@kadrisyazar_
|
ÖLÜ RUHLAR DÖNGÜSÜ
1.BÖLÜM
Yıllar öncesinde, beş ırk tüm evreninin yaratıcısı olan Işık Tanrı'sıyla büyük bir savaşa girmişlerdi. Fakat beş ırkın yanında bulunmak istemeyen diğer ırklar, Işık Tanrı'sının yanında yer alarak, bu savaşı sonsuza kadar kaybetmelerine neden olmuştu. Savaşın galibi olan Işık Tanrı'sı onları sonsuza kadar, Araf’ta; cehennem ve cennetin ortasında yalnız bırakarak, kaderlerini yaşaması için yalnız bırakmıştı. Aç, susuz ve bir o kadar yalnız kalan bu ırk, bu iki yerin ortasında sıkışıp kalarak, acı ile yüzleşmişlerdi. Atalarının, Işık Tanrı'sına karşı yaptığı bu savaşta acı çeken sadece çocuklar olmuştu. Çünkü Işık Tanrı'sı söz vermişti yanında savaşan herkese. Acı onları yok edene kadar onlara insaf yoktu. Yok olana kadar devam edecekti Araf’ta kalmaları. Beş ırk başka birine köle olmaktansa, sonsuza kadar acı çekemeye razıydılar. İşte bu yüzden beş ırktan sadece dördü, Araf’ı daha yaşanabilir bir yere döndürmek için birleşmişlerdi. Yer altının Sürüngenleri, Orman’ın Sonsuz Koruyucu Perileri, Deniz Suyuna Hakim Siren’ler ve Ateşin Evlatları İblis’ler. Bu ırklardan ayrılıp, Işık Tanrısı bir gün onları affedeceğine inandığı, ve kendilerine Tarafsız diye adlandırmayı seçen ırktı. Kimseye diz çökmemek, hiçbir yaratıcının emrinin altına girmeyecek kadar gururlu ve intikam alacak kadar kindarlardı. Ama bilmedikleri bir şey vardı ki, asıl düşmanları kendileriydi. Tüm yaşayan ırkların bildiği bu beş ırk, kötülüğü kendilerine elbise diye dikip, üzerlerine giymişlerdi. O gün dört ırk, Cehennem Tepesi'nde buluşmak için yuvalarından ayrılarak, tepeye gitmişlerdi. Hepsi kendi özelliklerini yansıtacak taşları oluşturup, tüm hayatı onları verecek bir enerjiye dönüştürmüşlerdi. Dört taşı yarattıktan sonra, hepsi taşlarını alarak kendilerinin ait oldukları yere dönmeden, yarattıkları taşlara yemin ettiler. Her ırk kendi taşını koruyup kollayacak, diğer ırktan hiçbiri taşı almak için düşmanca girişimde bulunmayacaktı. Bu yemine sonsuza kadar sadık kalacaklarına söz vererek, Cehennem Tepesi'nden uzaklaşmışlardı. Ta ki tüm evrenin gerçek düşmanı olan aşkın, bütün ırkları mahvedecek kadar büyük etkisi altına girene kadar…
“Karina North” Saat 23.30 ve dışarda şiddetli yağmur yağıyordu. Gök yüzünde çakan şimşek sokakları net görebileceğimiz şekilde aydınlatıyordu. Yağmurları hiç mi hiç sevmezdim. İçimde anlayamadığım duygulara yer veriyordu, sanki bana yaşamadığım fakat onları hissedecek kadar büyük anılar bırakmış gibiydiler. Bu hissi hiçbir zaman açıklayamıyordum. Bu yüzden yağmurlu havaları sevemiyordum. Ailemle birlikte akşam yemeğimi yedikten sonra, odama çıkmıştım. En sevdiğim müzikleri dışarıya çıkmayacak kadar sesini açarak, tabletten bir şeyler bakmak için yatağa uzanmıştım. Birkaç gün sonra doğum günüm vardı. Artık yirmi dört yaşında olacaktım. Yaşlanmak kadar kötü bir şey yoktu herhalde. Ama büyümekte istiyordum artık. Ailemin baskısı olmadan yaşamak ya da kendi sorumluluğumu almak istiyordum. Çünkü yıllardır baskı altında yaşadığım bir hayatım olmuştu. Özellikle annemin yıllardır, baskısı üzerimdeydi. Bu yüzden okulu farklı şehirde değil de, yaşadığımız şehirde okumam için zorlamıştı. Bu da yetmezmiş gibi okul çıkışı arabayla alıp eve getiriyordu. Tüm arkadaşlarımı tanır, tanışmak için de zorlardı. Bu hareketlerinden rahatsız olduğumu dile getirip, Ona ne kadar itiraz etsem de günlerce ağlayıp bu fikirden beni caydırmıştı. Onu üzmemek içinde daha fazla ısrar edememiştim. Aslında onu da çok iyi anlıyordum çünkü yıllarca bebek sahibi olamamışlardı. Tüp bebek tedavisine başlayıp işe yaramayınca babam yapmaktan artık vazgeçmiş ama annem umudunu yitirmemişti. Ve sonunda da hamile kalarak, dünyaya gelmişim. Benden iki yıl sonra da erkek kardeşim Royan dünyaya gelmişti. Ona bu kadar baskı yaptıklarını görmedim. İstediğini yapmakta her zaman özgürdü. Onu kıskanmayı durduramıyordum içimde. Şimdi ise zar zor arkadaşlarımla doğum günü partisi düzenlemek için bir cafe tutmuştuk. Annemi ikna edene kadar akla karayı seçmiştim. Yanıma ise Royan’ı katıvermişti. Eğer gelmesine izin vermezsem bende gidemeyecekmişim. Bende mecburen gelmesine bir şey diyemedim. Şimdi ise tabletten elbise resimlerine bakıyordum. Askılı siyah bir elbise ve kenarı boydan boya yırtmacı vardı. siyah her şeye kombinlenecek kadar güzel bir renkti. Şimdi de bu elbiseyle iddialı olmak istiyordum. Doğum günüme bir çok kişiyi davet ettim. Onların içinde Lucas’ta olacaktı. Ona iyi görünmem gerekiyordu. “Ne yapıyorsun bakalım?” Yerimden sıçratacak kadar yüksek seste bağıran Royan’a, kucağıma düşen tableti fırlatmamak için zor tutuyordum. “Zevzek, ne diye sessiz geliyorsun odaya.” O kadar korkmuştum ki, yüzümden bunu anlayan Royan, sırıtarak yüzüme bakıyordu. “Abart istersen. Gayet sesli bir şekilde girdim odaya.” Yatağa zıplayarak yanıma uzandığı için, oturduğum yerden bende zıplamıştım. Duyma konusunda çok zayıftım. Bazen yanımdaki insanların sesini bile duyamıyordum . Arkadaş grubu içinde sağar insan olarak bile anılıyordum. Royan, başını omzuma yaslayıp ayaklarını da yatağın içine uzatmıştı. Resmen ayakları, yataktan dışarı çıkıyordu. Ne ara bu kadar büyüdü bilmiyordum. “Beğenmedim bu elbiseyi geç.” Parmağıyla tablete dokunarak, kaydırmıştı. “Hangisini giymemi tercih edersiniz beyefendi.” Tekrar elbiseyi ekrana getirmiştim. Başını omzumdan kaldırarak, eli ile anlatmaya başladı. “Şöyle ki; boğazı, kolları ve diz kapağına gelecek kadar bir elbiseye ne dersin. Ama bak siyah olabilir. Onda hem fikirim seninle.” “Yüzüme de peçe örtmemi ister misin?” Kafasını olur anlamında sallayınca, gülmemi engelleyememiştim. Bende kafamı onun kafasına yaslamıştım. “Tam bir şebeksin he.” Kafasının üzerine acıtmayacak bir şekilde vurmuştum. “Yeni bir yaşa giriyorsun. Yaşlanmak nasıl bir duygu söylesene?” Sanki kendisi benden on yaş küçük. Aramızda sadece iki yaş vardı. Buna rağmen yaşlı muamelesi görüyordum Royan tarafından. “Söylesene küçük kardeşim beyinsiz olmak nasıl bir duygu? Anlat bana bileyim.” Dediğim şey onu da beni de güldürmüştü. “Küçüklük fotoğraflarımızı açsana bakalım.” En sevdiğimiz aktivitelerden olabilirdi eski resimlere bakmak. Ne zaman bir araya gelsek bunu yapar, duygulanırdık. “Ağlamak istemiyorum.” Burnumu sertçe çektim. Öğürme sesi çıkararak, “midemi bulandırma ya.” Onu daha çok sinir etmek için burnumu çekmeye devam ettim. Yanımda kalkıp gitmek için doğrulduğunda kolundan tutarak durdurdum. “Şaka yaptım. Gel gel.” “Bende gitmiyordum zaten şaka, yaptım.” Dedi Royan. Tekrardan aynı pozisyonu alarak, tabletten galeriye açmıştım. Tüm eski resimler hem telefonda, hem bilgisayarda hem de tabletteydi. Silinme ihtimali olursa diye her yere atarak korumaya çalışıyorduk. İlk resim, Royan’nın eve ilk geldiği zamandı. Annemler onu bacaklarımın üstüne koyup uzatmışlardı. Ben de gözlerimi kocaman açmış, bacaklarımın üzerinde yatan çirkin şeye, korkarak bakıyordum. Ellerimi ise havada tutuyordum ona dokunmamak için. “Sanırım senden iğreniyordum.” Bu dediğim Royan’ı güldürmüştü. Diğer resim ise mutfakta her yeri dağıttığımız zamandı. Royan un içinde, ben ise onun başında dikilip annemden azar işitmeyi bekliyordum. “Korkmuş gözüküyorsun burada.” İşaret parmağıyla beni gösterdi. “Ne yapayım. Haline baksana, perişan durumdasın.” İkimizde kıkırdamıştık. Diğer resimdeyse, tüm ailenin masaya toplanıp doğum günümü kutladığı zamandı. Kocaman bir pasta, arkamda annem, babamın kucağında ise mumu kendisinin üflemesini isteyen Royan’dı. Resmi, onu ağlarken çekmişlerdi. O kadar ağlamış ki yüzü kıpkırmızı olmuş. Bu resimde ilk defa saçımın sağ ön tarafında yavaş yavaş beliren grilikti. Küçükken saçım kısa olduğu için belirgin değildi, şimdi ise saçımın ön tarafı tamamen o renkteydi. Annem ne kadar kesse de saçımla birlikte gri tutamlarda büyümeye devam ediyordu. “Saçın ilk defa burada belirgin olmaya başladı.” ev halkı endişelenip doktora bile gitmişlerdi. Çünkü ailede benden başka kimsede yoktu. Bu da ailemi korkutmuştu. Doktor da endişelenecek bir şeyin olmadığını söyleyip geri göndermişti. Ama annem ondan kurtulmanın çok yolunu aramıştı. Saçımın kendi rengi olan siyaha boyadı fakat boya akıp aynı renge geri dönmüştü. Şimdi ise o renkle yaşamaya alışmıştım. Hatta sevmeye bile başlamıştım. “Evet. Ama seviyorum öyle olmasını. Farklı bir hava katıyor.” “Bence de ama biraz ucube gibisinde.” Başının altından omuzumu çektiğimde, büyük darbenin geleceğini anlayarak elleriyle kafasını korumaya başladı. “Kalk git be buradan. Fotoğraflara falanda bakmıyoruz artık.” Kafasını koruyan kollarına bir iki tane vurdum. “Ne yapıyor bakalım bizim kuzucuklar burada?” Aralıklı duran kapıdan, annem ve babam bize bakıyordu. “Ne olacak anne ya saçımın ucundaki renge ucube diyor senin bu oğlun.” Yalandan sinirlenmiş gibi ses çıkarıyordum. “Ama ben o saça canımı veririm.” Odaya ilk giren babamdı. Yatağın ucuna gelerek, saçımın kenarında bulunan o rengi öpmüştü. “Öyle deme baba ya.” Bende onun yanağına bir öpücük kondurmuştum. Annem ise odaya girerek kapıyı kapatmıştı. Bakışları babamın üzerindeydi. “Canını vermene gerek yok. Alt tarafı bir renk sadece. İlerde kurtulabiliriz.” “Seviyorum ama ben.” Diyerek gri tutamları öne getirip incelemeye başladım. “Sende hiç hoşlanmazdın onlardan.” Ellerini koynuna bağlayarak yüzüme incelemeye başladı. “Hem siyah saç sana daha çok yakışıyor.” Ailemin hepsi siyah saçlıydı ve koyu göz rengine sahiptiler. Sadece ben yeşil gözlüydüm. Yüzümün düşmesini anlayan babam ve Royan araya girmişti. “Benim güzel kızıma her renk yakışıyor.” “Bence de. Farklı olması onu daha güzel yapıyor.” Eli ile gri tutamları parmağına dolamaya başladı Royan. “Benim kızım zaten çok güzel. Sadece ailesi gibi tek renk olsa daha iyi olur diyorum.” “Yeter Martina! Zaten yıllarca denedin rengi yok etmeye, bırak artık ki kızımız o rengi sevsin.” Babam biraz sert çıkışmıştı anneme. Babamın bu hareketine hiç aldırmayan bir ses tonuyla konuşmaya başladı annem. “Bir şey demedim canım. Zaten kızım benim ne dediğimi anlıyor.” Çenemi iki parmağıyla tutarak sevmeye başladı. “Yarın bir iş görüşmesi var Karina’nın. Uyusun yarın erken kalkacak hadi gidelim.” Eliyle annemi ve Royan’ı çıkarmaya başladı. yanaklarıma elini yaslayarak, alnımdan öperek, odadan ilk babam çıkmıştı. Onu takip edense, bana iyi geceler dileyerek çıkan Royan’dı. Diğerleri çıktıktan sonra, yatakta yanıma annem oturmuştu. Yatağın üzerinde, ekranda açık kalan fotoğrafa bakmak için alıp incelemeye başladı. yüzünde, o anıyı sanki tekrar yaşıyormuşçasına bir gülümseme belirmişti. “Anılarının hepsi gözümün önünde. Bir an olsun oradan gitmiyorlar.” Gözlerini ekrandan alıp bana çevirdi. Göz pınarlarında birikip parlayan göz yaşlarını görebiliyordum. Annem bana ne söylerse söylesin, sevgisinden hiç şüphe etmezdim. Bilirdim ki beni severdi. Ne söylerse söylesin ona kırılıp incinmezdim. İyiliğimi ve beni mutlu eden şeyleri istediğini bilirdim. “Yaşanan her anı benim için ne kadar önemli olduğunu bir bilsen keşke.” Kollarımı boynuna sararak kucakladım onu. “Tabi ki biliyorum anne. Ve bunu hepte hissediyorum.” “Sakın beni bırakma olur mu?” kurduğu cümleyi o kadar sessiz söylemişti ki, uzaklaşarak onu anlamadığım bir ifadeyle baktım. “Seni neden bırakayım anne?” bazen çok duygusal olabiliyordu. Hep böyledyi zaten. Bu yüzden bu halleri çok fazla beni şaşırtmıyordu. “Zaten iş görüşmen var yarın. uyusan iyi olur.” Parmak uçlarıyla, yanaklarından süzülen yaşları sildi. Ben ise gülümseyerek yüzüne bakıyordum. “İstersen sen de benimle gelebilirsin.” Başını hızlıca doğru söylüyor muyum diye yüzüme bakmak için kaldırdı. “Şaka yapıyorum tabi ki anne. Büyüdüm artık, bazı şeyleri kendim yapmam lazım.” “Bir şey demedim canım git kendin.” İşaret parmağını yüzüme doğrulttu, “Ama dikkat etmeni istiyorum, ne olursa olsun ara beni bilgilendir.” “Tamam anne ararım.” Bıkmış bir şekilde kurmuştum cümlemi. “Hadi git uyu sende yarın yine konuşuruz bunları.” “Gidiyorum peki. Hadi iyi geceler.” Yanaklarımdan öperek, odadan çıkmıştı annem. Biraz daha ikna etse beni iş görüşmesine bile kendi gitmek isteyecekti. Ama artık kendi ayaklarımın üzerinde durma zamanımdı. Annem karışamazdı artık hayatıma. Bizimkiler odamdan ayrıldıktan sonra, banyoda tüm ihtiyaçlarımı karşılayıp , kişisel bakımlarımı yaptıktan sonra odaya gitmek için annemlerin kapısının önünden geçiyordum. Tam o an babamın sesi duyuldu. “Karina artık küçük bir kız çocuğu değil.” “Benim için öyle. Yüzüne baksam o küçüklük hali aklıma geliyor.” Annemin sesi babama göre daha alçak çıkıyordu. “Büyüdüğünü ne zaman anlayacaksın.” Babamın sesi bu sefer daha gür çıkmıştı. “Sesini alçat!” Onları bu şekilde dinlediğim için, kötü hissediyordum bu yüzden odaya gitmek için bir adım atmıştım ki annemin sesi tekrardan duyuldu. “O saç renginden de kurtulmasını istiyorum. peşinde olab-“ annem cümlesini yarıda kesmişti. Kapıya doğru gelen adım seslerini duyunca, hemen odanın yanında bulunan duvarın arkasın saklandım. Annemin onları dinlediğimi bilmemeleri için nefesimi bile tutmuştum. Kapı açılıp, bir iki saniye koridora yansıyan ışığı izledikten sonra, ışığın sönmesi ile birlikte arkasından kapının kapandığını işittim. Saç rengimden dolayı peşimde kim olabilirdi? Ya da yanlış mı anladım veya annem mi yanlış bir cümle kurmuştu. Bir diğer seçenekse annem burada onları dinlediğimi anlayıp saçımın rengini değiştirmem için beni korkutmak istemiş bile olabilir. Çok geçmeden babamın sesi tekrardan duyuldu. “Kendine gel artık. Böyle bir şey olamaz." Babamın söylediğine karşı annem bir şey söylemedi. Odanın ışıklarının söndüğünü, kapının altından vuran ışığın kapanmasıyla anlamıştım. Tabi ki böyle bir şey olamazdı. Yine annemin paranoyaklarından biriydi. Duyduğum cümleleri aklımdan silerek, sessizce odamın yolunu tuttum. Devam Edecek…
|
0% |