@kadrisyazar_
|
ÖLÜ RUHLAR DÖNGÜSÜ
11.BÖLÜM
Faun-Rosenrot♪
Kapının gür bir şekilde çalınmasıyla, korkuyla yerimden hızlıca kalkmış, parmaklarım giydiğim eteğin kenarlarını kavramıştım. Otis ve Edwin ikisi de kapının önünden çekilerek sağıma soluma geçtiler hiç beklemeden. Onların varlığı bir nebzede endişemi azaltıyordu ama yine de yetmiyordu. Hepimizin gözlerinde tüm duygular geçiyordu. Anlamayarak birbirimize kısa bakışlar atmaya başladık. Ama kimseden ses çıkmıyordu. Otis ve Edwin biraz daha bana yaklaşarak iki iri bedenin arasında sıkışmama az kaldığını söyleyebilirdim. Myron’da küçük parmağının tırnağını dişlerinin arasına alarak, tedirgin bir şekilde kemiriyordu. Yvonne’nin yanına geçmeye başladı ufak adımlarla ama gözleri şu anda Valentino’nun üzerindeydi. Bir şey diyecekmiş gibi huzursuzdu. Valentino ise sadece bıkkın bir şekilde göz devirerek karşılık vermişti. “Ziyaretçimiz mi var?” diye sordu Yvonne. Ziyaretçi beklemediğini sesinden anladım. “Kim olduğunu gördünüz mü?” diye sordu bu sefer Valentino. Sadece Myron başını iki yöne doğru olumsuz anlamada salladı. Valentino bu sefer Otis’in cevap vermesini bekledi fakat Otis ona bakmak yerine bakışlarını, Edwin’e doğru çevirip olumsuz anlamda salladı. Geldiğimizden beridir Valentino ile ne göz teması kurmuştu -tabi bu öfkeli bakışları dışında- ne de bir şeyler konuşmak için ağzını açmıştı. Diğerleriyle sadece muhattap olmuştu. Kapı bir kez daha çalındığında yerimden sıçramadan edememiştim. “Kim bu saatte gelebilir ki?” diye sordu Yvonne tam karşısında duran Valentino’ya bakarak. İkisi de bir adım önümüzde duruyorlardı. İkisinin ortasında kalmıştık üçümüzde. “Hangi ucube arkadaşın acaba kim bilir!” dedi Valentino kinayeli bir şekilde. Burada olmamıza hâlâ hoş karşılamıyordu. Sol tarafımda duran Otis homurdanarak çaprazında duran adama atılmak için hareketlendi ki, Edwin kolunu arkamdan uzatarak, omuzuna dokundu Otis’in. Otis’in öfkeli bakışları başımın üzerinden sağımda duran Edwin’e çevrildi. İkisi de benden uzun olduğu için birbirlerini rahatlıkla görebiliyorlardı. Burnundan soluyup, istemeye istemeye başı ile onayladı Edwin’i Otis. Ama Valentino böyle demeye devam ederse Otis’i kimsenin durduracağını zannetmiyordum. Yvonne burnundan sert bir nefes verip gözlerini devirdi. “Saçmalamayı kes Valentino!” deyip kısa bir bakış bana değdirdi gözlerini, ardından sıkıntılı bir nefes verip, “ok ve yayım mutfakta kaldı!” dedi. Ok ve yaylarını kullanmasını istemiyordum ve bunları kullanmasını gerektirecek sorunların da çıkmasını istemiyordum. “Onları kullanmana gerek yok değil mi?” diye sordum büyük bir umutsuzlukla. Dışardaki her kimse gitmesini bekleyebilirdik böylesi daha iyi olabilirdi. Fakat kapı iki kere daha sert vurulmaya başlandı. Sanırım dışardaki her kimse gidecek gibi görünmüyordu. “Ben gidip bakacağım, sakın kimse ses çıkarmasın!” diyen Yvonne önünü bize çevirmiş, işaret parmağı ile Valentino hariç hepimizin üzerinde gezdirmişti. “Dikkatli ol!” dedi hafif yüksek sesle Myron. Dişlerinin arasında kemirdiği parmağını çıkarıp selam verir gibi Yvonne’ye doğru salladı, tekrar dişlerinin arasına götürerek kemirmeye kaldığı yerden devam etti. Benden daha fazla korktuğu aşikardı! “Bağırma demedi mi kız sana?!” dedi Valentino sabır dilenir gibi burnundan derin bir nefes alıp Myron’a bakarak. “Bağırmadı zaten Valentino!” diyen Yvonne’de sabır dilenir gibi gözlerini devirirken. Yvonne başka bir şey demeden odadan çıktı. Artık zemine vuran adım sesine kulak kesilmiştik hepimiz. Kimse ses olmasın diye nefes bile almıyordu. Sonunda kapı açılma sesi geldiğinde, kollarımı bedenimin etrafına doladım. Bunu yaparken dirseğimin ucu yanlışlıkla Edwin’in koluna çarptı, dokunuşu hisseder hissetmez Edwin’in bakışları bana indi. Ona sorun yok der gibi başımı iki yöne doğru sallayarak zoraki bir gülüş takındım. Fakat sorun vardı ve bu yaptığım harekete bile inanmadığını görebiliyordum. Çünkü şu anda endişe ve korku beni öldürebilirdi. “Ne işin var burada?” diyen Yvonne’nin sesiyle bir kadının neşeli kahkahası, tüm bakışların birbirine kalkmasına neden oldu. Kaşlarımı çatmışken, ne olduğunu sorgulamaya başladım. Diğerlerinin de bir şey anlamadığını, yüzlerinden fark etmiştim. Dışarda yabancı bir kadın vardı. Bir kadın beklemiyordum doğrusu. Çok geçmedi ki, Yvonne’nin sadece başı görünecek şekilde kapının kenarından içeriye doğru uzattı. “Hey Valentino,” deyip tek kaşını havaya kaldırarak erkek kardeşini işaret etti. Yüzünde keyif alıyormuş gibi bir tebessüm vardı. Bu tebessüme anlama veremedim sadece konuşmasını bekledim diğerleri gibi. “Dışarda senin ucubelerinden birileri var!” dedi alçak bir sesle. Eğleniyor gibiydi sanki. Ardından kapının kenarından uzattığı başını geri çekti. Hepimiz olduğu gibi Valentino’ya baktık. Omuzlarını silkeleyip alt dudağını anlamadığını belirten bir şekilde aşağı sarkıttı. Ardından dudaklarını içe doğru yuvarlayıp, çarpık bir gülüş dudağının kenarına yerleştirerek odadan çıkmaya başladı. “Annabell!” diye bağırdığını duyduk hevesle Valentino’nun, dışarda her kimse baya onu sevindirmiş gözüküyordu. “Seni görmek ne güzel!” dediğinde, bu sefer başka bir kadına ait olan kahkaha sesi kulaklarımızda çınladı. “Seni görmekte çok güzel Valentino.” Dedi kadın attığı kahkahasının arasından. Sesi fazlasıyla mutlu geliyordu. Valentino’ya göre kadın daha fazla sevinmişti. Adım sesleri içeriyi doldurdu, arka arkaya. Sanırım o kadınlar içeriye girmişti. Hemen Yvonne’nin yavaş yavaş öfkelendiğine kanaat getirdiğim sesi duyuldu. “Hey hey kızlar, eve bu şekilde giremezsiniz!” dedi. Yvonne’nin cümlesinden de anlaşıldığı üzere içeri girmişlerdi. “Merak etme Yvonne fazla kalmayacağız, Valentino’yu festivale götürmeye geldik.” Dedi ilk başta kahkahasını duyduğum kadın. İkisinin de kıkırdaşmaları fazlasıyla garibime gitmişti. “Dışarı çıksak mı?” diye sordu Myron tırnağını ağzından çekerken. Dışarıya çıkmak istediği her halinden belliydi. Umarım kızların sesini duyduğu için çıkmak istemiyordur. Ardından giydiği siyah gömleğin yakalarını düzeltip yukardan üzerine bir bakış atarak kendine çeki düzen verdi. Ve sanırım kızlar içindi. “Yvonne bir şey demeden olmaz!” diye araya Edwin girdi. Sağ tarafımda duran Edwin’e bakışlarımı kaldırıp, “bu Yıldız Düşme festivali de ne oluyor?” diye sordum. Buraya gelirken epey kalabalıktı her yer ama festivali andıracak bir şey görememiştim eğer anlamını bildiğim festivaller gibiyse tabi. Edwin’in yutkunarak bakışlarını kaçırdı benden, buraya bakmadı. Bu tepkisi daha fazla şüphelenmeme neden oldu. Bu sefer genzini temizleyerek odanın duvarlarına göz gezdiren Myron’a baktım o da ben hariç her yere bakıyordu. Bu sefer solumda duran Otis’e çevirdim onunda yan profilinden anlaşılacağı üzere gözlerinde üzüntü vardı. Yüzü düşmüştü. Valentino ve konuştuğu kızlar her kimse kıkırdaşmaları ve konuşmaları boğuk bir şekilde kulağıma geliyordu ama oradan dikkatimi çekip tekrardan Edwin’e baktım. “Ee ne demek bu festival?” diye yeniledim bir cevap bekler gibi. Edwin benden kurtuluşunun olmadığını anladığında son çare genzini temizleyip omuzunun biraz aşağısında duran bana indirdi. Onunda gözlerinde hüzün ve keder vardı. Ama öfke de vardı. Bu festival her neyse onu hem sinirlendirmiş hem de üzmüştü. Sertçe yutkunup, “her yıl kutlanan bir şey!” dedi ardından diliyle dudaklarının üzerinden geçti. “Ama biz kutlamıyoruz!” dediğinde, kaşlarımı çatarak başımı geriye doğru attım. “Niye peki?” diye sordum. Ama beni cevaplayan Otis oldu. “Sadece İblis’in Evlatları ve Tarafsızlar kutlar!” dedi sıktırdığı dişlerinin arasından. Şimdi ise zemine baktığı gözlerinden alevler çıkıyor gibiydi. “Tarafsızlar mı?” diye soruduğumda, “Buradakiler işte.” Dedi Myron kaşlarıyla bulunduğum yeri işaret ederken. Buradaki dediği yer Yvonne ve Valentino’nun kaldığı yeri kastediyordu. Tarafsızlar kelimesini ilk defa duyuyordum. Anlamadığını bilmediğim kaçıncı kelime oluyordu bu artık bilmiyorum ama ben saymayı bırakmıştım. “Yıldız Düşme festivali,” dedi Edwin boğazını temizleyerek. Bakışlarım hemen ona döndü, göz göze geldik. “Büyük bir kaybın acısıyla dalga geçilmek için kutlanan ve bizlerle alay edilen zavallı bir eğlence.” Çenesi seğirmeye başladı. Gözlerini yüzümden çekip ayak ucuna indirdi. Söylediklerini anlamayarak dinlemeye devam ettim. “Büyük bir kaybın yaşandığı gün, yani bugün!” gözlerini elinin tersi ile sertçe sildi. Ağlamıyordu fakat gözleri dolmuştu, onları yok etmek içinde hızlıca silmeyi tercih etmişti. Bir kayıp yaşanmıştı ve bu kayıp Edwin ve Otis’i epey üzmüş gözüküyordu ama bu kaybın kime ait olduğunu anlayamadım. Bir ablası olduğunu biliyordum ve onu da kaybettiklerini öğrenmiştim. Acaba onunla alakası olabilir miydi? Sorup sormamak arasında kalmıştım acısını daha fazla deşmek istemiyordum. Çünkü zemine bakan gözlerinde öfke olsa da, o öfkenin arkasında büyük bir acı ve hüzün vardı. Daha fazla sorup üzmek istemiyordum, bu yüzden soracaklarımı yutup dudaklarımı sıkıca yumdum. Başını yavaş yavaş bana kaldırdı. Kaşları, alnının üzerine yığıldı belli belirsiz. Şimdi ise gözleri yüzümün her parçasında geziniyordu. Huzursuz hissetmedim ya da rahatsız olmadım aksine bende onun gibi gözlerimi yüzünde gezdirdim. Titreyen dudaklarını gördüm en son bir şeyler söylemek için aralamıştı ki, içeriye giren adım sesleri ve kahkahalar ikimizin de bakışlarını kapıya çevirmesine neden oldu. Valentino, iki kolunun altına aldığı iki kadınla beraber büyük kahkahalar atarak bulunduğumuz odaya girmişti. İstemeden bir adım geriye doğru atıp, Otis ve Edwin’in kollarının arkasına sığındım. İki kadın dişleri görünecek bir şekilde Valentino’ya alttan bakışlar atıyordu. Gözlerinde ise hayranlık ve Valentino’yu yiyeceklermiş gibi bir bakış geçiyordu. Valentino’nun da onlardan kalır yanı yoktu. “Sana odaya girme ded-” homurdanarak arkalarından Yvonne girince kısa bir bakış bana atıp Valentino ve o iki kadının önüne geçmişti. “Sakin ol küçük kardeşim, kızlarım yabancı değil.” deyip, çapkın bir sırıtışla iki kadına da göz kırptı. Yüzümü buruşturmadan edemedim. “Neredeydin bunca zaman Val? Özledik seni.” Sağ kolunun altındaki kadın Valentino’nun karın boşluğuna yumruk yaptığı eli ile hafifçe vurdu. “Bir daha bizi bu kadar bekletme.” Sol kolunun altındaki kadın da gözlerine süzerek, dudağının bir kenarını dişlerinin arasına aldı. “Merak etmeyin uzun bir süre buralardayım istediğimiz kadar eğlenebiliriz.” Dedi Valentino, çapkın sırıtışını dudağının bir kenarında korurken. “Valentino!” dedi Yvonne dişlerinin arasından onu uyararak. “Hadi kızlar çıkın evimden, dışarda bekleyin.” Dedi Yvonne. Sinirlenmek üzereydi biraz daha burada kalırlarsa. İki kadın da ellerini bel boşluklarına yaslayıp, kaşlarını çatarak Yvonne’ye baktılar. Diğer kolları ise Valentino’nun beline sarılıydı. “Burası Valentino’nun da evi Yvonne!” dedi sağ kolunun altındaki kadın. İkisi de balık etli, cırtlak sarı saçlarını dağınık bir şekilde başlarının ortasında topuz yapmışlardı. Yanakları ve dudakları ise kıpkırmızıydı. Hatta dudaklarına sürdükleri ruju etrafına taşırmışlardı. Yvonne bir adım onlara doğru atınca, iki kadında yüzlerine yansıyan korku ile geriye doğru çekilmişlerdi. Şimdi ise suratları hayalet görmüş gibi buz kesmişti. Yvonne’nin yüzünü göremesem de şu anda o iki kadının yüzleri her şeyi bana anlatıyordu. Myron’nun hoşuna gitmiş gibi kıkırdağını duydum. Kısa bir bakış ona attığımda, kızlara bakarak güldüğünü, ardında da Yvonne’ye bakarak sırıtışının genişlediğini gördüm. Myron Yvonne’nin yandan profilini görebiliyordu, fakat ben ve iki yanımda duvar ören Edwin ve Otis göremiyorduk. Kızların ikisi de hızlıca üstlerine gülen Myron’a öfkeli bakışlar attı. Myron ellerini iki yana açıp sorun yokmuş gibi sallayarak geri adım attı. Kızların bakışları onu epey korkutmuş gözüküyordu. Valentino’da Yvonne’ye bakıp burnundan soluduktan sonra, gözlerini devirdi. İki kolunu da kızların başının üzerinden geçirip, iki yanına serbest bıraktı. Ardından, yüzündeki tebessümü yeniden sağladıktan sonra, “hadi siz gidin ben de arkanızdan geleceğim.” Dediğinde, iki kadında sırıtarak, “sakın geç kalma!” deyip tek kaşlarını havalandırıp indirdiler aynı anda bir şeyleri ima etmiş gibi. Kadınlardan biri iki elinde bel boşluğuna yaslayıp, yanımda duran Edwin ve Otis’i kaşları ile işaret ederek baştan aşağı süzüp Valentino’ya, “bu yakışıklılarda gelecek mi?” diye sordu yarım bir gülüşle. Yvonne’nin bir adım geriye doğru atıp, Myron’nun onu geçtiğini gördüm. Ama hâlâ yüzü kadrajımda değildi. Otis ve Edwin’de aynı anda boğazlarını temizleyip oldukları yerde hareketlendiler. Bakışları kadınlar hariç her yerde geziniyor vaziyetteydi. Utanmış gibiydiler. Beni endişelendiren şey ise bizi şu anda fark etmiş olmalarıydı. Yine de sakinliğimi korumaya çalıştım. İki kadının da yüzünden gözlerimi ayırmadan bakıyordum. Parmaklarımı avuç içime gömüp, endişemi ve korkumu dizginlemeye başladığımda, Valentino’nun yapmacık kahkahasına kulak kesildim. Bakışlarım ona döndüğünde, onun gözlerinin yumruk yaptığım ellerime baktığını gördüm. Yüzü gerinmişti ama yine de dudaklarının kenarı tebessümle yukarı doğru bakıyordu. Endişemi görmesini istemiyordum, yerimde huzursuzca kıpırdandığımda, gözleri zar zor yüzüme tırmandı. Gözlerinde hangi duygunun geçtiğini bilmiyordum ama endişem onu da endişelendirmiş gözüküyordu. Çok geçmedi ki, o duygu silinip yerine umursamaz kişiliğe döndürmüştü. İki kadının bakışları bana dönüp bir şey söylemek için aralanmıştı ki, Valentino iki kadının da kollarına parmaklarını dolayıp ikisinin ortasına doğru hafif başını eğerek, kadınların ona bakmasını sağladı. “Bu gece sizi fazlasıyla eğlendireceğim.” Dediğinde, dudağını ısırıp bıraktı. Yvonne kollarını göğsünde birleştirip burnundan sesli bir nefes verdi. “Her zaman söylediğin yalanlarından biri Val.” Diyen kadın üzülüyormuş gibi yapmacık bir ses çıkardı. Ardından diğer kadında, “sabah yanımızda seni görmezsek bozuşuruz.” Dediğinde, Valentino sırttı, iki kadında tiz sesle kıkırdaştılar. Asla anlamak istemediğim bir konuşma geçtiği için tek kaşımı yukarıya havalanıp, yanımda duran Edwin’e kısa bir bakış attım, yanaklarımın içindeki havayı geri verirken. Nedense hem utanmış hem de midemin bulanmasına neden olmuştu bu üçlünün arasındaki her ne ise. Valentino başka bir şey demeden kollarından tuttuğu iki kadını da önden itekleyerek, odadan çıkarmaya başladı. kollarını serbest bırakıp kadınları çıkardıktan sonra, kendisi odanın girişinde durup el sallamaya başladığında, “içkileri hazır edin, birazdan yanınızda olacağım!” dediğinde, kadınların gülüşme sesleri hâlâ kesilmemişti. Dış kapı kapanana kadar da seslerini duymuştum. Yvonne hemen seslerin kesilmesi ile öne doğru atlayıp, Valentino’nun kolundan sıkıca tuttu. “Hani görünmeden eve girmiştin, bu kadınların nasıl haberi oldu?” diye sordu alev saçan gözlerle. Valentino, bilmiyormuş gibi bir omuzunu silkeleyip, “ikisi de deli gibi aşık bana, burayı durmadan izliyorlar.” Dedi kendini beğenmiş bir sesle. “İki kadına bu kadar kola yakalanıyorsan, diğer ırkları düşünemiyor bile.” Dediğinde Yvonne, tuttuğu kolu sert bir şekilde serbest bıraktı. “Beni düşünmene gerek yok küçük kardeşim, evime diğer ırklardan birilerini almıyorum.” Deyip çok kısa göz teması sağladı benimle. Ardından Yvonne’ye tekrar bakışlarını indirdi. “Ki o kadınlardan uçan bile kaçamaz, biliyorsun sen de bunu.” “Fazla muhattap olmasan iyi olur Valentino, arkadaşlarımın başı belaya girmesini istemiyorum!” dedi uyarıcı bir sesle, abisine çatık kaşlarla bakarak. Edwin ve Otis’in aynı anda omuzlarını dikleştirdiğini hissettim ama bakmadım ikisine de. Ben de gerilen sırtımı rahatlatmak için omuzlarımı içe doğru gömdüm ama ağrısı geçmedi. Çünkü bu festival her ne ise endişelerimi bir su gibi içime akıtmıştı. Bir de bu kadınların dikkatini çekmek hiç iyi olmamıştı. Yvonne buraya gelmeden önce büyü yaptığını –hâlâ büyüye olan inancım artmamıştı fakat burada olmam büyünün var olması kadar olağandışıydı- bu yüzden bizi fark etseler de umursamayacaklarını söylemişti. Şimdi ise dikkatlerini çekmiştik. Kuruyan dudaklarımı ıslattıktan sonra, abisinin yanında dikilmeye devam eden Yvonne’ye bakarak, “ben bu festivale gelmesem olur mu?” deyip terlemiş olan parmaklarımı sıra ile kütletmeye başladım. Ama öyle terlemişti ki avuç içim, diğer elimin üstüne koyduğumda kayıyordu. Yvonne’nin yanaklarının içini kemirdiğini gördüm sıkıntılı bir düşünce ile. Kararsız ve benim gibi endişeli görünüyordu. Ama yansıtmamaya çalıştığını, dikleştirmeye çalıştığı omuzlarından anlıyordum. Birilerinin rahat olması gerekiyordu. Burnundan sert bir nefes verip beni onaylamak için başını sallamaya başlamıştı ki Yvonne, Valentino’nun araya girmesi ile hareketini durdurup, abisine bakışlarını kaldırdı. “Buraya gelen kadınlar gördü seni, şimdiden herkese söylemişlerdir.” Dedi Valentino bana bakarak. Kocaman açılmasını engellemediğim gözlerle yüzüne bakarken, titrek bir nefes kaçtı dudaklarımın arasından. “Senin yüzünden!” dedi Otis keskin bir dille. Valentino gözlerini devirdi Otis’in söylediklerini fakat yüzüne bakmamıştı. Göğüs kafesimin sıkıştığını hissettim. Başkalarının da bilmesi, başımızın daha da belaya gireceğini gösteriyordu. Zaten bu iz sürücülerin bile neden bizi takip ettiklerini dahi anlayamamıştım. Birilerinden kaçıyorduk ve benim burada olmam onlar için ne zararı olabilir diye düşünmeden edemiyordum. “Yvonne büyü yaptığını söylemişti!” araya giren Edwin ile Valentino’nun kaşlarının çatılması bir oldu. Hemen kızgın bakışlarını Yvonne’ye indirerek, “büyü yapmaya mı başladın?” diye sordu. Yvonne burnundan sert bir nefes alıp kollarını göğsünün altında birleştirdi. Valentino’nun sorusuna cevap vermedi. “Yvonne sana diyorum!” diye yeniledi Valentino. “Büyü yapmak yasak, öğrenirlerse ne olur biliyor musun?” Yvonne ifadesiz kalmaya devam etti bu sorusuna karşılık. Sadece dinliyordu. “Lütfen Yvonne,” dedi Valentino gözlerini birkaç saniye kapatıp sakinleşmek için derin nefes alıp verirken. “Onların gözünden bir şey kaçmaz, büyü yaptığını öğrenirlerse…” dediğinde yutkundu. Yvonne’de sesli bir nefes verdi dudaklarının arasından. Gerilen yüzünü Valentino’ya doğru çevirip, “onların istediği bir hayat yaşamak istemiyorum. Yüz yıllardır korkak ırklar olarak yaşadık. Her şeyimizi elimizden aldılar. Savaşçı, büyü yapan ırk olmaktan çıktık, yerine ise bir şeyler yapmaktan çekinen birileri olduk!” dedi kırılgan fakat öfke barındıran bir sesle. Bu söyledikleri onu derinden etkilemiş gözüküyordu fakat yerinde ise büyük bir öfke ve böyle olmasına karşı duran bir kadın vardı. Valentino ise tam tersiydi. Bu duruma alışmış, bir şeyler yapmaktan çekinen biri gibiydi. “Savaşçı ve büyü yapan ırklar, biz doğmadan önceydi Yvonne. Onlara geri de kaldı. Hem de çok geride!” deyip iki kaşını da havaya kaldırıp, kardeşine bakmaya devam etti Valentino. Onunla tartışmak istemiyordu fakat Yvonne uzatırsa o da uzatacak gibi görünüyordu bu konuyu. Yvonne bu dediklerini kabul etmiyormuş gibi başını iki yöne doğru sallayarak, bu dediklerini kulak ardı etti. “Bizde onları geri de bırakacağız!” deyip omuzlarını dikleştirdi. Gözleri de sözleri de böyle olduğuna garanti veriyordu. Valentino’da pes etmiş gibi başını iki yöne doğru sallayıp burnundan sesli nefes verdi. “Seninle uğraşmayacağım!” dedi. Pes edeceğini düşünmüyordum doğrusu. Tekrar yarım bir gülüş takındı Valentino. Bu gülüş çapkın bir gülüştü. Eski haline dönmesi uzun sürmüyordu. İki elini de birbirine sürtüp, “bence kısa bir eğlence fena olmaz!” dedi. Myron ve Yvonne de, Edwin ve Otis’e baktı aynı anda. Onlar için bu eğlence değildi, aksine dalga geçilmek için düzenlenen bir şeydi. Onlar gitmeyi kabul etmezse ben de gitmeyecektim. Onlar üzülürken ben eğlenemezdim, hem de yabancısı olduğum bir yerde hiç olmazdı. Edwin derin bir nefes aldı. “Burada saklanarak daha çok dikkat çekeriz. Valentino bile onlara yakalanmış!” dediğinde omuzları düştü. “Ben fazla dikkat etmedim, yoksa yakalanmazdım!” dedi Valentino’da kendini savunarak. “Kesin öyledir!” dedi Otis’te çok sessiz bir şekilde. Sadece ben duymuştum çünkü hepsinin dikkati Edwin’deydi. “Büyünün etkisi hâlâ devam ediyordur, merak etmeyin göz önüne olursunuz fakat o kadar dikkatlerini çekmezsiniz!” dedi Yvonne yumuşak bir tonla. Bizi sakinleştirmek istiyordu. Zaten burada gergin olan sadece bendim, diğerleri ya çok rahattı ya da çok iyi saklıyorlardı. Valentino başı ile kapıyı gösterdi bana. “Bence gidelim, en iyi festivallerden biri. Tüm içkiler bedava!” dediğinde, Otis ağzının içinde homurdandı. Valentino çıktığında, Yvonne’de hemen onu takip etti. “Onların yanında böyle konuşma demedim mi sana?!” azarlar sesini duyar gibi oldum. Fakat sadece dudaklarının hareketini gördüm, sesi çok fazla çıkmamıştı. Yanlış bile duymuş olabilirdim. İki kardeşi çıktığında Myron’da yanımızda çok durmayıp onların yanına gitmek için odadan çıkmıştı. Otis ve Edwin’de aynı anda bedenlerini yanımdan çekip bir adım önüme geçerek yüzlerini bana çevirdiler. Yüzleri hâlâ düşüktü. “İsterseniz,” deyip ikinin yüzünde gözlerimi gezdirdim. “İsterseniz o festivale gitmeyelim.” Edwin hemen başını olumsuz anlamada salladı. “Böyle durumlara çok maruz kaldık, sen dert etme.” Deyip dudaklarını gülümsemek için zorladı. “Gitmek zorunda mıyız ki?” diye sordu Otis Edwin’e bakarak. “Evlerdeki herkesin festivale gitmek zorunda, çünkü tek tek evleri kontrol ettiklerini söylemişti Yvonne.” Dedi Edwin. Derin nefes alıp verdi. “Burada bizi görürlerse iyi olmaz, onlar gibi bizde festivale katılmak zorundayız!” Otis istemese de ikna olmuşçasına başını olumlu anlamada salladı. Ondan önce söylediği kelimeye kafam takılmıştı. Böyle durumlara çok maruz kaldık. Eminim kutlamak istemedikleri acılarını, acımasız bir şekilde hatırlattıkları festival diye adlandırdıkları bu şeyi görmek zorunda kalmışlardır. Derin bir nefes alıp dudaklarımı yaladıktan sonra, “nasıl maruz bıraktılar peki?” diye sordum alçak sesle. Sormak istememiştim ama acılarını en derin yerimde hissediyor gibiydim. İstemeden bu acıya ortak olmak istiyordum. Neden istediğimi bile anlayamamıştım! “Festivali evlerimize kadar getiriyorlardı. Zorla kadınları, çocukları herkesi eğlenmeye zorluyorlardı.” Dedi Edwin hiç sessiz kalmadan. Yüzü gerildi, dudakları ince çizgi haline aldı. Söyledikleri, gözlerinin önüne gelmiş gibi öfkesi baş göstermişti. “Kutlamaya katılmayanlar da, ya dövüldü ya da öldürüldü.” Dediğinde, nefesimi tuttum. O an o insanların yaşadıklarını ben yaşamışım gibi canım acımıştı. “Bunları,” dediğimde acı bit yutkunuş geçti boğazımdan. “Buradaki halk mı yaptı?” diye sordum. Aslında Tarafsızlar diye isimlendirmişlerdi ama söylemek istememiştim çünkü her şey tuhafıma gidiyordu. Taktıkları isimlerde, bulunduğum yer kadar anormaldi. Yvonne ve halkının da böyle bir şey yapmasını istemiyordum çünkü burası cennetin bir köşesi insanların neşeli cıvıldaşması da, eşsiz bir müzik gelmişti bu yer için. Onların yapmasına ihtimal vermek istemiyordum. Ama onlarda kutluyordu. “Hayır, İblis’in Evlatları!” diyen Otis’in buz kesen sesine döndüm. Bakışları da sesi gibi sertti. Yüzü gergindi. Sıktırdığı dişleri yüzünden çene kemiği esiyordu. Öfkesine şahit oldum her ikisinin de. Yaşadıkları, gördükleri her ne ise bunu bana kolaylıkla yansıtmışlardı. Hareket etmemi sağlayan tüm uzuvlarımın uyuştuğunu hissettim. Çünkü bu iki kelimeyi duymak artık böyle hissettiriyordu. Tedirginliğim, bir kasırga gibi içimde büyüyor, dağıtmadık yer bırakmıyordu sanki. Onlarla karşılaşmadan buradan gitmem gerekiyordu acilinden. “Hadi gidiyoruz.” Diyen Myron’un başını kapının kenarından içeri uzattığını gördüğümde, düşüncelerimden soyutlayarak dikkatimi ona vermemi sağladı. “Sizi bekliyoruz.” Dediğinde, gülümseyerek başım ile onayladım onu. Edwin bana bakıp, kaşlarıyla çıkışı gösterdiğinde, ikisinin ortasından geçip çıkışa yöneldim. Myron’da başını kapının kenarından çektiğinde, salonun ortasında duran Yvonne ve Valentino ile karşılaştım. İkisi de pelerinlerini giyinmiş, Myron’da Yvonne’nin yanına giderek, kolunun üstündeki kendine ait olan pelerinini alarak omuzlarının üzerinden geçirip giyindi. Valentino’nun da kollarında asılı duran ve pelerinler vardı. Diğerlerinin arkamda olduğunu hissettiğimde, Valentino kollarına astığı pelerinleri ellerine kadar kaydırıp, pelerinleri sıkıca avuçladıktan sonra ikisini de aynı anda, arkamda duran kişilere doğru fırlatmıştı. “İçeri girdiğimizde şapkaları indirmenize gerek yok!” dedi. Bu sefer Yvonne bana doğru gelip, koluna astığı yeşil pelerini bana doğru uzattı. Edwin ve Lowell ablaların ait olan pelerini. Buna gözüm gibi bakmak zorundaydım. Buradan gittiğimde, sağ salim tekrar onlara geri verecektim. Yvonne’nin uzattığı pelerini alarak, vakit kaybetmeden üzerime geçirdim. Herkes aynı anda, pelerinin şapkalarını kafalarına geçirdi. Sadece gözlerimiz görünüyordu. Birbirimize kısa bakışlar attıktan sonra, belli belirsiz hazır olduğumuza dair küçük bir baş hareketiyle karşılık verdik. Önce Yvonne, arkasından Myron ve Valentino çıktı. Arkamda ise Edwin ve Otis vardı. Bende onları takip ettiğimde, bir adım arkamda olan kişilerde benimle birlikte evden çıktılar. ****
Önde Valentino gidiyordu. Arada arkasına bakıp kısa göz teması benimle kurduktan sonra, adımlarını durdurmadan yolundan devam ediyordu. Evden epey uzaklaşmıştık ve birkaç kişinin evlerinin önünde toplandığını ve ateş yaktığını gördüm. Kısık kısık davul seslerine benzer sesler gelirken, şarkı söyleyen kadınlarında sesleri birbirine karışıyordu. Her evin kapısının yanında yakılmış mumlar vardı. Çoğu kişi ile mumları yakarken ve dua ederken göz göze gelmiştim. Fazla bakarak, kim olduğumza dair şüphelerini arttırmak istemiyordum. Hemen gözlerimi kaçırıyordum o insanlardan. Arkamdan gelen Edwin ve Otis’e kısa bir bakış atıp tekrar önüme döndüm. Onların evlerinde zorla kutlama yapılıyor mu diye aklımdan geçmiyor değildi. Bakışlarım ayağım altında ezilen topraklı yoldayken bunlar geçiyordu aklımdan. Onlar için zor olmalıydı kutlama alanına gitmek. Kendi ayaklarıyla gitmek daha da zor olmalıydı. Acıları ile eğlenildiklerini görmek, tarifsiz bir acının kaynağıdır kesin. Dar sokaklar iç içe geçmiş evlerin önünden geçtiğimizde, evlerin içindeki hazırlıklara da göz gezdirmiştim. Duvarlarda ve perdelerinin üzerlerinde mor renginde olan üç taç yapraklı çiçek asılmıştı iplere dizilerek. Gözlerimi kısıp biraz daha dikkatli baktığımda hangi çiçek olduğunu anlamıştım. İris çiçeği. Genç kadınlar iplere dizdiği iris çiçeğini asmadan önce gözlerini birkaç saniye kapatıyor ardından dudaklarını hareket ettirerek bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Kulaklarımı kapatan şapkayı biraz geriye doğru itip, kulaklarımı rahatsız eden ve her yerden anlamadığım bir şekilde bana ulaşan sesleri dinlemek istedim. Dikkatimi verdiğimde, çok net bir şekilde duyulmaya başlandı fısıldaşmalar. İhanet ile yıkandı her bir el Gölgen bile düşmesin yeryüzüne Bir yıldız düştü bu gece Ruhun bile bulunmasın, dolsun gam ve keder ile. Her bir evden aynı cümleler yükseliyordu. Çok net duyabiliyordum hepsini. Ve fazlasıyla nefret dolu çıkıyordu kelimeler ağızlarından. Bu sefer bir diğer fısıldaşmalara kulak kabarttım. Devam etsin soyun Yıldızlar yoldaşın olsun Acı çeken ruhun ve bedenin Rahatlığa kavuşsun Yeryüzü yuvan olsun. Söyleyen kişi ağlamak üzereydi. Fakat bu sözcükler çok az kişiden çıkıyordu. Diğerlerinin aksine yumuşak ve söyleyen kişi acı çekiyor gibime gelmişti. Bir anda tüm sesler kulaklarımı tırmalamaya başladığında, sıktırdığım dişlerimin arasından küçük bir inleme dökülerek yüzümü acı ile buruşturup, geriye doğru ittiğim pelerini aynı hızla kulağım üzerine geri örtmüştüm. Bir elim ise kulağımın üzerine yaslamıştım bu seslerden koruna bilmek adına. Böyle bir şey yaşadığımı hatırlamıyordum. Evde bile yakınımdakilerin seslerini duyamıyordum ama şimdi çok değişik hissetmiştim. Diğerlerine baktım ama onlarda sorun yoktu. Öylece yürümeye devam ediyorlardı. Bu sesleri duyup duymadıklarına emin değildim. Fakat ben hepsini çok net duyabiliyordum, fazlaydı ama birine kulak kesildiğimde diğer karmaşık sesler kesiliyor, içlerinden biri çok net geliyordu kulağıma. Tekrar evlerin içine bakmaya başladım. Perdesi açık olan her evdeki kadınlar eşleri ve çocukları, masaların üzerinde vazoların içinde doldurdukları iris çiçeğinin yanındaki mumları teker teker yakıp birkaç saniye el ele tutuşarak sessiz bir şekilde öylece masanın karşısında bekleyerek, anlamlandıramadığım bir tür ritüel gerçekleştiriyorlardı. Birinin genzini temizlediğini duyduğumda, bakışlarımı evlerden çekip karşıya diktim. Birkaç adım önümde ilerlemeyi durduran; Yvonne, Valentino ve Myron vardı. Üçünün de bakışları, bizlere dönmüştü. Genzini temizleyen de Yvonne’ydi. “Endişelenecek bir şey yok, rahat olmaya bakın. Kimse size zarar veremez!” dediğinde, Valentino sesli bir şekilde burnundan gülüp bakışlarını sağ tarafına çevirdi. Yvonne sinirlerine hakim olmak ister gibi derin bir nefes verip, “içerdekiler sizi takmayacaktır çünkü herkes kendi halinde olacak.” Deyip başka bir şeyden endişeleniyormuş gibi bir yüz ifadesi takınarak, “tabi oradaki insanların eğlence anlayışı biraz farklıdır.” Otis ve Edwin’i işaret ederek, “onlar buraları az da olsa biliyor, ama sen Karina, ortama ayak uydurmaya bak. Onlardan biriymişsin gibi davran.” “Asla onlardan biri değil!” dedi Otis itiraz ederek. Fakat bakışlarımı arkaya çevirip yüzüne bakmadım. Zaten sesi her şeyi anlatıyordu. “Buradasın ve Yvonne de ben de onlardan biriyiz!” dedi Valentino iğneleyici bir sesle. “Umurumuzda değil!” dedi bu sefer de Edwin. Yine tartışmanın eşiğine gelmek üzereydiler. “Bence bir içki olsa fena olmazdı!” dedi Myron’da kaşlarını havalandırıp zemine bakarken. Ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. Yvonne, Myron’a bakıp gözlerini devirdikten sonra, “tartışarak bir şeyleri çözemezsiniz!” dedi Valentino ve arkamda kalan kişilere sırayla bakarak. “Bir ok ve kılıç iş görürdü!” dedi Valentino yarım bir gülüşle. Bakışları arkamdaydı. Gözlerindeki alaycı ifade, insanı kavgaya sürükleyecek türdendi. Otis’in kendini zar zor tuttuğuna emindim çünkü beni bile sinirlerimle oynuyordu istemeden. Bir evin tam önünde durmuştuk içerden ise fazlasıyla bağırışlar çığlıklar ve şarkılar yükseliyordu. Ama fazlasıyla boğuk geldiği için seçilmiyordu. Şu anda diğerlerin saçma tartışmasına dikkatimi veremezdim. Yvonne oraya baktığımı anladığında, “dışarısı daha kalabalık olacaktır, ilk önce buraya girip dışarıya çıkarız!” dediğinde onayladım. Burası diğer evlerden farksızdı. Üzerinde ise tahtadan bir tabela asmışlardı fakat okuyamıyordum. Tek fark vardı o da bu ev taştan değil, tahtalardan yapılmış olmasıydı. Fakat etrafını yine yosunlar basmayı ihmal etmemişti. Birkaç adım daha atıp önünde durduğumuzda, içerdeki olan bütün sesler olduğu gibi dışarıya geliyordu. Fazlasıyla eğleniyor gibiydiler. Sesler bunu çok iyi gösteriyordu. İstemeden bende heyecanıma engel olamadım. Eğlenen sesler daha da çok duyulduğunda, nefesim düzensizleşmeye, kalbim yerinden çıkacak kadar hızlı atmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp verdim burnumdan. Sakinleşmem gerekiyordu. Heyecanlı ve korktuğumu belli edersem, sonu hiç olmazdı. Başlamadan her şey biterdi. Valentino iki elinde kapıya yaslayıp ağırlığını ileriye doğru verdiğinde, iki kanatlı kapıda geriye doğru açılmaya başlandı. Sarı loş ışıklar ve gürültülü ses olduğunu gibi buraya geldiğinde, hangi birini kapatacağımı şaşırmıştım. Işık fazla değildi fakat içerden dışarıya vuran rahatsız edici koku yüzünden yüzümü ekşiterek, hızla elimi ağzıma ve burnuma kapattım. Önümdeki kişiler ise bu kokuya tepki vermemişlerdi. “Şimdi eğlence başlıyor!” diyen Valentino’nun eğlendiğini belli eden sesini duyduğumda, gözlerimi usulca aralayıp ağzımın ve burnum üzerini kapattığım elimi de aynı yavaşlıkla yanıma saldım. Ama hâlâ içerden felaket dışarıya ağır koku sızıyordu. Koyu renkli elbiseler giyinen kadınlar yüksek sesle kahkahalar atarak bir o tarafa bir bu tarafa ellerinde tuttukları bardaklarla içinde bulundukları yerin ortasında gidip geliyorlardı. Bazı ise dans ediyordu. Kadınlara eşlik eden erkeklerin çoğunda yıpranmış kocaman fötr şapkalar vardı. “Burası da ne?” deyip önümdeki kişiler yüzünden parmak uçlarımda yükselip daha net görmeyi amaçladım. Büyük bir masa ortaya koymuşlardı etrafında oturan kişilerin ise içtikleri her ne ise ağızlarının kenarlarından akmasına neden oluyordu. Hem gülüyorlar, hem konuşuyorlar hem de çok agresif kişiler vardı. “Burası Han!” dedi önümdeki üçlüden biri. Ama hangisinin olduğunu bilmiyordum, çünkü içerdekilerin gürültülü sesi engellemişti. Çöldeyken gittiğimiz yerinde adı Han’dı fakat burası oradan fazlasıyla farklıydı. İçeriye ilk önce Valentino, Myron onları takip eden ise Yvonne oldu. Ben de girmeden önce arkamda duran kişilere baktım. Omuzumun üzerinden Edwin ile göz göze geldiğimde, içeriye girip girmemek konusunda ondan onay almayı bekliyordum. O da güven veren bir gülümseme ile karşılık verip başı ile onayladı. Bu az da olsa rahatlatmıştı beni. İçeriye tamamen girdiğimde, etrafı incelemeye koyuldum. Han dedikleri yerin yerden tavana doğru birçok direk ile sağlamlaştırmışlardı. Her bir direğin üzerinde ise gaz lambaları asılarak içerinin aydınlatılmasını sağlamışlardı. Tam karşıda balkon ve kapısı kapalı olan odalar vardı. Az ilerideki köşede de yukarıya çıkan merdivenler mevcuttu. Bu sefer bakışlarımı sağ tarafıma çevirdiğimde, insanların sesine karışan ve bu yüzden çok fazla duyulmayan kişiler, bir yandan ellerindeki bardaktan uzun uzun yudumlar alıyor, bir yandan da ne olduğunu bilmediğim müzik aletlerinden bir şeyler çalarak şarkı söylüyorlardı. Gözlerim bu sefer odanın bir köşesinden öpüşen çifte kayınca hızlıca oradan bakışlarımı çekip, genzimi temizleyerek yerimde kıpırdandım. Her bir köşede bunlara rastlamak mümkündü. Ama buradaki hiç kimse bu durumdan rahatsız değildi. Yüzleri, elleri, giydikleri elbiseler ve ayakkabıları hepsi kir pas içindeydi. Kadınlar ise dudaklarına taşırdıkları rujlarının altından, dişleri sararmış erkeklere kur yapıyordu. Daha fazla dayanamayıp yüzümü ekşiterek, diğerlerini takip ettim. Ortaya kurdukları masanın etrafındaki boş sandalyelere Valentino, yanına Yvonne, Yvonne’nin yanına da Myron geçmek için sandalyesini geriye doğru çekmişti ki, Valentino genzinden yalancı bir öksürükle, Myron’nun eli sandalyenin üzerinde hareketsiz kaldı. Kaşları ile yanındaki sandalyeyi gösterdi Valentino, Myron hiç ikiletmeden Valentino’nun yanındaki boş sandalyeye geçip oturdu. Bizde hemen onların karşısında bulunan boş sandalyelere oturduk. Edwin ve Otis ise sağ ve solumdaki boş sandalyeye yerleştiler. Karşımızda oturan bir adam tepsinin içinde dağılmış etin üzerine parmaklarını geçirip bir avuç dolusu et kopararak ağzına götürüp çiğnemeye başladı. Bu görüntüye sadece ben ve Myron aynı anda ıyy diyerek tepki verdik. Yanındaki adamlar da kadınlarda ondan farklı değildi. Hepsi insanlıktan çıkmış gibi davranıyordu. “Ne içmek istersiniz?” Valentino’nun arkasına geçen bir kadınla benimde bakışlarım oraya yöneldi. Orta yaşlarda ve hafif kilosu olan kadın çenesi yerinden çıkacakmış gibi sakız çiğneyerek Valentino’ya bakıp sırıtıyordu. “Uzun süredir yoktun Valentino?” diye soran kadın göz kırpıp elini Valentino’nun omuzuna koydu. “Büyük bir gezintiden yeni döndüm.” Dedi Valentino’da. Yüzü kadına dönüktü bu yüzden göremiyordum. “Oralarda sakın kaybolma Val, sana ihtiyacımız var.” Diyen kadın omuzlarını iki yöne doğru hareket ettirince elbisenin içine sıkıştırdığı göğüsleri de hareket etmişti. Bizden bile yaşının büyük olduğunun farkındaydım ama Valentino’ya feci sırnaşıyordu. “Sen bize hazırladığın ağır içkilerinden getir.” Dedi Valentino. “O zaman her zamankinden.” Dedi kadın da göz kırpıp uzaklaşmadan önce. “Daha hafif bir şeyler olsa daha iyi olurdu.” Dedi Yvonnne işaret parmağı ile bizi gösterirken. Valentino bakışlarını giden kadından döndürdüğünde, ağzı kulaklarında olduğunu gördüm. “Biz buradayız küçük kardeşim, bir şey olmaz.” Diyen Valentino, bana bakarak konuşmuştu. Ondan bakışlarımı çekip Myron’ a baktığımda bir elinde bıçak, diğer elin de ise çatal tutarak dirseklerini masaya dayamış, önündeki parçalanmış etlere bakıyordu. Dilini ise iştahı artmış gibi durmadan dudaklarının üzerinde gezdiriyordu. Bu durumu Yvonne’de fark etmiş olacak ki masanın üzerindeki tepsinin ucundan tutup Myron’un önüne sürükledi. “Daha yeni yemek yedin!” diyen Yvonne, başını masaya doğru uzatıp Myron’a bakarak. Fakat gülmemek için yanağının içini ısırıyor gibiydi. Myron ise hiç beklemeden önüne getirilen etten yemeye başladı. “Midem çok büyük, yediklerim yetmedi!” dedi Myron’da yanaklarının içi dolu bir şekilde. Az önceki kadın da üzerinde bardaklar olan tepsi ile geldiğinde tek tek almamız için her birimize uzatmıştı. Bardağı alır almaz içine baktım. Hafiften salladığımda, içindeki sıvı bardağın kenarlarına çarptı. Bu sefer burnumu yaklaştırıp kokladığımda, ağır bir koku burnumun direğini sızlatıp yüzümü buruşturmama neden oldu. İçip içmemek konusunda kararsızdım. Diğerleri de içiyor mu diye kontrol ettim. İlk önce, yanımda oturan Edwin’e baktığımda, işaret parmağı ile bardağın etrafına daireler çizerek, gözleri her bir noktayı inceliyordu. Bu sefer Otis’e baktığımda, bir yudum aldığı içkiden dolayı yüzünü ekşiterek başını geriye doğru atmıştı ama yine de içmekten geri durmayıp arka arkaya birkaç yudum daha aldı. Otis içtiği için bir şey olmadığını anladım. kötü bir şey olsaydı içmezdi ya da diğerleri. Tek elime bile sığmayan kupa bardağı iki elimle de tutup dudaklarıma yaklaştırdım fakat ben daha içemeden masanın diğer ucunda oturan adam yüksek sesle bağırıp ayağı kalktığında, elimdeki bardak ağzımın önünde havada asılı kaldı. “Bu gece herkes, tüm ırkların efendisi olan Aamon’un şerefine içsin.” Bardağı havaya kaldırdığında hafif ayakta sendeledi fakat dengesini korur korumaz ağzının kenarlarından akmasına neden olacak içkiden nefes almadan içmeye başladı. Han’nın içinde bulunan tüm herkeste , bardakları havaya kaldırıp bağırarak ona katıldı. Valentino’da diğerlerine katılmıştı. Diğerleri de ben de bakmakla yetinmiştik. “Her şey onun sayesinde!” dedi yanında oturan sakalı tüm yüzünü sarmış bir adam. “Ona katılmayanın cezası ölüm!” sırtını duvardan ayırarak, elinde bir bardak ile buraya doğru gelen orta yaşlarda bir erkek. “Yaşasın Aamon, yaşasın İblisin Evladı Aamon!” herkes bir anda bu cümleye katılarak avazları çıktığı kadar bağırmaya başladı. “Sürtük sürüngen onu hak etmedi!” diyen bir kadının cümlesi ile, Otis’in bir anda ayağı fırlamasına neden oldu. Hızlıca diğer elimdeki bardağı masaya bırakıp diğer elimle de, Otis’in kolundan tuttum. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum ama ani bir dürtü ile bunu yapmıştım. Alev saçan gözleri masanın ilerisinde duvara yaslanarak bardak kaldıran kadının üzerindeydi. Burnundan derin bir nefes verip önce koluna sardığım elime sonra ise bana çevrilmişti bakışları. Ardından gözlerini yumdu. Edwin’in de ayaklandığını gördüm ama duyduğu kelime yüzünden değil, Otis’i durdurmak içindi. Diğerleri tepki vermemişti, sadece biz duymuş gibiydik bu söylenenleri. Otis gözlerini yavaşça araladığında, alev saçan gözleri sakinleşmişti. Kalktığı yere oturduğunda bende elimi çekip önüme dönmeye hazırlanmıştım ama arka taraftan gelen fısıldaşmalar engel oldu. Arkama baktım aynı hızla fakat öyle kalabalıktı Han, kulağıma derinden gelen fısıldaşmalar kime ait olduğunu göremiyordum. Buradaydılar ama ben göremiyordum! Gözlerim birkaç saniye kalabalığın üzerinde gezdirdikten sonra, derinden gelen fısıldaşmalar netleşti ve ben de dinlemeye başladım. “Bu gece Airen yer altından çıkıyormuş!” dedi bir kadın. “Onun yer altından çıktığını hiç görmedim!” “Niye peki?” diye sordu bir adam. Sarhoş olduğunu, kelimeleri ağzının içinde yayarak konuşmasından anlamıştım. “Aamon taşları dağıtacakmış!” dedi aynı kadın, sıkıntılı bir nefesle. Hâlâ başımdan indirmediğim pelerinin şapkasının ucundan tutup biraz daha öne doğru getirdim. Taş mı? Bir taştan bahsediyorlardı tıpkı gözleri görmeyen o adamın bahsettiği gibi. Sen taşı bulmaya ve yeni hayatlar kurulmasına yardım edecek tek kişisin Amaris. Eğer onlar sizden önce bulursa, tüm taşların gücü onu yenilmez yapar. İzin vermeyin. Kulaklarım o adamın söyledikleriyle çınlamaya başladı. bu taş her ne ise birinden önce onu bulmamız gerekiyordu. Yeni hayatlar kurulmasına yardım edecek tek kişisin Amaris! Bu cümle kalbimin üzerinde bin tonluk ağırlık yüklemişler gibi baskı yapıp nefes almamı zorlaştırdı. Beni başkasıyla karıştırıyor olmaları lazımdı. Çünkü ben Karina’ydım. Annem evde, yokluğum için göz yaşı döküyordu. Gözlerimi yumuşak bir şekilde kapadım. Çünkü dikkatimi dağılmıştı ve konuşan kişilerin seslerini tekrardan duymam gerekiyordu. Bütün dikkatimi verdim ve konuşanlara kulak kabarttım. “Umarım diğer taş hiçbir zaman bulunmaz!” dediğinde, hızlıca Edwin’e döndüm bu konuşmaları duyup duymadığını görmek için. Döndüğüm de ise çoktan beni izlediğini ve konuşulanları duyduğuna emin olduğum yüz ifadesini gördüm. Onlara bağladın değil mi, anlayamadığın bir şekilde? Ve o yaşlı adamın sözleri bir kez kulaklarımda yankı yaptığında, Edwin’in gözlerinin içine bakıyordum. Evet onlara bağlanmıştım anlamadığım bir şekilde. Ama yine de saçma ve tutarsızdı her şey!
***
Edwin’in gözlerinin içine bakmaya devam ederken, benim duyduklarımı o da duydu mu diye anlamak için, yüzünde oluşan ve gözlerinde kendini belli ettirmeye çalışan ifadeyi görmeye çalışıyordum. Fakat düz çizgi haline alan dudakları ve endişe ile çatılan kaşları, benim duyduklarımı, kesinlikle duymuş olduğunu gösteriyordu. Ama hislerimin bana söylediğine değil, gerçekten sesli bir şekilde sorarak cevap vermesini istiyordum. Dudaklarımı, konuşulanları duydun mu diye sormak için aralamıştım ki, “korkmana gerek yok!” dedi bir anda. Başını biraz daha eğip gözlerimin içine baktı. Böyle bir şey söylemesini beklemiyor oluşumdan yutkunup, gözlerime ve dudaklarıma yansıttım şaşkınlığımı. Oturduğu yerden bacaklarını masanın altından çıkarıp sandalyede yan bir oturuşa geçmişti. Gözleri bu sefer aşağı doğru kayınca, benimde gözlerim onu takip etti. “Titremene de gerek yok!” deyince, birbirine kenetleyip, dizlerimin üzerin koyduğum ellerime baktığını fark ettim ve Edwin söyleyince gerçekten titrediğini gördüm. Parmak boğumlarım kızarana kadar daha sert avuç içime bastırdım. Bir nebze de olsa titremesini kesmek istiyordum. O konuşulanların tesiriydi. İstemeden bende etki yaratmıştı. Ama bilmiyorum neden böyle olduğunu. Ya da kötü olduğuna emin olduğum kişiler gelip onlarla yalnız başına bırakmandan önce o yaşlı adamın söyledikleri yüzünden olmuştur ellerimdeki titremeler. Ya da bacaklarıma dolanan yılan yüzünden kendimi önce çölde daha sonrada tanımadığım insanların arasında bulduğum içinde olabilirdi. Seçenekler fazlaydı! Hem de çok! Han’ın içinde söylenen şarkılar ve müzikler daha gürültülü bir şekil de artmaya başlayınca, dudağımın bir kenarını dişlerimin arasına, bir dizimi de istemeden sallamaya başladım. Edwin tekrar gözlerimin içine baktı. “Bizimle güvendesin Karina.” Dedi sıcak bir sesle. Güvende olup olmadığıma emin değildim ama nedense duyduğum o isim tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu. Burnumu çekip, “fısıldaşmalar,” deyip baş parmağım ile arka tarafımı gösterdim. “Bazı fısıldaşmalar duydum!” dediğimde Edwin’nin kaşları biraz daha yığıldı gözlerinin üzerine. Fısıldaşmaların kime ait olduğunu bilmiyorum ama duyuyordum. Ben evde yanımda konuşulan şeyleri bile zar zor işitirken, bu kalabalığın arasında fısıldaşmalar bir bir kulağıma hücum ediyordu. Dikkatimi verince de fısıldaşmalar netleşiyordu. “Ne duydun?” deyip başını biraz daha omuzuna eğdi. “Biri,” yutkundum. “Birinin yer altından çıkacağını söylediler!” dudaklarımı yalayıp etrafıma baktım çok kısa bir an. Birinin bizi dinlemesini istemiyordum. Ben duyuyorsam bu fısıldaşmaları onlarda duyabilirdi. Edwin’e doğru biraz daha yaklaşınca, o da bana doğru yaklaştı. “Taşları dağıtacağını söylüyordu!” Edwin’in göz bebekleri titredi. “Aamon’nun!” mırıltı şeklinde devam ettiğimde, Edwin geriye doğru çekildi burnundan sesli bir nefes verirken. “Valentino!” dedi Edwin yüksek sesle. Yvonne bardağını masaya bırakırken, Valentino’da içkisinden son yudumu alıp ağzının kenarlarını silerek bize doğru bakışlarını kaldırdı. Edwin tekrardan ayaklarını masanın altına sokup oturuşunu düzeltti. “Ne bağırıyorsun?” dedi Valentino’da kaşlarını çatarak. Edwin sorusuna cevap vermek yerine, “yolculuğunda bir şeyler duydun mu hiç?” başka bir soru sormuştu. Yvonne’de hafif gözlerini kısarak ne oluyor der gibi bakışlarını Edwin’in üzerinde gezdirdi. Myron’da aynı şekilde bakıyordu. “Niye sordun?” diye sordu Valentino. “Bu gece, bu gece yer altından çıkıyormuş!” dediğinde Edwin, Myron’nun gözleri sadece kocaman açıldı. Ama Valentino ve Yvonne tepki vermeyip ifadesizliklerini yüzlerinde muhafaza ettiler. “Karina fısıldaşmaları duymuş!” dedi Edwin tekrardan. Karşımda duran Edwin hariç, o üçlünün bakışları aynı hızla bana döndü. Bu sefer Yvonne’nin kaşları havalandı, çok fazla seçilmeyen tebessümü dudağının kenarına belirdi. Valentino’da aynı tepkiyi vermişti, kız kardeşinden tek farkı o tebessüm etmemişti. “Bu gerçek mi efendim, sizde duydunuz mu?” Otis’in heyecanlı ve mutlu gelen sesine dönüp baktığımda, yüzünün de aynı olduğunu gördüm. bu durumun garipliğini Otis’in bu tepkisi ile daha da artmıştı. “Evet, duydum!” dedim tuhaf bir şey söylüyormuşum gibi. Sorusuna bakılırsa, Otis’de duymuş olmalıydı! Fısıldaşmaları duyduğum için bu kadar mutlu ve heyecanlı olduklarına anlam veremedim! “O zaman,” dedi Otis. Gülmek ve gülmemek arasında gidip geliyordu ifadesi. Edwin’e baktı. “O zaman bulabilir!” dedi. Neyi bulabilirim? Bu taş zımbırtısı şeyi ise ona hiç karışamazdım. “Neyi bulabilirim?” diye sordum yine de. Başka bir şey bile bulmam gerekebilirdi. “Her zamanki dedikodular!” dedi Yvonne bu durumdan bıkmış gibi. “Hayır.” Diyerek Valentino araya girdi. “Doğru duydunuz! Yer altından çıkacak ve taşlar her birine dağıtılacak!” “O zaman diğer taşı bulmuş demektir, o kolay kolay yer altından çıkmaz!” diyen Myron’un omuzları aşağı düştü. Yüzü ise beş karış bir ifadeye bulandı. Edwin hemen işaret parmağını dudağına götürüp, Myron’a sus işareti yaptı. Gözleri ise dans eden, yemek yiyen ve birbirleriyle muhattap olan kalabalığın üzerindeydi. Parmağını dudağından çekip, “sessiz ol Myron! Bizi ele mi vermek istiyorsun?” dediğinde, Myron hızla başını sağa sola salladı olumsuz anlamda. “Burada kimse duymaz, herkes kendi halinde.” Dedi Valentino. “Hayır, hissederdi. Büyük bir acı yaşardı!” diye araya Yvonne girdi. “Kemiklerinde, derisinin altında ve kalbinin her köşesinde!” gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Oturduğum yerde hafif kıpırdandım. “Sahibinden izinsiz, başka ırkların eline geçerse, hissedeceği tek şey bunlar olur!” soğuk sesi tüylerimi ürpertmişti. Bu söylediklerini benim mi hissetmem lazımdı? Bana baktığına göre, bu ben olmalıydım. Kalbim büyük bir korkuyla çarpmaya başladı. “Öyle hissetmediğine göre, bulunmadı demektir!” Valentino bardağından büyük bir yudum daha aldı. “Ama o,” dedi Myron masaya doğru biraz daha yaklaşarak. Çok kısa etrafa göz gezdirdikten sonra Edwin’e bakıp, “o yer altından hiç çıkmadı! Şimdi neden çıksın ki?” son sorusunu Valentino’ya bakıp sordu kısık bir sesle. Edwin sıkıntılı bir nefes verip, “bilmiyorum! Belki de böyle düşünmemizi istiyordur!” dediğinde, gözleri karşısında oturan üçlünün üzerinde gidip geldi. “Babasını dinleyecek biri değil!” dedi Yvonne’de başını iki tarafa sallayarak. Sesinde birazcık karasızlık vardı ama yüzü öyle demiyordu. “O yüzden başka bir şey var!” dedi Edwin’de. “Başka bir iş yok! Tüm alemde onun öldüğünü ya da dünyada olduğunu düşünüyorlar.” Diyen Valentino kaşları ile beni işaret etmişti. “Herkes başka bir şey söylüyor!” “İki alem arasındaki geçit hâlâ devam ediyor.” Edwin bana baktı çok kısa, tekrar bakışlarını önüne çevirdi. “Ama Karina taşa dokundu değil mi? Yoksa açılması mümkün değil!” diyen Valentino tek kaşını yukarı kaldırmıştı. Edwin başı ile onayladı. “Ve o açılan geçiti kapatmamız gerek!” dedi. “Taşa dokunduysa taş ona bağlandı, yani o neredeyse taşta onu takip etmiştir!” Diyen Valentino’ya baktım. Edwin burnundan sesli bir nefes verdiğinde bakışlarım yine ona döndü. Başını belli belirsiz sağa sola salladı. “Taş her yerde olabilir!” dedi. “Ve Airen taşı bulmak için yer altından çıktı!” dedi Yvonne kaşları havalanırken. Edwin ise onu onayladı. “Diğer taşların bile yanında olabilir!” dedi Myron’da gözleri masanın üzerine sabitlenirken. Büyük bir korku yatıyordu, titreyen göz bebeklerinde. Bu konuşulanları sadece dinliyordum ve ağızlarından çıkan her bir kelime boğazımın etrafına dikenli tellerini örüyordu. Bir taşa dokunduğumdan bahsediyorlardı. Buraya gelmeden önce, avuç içimi feci halde yakan o taşı anımsadım. Gözlerimi yavaşça, dizlerimin üzerinde yukarıya doğru bakan avuç içime indirdim. Yanık izi yoktu, ama acısı oradaymış gibi hissediyordum. Çünkü hiçbir nesne elimi o kadar yakmamıştı. Üzerinde de yılan sembolü vardı. ve ben elime alır almaz taş ve ortasındaki yılan sembolü ışık saçmaya başlamıştı. ama onlar o taşa dokunduğumu nereden biliyordu? Ve bu açılan geçitte neyin nesi oluyordu? “Siz,” dedim kafamı yukarı kaldırırken. “Siz benim bir taşa dokunduğumu nereden biliyorsunuz?” diye sorduğumda gergince yutkundum. “Çünkü iki alem arasındaki geçitin açılması senin o taşa dokunman sayesindeydi!” dedi Edwin. Dudağında hafif bir gülümseme vardı. “Ve efendimizin yaşadığını öğrendik!” diyen Otis’e baktığımda o da tebessüm ediyordu. O taşa dokunmam güzel bir şeyin vesilesi olmuş gibiydi. ve o taşı en son annemin duvara açtığı deliğin içine koymuştum. Önünde ise büyük bir elbise dolabı vardı. hâlâ orada olabilirdi. Bu düşüncemi sesli bir şekilde dile getiren Valentino oldu. “Bu taş evde olabilir mi?” diye sordu. Yvonne ve Myron aynı anda başlarını olumsuz anlamda sağa sola salladı. “Evin her yerini taradık!” dedi Yvonne. “Bulamadık!” dedi bu sefer de Myron. Valentino ışık hızıyla yanında oturan kişilere bakmak için kafasını diğerinin üzerinde çok tutmadan sağa sola çevirmeye başladı ve yüzünde dehşete düşmüş bir ifade ile, “siz ikiniz,” işaret parmağını bu sefer kaldırıp Yvonne ve Myron’u göstererek, “Beraber. Tek başınıza. Kimse olmadan, geçiti mi aştınız?” diye sordu ve gözleri öfke ile bakmaya başlandı. Dur bir dakika! Yvonne ve Myron bizim eve mi gelmişlerdi? “Siz benim evime mi geldiniz?” diye sorduğumda biraz daha masaya doğru yaklaştığımda, dudaklarım şaşkınlıktan aralanmış, kaşlarım ise çatılmıştı. Yvonne umursamaz bir şekilde bir omuzunu kaldırıp indirdi fakat burnundan verdiği sesli nefesle yüzü biraz gerinmişti. Myron ise gergince yutkunup başını diğer tarafa çevirerek, Valentino ve benimle göz teması kurmadı. “Ne zaman peki?” derken sesimi birazcık alçaltmıştım. Bakışlarımda çok kısa karşı ve yan tarafımı kontrol etmişti. “Önce hanginizin sorusuna cevap verelim?” diye sordu Yvonne minik bir tiye alışla. Başını ağır bir hareketlilikle abisine çevirmişti. “Hâlâ beni ciddiye almıyorsun, küçük kardeşim!” dedi Valentino çenesi seğirirken. Fakat sesinin volümü yerindeydi. “Onların bir suçu yok Valentino. Onlardan yardım isteyen bendim!” dedi Edwin kollarını masanın üzerine yerleştirirken. “Çok tehlikeli olacağını biliyordun!” dedi Valentino’da, üst bedenini masaya eğerken. Renkli göz bebekleri yerinde duramayacak kadar çok titriyordu. “Ölebilirlerdi!” dedi ve dişlerini sıktırdı. “Yanlarında bende vardım, ölmelerine izin vermezdim!” diyen Otis’te Valentino’ya bakarak konuşmuştu. Otis’te mi benim evime gelmişti? Daha ne öğrenecektim burada belli değildi! “Taş onları koruduğu için birinin yanımızda olması yeterdi!” dedi Yvonne, Valentino’yu ikna etmek ister gibi. Hızla Yvonne’ye dönen Valentino, “sadece kısa bir süre geçerli. Orada başınıza gelen ufak bir talihsizlikle kalmanız uzayabilirdi, sonra da…” devamını getiremeden büyük bir yutkunuşun geçtiğini, boğazındaki adem elmasının yukarı kalkıp inişinden anladım. Gözlerini birkaç saniye kapatıp açtıktan sonra önüne döndü. Sonrasını herkes biliyordu, ben bile öğrenmiştim. Ölebilirlerdi! Ama neden ve nasıl? Aklıma sahip çıkmam gerekiyordu! “Üzgünüm!” dedi Edwin kısık sesle. Başını diğer tarafa çevirdi. Böyle bir şey onlardan istediği için pişman olmuştu. Valentino alayla güldü. Bakışlarını masaya sabitlerken, dudağının kenarı Edwin’in dediğine inanmamış gibi bir ifade ile yukarı kalkmıştı. “Haklısın,” dedi Edwin başını hafif omuzuna eğerken. “Üzgün olmak sizin ırklarda pek olmaz!” dedi. Yvonne dudaklarını kemirmeye başladı, gözlerini masaya indirirken. Valentino’nun ise gülüşü dudaklarında daha çok yayıldı. Sinirli ifadesinden eser yok gibiydi artık. Myron’da sandalyesine yaslanıp geriye doğru başına atarak Yvonne’ye baktı. Edwin yine onlara imalı imalı laf sokmalara başlamıştı! Bunu neden yaptığına anlam veremiyordum. “Uzun sürede olacağını sanmıyorum!” dedi Valentino’da gülüşünü silmeden. Otis’in ağzının içinde bir şeyler homurdandığını duydum ama fazla dikkatimi vermedim ona. Edwin sessiz kaldı. “Hadi gençler kalkın ve eğlenin ateşten yaratılan Aamon ve evlatlarına!” Büyük bir kalabalık masanın önünde bağıran adamın söylediklerinden sonra, ellerindeki kupa bardaklarını havaya kaldırıp tezahüratlar yapmaya başladılar. ağızları kulaklarında, neşeleri yerindeydi her birinin. Hepimizin dikkati artık kendi sohbetimizden ayrılmıştı. Köşedeki kişiler ellerindeki müzik aletlerini daha yüksek sesle çalmaya ve şarkılar söylemeye başladılar. “Aamon’nun şerefine!” dedi her biri. Masaya bir adam çıkınca, istemeden kendimi geriye doğru yasladım. Şapkamda biraz geriye doğru kaymıştı. Masanın üzerindeki adam ayaklarıyla bir ritim tutturup vurmaya başladı, fakat masanın üzerinde yer alan birkaçı tabak ve bardak yere düşmüştü bu hareketi yüzünden. Hemen, hâlâ içkinin tamamı duran bardağımı alıp iki elimle sıkıca tuttum. Daha bir yudum bile içmemiştim, düşmesini izin veremezdim! Ardından masaya eteklerinin kenarlarından tutarak bir kadın daha çıktı, bağırarak. Adamla birlikte karşılıklı şarkıya uyum sağlayarak dans etmeye başladılar. Bir taraftan da şarkıyı eşlik ediyorlardı. Diğer herkeste onları alkışlayarak karşılık veriyordu. Myron’un da masaya çıkmak için hareketlendiğini gördüğümde, istemeden dudağımda küçük bir tebessüm ilişmeye başladı. Fakat gözlerimi oradan çekmeme sebep olan şey Edwin’in sıcak nefesini yanağımda hissetmiş olmamdı. “Evde onları göremezdin Karina.” Dedi. Gülüşüm dudaklarımdayken yan döndüğümde Edwin ile göz göze geldim. O da gülüyordu iç ısıtan bir tebessümle. Kolunun birini sandalyenin başına diğeri de hâlâ masanın üzerindeyken başını bana doğru eğmişti. Az önceki sorduğum sorunun cevabını veriyordu sanırım. “Çünkü sen o an bara gitmiştin!” dediğinde sesli bir şekilde güldüğünde, benim kaşlarım çatıldı. Bara gittiği mi nereden biliyordu? Yalan söyleyip söylemediğini anlamak için iyice yüz ifadesine ve gözlerinin içine bakmayı sürdürürken gerçekten oraya gittiğimi bildiğini fark ettim. Dudaklarım bir karış aralanırken, kuruyan ağzımın içini ıslattım. “Sen benim oraya gitti-” diye soracaktım ki, Myron’un neşeli çığlığı lafımı böldü. Hızla masanın üzerinde deli gibi dans eden Myron’u gördüm. Myron, kaşları çatılmış bir şekilde oturan Yvonne’ye elini uzattı. Yvonne hızla başını sağa sola sallayarak bu teklifini geri çevirdi. Dudakları ise zorla tuttuğu gülüşünü saklamak için üst üste bastırdığını görüyordum. Belli belirsiz titriyordu, dudakları. Ewdin’e ise baktığımda, onun da çoktan Myron ve Yvonne’ye dikkatini verdiğini gördüm. Ben de onları izlemeye başladım. Myron ise duruşunu bozmadan Yvonne’ye bakmaya devam etti fakat bir anda Yvonne’nin elinde tutunca, Yvonne’nin dudaklarında önce şaşkınlık ardından yarım bir gülüş parladı. Valentino gözlerini devirerek içkisinden bir yudum alıp başını diğer tarafa çevirirken, Yvonne, Myron’un elinden tutup masaya çıktı. Myron’un ise ağzı kulaklarındaydı. Şarkı yavaşladığında, Myron ve Yvonne karşı karşıyaydı, birbirlerinin gözlerinin içine bakıyordu. Yvonne’in aksine Myron fazlasıyla mutlu ve heyecanlıydı. Kırmızı gül, kar gibi beyazsın Ormanın ve yoncanın kraliçesi Kalbimi sana emanet ettim Kırmızı gül, öyleyse gelinim ol… Müzik bir anda yükseldiğinde, Myron ve Yvonne kol kola girerek birbirlerinin etrafında dönmeye başladılar. Bu ikiliyi geniş bir tebessümle izlemeye başladığımda, bardaktan bir yudum alıp masaya bıraktım ardından ellerimi birbirine çarparak alkışlamaya başladım. Bedenimde ağır ağır sağa sola doğru hareket ediyordu müzikle beraber. Şarkının sözleri başladığında bu sefer Yvonne bağırarak söylemeye başladı. Myron ise susmuştu. Karaçalı ağacının şarkısını söylediği yerde Ve kuzgunun bilgece seslendiği yerde Hayaletlerin bataklıkta gezindiği yerde Ve iki kız kardeşin dans ettiği yerde Bu sefer kollarını değişerek, ters yönde kendi etraflarında dönmeye başladılar. Bu sefer şarkıya Myron başlarken, omuzlarını ve çenesini aynı anda dikleştirerek Yvonne’ye yukardan bakış atıyordu. Yanakları ise hafiften pembeleşmişti. Ormanlarında huzur buldum Ayrıca koruyucu ateşini de buldum Cücelerin bir numaralısı beni büyüyle bağladı Ben bir kez daha prens olayım diye İkisi de dönmeyi ve birbirlerinin kollarını tutmayı bırakıp birbirlerinden ayrılırken, karşı karşıya durarak göz göze geldiler fakat uzak sayılmazdı birbirlerinden. Ayakları masanın üzerinde her hareket ettikçe, masadan gıcırtı sesleri geliyordu. İkisi de aynı anda şarkıyı söylemeye başlayarak seslerini birbirine karışmasına izin verdi. Kırmızı gül, kar gibi beyaz Ormanın ve yoncanın kraliçesi Kalbimi sana emanet ettim Kırmızı gül, öyleyse gelinim ol… Öyleyse gelinim ol cümlesinde Yvonne susarken, Myron tek başına yüksek sesle söylemişti. Şarkının sözleri de, ikisinin dansı ve şarkıya eşlik etmeleri çok güzeldi. Hayranlıkla izlemiştim. Geriye doğru yaslanırken, gözlerim o an Edwin ve Otis’e çarptı. Gülüşüm yavaş yavaş dudaklarımdan kaybolmaya başladı. İkisinin de yüzleri düşmüş bir biçimde, kollarını masanın üzerine yaslamış bakışları ise hareketsizce boşluğa dalmıştı . O an kendime lanetler savurdum. Kendimi öyle kaptırmıştım ki dans ve müziğe onları tamamen unutmuştum. Aslında bu eğlenceye katılmak istemediklerini biliyordum çünkü onlar için eğlence değil, acılarını durmadan hatırlattıkları bir eziyetti. Kalbim sızladı ikisini de bu şekilde görünce. Onları düşünmeden, eğlenceye ortak olmuş ve acılarını yok saymıştım. Ah aptal Karina! Omuzuma değen ani bir dokunuşla, sırtımı yasladığım yerden geri çekip kafamı yukarı kaldırdım. Bu hareketimle, Edwin ve Otis’in de bakışlarının bana döndüğünü fark etmiştim fakat yanımda beliren Valentino’ya bakıyordum. Valentino otuz iki dişide görünecek bir şekilde üzerime eğilmiş, gözlerinin içi parlıyordu. “Bence bu gece üzülmeye yer yok sana, kalk ve eğlen benimle!” dediğinde, dizlerimin üzerine koyduğum elimi tutup yukarı kaldırdı. Gözlerim yuvalarından çıkacak kadar irileşince, şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemeden bir elime bir de tam karşımda kaşlarını çatmış bir şekilde oturan Otis’e baktım. Edwin’e sırtımı döndüğüm için yüz ifadesini göremiyordum. Ama ben onlar üzgünken eğlenemezdim, iyi olmazdı! Yüzümdeki ifadeyi görmüş olacak ki Valentino, “hadi ama Karina, bu şekilde oturmanı istemiyorum.” Deyip elimi daha sıkı tuttu. Gözleri bu sefer arkama kayınca, ben de omuzum üzerinden Edwin’e baktım. Gözlerinde derin bir hüzün, dudağında buruk bir gülümseme ile başını olumlu anlamda salladı. O da eğlenmemi istiyordu. Bir anda bileğime sıkıca sarılan elle kendimi sandalyeden kalkerken buldum. “İzin alınmıştır!” diyen Valentino beni arkasında koşar adımlarla dışarıya çıkarmaya başladı. Birkaç omuza çarpıp, beni kınayan gözlerle muhattap olmak zorunda kalmıştım. Fakat hiçbirine bir şey söylemeden başımı biraz daha öne eğmiş, sessizliğimi korumuştum. Valentino’yu takip eden adımlarım sonunda dışarıya çıktığında, tam karşıdaki bir evin önünde kadınların ve erkeklerin dans ettiğini gördüm. Başımı biraz yan tarafa doğru eğerek, daha iyi görmeyi amaçladım. Bazıları çatılarda alkış tutuyor, bazıları ise elinde tuttuğu bardaklardan büyük yudumlar alıyordu ve onlarda kesin içkiler vardı emiminim ki. Evlerin çatılarında ve duvarlarına gaz lambaları asılmış, bu saye de ışık ihtiyacı karşılanıyordu. Her yerden farklı şarkılar yükselse de, gülüşleri ve sesleri herkesin aynı anda eğlendiğini gösteriyordu. Dans eden grubun yanına vardığımızda, Valentino elimi bırakmıştı. Etrafımda dönmeye başladığında, bir taraftan da ayakları ve elleriyle şarkıya uyum sağlıyordu. Dudaklarım aralanmış bir şekilde etrafımda dönen adamı izlerken, sesli bir şekilde gülüp başımı önüme eğerek hafiften sağ sola doğru salladım. Yanaklarımın kızardığına emindim, çünkü yanıyorlardı. Onun dans edeceğini düşünmemiştim bu yüzden şaşkın ve utanıyordum. Omuzuyla sırtıma vurunca bir adım ileriye doğru sendeledim, ardından küçük bir kahkaha atıp tam karşımda durdu. “Hadi ama dans et, hiç evde dans etmez miydin sen? Direk gibi dikilme!” deyip yalandan kızıyormuş gibi kaşlarını çattı. Birkaç saniye düşündüm. Evde dans ediyor muydum? Hem de çok fazla dans ediyordum. Kardeşimle, annem ve babamla, arkadaşlarımla… Dans etmeyi severdim. Çenemi dikleştirip, “gözlerinin kanamasına hazır mısın?” dedim yalandan böbürlenirken. “Bir daha dans edeceğini göremeyeceğim için buna hazırım!” dedi Valentino bir kahkaha daha atarken. Derin bir nefes alıp eteğimin kenarlarından tutarak, diğer grubun dansına eşlik ettim. Etrafımda dönüyor, ayaklarımla zeminde şarkıya uyum sağlıyor, Valentino’nun koluna girerek birbirimizin etrafında dönüyorduk. Zeminden yükselen toz bulutu, burnumu acıtsa da umursamıyordum çünkü şimdiden kendimi fazlasıyla kaptırmıştım. Kahkahalar birbirimizin kulaklarında çınlıyordu. Kalbim şu anda mutluluktan dolayı hızlı hızlı atıyordu. “İşte böyle, işte böyle!” dedi Valentino kollarını havaya kaldırmış beni alkışlarken. Kafamı geriye atıp büyük bir kahkaha atıvermiştim. Hayatımda hiç eğlenmemişim gibi farklı ve ilk gibi geliyordu. Gözlerim duvara yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirerek beni izleyen Edwin’in buruk gülümsemesiyle karşılaşınca dans etmem yavaşladı fakat Edwin devam etmemi ister gibi el hareketi yapınca, gülüşüm yayıldı dudaklarımda ve dans etmeye devam ettim. Birkaç tiz çığlıkla şarkılar durdu o an. Bir anda herkesin yüzü tedirginliğe boğulunca, Edwin’in duvardan hızla sırtını ayırıp buraya koştuğunu gördüm fakat gözlerimi ondan çekerek arkamı dönüp neler olduğunu anlamaya çalıştım. Çatıların üstündeki kişiler ayağı kalmış, ellerindeki içkileri yere dökmeye başlamışlardı. Fısıldaşmalar arttı. Birbirinin arkasına saklanan insanlar buraya doğru yığılmaya başladı. Yanımda duran Valentino’ya endişe ile baktım. Kaşlarını çatmış, ileriye bakıyordu herkes gibi. “Ne oluyor?” diye sordum. Koluma değen dokunuşla yerimden zıplamış omuzumun üzerinden başımı geriye çevirdiğimde, arkamda Edwin’i gördüm. Yvonne, Otis ve Myron koşarak yanımıza vardılar. Edwin’in parmakları daha çok sardı kolumu. “Bu saat de gelmezlerdi?” soran gözlere Yvonne’ye baktı Edwin ama Yvonne cevap vermek yerine tam önüme geçip Valentino ile yan yana durdular. İleriye baktığımda, karanlıkta buraya doğru gelen birkaç karanlık siliüet gördüm. Gözlerimi biraz daha kısıp gerçekten görüp görmediğime emin olmak istedim fakat buraya doğru gerçekten birileri geliyorlardı. “Gel Karina!” Edwin beni çekiştirerek, iki binanın arasındaki karanlık dar bölmeye soktu. Myron ve Otis’te bizi takip ettiler. Edwin başımdaki şapkayı biraz daha alnıma kadar çekip, “otur Karina!” dedi fısıldayarak. Dördümüzde dizlerimizi kırıp yere çömeldik. İnsanlar git gide buraya yığılıyordu, bu yüzden sadece bacaklarını ve yan profillerini görebiliyordum. Tedirgin bakışlar karşıdaydı. “Tarafsızların cesur ırkı!” dedi soğuk yabancı bir erkek sesi. Birkaç kişinin alay içeren kıkırdaşmalarını işittim. Hızla çarpan yüreğim soluk almamı zorlaştırıyordu. Elimin birini önümde oturan Edwin’in omuzuna elimi koyup bana bakması istedim. Yine yabancı bir erkek sesi duyuldu. “Size tüm ırkların efendisinden selam getirdim!” dedi. Edwin bana doğru çevirdi gözlerini. Kaşları çatık, sarıya çalan gözleri buz gibiydi. “Kim bunlar?” diye sordum alçak sesle. Edwin başını belli belirsiz sağa sola sallarken, toplanan birkaç kişinin alkışladığını ve iltifatlar ettiğini duydum. “İblis’in Evlatları!” dedi Edwin. Soluğum kesildiğini ve sadece gümbürtüyle atan kalbimin sesini duymamı sağlayan kulaklarımın battığını hissettim.
Devam edecek...
|
0% |