmalıydım,çünkü hayattaydım!

Arabaya yaklaştıkça yarı açık camda yüzüme sırıtarak bakan Gizem’in sinsice bakan gözlerinden bir saniye bile olsa çekmiyordum kendi gözlerimi. Dudaklarını araladığında, dilini yanağına yaslayıp hareket ettirmeye başladı. Bu hareketi sanki, yaşadıklarım daha çok hoşuna gidiyor gibi görünüyordu.

Son kez omuzumun üzerinden arkada kalan diğer gruba çevirdim. Yarım çember şeklinde sıraya girmiş, parmaklarının arasında tuttukları sigaralarını içerek, havaya doğru üflüyorlardı. Dudakları ise şeytanca bir gülümseme ile iki yöne doğru kıvrılmıştı. Gülmeyen ve ciddi tavır takınan tek kişi Dua’idi. Boş bakışları ve boş siması hiçbir şeyi anlatmıyordu.

Cesur arkamdan geliyordu. Aramızda bir adım vardı ya da yoktu. Botlarının ucu, ayağımın arkasına vuruyordu. Bilerek mi yapıyordu bilmiyorum ama daha hızlı gitmeme sebep oluyordu. Sonunda arabanın yanına vardığımızda, Gizem yolcu koltuğuna geçmek için hareketlenince, giydiği siyah elbisesi biraz daha yukarı kaydı.

“Gözlerin bağlanmak zorunda!” dediğinde, yüzümü Cesur’a çevirdim. Yanağımın içini ısırmaya başladım ardından. Zorunda olmasa bile dediklerini yapmak zorundaydım çünkü zorla yaptıracaklarını çok iyi biliyordum. Elimin birini boğazıma atıp yırtmak ister gibi kaşımaya başladım. “Zaten kaçamam, kaçamadığım içinde buraya nasıl geleceğini gösteremem. Yani bağlamana gerek yok!” dediğimde, boğazımı kaşıyan elim durdum ve tekrardan yan tarafıma saldım. Söylediklerimde haklıydım fakat bu haklılığın altında da eziliyordum

Bağlamasını istemiyordum, karanlık beni tekrardan içine çeksin istemiyordum fakat düşününce gözlerim açık olmasına rağmen karanlıktaydım ve en tehlikelisiydi.

Cesur burnundan gülme sesine benzer bir ses çıkarınca, dilini damağına vurup cık sesi çıkarmasına neden oldu. “Biz yine de önlemimizi alalım değil mi? Sonuçta-“ deyince, kaşları ile aşağıyı işaret etti. Gösterdiği yere bakınca, yumruk yaptığı elini biraz daha havaya kaldırdığını gördüm. “Kaçmak için bazı yöntemler bulabiliyorsun! Hem kısa süreliğine kapatacaksın gözlerini, bu kadar istememeni anlamadım!” deyince, anlamadığını belirten kaşları havaya kaldırmıştı. Ona tabi ki sebebini söylemeyecektim. Bir yalancıya, katile, dolandırıcıya kendi özelimi anlatacak kadar salak değildim.

“Kaçamayacağımı bilmene rağmen, seninde gözlerimi kapatmanı anlayamadım!” dedim dişlerimin arasından. Yine bir baş kaldırı yapıyordum karşımdaki caniye. Gördüklerim yaşadıklarım yetmiyormuş gibi, susturamıyordum kendimi.

Dudakları kıvrıldı, bu tavrım hoşuna gitmiş gibi. Ama onun hoşuna gitmiş olması benim midemi bulandırmıştı. Yüzümü öfke ile buruşturup bir adım geriye gittim. Onun da bakışları önce dudaklarıma, ardından da gözlerini kaçırarak arkama doğru yöneltti. Dudaklarıma attığı o kısa bakış bile kusmama neden olabilirdi.

Dudaklarını ıslattıktan sonra, arabanın arka kapısını hızlıca açtı. “Dön arkanı!” dedi düz bir sesle. Önce ne dediğini kavramadım, bunu anlamış olacak ki, elindeki bez parçasını yukarıya kaldırıp, “dön arkanı Nida!” dedi tekrardan tok bir sesle.

Elindekine kısa bir bakış attıp sinirle burnumdan bir nefes bıraktım dışarıya. Sırtımı ona doğru dönünce, kıkırdamaya benzer bir ses duydum ama umursamadım. Gözlerimi bağlayacaktı. “Eğer-“ dediğinde, kulağımın arkasından hissettiğim sıcak nefesi ile hafif irkilmiştim. Tüylerimin diken gibi tenime batmasına sebep olmuştu sesi. “Eğer bana nedenini söyleseydin, gözlerini bağlamazdım.”

Sıcak nefesi hâlâ tenimi kavururken, bakışlarımın önüne bez parçasını getirmişti. Yutkunmaktan geri duramamıştım. Görüş alanım yavaş yavaş daralınca, bez parçası artık gözlerimin üzerindeydi. “Ama eminm ki bir katile söylemek istemezsin nedenini!” diye fısıldadığında, sıcak nefesi kulağımın arkasından usulca ayrıldığını hissettim. Saç diplerimden başlayan uyuşma, ayak ucuma kadar dalgalar halinde yayılmıştı.

Koluma dolandı parmakları fakat hâlâ sırtım ona doğru dönüktü. “Arabaya geç ve uslu bir tutsak ol!” deyip kıkırdadı. Adımlarımı temkinli bir şekilde yan tarafa doğru atıyordum. Kafamın üstünde hissettiğim ağırlıkla, “eğ kafanı!” dedi. İstemsizce kafamı biraz daha eğince, başımın üstüne koyduğu eli de baskı uyguluyordu. “Biraz daha!”

Ellerimi bir yere tutunma umuduyla hareket ettirince, burnuma gelen araba kokusu ile sonunda kalçam koltukla buluşmuştu. Artık arabanın içinde gözleri bağlı bir şekilde oturuyordum.

Kabuktan çıkan anılar hâlâ beni etkisi altına almamıştı. Sanırım şu an yaşadığım korku hepsinden daha fazlaydı. Diğerlerini baskılaması normaldi. Burnumu çektiğinde, açık olan kapıdan esen rüzgar saçımı geriye doğru savurdu. Gözlerim kapalı olmasına rağmen, varlığını burada hisettiğim Cesur’a çevirmiştim. “Birazdan döneceğiz, burada kal. Ve sakın gözlerini açma Nida! Hadi gel Gizem.” Dediğinde, önceki cümlesinin altında tehdit kırıklarıyla doluydu.

Ön kapının açıldığını işittim ve çok geçmeden, kapı tekrardan kapanmıştı. Yanımdaki kapıda sert bir şekilde kapatıldığında bir tık sesi geldi. Oturduğum yere daha çok sindim. Bir şeyler anımsamamaya ve duymamaya çalışıyordum. İşaret parmağım ile baş parmağımın etini soymaya başladığımda, dudaklarım dişlerimin arasında tutsak edilmişti çoktan.

Kendim ile ilgili düşünmemek için dışardan gelen boğuk sesleri dinlemeye çalıştım. Arabanın içinde olduğum için sesler çok fazla duyulmuyordu.

“Eve mi geçeceğiz?” diye sorduğunu işittim Dua’nın. “Daha yeni temizledik!” dedi sitemlenir gibi.

“Bazı boklar üzerimizden çıkmıyor maalesef!” dedi Kaya bıkkın bıkkın.

Sonunda tüm sesler kesildiğinde, ağaç dallarından yükselen karga sesleri kulağıma geldi. Sanki tüm duyularım açılmış gibi birbirine sürten kuru dalların çıkardığı rahatsız edici sesleri duyabiliyordum. Dizlerimin üzerinde duran elimin birini kaldırıp kapıya yasladım. Kendime doğru çektiğimde, kapıyı itekledim. Tabiki kitlemişti. Salak değildi, bir salak varsa o da bendim. Ama denemeliydim.

Sessizliği bölmek için bir şeyler mırıldanmak istedim ama aklıma hiçbir şarkı gelmiyordu. Nerede kalmıştı ki bu salaklar? Kalbim yine gümlemeye başladığında, kafamı geriye doğru atıp nefesimi dizginlemeye çalıştım. Nefes al nefes ver, nefes al nefes ver… İşe yarıyordu, az da olsa.

İçerde ne konuştuklarını merak ediyordum. Sanırım notu ve tornavidayı gönderen kişiyi bulmaya çalışıyordu Cesur. Bende merak ediyordum hangisinin olduğunu. Gerçek bir yardım gibi gözüküyordu ve başarmıştım da, ta ki sosyapat pisliğe yakalanana kadar. Diğer ihtimalin yaşanmamış olması canımı dağlıyordu. Eğer görmeseydi kaçardım ve kurtulurdum. Daha sonra da cezalarını çekerlerdi. Ama olmadı! O bir ihtimal gerçekleşmedi.

Uzun süren bir aradan sonra, kapının sert bir şekilde açıldığını işittim. Tüm ağızlardan homurdanarak kurdukları cümleler çıkıyordu. Hep bir ağızdan boğuk çıkan kelimeler yüzünden ne dediklerini anlayamıyordum. Gözlerimi açma dürtüsü beni zorlasa da kendime engel oldum. Gözlerimi açtığımı görürlerse daha fazla öfkelenebilirlerdi.

Çok geçmediki, iki taraftan açılan kapılar yüzünden içeriye akın eden rüzgar esintisi doldu. “Umarım, biz gelene kadar gözlerini açmamışsındır!” diyen Cesur’un sesi ile omuzlarım aşağıya düştü rahatlamış gibi. Gördüğüne emin olduğum için, kafamı iki yöne doğru olmsuz anlamda salladım. “Konuşabilirsin Nida, sana kimse zarar vermez konuşuyorsun diye.” Arabaya oturan bir diğer kişi de Gizem’di. Düz bir sesle kurduğu cümlesi ile hafif kıkırdamıştı.

Eminim ki vermezler!

“Aferin Nida, söz dinleyince daha iyi oluyormuş değil mi?” Cesur’un alaylı sorusunu duymam ile dizlerimin üzerine koydum ellerimi yumruk şekline alması uzun sürmedi. İkisi de bir şey demeden, arabanın motor sesi üçümüzün arasından geçmişti.

Sesleri gayet normal geliyordu; öfkeli, kızgın ya da en ufak sinir belirtisi yoktu seslerinde. Belki de kaçmama yardım eden şeyleri göstermemiştir Cesur. Bilmiyorum, anlayamıyordum bu insanları.

Onları odaya görtüme sebepi içime bir kurt düşürmesine neden olmuştu. Sonuçta katillerdi ve her şeyi konuşacak insanlardı. Belki de hangi insanları öldürceklerini konuşmuşlardır ya da, başka kimi kaçırabiliriz diye de konuşmuş olabilirlerdi. Her şey yapardı bunlar!

Dilimin ucuna tekrardan kuzenimi sormak geldi fakat kararsızdım. Ona bir şey olursa… Kuzenimi sevmiyordum ama kimse böyle bir ölümü, sonu hak etmiyordu. Çok korktuğunu gözlerinde şahit olmuştum. Cesur’a yalnız kaldığımızda soracaktım. Kuzenimin akibetini öğrenmem gerekiyordu. Ormanda yalnız kalarak, başına bir şeyler gelmiş olabilirdi. Ama orası bile, buradan daha güvenliydi.

Araba yavaş yavaş hareket etmeye başladığında, oturduğum yerden kayarak biraz daha geriye gittim. Boynumda atan şah damarımı hissedebiliyordum. Nereye gittiğimi, başka neler göreceğimi bilmiyordum. Bu düşünce nabzımın daha çok hızlanmasına neden oldu. Zaten buraya geldiğimden beridir nabzım hiç azalmıyordu.

Arabanın kendi etrafında döndüğünü hissettiğimde, dudaklarımın arasından küçük çaplı bir inleme kaçtı. Ardından korna sesi geldi. “Asfaltı yakmaya hazır mısınız?” diye Kaya’nın cümlesini işittiğimde, mutluğunu belli eden bir çığlık atmıştı.

Gözlerim kapalı olmasına rağmen, yine de sımsıkı yummuştum. Araba kendi etrafında dönüyordu, bu yüzden midem boğazıma kadar çıkmıştı. “Cesur, şimdiden yakmaya başladı.” diyen Gizem, kahkalı bir çığlıkla arabanın içini doldurdu.

Hepsi delirmişti, hepsi! Burada sağ kalmak, ölen bir insanın tekrar dirileceğini söylemesi kadar zordu.

Araba durdu. Ama hangi yöne baktığını anlayamıyordum. Bir anda araba hareket etmeye başladığında, öne doğru hafif savrulmuştum. Ellerimi oturduğum kolduğun kenarlarına bir kanca misali asıldım. Arka arkaya verilen fren ve gaz seslerini arabanın dışından duyulacak kadar kuvvetliydi.

Motor sesleri, arabanın ön tarafından ve arka tarafından geldiğini duyabiliyordum. Sanırım hepsi motorlarına binmişti. “Umarım çok fazla dikkat çekmezler!” diyen Cesur’un sesi böyle olmamasını umut eder gibiydi ve birazda öfke sinmişti.

Motor sesleri dört bir yandan geliyordu. Ormanın içine girdiklerini uzaklaşan seslerinden anlamak mümkündü. Kulaklarım avını gece kıstıran bir yarasa gibi keskinkinleşmişti. Ama öyleki bilinmezliğin kara gölgesi, sırtımda bir kambur gibi ağırlık yapmaya başlamıştı. Bu yüzden, kulaklarımdaki batma hissi genişliyordu.

Araba sağa sola doğru yalpalıyordu ama asla hızında bir eksilme yoktu. Aksine daha çok hız yapıyordu. Arabanın gittiği güzergah bizim yakalandığımız yol olup olmadığını merak etmiştim. Ama burası sanki daha taşlı gibiydi. Çünkü araba durmadan altını vuruyor, yükselip aşağı iniyordu.

Sağ tarafımdan gelen bir motor sesiyle sanki onu görecekmişim gibi kafamı cama çevirdim. “Sikeyim ya!” diye homurdandığını duydum Cesur’un. “Arabaya çok yakınsın Arın!” diye bağırdı Gizem. Sanırım gelen motor sesi Arın’a aitti. Gerizekalı sosyapat!

Cam tıklatılınca, irkilerek geriye doğru çekildim ve boğuk çıkan sesini işittim Arın’ın. “Farecik, titriyorsun!” dedi. Araba aniden hız yaptı ve sırtım koltuğa çarptı. “Artemis’te yan tarafta.” Diye konuşan Gizem’in sesiyle, başımı bu sefer diğer cama çevirdim sanki görebilecekmişim gibi.

Umarım arabın altında kalırsınız!

“Bir şey mi dedin Nida?” diye soran Cesur’un sesiyle anlık şaşırıp hızlıca kafamı iki yöne doğru salladım. Sanırım sesli dile getirmiş olmalıydım. “Ha- hayır!” diye kekeledim. Daha dikkatli ol Nida, daha dikkatli ol!

“Nereye gidiyoruz? Beni nereye götürüyorsunuz?” diye bir soru sordum. Sesimde acınası bir tını vardı.

Kendime engel olamadığım merak ve korku, kalbime giden damarlara dadanan bir kemirgen gibi tıkayıp kemirmeye başlamışlardı. Kısa bir süre cevap gelmedi. Aramızda, uzayıp giden sessizliği sadece, araba ve derinliklerde duyulan motor sesleri bölüyordu.

“Niye bana el koyuyorsunuz? Bu da yetmezmiş gibi ailem ile ortaksınız. Neden?” diye soru soran sesim binlerce demir çubuğu ateşte harlamışım gibi onlara doğru uzatmıştım.

“Nedenler olmasa, insanlar bir şeye kalkışır mı Gizem?” diye rahatlıkla konuşan Cesur, bana değil o kızıl cadıya konuşmuştu. Cevabı banaydı ama cevabın altındaki mana daha derindi.

Nedenler olmasa, insanlar bir şeye kalkışır mı?

O zaman nedeni neydi? Niye doğru düzgün cevap vermiyorlardı bana. Hep bir bilmece gibi, hep kaçamak cevap veriyorlardı bana. Arabanın ucu rampa gibi bir yere doğru çıkıp yönünü artık düz değil başka yere çevirdiğini hissettiğimde, motor sesleri de gelmeye devam ediyordu.

“O zaman nedenini söyle bana? Bakın eğer derdiniz para ise, babam size çokça veririr!” para ile dertleri olduğunu düşünmüyordum ama ihtimalleri göz ardı etmekte iyi olmazdı. Her şeyi düşünmek gerekiyordu. Ama beynime giden yolları bıçakla kesmiş gibilerdi. Düşünüp konuşamıyordum.

Gizem sesli bir şekilde güldü. “Para, küçük insanların isteyebileceği şeydir tatlım!” derin bir iç çektiğini duyar gibi olduğumda sesi bu sefer eğleniyor gibi gelmemişti. “Ve para bolca var elimizde!”

Evet, sıkıntı varlıklardı. Açıklaması yoktu bunun.

Kısada sürse, rahatsızlık veren sessizliğin ardından kapalı olan gözlerim ağrımaya başlamıştı. bez parçası gözlerime ağırlık yapıyordu artık. Tel örgülü anılar yerinden fırlayıp düşüncelerimi kanatmaya başlasada, yine o şeyleri görmemek az da olsa içime su serpmişti. Birde bu araba da, bu insanların yanında, anıların altında ezilmek istemezdim. Ya da rüyanın. Bilmiyorum, çünkü ayırt edecek kadar gerçeği kavrayamamıştım hâlâ.

“Gözlerin açabilirsin.” Diyen Cesur’un sesini duymam ile birlikte, start verilen bir yarışmacı gibi hemen ellerimi yüzüme çıkarıp bezi çenemin altına kadar indirmiştim. Göz kapaklarımı birkaç saniye kırpıştırırken, dikiz aynasında katran karası gözlerin sahibiyle göz göze geldim.

Gözlerim ortama alışmaya başlayınca, arabanın içinin karanlık olduğunu gördüm. Sadece bir ışığı açıktı, o da çok fazla aydınlatmıyordu ortamı.

Dikiz aynasından bakışlarımı ayırdım ve yanında eteği bacaklarından yukarıya doğru sıyrılmış olan Gizem’e baktım. O da elinin birini öne doğru uzatmış kırmızı tırnaklarını inceliyordu.

Dışardan gelen sesleri işittim. Kafamı yan tarafıma çevirdiğimde, insanların ellerinde pankartalarla izdihama yol açacak kadar kalabalık olduğunu gördüm. Kaşlarımın olayları anlayamadığı için alnımın üzerine ağırlık yapması uzun sürmedi.

Ne oluyor burada? Diye kendi kendime mırıldanırken, gördüklerim dudaklarımın birkaç santim aşağı düşmesine, gözlerimin ise kocaman açılmasına neden olmuştu.

Yüzlerde maskeler, ellerindeki pankartlarda maske resimleri ve altına düşülen yazılar, duvarlarla yazı yazan kapşonlu kişiler… Hepsi korkunç bir görüntüydü.

Adalet, tek bir maskenin arkasında gizli

Maske, sizin yalanlarınızdan koruyacak tek gerçek

Adaleti maskenin arkasında ara, çünkü maske takmayan yüzler, adaleti hiç etti.

Duvarlarda, pankartlardaki yazıları şaşkınlıkla okurken, insanların neleri savunduğu kanımı dondurmaya yetmişti.

Araba artık asfaltlı yoldan gidiyordu, taşlı yolları geride bırakmıştık. Ve buralar insan kaynıyordu. Yolun karşısında bir düzüne grup vardı, bir anda yüzlerinde maske olan kişiler ve gözlerinin altına kadar peçe çeken kişiler birbirlerine girmeye başladı.

“Oo burası kaynıyor!” Gizem çok şaşırmış gözükmüyoru bu gördüklerine.

Gözlerim bu sefer diğer pankartlarda yazanlara kaydı.

Katilleri savunanlar, vicadanı ölmüş insanlardır.

Katili yakala! O zaman adaleti biz sağlayacağız hemde kafalarını kazıkta sallandırırken.

Maskenin arkasına saklanırsan, bir gün seninde cesetinin üzerinde maske bulurlar.

“Huhu, kim acaba bu maskenin ardındakiler?” diye yalandan sorusunu soran Gizem, itici bir şekilde gülmeye başladı.

Bu yazıların hepsi onlara aitti. O maskeli kişilere bizzat ben şahit olmuştum ve şu an ikisiyle birlikte arabanın içinde bir yere götürülüyordum.

Savunan insanlar delirmiş olmalıydı. Eğer canlı canlı neler yaptıklarını görselerdi yine böyle savunurlar mıydı? Hayır sanmam! Çünkü o maskeler, diri diri tabuta koyulan bir insanın üzerine örtülen tahtalar kadar acı verecek kadar korkunç ve tehlikeliydi.

İğrenerek o ikisine bakmak için kafamı çevirmiştim ki, arabın yanında tekerin çıkardığı güçlü bir ses resmen asfaltın bağırmasına neden oldu. Bakışlarım yan tarafa döner dönmez siyah motorun üstünde, siyah kasklı bir kişi el sallayarak içinde bulunduğumuz arabayı sollamıştı.

“Sike-“ dişlerinin arasında kuracağı cümlesini tamamlayamayan Cesur’un bakışları ile dikiz aynasında kesişti gözlerimiz. Kafasını sinirleri bozulmuş gibi yan tarafa doğru eğip tekrardan gözleri ön cama çevrildi. “Arın bir gün başımızı belaya sokacak!” dediğinde, benim de bakışlarım, motorun ön tekerini havaya kaldırarak, arka tekerinde sürmeye devam eden kişiye odaklandım.

“Motor onu bir gün öldürmese iyi!” diyen Gizem’in konuşmasından sonra, arabanın diğer tarafında başka bir motor göründü. Siyah deri ceket giymişti ve taktığı siyah kaskın altından, siyah saçları rüzgardan dolayı geriye savruluyordu. Ve o da hızlanarak arabayı solladı.

Önde giden Arın’a yetiştiğinde, baş başa gidiyorlardı. “Bence Arın sollar Artemis’i” diye bir iddia attı ortaya Gizem. “Sanmıyorum, Artemis’i kimse geçemez!” Kendinen emin konuşan Cesur’dan sonra, Artemis baş başa gittiği Arın’ı geçmişti. Cesur hemen dudağı yukarı kıvrılmış bir şekilde Gizem’e baktı.Çünkü dediği gerçekleşmişti. “Ya da Arın izin verdi!” diyen Gizem’de bakışlarını Cesur’a çevirdi. Yüzü, bu dediğini onaylayacak bir şekilde emin duruyordu. Omuz silkti Cesur, bilmiyormuş gibi.

“Diğerleri de arkada!” Gizem kafasını arkaya çevirip göz göze geldiğimizde, gözleri arka cama kaydı. Tedirgin bir şekilde benim de bakışlarım omuzumun üzerinden geriye döndürdüm. Kırmızı motor ve kırmızı kaskla çok hızlı olmayacak bir şekilde gelen kişinin yanında, siyah motor ve siyah kaskla biri daha vardı. Onlar da Kaya ve Dua’ydı.

Hangi yoldan geldiğimizi anlayamamıştım. Duyularım da tıkaç ile tıkandığı için yönleri seçememiştim. Aniden araba fren yaptığında, ileriye doğru savrulup, sırtım saniyesinde koltuğa yapıştı.

“Polisler orada!” düz bir sesle cümlesini kurdu Cesur. Hemen sırtımı koltuktan kurtardım ve öndeki izdihamı durdurmaya çalışan polislere baktım. Bunlardan kurtulabilirdim. Bu benim için bir şans olabilirdi. Birkaç poliste arabaları ve diğer araçları gruptan uzaklaştırmak için diğer yola doğru yönlendiriyordu ve kontrol ediyorlardı. Oturduğum yerden biraz daha diklendim ve karanlığı ellerindeki konfeti meşalerleriyle bölen çıldırmış gruba baktım. Arın ve Artemis’i durdumuşlardı. Sanırım Arın bir şey gösteriyordu ve durmadan başını omuzunun arkasına çevirirerek, bizi yokluyordu

Ellerim buz kesmeye başladı, nefesim göğüs kafesimi sıkıştırdı. Eğer durdurlarsa, kaçırıldığımı söylerdim onlara. Araba hareket etmeye başladığında, Gizem kıpırdandı. “Her yerde resmi var!” dedi ve bedenini koltukta yan çevirip bana döndürdüğünde, elinde gördüğüm silah ile nefesim aninden içime kaçmış gibi sırtımı tekrardan koltuğa yasladım. “Sakla onu Gizem!” dedi tıslayarak Cesur.

“Önce uyarıyı anlaması lazım!” elindeki silahı bana doğrultarak sallamaya başladı. bakışları hâlâ üzerimdeyken, dudakları itici bir şekilde yukarıya kıvrılıp sinir bozucu bir ifadeyle kafasını aşağı ve yukarıya doğru sallamaya başladı. “Şimdi, eğer bizi durduklarında herhangi bir şüpheli harekette bulunursan Nida, saniyesinde o küçük beynini dağıtır, bizi durduran kişileri de arkandan yollarım!” boş olmadığına emin olduğum silahı biraz daha ileriye doğru getirdi. Kafasını yan tarafa doğru eğip dişlerini dudaklarında gezdirmeye başladı. Gözleri kısılıp gözlerimin içine zehrini akıtmaya çalışan bir yılan gibi süzüyordu.

“Duydun mu beni?” dedi tehditkar bir sesle. “Ve inan bana tetiği çekmekte gram şüphe etmem!”

Araba yavaş yavaş ilerlemeye devam ediyordu. Bakışlarımı Gizem’den alıp ön cama çevirdiğimde, polis eliyle dur işareti yapıyordu. Önümüz de ise iki araba vardı. Arın ve Artemis çoktan gitmişlerdi. “Aileni düşün bebeğim, istersen senin yerine onları da öldürebilirim!” bakışlarım tekrar kızıl cadıya çevirdiğimde, sertçe yutkundum. Ama hayır boğazımı delip geçen dikenler vardı.

“Yat koltuğa!” Cesur kolunu geriye doğru uzattı. Omuzuma yasladı elini. Başını da çevirdiğinde, “Yat koltuğa dedim sana, Gizem sende silahi sakla!” omuzuma koyduğu eliyle koltuğa yatırmaya çalışıyordu.

Polise bir şey söyleyemezdim. Beni öldürürleri, hayır benimle bağlantılı olan herkesi öldürürleri. Yapamam. Yapamazdım. Gözlerim canımı yakmaya başlayan göz yaşlarım ile dolmaya başladığında, bedenim kaskatı kesilmişti. Cesur elini biraz daha baskı yaptığında, uzuvlarımın burada olduğunu az da olsa hatırlatmıştı bana kendini.

Ayaklarımı koltuğa çıkardım ve geriye doğru kayarak sol omuzumun üzerine doğru yattım. Yanağımdan süzülen göz yaşım koltuğa damlarken, derim bedenimden sökülüyormuş gibi canımı yakıyordu. Cesur koltuğun altından siyah bir battaniye çıkardı ve tüm bedenimi örtecek bir şekilde üzerime serdi. Sadece kafam dışarda kalmıştı. “Sadece gözlerin gözüksün!” dedi Cesur. Titreyen elimle battaniyenin ucunu kavrayıp burnumun ucuna kadar çektim.

Her şey oluyordu, ama bir tek bana ihtimaller yaramıyordu!

Dudaklarım titremeye başladı battaniyenin altında, durdurmak için dişlerimi etime batırdım. Göz yaşlarım içime akıyordu. Araba durduğunda, göz kapaklarımı da gözlerimin üzerine kapattım.

“Kimlikleri görebilir miyim?” yabancı bir ses duyuldu. Bir harektlenme vardı arabanın içinde ama ben daha çok sokuldum olduğum yerde.

“Nereye gidiyorsunuz?” diye bir soru daha yöneltti aynı ses.

“İş yemeğinden dönüyorduk!” diye Gizem cevaplamıştı o adamı. Gülümsüyor olmalıydı çünkü sesi öyle çıkıyordu.

“Arkada uyuyan kim?”

Benden bahsedilen bir soru ile hareket etmemek için kendimi zorladım. Kendimi öyle bir sıkıyordum ki nefes alsam bile fark edilecekmişim gibi korkuyordum. Bacaklarıma, mideme, hatta yüzüme bile kramp girmişti etrafımı saran gerginlik yüzünden.

“Kuzenim, bu akşam yurt dışından geldi! Biraz yorgun olduğu için uyuyor!”diyen Cesur’un hareket ettiğini hissettim. “Serçe?” diye seslendiğinde, beni dürtmeye başladı. Siktir, ne yapıyor bu ruh hastası! Bir daha dürttüğünde, farkli bir sesle dürtmesi durdu. “Bu Cesur Aslankara. Ünlü iş adamı ve asistanı.”

Derin bir soluk bıraktım burnumdan. Kramp giren bedenim gevşemişti. Beni uyandıracak diye ödüm kopmuştu. Keşke uyandırsaydı keşke, bölmeseydi o ses.

“Buyurun geçin siz!” dedi araya giren yabancı ses. “Ülke karışık halde, böyle önlemler alınması şart. Birde kaçırılma vakaları var, bu yüzden arabadaki herkesi kontrol ediyoruz. Ama siz geçebilirsiniz Cesur Bey, iyi akşamlar”

“Anlıyorum. Umarım en kısa sürede şu maskeli kişileri bulunur, ülkede rahatlar. İyi akşamlar.” Dediğinde son cümlesinde gülmüştü Cesur. O kaçırılan bendim, lütfen arabayı kontrol et lütfen. Araba hareket etmeye başladı yavaş yavaş. Ve benim yine ihtimallerim tavanda asılı kalmıştı.

Maskeli kişiler tam karşınızda! O kişiler bunlar! Lütfen yakalayın! Beni de kaçırdılar aileme götürün!

İçimde binlerce haykırmayı bekleyen kelimelerim vardı ama zaaflarım elimi kolumu bağlamıştı. Kendi ölmem belki de derte değildi ama bizi durduran masum kişilerin, ailemin hiçbir suçu yoktu.

Araba kontrol edilmemişti, kurtulamamıştım!

Araba uzaklaşmaya başladı iyiden iyiye. “Serçe mi?” dedi imali bir şekilde Gizem. Üzerimdeki battaniye kaldıralarak ayaklarımın ucuna atıldı. “İyi işti Nida, her an bir aptallık edip ele vereceksin sandım!” Memnun olmuş gibi yüzüme bakıyordu Cesur. Tekrardan önünü direksiyona çevirdi. “Bir an gerçekten kızı kaldıracağını düşündüm.” Dedi Gizem.

“Sadece güvenini kazanmaya çalıştım!” dedi Cesur.

Kafamı koltuktan kaldırıp ayaklarımı tekrardan yere uzattım. Umutlarım ince ipte sallanmaya başladığını hissettiğimde buğulanan gözlerimi ve yanaklarımı elimin tersi ile sertçe sildim. Bakışlarım artık arabanın camında, Cehennem’in yedinci katına doğru giden yolu izlemeye başladı.

 

Ne kadar sürdüğünü bilmediğim bir yolculuktan sonra, büyük bir demir kapının önünde araba durmuştu. Çok geçmeden motor sesi duyuldu karanlığın içinden. Ve iki motor diğer tarafa, diğer iki motor da arabanın diğer yanına geçip beklemeye başladı.

Artık kimin kime ait olduğunu bilecek kıvama gelmiştim. Ve Arın yine arabanın içine doğru el sallamaya başladı. Ru hastası! “Umarım iyi geçmiştir yolculuğun farecik!” dediğinde, motora verdiği gazla sessiz ortamı gürültü bir sesle yerle bir etmişti.

Demir kapı iki yöne doğru yavaş yavaş açılırken, o sosyapattan gözlerimi alıp ileriye dikmiştim. Kapının üzerinde parlayan bir şey dikkatimi çektiğinde, onun bir tabela olduğunu gördüm. Kafamı biraz eğip kapının üzerinde yazan yazıyı okumaya başladım. Karanlıkta parlıyordu tabelada yazılan yazı. LOTUS ÇİÇEĞİ SİTESİNE HOŞGELDİNİZ. Lotus çiçeği mi? Site mi?

Açılan kapıdan önce motor süren kişiler girdi. Ardından Cesur’da arabayı içeriye sokmaya başladı. Yan yana dizilen evlerin ortasından arnavut taşı döşenmiş bir yol vardı. Bir adım başı ise yolu aydınlatan sokak lambaları mevcuttu. Nefes al Nida, nefes ver! Sakin ol sadece.

Araba, öndeki motorcuları takip etmeye başladığında, bir grup arabanın park edildiği yöne doğru bizde ilerlemeye başladık. Motordaki kişiler sırayla inerek, taktıkları kaskı çıkarmaya başlamışlardı. “İn Gizem!” tok bir sesle cümlesi Gizem’e olan Cesur konuştuğunda, kızıl cadının memnun olmayan bakışları önce şoför koltuğunda oturan kişiye, daha sonra da bana çevrildi. Burnundan verdiği nefesle bir şey söylemeden arabadan inmişti. Daha sonra da arabanın önündeki diğer kişilerin yanına gitmişti.

Cesur, emniyet kemerini çözdükten sonra kolunun birini koltuğa atıp bedenini bana çevirdi. Diliyle dudaklarını ıslatıp, “sakın orada fevri hareketlerde bulunma. Konuş denildiğinde konuş ve daha sonra da sus. Anlaşıldı mı?”

Evet tutsak, farecik, aptal olduğum yetmiyormuş gibi, birde robot olmuştum. Ya da kukla! Bilmiyorum hangisi doğru bir kelime olurdu.

Göz ucuyla arabanın ön tarafında bir araya gelip bir şeyler konuşan gruba birkaç saniye baktıktan sonra, uyuşmaya başlayan midemin ortasında hissettiğim taşla tekrar Cesur’a baktım. Karanlık olan arabının içi, Cesur’un beyaz çehresini karanlığa mahkum edecek kadar güçlü değildi.

“Kim bu Peder?” dedim yutkunurken. “Niye şimdi buradayız?” şakaklarımın üzerinde yer alan damar, nabız gibi atıyordu. Parmaklarımı oraya bastırmamak için kendim ile büyük bir savaş veriyordum. “Tanışman gereken birkaç kişi var!” dediğinde, diliyle tekrardan dudaklarını ıslattı. “Peder’de o insanlardan biri.” Beyaz çehresi karanlığa inat ederek aydınlık kalsa da, katran karası gözleri karanlıkla bir olmuştu.Bu yüzden gözlerindeki ifadeyi okuyamıyordum.

Bir insan diğerini anlaması için gözlerinin içine bakması gerekiyordu. Tabi o insanın gözleri bile usta bir yalancı değilse. O zaman işler zorlaşır, ilk darbe ile bir daha ayağı kalkamazsın.

“Bak anlamıyorum…” derin bir nefes alıp oturduğum yerden kayarak Cesur’a biraz daha yaklaştım. Onun da hafif kafasını omuzuna yatırdığını gördüm ama gözleri hâlâ karanlığın bir parçasıydı. “Niye el koydunuz bana? Niye öldürmediniz beni? Sebebi ne?” nefes kontrolümü iyi tutmaya çalışıyordum ama sinirlerim gerildiği için elimde olmadan devre dışı kalıyordu.

Çıldırmak üzereydim. Yaşadıklarımın, gördüklerimin hiç biri mantıklı gelmiyordu. Hayatımda hiç bu kadar sebebi ne? Sorusunu bu kadar sorduğumu hatırlamıyordum. Delirmenin eşiğindeydim, eğer küçükte olsa neler oldup bittiklerini açıklamazlarsa, gerçekten delirecektim.

Yüzüme öylece baktı, baktı ve sadece baktı.Bu bakışlarımızın arasında, gürültülü bir şekilde atan kalbimin sesini işittiğine adım kadar emindim. Sessizliği, şah damarıma keskin bir bıçak dayamışlar gibi can yakıyordu.

Gözlerimiz, iki yakayı birbirine bağlayan bir köprü gibi duyguları, hızlı bir şekilde üzerinden gidip gelmesini sağlıyordu. Ama sadece benim gözlerimdeki duygular okunuyordu, çünkü ön camdan vuran ışık direkt yüzümüde aydınlatıyordu, bakışlarımıda.

Dudaklarını bir şeyler söylemek için araladığını gördüğümde, ön cam sert bir şekilde vuruldu. Ben yerimden sıçrarken, Cesur, dudaklarını geri kapatarak, bedenini tekrardan öne çevirirken, benimde bakışlarım ön cama çevrilmişti hızlı bir şekilde.

Kaputun ön tarafına eğilerek cama yaklaşan kişi Arın’dı. Cama vuran eli yumruk şeklinde havada biraz bekleyip ne yapıyorsunuz gibi bu sefer havada sallamaya başladı. Yan tarafında da, kollarını göğsünde bağlayarak, deri ceketinin üzerinde kollarını üşüdüğü için ovalayan Dua duruyordu.

“Götüm donmak üzere. Çabuk olunda eve geçelim!” Dua dışardan gelen boğuk sesiyle, kollarını daha sert ovalamaya başladı. Arın ön cama eğdiği bedenini geri kaldırırken, gözleri üzerimdeymiş gibi ruhumu dağlıyordu. Psikopat bakışları ruhumu bedenimden çıkaracak kadar kötüydü.

“Hadi inelim Nida.” Derken sesi çok düzdü. “Sorularıma cevap vermedin!” dediğimde, arabanın kapısına attığı eli öylece orada asılı kalırken, inmeye hazır olan bedeni de duraksamıştı. “Bir katile çok fazla soru soruyorsun!” gözleri dikiz aynasından gözlerimi buldu. “Bir katilde bu soruların karşılığı yok.” Kapıyı açıp bedenini çıkarırken, belli belirsiz bir şey daha mırıldandı. “Henüz yok!”

Cevabı olmayan hiçbir soru yoktu bu dünyada. Er geç bana bu soruların cevabını vereceklerdi. Umarım soruların altında canım çıkmadan, bu cehennemin virane yerinden canımı kurtarırdım.

Cesur arabadan indiğinde, kendi kapısını kapatıp hemen benim kapımı da açarak çıkmam için ayakta dikildi. Araba da daha fazla oyalanmadan dışarıya kendimi atmıştım. Dışarının sert ayazı içime hücum etmeye başladığında, deri ceketin kenarlarından tutup bedenime sardım.

“Niye bu kadar oyalandınız?” diye soran Artemis’in sorusu ile karşımda açık olan kapıyı tutan Cesur’a baktım. Kaşları ile yan tarafa geçmem için işaret yaptı. Geçer geçmez kapıyı sert bir şekilde kapattı. “Ne zamandan beridir hesap soruluyor bana?” dediğinde sesi imalıydı. Hâlâ sırtı diğerlerine dönüktü. Bu yüzden diğerlerinin çatık kaşlarının üzerine çöktüğü gözlerle ben muhattap olmak zorunda kalıyordum.

“Kız sadece soru sordu sana!” diye araya girdi Arın.

Artemis’in bakışları Cesur’un sırtından kayıp bana indi. Cesur’da çok fazla öyle durmadan önünü, soğuktan donmak üzere olan gruba çevirdi. “Soru sorduğunu anladım Arın ve sorular git gide canımı sıkmaya başlıyor!” dedi ve ellerini arkasında birleştirdi. Bir adım önümde durduğu için uzun boyu yüzünden, beyaz çehresinin sadece yandan görebiliyordum.

Az önce soru yağmuruna tutmama rağmen tek kelime etmemişti ama şimdi diğerleri bir soru sorduğu için sesinin rengi bile değişmişti. En azından sessiz kalmıyordu.

Arın sabır dilenirmiş gibi kafasını sağa sola doğru çevirirken, arnavut taşları döşenmiş uzun yola doğru adımlarını atmaya başladı. Arkasından, kollarını ovalaya ovalaya yürüyen Dua olmuştu. “Ortam şimdi böyle ise, birazdan ne olur?” diye sorudan çok gerçekleşecek olan bir şeyden bahseden Kaya, sıkıntılı bir şekilde diğerlerini takip etti.

“Gidelim Gizem!” sesinde çatlaklar meydana gelen Artemis, Cesur’a son bir bakış atıp, gözlerinde Cesur’a ait bir çok şehvet ve arzuyu barındırdığına emin olduğum Gizem’de onun dediğini yaparak yürümeye başladılar.

Cesur parmaklarıyla koluma dokunup yürümem için işaret etmişti. Adım sesleri arkamdan gelirken, gözlerim yolun etrafına dizilmiş olan evlerin üzerindeydi. Kimisinin ışıkları yanarken, kimisi ise kapalıydı. Burada katillerin yaşadıklarını bilseler, ışıklarını kapatıp uyumak ister miydiler acaba? Kimse istemezdi, haberleri olmadan bu insanlar ile aynı yeri paylaşıp aynı havayı solumak zorunda kalıyorlardı. Benim gibi!

Her evin kendine ait bahçesi vardı, bu bahçelerin etrafı da çitlerle çevrelenmişti. Çok fazla görünmese de bahçedeki çiçekler gözüme çarpıyordu.

Adımlarım, etrafımı izleyen gözlerim yüzünden yavaşlayınca, Cesur’un ayakkabısını ucu topuk kısmımı yumuşak bir şekilde vurup hafif ayaklarımın sendelemesine neden oldu. “Hızlı yürü!” dedi komut veren bir sesle. Dediğini yapıp aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalıştım.

Gözlerimi çevremden aldım ve sadece yolun kenarına dizilmiş zayıf sokak lambalarının ışığının altında yürüyen kişilere çevirdim. Adımları o kadar sert ve kendilerinden emindiki, her ayak bastıklarında, kalbimin ritmi biraz daha ivme kazanıyordu. Birbirlerine çok yakın durmadan yürüyolardı.

“Aa çocuklar hoş geldiniz.” Sağ tarafımdan gelen bir kadın sesi ile birlikte, tüm adımlar bıçak gibi kesildi. Beyaz çitlerin arkasında elinde su kabı ile çiçeklerin başında dikilen yaşlı bir kadın duruyordu. Öndekiler birbirlerine kısa bir bakış atarken, tedirgin gözleri arkalarında duran bize çevirmişlerdi.

Bir adım yaşlı kadına doğru attığım gibi deri ceketimin arkasından tutulduğunu hissettim. Bakışlarım yavaşça arkama kayarken, Cesur’un gözlerinin kadında olduğunu gördüm. “Nerede kaldınız böyle? Gözlerim hep sizi aradı.” Gülümseyen gözleri bana doğru dönerken, öfkeli suratını diğer tarafa çeviren Arın’ın bize doğru geldiğini gördüm. “Bu arkadaş kim?” sorusunu soran kadının gözleri benim üzerimdeydi.

Sertçe yutkunurken, gözlerimde parlayan umut ışığını kadının fark etmesini diledim. “Hay sikeyim!” diyen Arın yanımıza gelip küfürlerini homurdanırken, ceketimin kenarlarını tutan ellerim, havası boşalmış gibi yan tarafıma düştü. “Sakın bir şey demeye kalkma farecik!” dedi dişlerinin arasından Arın. Ama benim gözlerim, sadece gülümseyerek yüzüme bakan kadının üzerindeydi.

Üzerinde beyaz geceleği ve ördüğü beyaz saçlarını omuzunun üzerinden yan tarafına salmıştı. Çok masum duruyordu. Hayır dedim kendi içimden, bir şey diyemezdim zaten. Bu kadına zarar vermelerine göz yumamazdım. Ama ya… hayır Nida! Sustur içindeki canavarı.

Cesur bir adım önüme gelip görüş alanımı kısıtladı. “Yurt dışından geldi. Kendisi kuzenimiz olur.” Derken kısa bir bakış omuzunun üzerinden bana bakıp tekrardan önünü kadına çevirdi. “Selam ver istersen komşumuza serçe!” dedi. Cümlesi banaydı ama kadına bakarak konuşmuştu.

“Ay çok güzel bir ismin varmış.” Sesi baya sevecen çıkıyordu. “Benim adım da Nuray, tanıştığıma memnun oldum.” Dediğinde, kasılan yüzüme rağmen gülümsemeye çalışıp başım ile ona selam verdim. “Cesur ve Gizem kuzucuklarımın baya baya kuzeni var.” Derken, diğer kişilerin üzerinde gözlerini gezdirip şaşkınlığını gülerek diler getirmişti.

“Ne zamandan beridir bu kadının kuzucuklarısınız?” Arın bir adım arkamda durarak, önümde kapı gibi dikilen Cesur’a doğru mırıldanarak dile getirmişti. Ama Cesur arkası dönük bir şekilde kadına bakıyordu.

“Bir ara çaya beklerim. Uzun süredir yoksunuz, hem yeni kuzeninizlede tanışmış olurum.” Elindeki su kabını yere bıraktıktan sonra, gözlerimizin içine bakarak gülümsemeye devam etti. “Bu arada annene selam söyle Gizem’ciğim, sen de babana Cesur’cuğum. Hadi iyi akşamlar.”

Gizem’in derin bir nefes aldığını, göğsünün yukarıya doğru şiştiğini gördüğümde, anlamıştım. Dudaklarını tek çizgi halindeyken, “iyi akşamlar Nuray teyzeciğim.” Dedi.

“İyi akşamlar.” Dedi Cesur’da Gizem’in arkasından hemen.

Daha sonra yaşlı kadın, yürümekte zorlandığını belli eden bacaklarını ağır ağır eve doğru atmaya başladı. Lütfen gitme, gözlerimin içine bak! Gör korkumu, kurtar beni lütfen. Ama kadın bir daha arkasını dönüp acı çeken gözlerimin içine bakmadı, görmedi beni.

Gözlerimi usulca kapatıp derin bir nefes burnumdan ciğerlerime çektiğimde, tırnaklarım çoktan avuç içime batmaya başlamıştı. “Bu kadını burada hep gördüğümde asabım bozuluyor!” Arın bir adım durduğu arkamdan ayrılarak, ilk geldiği yere doğru adımlarını atmaya başlamıştı.

“Benimde. Kocası da, kendisi de gıcık.” Diyen Dua’nın bakışları hâlâ evin üzerindeydi.

“Bir sigara yaksak nasıl olur? Keyfimiz yerine gelir hem.” Kaya pantolonun arka cebine eline attığında, sırtı bana dönük olan Cesur, bedenini yan çevirirek, beyaz çehresini görmemi sağladı. “İzliyor bizi. Sok onu cebine.” Mimik yoktu yüzünde, ama sesi uyarıcıydı. Kaya çıkardığı sigara paketini cebine tekrar sokuştururken, hepsinin kafası aynı anda karşımızda ışıkları yanmayan, hatta tek bir sokak lambası olmayan eve doğru kaldırmıştı.

Tüm evler yan yana dizilmişken bu ev, yolun başında duruyordu. Üst tarafta birkaç tane peneceresi bulunuyordu ve ışıkları yanmıyordu. Sadace sağ tarafta kalan pencerenin ışığı yanarak ön tarafını aydınaltıyordu.

Hepsinin bakışları o evin üzerindeydi. Cesur’un bile. Kimden bahsettiklerini bilmiyordum sadece isim olarak Peder geçiyordu. Ve sanırım bahsettikleri kişide oydu.

“Bir sigara olsa iyi olurdu. Ama götümüzde söndürür!” diyen Dua adımlarını ışıkları yanmayan eve doğru atan ilk kişi olmuştu.

“Kesin izliyordur bu arada!” Kaya ceketini, pantolonun arka ceplerini kapatacak bir şekilde çekiştirdi. “Fazla bekletmeden gidelim o zaman!” Artemis yanından geçtiği Arın ile gözlerini kısa bir şekilde birbirlerine değidirip, bir adım Artemis’in arkasından eve yürümeye başladılar.

Ev içimdeki ruhumu sömürecek kadar karanlık bir hava bahşediyordu bana. Eminim ki dışı kadar içi de öyledir. Diğerlerinin ses tonu ve söyledikleri cümleler bunu kanıtlar nitelikteydi.

Gizem kızıl saçlarını geriye doğru savurup sırtına dökülmesini sağladı. Küçümseyici bakışlarını kısa bir şekilde üzerimde gezdirirken, diğerlerini takip etmeye başladı. Ben de Cesur’un bir şey demesini beklemeden saniyelik bir bakış yüzüne göz gezdirip, yürümeye başladım. Bir şey dememem onu şaşırtmış olacak ki kaşlarının havalandığını gördüm. O da hemen gür adımlarını arkamdan atmaya başladı. Kısa bir bakış o yaşlı kadının evine son kez baktım.

İhtimaller, ihtimalleri yaratırdı ve kesinlikle o kadın kaçma ihtimallerimden sadece biriydi.

Hepimiz evinin önüne vardığımızda, yarı buz cam ile kaplı olan kapının, içerden yanan ışıkla dışarıya yansımasına neden oldu. “Ayakkabılarınızı çıkarın!” diyen Cesur ile hepsi diğer ayakları ile ayakkabılarının topuğundan sürterek çıkarmaya başlamışlardı ki, Dua’nın cümlesi ile yarı da kaldı.

“Kadın pencereden bakıyor!” bakışlarım hızlıca yaşlı kadının evine doğru çevrildi. Işıkları kapalıydı bu yüzden kimse görünmüyordu. Gözlerimi kısıp iyice incelmeye başladım ama ne pencerede biri vardı ne de dışarda kimse. Tekrar sırtı o eve dönük olmasına rağmen nasıl gördüğünü anlayamadığım Dua’ya baktım. “Aynen bakıyor!” Artemis kafasını kaldırmadan, alttan bakışlarını karşıdaki eve saplamıştı. “Burada çıkarmamız gerekiyor.” Gizem, Cesur’dan gelecek bir cevap için yüzüne bakıyordu.

Kimse bakmıyordu o evden. Ya da ben göremiyordum. Ya da bunlar nasıl görüyordu bilmiyordum. “Kimse bakmıyor o evden!” dedim kendimi tutamayarak. “Senden şüphelendi!” Gizem’in hızlı yanıtıyla, Dua araya girdi. “Zaten bizden de şüpheleni__” cümlesini tamamlamasına izin vermeyen Cesur oldu. “Susun artık!” Dediğinde, kaşları hemen çatıldı.

Evet, istediğim tam da buydu. Umarım gerçektende benden şüpheleniyor olsundu. Belki de kaçmama yardım edecek olan tek kişi o kadındır. Aklımdan geçen düşünceler beni gülümsetmek için dudaklarımı zorluyordu. Kalbimin bu heyecanla yeniden çarpmasına engel olamadan, dudağımın kenarını dişlerimin arasına aldım.

Önünde dikildiğimiz kapı aralandığını işittiğimde, gözlerimi bizi nereden izlediğini anlamadığım kadının evinden aldım ve önüme çevirdim. Kızıl saçlarını başının arkasında sıkı bir topuz yapan, orta yaşlarda bir kadın tebessüm ederek bize bakıyordu. Fakat gözlerinin kenarlarında oluşan kırışıklar ve gıdısından hafif sarkan deri onu biraz yaşlı gösteriyordu.

“Hoşgeldiniz çocuklar, Peder sizi bekliyordu.” Dediğinde, kadında bir tuhaflık olduğunu sezmiştim. Gözlerinde bir terslik var gibiydi. Diğerleri içeriye girmeye başladığında, hâlâ gözlerimi kadından ayırmamıştım. Son kişi ben ve Cesur kaldık ve bende titreyen bacaklarımı beni tehlikenin içine çeken bu yere adımımı atmak zorunda kalmıştım.

Kadın elini kapının kolundan çekmeden başını dışarıya doğru uzatıp etrafı kolaçan etti. Tekrar içeriye girdiğinde kapıyı arkasından örterken konuşmaya başladı. “Umarım o kadına yakalanmamışsınızdır?” dediğinde, mavi gözleri hepsinin üzerindeydi. Gözlerim şüphe ile kısıldı kadına bakarken, çünkü kadından bir gariplik vardı. Evet vardı, çünkü kadın görmüyordu! Gözleri onların üstündeydi ama boşluğa bakar gibiydi.

“Maalesef gördü Nadia!” kadını cevaplayan Gizem olmuştu. “Dert etmeyin onu.” Sesin geldiğini yöne doğru kafasını çevirdi ama gözleri hâlâ boşluktaydı. “Gizem, seni Leylan Hanım görmek istiyor.” Gülümseyerek, “sanırım seni baya özlemiş.” Dedi. “Ben de onu çok özledim. O zaman yemek başlamadan Leylan annemi göremeye gideyim.” Dediğinde, sesinde heyecan ve mutluluk var gibiydi.

“Diğerleri de üzerini giymek için yukarıya çıkabilir!” dedi kafasını yavaş yavaş sağa sola doğru hareket ettirirken. Sesleri duymaya çalışıyordu. “Ayakkabılarınızı burada çıkarın ve yukarı çıkın.” Bir adım bana doğru geldi ve sanki gözleri beni bulmuş gibi tam üzerimde durdu. Mavi gözleri içime mıh gibi çivilenirken, olduğum yerde tedirgin bir şekilde kıpırdandım. Diğerleri ayakkabılarını çoktan çıkarmaya başlamışlardı bile. Kadının gözlerinden kendimi kurtarmak için botlarını soyunan Cesur’a baktım. Onunda bakışları bir bana bir de kadına uğruyordu.

Aniden yüzümde hissettiğim temasla, küçük çaplı bir korku inlemesi ile adımlarımı geriye doğru attım. Ellerim refkeks ile kadının havada kalan bileklerinden sımsıkı tutmuştum. Başım geriye doğru çekmiş, kaşlarım anlam veremediğm durum yüzünden çatılmıştı. Kadın sırıtarak yüzüme bakmaya başladı. “Korkmana gerek yok, yüzünü tanımaya çalışıyorum!” dedi. İnsanı rahatsız edecek bir ses tonu vardı.

Ellerim hâlâ bileklerindeyken, Cesur’a baktım. Botlarını, kahverengi kutuya atıyordu, gözleri üzerimdeyken. Kafasını aşağı yukarı salladığını hissettiğimde, ellerimi yavaşça bileklerinden çektim kadının. Parmaklarını hemen tenime dokundurdu. Yüzüme, alnıma, göz kapaklarıma, burnuma… Yüzümde hangi nokta varsa, parmakları ile ezberlemeye çalıyor gibiydi. “Kasma kendini, daha rahat bir yere geldin.” Dedi. Ama yüzümü tiksinir gibi etmem çok uzun sürmedi.

Evet, mezardı burası. Ama rahat asla değildi!

Ellerini yüzümden çekti ve, “diğerleri yukarı. Peder yemeğe inmeden elbiselerinizi giyinin gelin, çünkü birazdan yemek yenilecek!” dedi biraz sesini yükselterek.

Diğerleri yukarıya çıkmaya başladığında, kadından gözlerimi çektim ve merdivenleri tırmanmaya başlayan kişilerin sırtlarından onlara baktım. Siyah mermerden yapılmış merdivenlerden yukarıya çıkarlarken, Cesur son kez omuzunun üzerinden arkasına dönerek gözlerimin içine baktı. Daha sonra da çıktığı üst kattan gözden kayboldu.

Tek başıma kaldığım kadın ile yalnız kalınca, ayaklarımdan, saç diplerime kadar uzanan tedirdinlğimi geçirmek adına, geldiğim bu yeri incelemeye başladım. Evin her yerinde bir ayna mevcuttu. Tavanda, her duvarın üzerinde ve gözün görebileceiği her yere ayna asmışlardı. Siyah merdivenlerin basamakların ön tarafına bile parlak aynalar döşenmişti. Diğer yerde ayna bile göremezken, burada elini attığın her yerde ayna vardı.

Gözlerim arada karşımda tebessüm ederek bekleyen kadını bulsada, göz temasından durmadan kaçınıyordum. Diz kapağının altında biten kahvrengi düz bir etek giymişti, parmaklarını da birbirine kenetleyip rahat bir duruşta bekliyordu. Kahverengi eteğin üzerinede kırmızı bir hırka giyinmişti.

Sade duruyordu fakat yüz hatları, hareketleri ve tebessümü, insanı huysuzlandıracak kadar yerinden oynatabilirdi. Aramızda uzayıp giden gerin dakikaların sonunda ilk konuşmayı isminin Nadia olduğunu öğrendiğim kadın konuştu. “Umarım rahat gelmişsinizdir.” Dediğinde, dudaklarındaki tebessüm daha fazla yayıldı.

Boş bakışları zeminde hareketleniyordu. Sinirlerim bozulmuş gibi gülmse sesi çıkardım, kendime engel olamadan. Sanırım bu kadın kaçırıldığımdan, katiller tarafından el konulduğumdan haberi yoktu. Gözleri yavaşça zeminden ayrılıp yüzüme tırmandı. Görmediğini anlamıştım fakat öyleki bakışları tam isabeti buluyordu.

“Sanırım katillerin arasında olduğumu bilmiyorsunuz!” dedim sıktığım dişlerimin arasından. Cesur yoktu, kadını tanımıyordum bu yüzden sakin olmam gerekiyordu. Kadın hâlâ gülmeye devam ederken, başını bir yılan gibi hareket ettiriyordu. “Lütfen Nida Hanım, Peder’in yanında da böyle konuşmayın. Yoksa…” bıçak gibi cümlesini yarıda kestim. “Yoksa ne? Yoksa Peder dediğiniz bu cani, bir sürü katile yataklık ettiğini söylersem beni öldürür mü?”

Derin bir nefes çekti burnundan. Sakin kalmaya çalışıyor gibi bir havası vardı. “Peder öldürmez, Peder sür_”

“Nadia!” Cesur’un sesini duymam ile birlikte başım aynı hızla sesin olduğu yere döndü. Giydiği siyah takım elbisesinin içinde, ellerini pantolonun ceplerine sokuşturmuş, karşımdaki kadına bakıyordu. “Nadia, yemek hazır mı? Çünkü yoldan geldik, hazır olsa iyi olur!” derken, ses tonu yumuşaklıktan uzaktı.

Beklediği merdivenin başından inmeye başlarken, ceketinin kollarından fırlayacakmış olan omuzlarına, ardından uzun bacaklarına bir yılan gibi sarılmış olan kumaş pantolunun onu ne kadar iyi gösterdiğini kendi içimde kendime fısıldamıştım. İlk kutlamadaki görüntüsü gelmişti aklıma. Evet, o gün kendime bile açıklayamadığım bir şekilde bu adamı beğenmiştim ama katil olması tüm o duygularımı yerle bir etmişti. Takım elbisenin içinde bu kadar iyi görünmesi umurumda bile değildi.

Çünkü o adam katildi!

“Yemek hazır, diğerleri de geldimi oturacağız!” deyip ellerini önünden çözmeden, merdivenin diğer tarafında kapısı açık olan odaya girdi. Salon büyüktü, siyah koltuk takımı ile insanı yasa boğacak kadar karanlık bir hava yaratıyordu.

“Birkaç dakika susamadın mı?” deyip tam önümde durdu. “Nadia’yı sakın sinirlendirme, bildiğin kadınlardan değil o!”

Umurumda bile değildi! Ama korkuyordum da fakat korkuyu bastıracak kadar da çıldırmak üzereydim.

“Neresi burası? Niye o çöplükten buraya geldik?” diye sordum. Nadia’yı falan düşünecek değildim.

“Tanışman gereken biri var, bu yüzden buraya gelmek zorundaydık.”

“Eminim o da sizin gibi katildir!” deyip göz devirdim. “Peder, en doğru adamdır, tanırsan sende seversin.” Dedi yüzsüz yüzsüz. Dalga geçiyor olmalıydı fakat yüzü ve sesi tam tersini gösteriyordu. “Sizin katil olduğunuzu değiştirmiyor!” dediğimde, gülmemek için sanki kendini zorluyormuş gibi dudaklarını yalayıp dişlerinin arasına aldı. Ellerini de pantolonun ceplerine sokuşturup yüzümü incelemeye başladı.

Katil dediğim için bir şey söylemedi fakat gözleri, her şeyi söylüyormuş gibi dile gelmişti sanki.

Her şeyin hesabını vereceklerini söyler gibi başımı ağır ağır aşağı yukarı sallamaya başlamıştım ki, ayak sesleri duyulmaya başladı. “Takım elbiseden nefret ediyorum! Siktiğimin kıyafeti!” diye söylenen Arın’dı.

“Bana yakıştığı için her gün giyinebilirim abi.” Diyen Kaya, onun aksine hoşuna gidiyor gibi çıkıyordu sesi.

Daha fazla Cesur’un gözlerinin içine bakmayı kesip bakışlarımı onlara çevirdim. Kaya ve Arın, siyah takım elbisenin içine beyaz gömlek giyinmişlerdi. Dua ‘da diğer kıyafetlerini çıkarıp, diğer erkekler gibi takım giyinmişti. Gömleğinin ucuda hafif pantolonundan dışarıya çıkmıştı. Böyle görmeyi beklemiyordum onu doğrusu.

“Bence Dua’ya daha iyi olmuş.” Diyen Artemis, mini siyah, göğüs dekolteli elbise giymişti. Siyah saçlarınıda ensesinden at kuyruğu yapmıştı. Dua ellerini cebine sokmuş serseri bir tavırla, yukarıya doğru kıvrılmış dudaklarıyla yarım bir gülüş atıyordu diğerlerine.

Sonunda Gizem’de gözüktü ama o elbisesini değişmemişti. Sadece dudakları daha kırmızıydı. Sanırım üstünden geçmiş olmalıydı rujunun.

“Herkes hazırsa yemeğe geçsin!” Nadia girdiği odanın önünde belirirken, elinde tuttuğu siyah tencere ile merdivenlerin önünden diğer tarafa geçti. Aramızda bir duvar olduğu için nereye gittiğini göremedim. “Acıkmışsındır sende, yemek yiyelim.” Diyen Cesur başı ile ileriyi gösterdi.

Çok fazla acıkmıştım hemde. Karnım sırtıma yapıştı diyebilirdim. Diğerleri Nadia’yı takip edip duvarın diğer tarafına geçtiler. Bende bu yemek teklifini fazla naza çekmeden Cesur’un önünden yürüyerek diğerlerini takip ettim.

Duvarı geçtiğimde, büyük bir masa salon kadar büyük bir yerin ortasına kurulduğunu gördüm. Büyük şamdanlarla süslenmiş olan masanın arkasında, büyük bir piyano da yer alıyordu. Üzerinde de yine mumlar ve içinde küçük çocukların resimleri bulunan çerçeveler mevcuttu. Fakat uzak olduğu için seçemiyordum. Hemen piyanonun yanında da, duvara yaslanmış bir keman olduğunu gördüm.

Duvarların siyah olması yetmiyormuş gibi, masanın üzerine serilmiş olan örtü bile siyahtı. Bu salonunda duvarlarında farklı boylarda ve şekillerde aynalarda asılmıştı.

Bakışlarım duvarda asılı duran ayna ile göz göze geldi. Yansımam bana ait olmayan bir kadını anımsatıyordu. Esmer yüzüm içe doğru çökmüş, göz altlarım mosmor olmuştu. Saçlarım taranmadığı için koyun yünü gibi birbirine girmişti.

Gözlerim dolmaya başladığında, aynadaki yansımamda göz pınalarlarım parladı. Berbat bir kadına dönüştürmüşlerdi beni!

“Kurt gibi açım!” Kaya iştahla sandalyesini geriye doğru çekip oturduğunda, aynadaki korkunç görüntümden gözlerimi çekip kurtardım. “Al bendende o kadar!” Arın’da sandalyesini çekip masaya kuruldu. “Peder gelmeden başlamayın lütfen.” Deyip piyanonun olduğu baş köşedeki sandalyenin başında beklemeye başlamıştı Nadia.

Cesur’da durduğum yerdeki sandalyeyi çekip oturduğunda artık o da masanın başında yer alıyordu. Gizem, Arın ve Artemis yan yana otururken, Dua ve Kaya’da karşılarına geçip oturmuştu. Cesur yanındaki sandalyeyi biraz kendine doğru çekip yukarıya kaldırdığı çenesi ile oturmam için işaret etti. Gizem, kulakları rahatsız edecek bir şekilde sandalyesini masaya doğru yaklaştırıp daha çok yerleşti.

Bende Cesur’un yanına oturduğumda, Kaya ve Dua’nın yanında yer alıyordum.

“Peder geliyor!” dedi bakışları masada olan Cesur. Ayak seslerini işittim o anda. Arın oturduğu yerden kıpırdandı ama bakışlarını karşıya dikmedi. Fakat Gizem ve Artemis’in bakışları arkamdan duyulan adım sesindeydi.

Korku, ellerimi buz gibi kesilmesine neden olduğunda, sırtımı dikleştirdim ve derin bir nefes aldım. Merdivenlerden gelen ayak sesleri kesilip tam arkamda durduğunda, başımı ağır ağır omuzuma çevirdim. “Misafirimizi geç karşıladığım için üzgünüm.” Dedi tok bir ses.

Bakışlarım tamamen arkama doğru çevirdiğimde, siyahlar içinde bir adamın elinde tuttuğu şahin kafalı asasıyla tam karşımda dikiliyordu. Saçları gibi gözleri de simsiyahtı. Gözlerindeki

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%