@kadrisyazar_
|
ÖLÜ RUHLAR DÖNGÜSÜ
3.BÖLÜM
Kullandığım arabanın direksiyonundan elimi kaldırarak, avuç içimi yakan taşın bıraktığı izi inceledim. Git gide daha çok acıyordu ve kızaran nokta daha çok genişliyordu. İş görüşmesine gitmeden önce, elimi soğuk suyun altında epey bekletmiştim ama bir faydasını göremeyince, hemen evden çıktım. İşe yetişmem lazımdı, yoksa ilk işe adım atma deneyimim mahvolabilirdi. Şiddetli esen rüzgar, tüm arabaların gitmesini zorlaştırıyordu. Biraz daha devam ederse kasırga çıkma ihtimali çok yüksekti. Severek yaşadığım bu şehrin bu şekilde yok olmasını hiç istemezdim doğrusu. Kırmızı ışık yanınca, yavşça arabaya durdurdum. İşe geç kalmamak için kolumdaki saate baktım. Dışardan gelen ses yüzünden kafamı saatten kaldırark ön cama çevirdim bakışlarımı. Kirli, tüyleri birbirine karışmış olan bir kuş, arabanın ön tamponuna konmuştu. Bakışları etrafı izlerken, kafasını ön cama çevirdi. Birkaç adım atarak cama biraz daha yaklaştı. İlk defa bu kadar siyah, büyük bir kuş görüyordum. Bir kuşa göre büyük sayılırdı doğrusu. Camdan sanki beni görüyormuşçasına dikketle izlemeye devam ederken, elim ile ona kışt yaptım. Bu sefer bedenimi öne doğru uzatarak, camı bir iki kere tıklattım. Fakat hiçbir tepki vermiyordu. Sadece kafasını biraz daha aşağıya eğerek bakmaya devam etti. “Seni salak kuş.”Diyerek söylendim. Bu şekilde gitmeyeceğini anladığım da, kornaya basmanın daha iyi fikir olacağını bildiğimden, direksiyonun ortasında yer alan düğmeye bastım ve dışardan korna sesi duyuldu. Fakat uçmak yerine, kafasını gökyüzüne kaldırdı. Arabanın üstüne pisleme gibi olasılık yükesekti ve ben bunu hiç istemiyordum. Bu sefer kornaya arka arkaya bastım. Önümde duran aracın sahibi kapısını açtı. Tampona konan kuş hemen havalanarak uzaklaşmaya başladı. Benim korkum ise arabanın içinden çıkan kalıplı adam olmuştu. Bana doğru iki üç adım atarak, “Ne durmadan kornaya basıyorsun? Daha yeşil ışık yanmadı bile!” Camı yarıya kadar indirip, bana öfkelenen adamı sakinleştirmek için yüzümde mahcup olduğumu belirten bir yüz ifadesiyle ona seslendim. “Kusuruma bakmayın, arabanın tamponuna bir kuş konmuştu da ona bastım kornayı.” “Deli midir nedir ya? Kuş falan yok çocuk kandırıyor sanki.” Arkasını dönerek aracına doğru ilerledi, bir taraftan da bana söyleniyordu. “İyi günler beyefendi.”Derin bir nefes alarak, yarıya kadar açtığım camı geri kapattım. Yeşil ışık yandığında, adam arabasını hareket ettirip yoluna devam etti. Ben de çok beklemeden, arabayı sürmüştüm. “Aptal kuş yüzünden az daha kavga çıkıyordu.” Yanan elimin acısı ve bir de üstüne kavga çıksaydı, bu hayattan ümidimi kesmiş olacaktım resmen. Ben kendi kendime söylenirken, telefonumun zil sesi tüm arabanın içini doldurdu. Kulaklığımı kulağıma yerleştirirken ekranda arayan kişinin adına baktım. Arayan kişi, Gloria’ydı. Kendisi benim üniversiteden en iyi arkadaşımdı. Onu çok bekletmeden hemen telefonunu cevapladım. “Hey naber şekerim?” sesi yine her zamanki gibi enerjik ve neşeli çıkıyordu. Ona ayak uydurmak bazen yorucu olsa da bundan keyif alıyordum. “İyidir tatlım senden naber?” onun gibi sesimin canlı çıkması için uğraşmıştım. “Ben iyim iyi. Beni boş ver, iş yerine vardın mı?” Benim için benden daha çok stres yapıyordu. Bu yüzden en iyi ve en yakın arkadaşımdı. “Daha değil, ama az kaldı.” “Tamam. Varınca tüm ayrıntılarını anlat bana, ne olduğunu ne bittiğini okey.” “Okey okey.” Gülerek cevapladım onu. “Lucas’ta orada olacak değil mi? Seni yalnız bırakmaz umarım.” İşi Lucas ayarlamıştı. İş yeri onun tanıdığınındı, bu yüzden prosödür usulü benimle görüşmek istediler. Lucas’ta bu duruma çok aldanmamamı söyleyerek, bakımlı ve titiz bir şekilde iş yerine gitmemim daha iyi olacağını söyledi. “Bilmiy-“Lafımın yarı da kesilmesine neden olan şey, arabanın ön camına siyah bir şeyin çarpmasıydı. Ağzımdan çıkan çığlığa ve gözlerimi sımsıkı yumulmasına engel olamadım. Bu yüzden arabanın direksiyonunu kırarak yoldan çıkmasına sebep olmuştum. Arabaya neyin çarptığını ya da ne olduğunu anlayamamıştım. Tek şey kara bir görüntü ve çarpma sesiydi. Telefonun diğer ucundan Gloria’nın çığlıklarını duyabiliyordum. Fakat ona cevap verecek kadar kendimde değildim. Yavaşça gözlerimi açıp camın önüne neyin çarptığını görmek istedim. Fakat camın önünde bir şey yoktu, tek şey siyah bir tüyün cama yapıştığıydı. İlk önce, hattın diğer ucunda çığılığı telefonun hoporlörünü patlatacak olan, Gloria’ya cevap verdim. “Karina? Karina? Lütfen cevap ver lütfen!” “Gloria, buradayım merak etme.” Ensemde topladığım saçlarımın gri tutamları dışarı fırlamıştı bu yüzden gözümün önünü kapatıyordu. Sertçe yutkunmadan önce, gri tutamları kulağımın arkasına yerleştirdim. “Ne oldu? Kaza mı yaptın? İyi misin?” nefes almadan, sorularını art arda soruyordu. “Hayır hayır merak etme, sadece arabanın camına bir şey çarptı.” Emniyet kemerimi çözerek, bedenimi cama daha çok yaklaştırdım. Arabanın tamponun üstüne hareketsizce yatan bir kuş vardı. “Gloria, ben seni sonra ararım.” “Ne old-“ cümlesini tamamlamasına izin vermeden telefonu yüzüne kapattım. Torpidonun gözünden bir tane çöp poşeti çıkararak arabadan indim. Aynı siyah kuşu, arabanın tamponuna konarken görmüştüm fakat bunun kanadının ucu, kırmızı renkteydi. Almak için elimi uzattım, daha sonra bu düşünceden vazgeçtim çünkü hastalıklı olma ihtimali yüksek olabilirdi. Çıplak elle dokunmak iyi olmayacağını düşündüğümden, hemen eldiven ya da peçete tarzı bir şey var mı diye arabayı kontrol etmek için araca yöneldim. “Bugün ikidir, kuşlar beni rahat bırakmıyor.” yoldan çıkan araba yüzünden topraklı bölgeye girmiştim. Bu yüzden topuklu ayakkabılarla bu yerde yürümek işimi daha çok zorlaştırıyordu. Aracın kapısını açarak, torpidoda işime yarayacak bir şeyler aradım. Yoldan geçen birkaç araba vardı fakat biri bile ne olduğu sormak için arabasını durdurmamıştı. İnsanlık ölmüş resmen! Ben bir şeyler ararken telefonum tekrar çaldı. Lucas arıyordu. Telefonu açmak için elime aldım. Aramayı onaylamadan önce ekranda Gloria’nın birçok kere cevapsız çağrı bıraktığını gördüm. Tam konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki bana konuşma fırsatı vermeden, Lucas hemen araya girdi. “Neredesin sen kızım? İş için konuşacağın adamı zor tutuyorum burada. Hızlı ol hadi!” sesi öfkeli çıkıyordu. Uzun süre orada olduğunu düşünürsek sinirlenmesi normaldi. “Yoldayım zaten, biraz daha oyala, orada olurum.” “Çabuk ol Karina. Adamların sana ayıracak çok vakitleri yok.” Ben cevap veremeden telefonu yüzüme kapattı. Bu kadar agresif ve sinir bozucu olması, kafamın tasını arttırmasına neden oluyordu. Şu an kafamı bu çocuğa yoramazdım, öncelikle tamponumun üzerine ölü bir şekilde yatan kuşu kaldırmalıydım. Torpidonun gözünde bulduğum peçeteyi kaptığım gibi, hızlıca arabanın ön tarafına doğru yürüdüm. Gördüğüm şey ile, aslında göremediğim şey yüzünden olduğum yerde şok geçirmeme sebep olmuştu. Az önce burada yatan ölü kuş gitmişti! Nasıl gidebilirdi buradan? Hemen bakışlarım etrafı taradı, biri mi aldı? Ya da alıp ölü kuşu ne yapacaktı? Yer yarıldı da içine mi girdi bu kuş? Hemen eğilip arabanın altını kontrol ettim. Başka hayvan almış olabilirdi. Fakat yoktu kuş! Hayal mi bu yaşadıklarım? Gözlerimi bir iki kendime gelmek için kırpıştırdım. Saçmalama Karina, böyle saçma bir şeyin olma ihtimali olamaz, olamazdı da. Elimi alnıma hızlıca vurdum, avuç içimin yandığını unuttuğum için sızlamıştı. Vakit kaybetmeden arabaya binmek için yeltendiğimde, birkaç kuşun ötmesi dikkatimi çekmişti. Kafamı yukarıya kaldırdım. İki tane kuşun havada, birbirlerinin etrafında dönerek, ötüyorlardı. Yan tarafımdan gelen sesle oraya baktım. Siyah bir kuş tekrardan arabanın ön tamponuna konmuştu. “Ne oluyor ya bugün?” Kaşlarımı olayın saçmalığı yüzünden çatılmıştı. Vakit kaybetmeden, buradan gitmek istiyordum. Bugün kuşların yemeği olmak istemiyordum. Elime aldığım poşeti ve peçeteyi yan koltuğa atarak, arabayı hemen çalıştırdım. Ön tampona konan kuş havalanmıştı, yoldan çıktığım için tekrardan arabayı asfalta çıkarmam gerektiğinden geriye doğru sürdüm. Kolumun birini oturduğum koltuğa, diğerini ise direksiyona dayadım. Kafamı da arakaya doğru çevirdiğimde, iki tane kuşun arabanın arkasına konduğunu gördüm. Kornaya sertçe bastım. “Defolun gidin başımdan!” Arabanın içinde deli gibi bağırıyordum. Onları görmezden gelerek, arabayı yola çıkarıp, hiç vakit kaybetmeden iş yerine doğru sürmeye başladım. İş yerinin otoparkına arabayı park ederken aklımda bugün yaşadıklarım geçiyordu. Saçma bir şekilde ölen bir kuş ve onun ortadan kaybolması. Aracıma nedensizce konan diğer kuşlar. Onların bugün derdi neydi anlayamamıştım. Otoparktan, beni esir alan bu düşüncelerle birlikte çıkarken, şirketin girişinde kolları göğsüne bağlamış bir şekilde beni bekleyen Lucas göründü. Yüzünden bir şeylerin ters gittiğini anladım. Kaşlarımı ne oldu der gibi çatarak, bana öfkeyle bakan Lucas’a çevirdim. “Nerede kaldın? Burnundan soluyarak sorusunu sormuştu. “Buradayım geldim işte.” Her şey yolundaymış gibi cevapladım onu. “Sen buradasın ama görüşeceğin adam yok.” “Nasıl burada yok? Beklemesini söyleyecektin.” Tüm yolu boşuna mı geldiğim için mi üzülseydim ya da ilk iş görüşmemin başıma gelen saçma olaylar yüzünden iptal olmasına mı? “Sana ayıracak çok zamanları olmadığını da söylemiştim.” Kemerli burnunu, iki parmağıyla sıktırdı. Geç geldiğim için mi işimin iptal edilmesine mi bu kadar sinirlenmişti yoksa adamların karşısında mahcup olduğu için mi böyle davranıyordu bilmiyordum. Bu işe çok heveslendiğimi bilidiği için, beni yatıştırmak amacıyla bir adım önüme gelerek, kollarımın iki yanına ellerini yasladı. “Sana bir şans daha verecekler merak etme. Lütfen bu sefer daha erken gelmeye çalış.” Dudaklarımla dilimi ıslattıktan sonra, onu başımla onayladım. Cevap verecek kadar iyi durumda değildim. “İstersen bir kahve içelim, ne dersin?” sağ elimi kaldırıp, kolumu tutan elinin üstüne koydum. “Yok kalsın, zaten yorgunum bari evde gidip dinleneyim. Her şey için teşekkür ederim.” Tebessüm ederek, elinin üstünden kendi elimi çekmiştim. “Karina bu akşam parti var, aslında yani işin için bir partiydi…” kaşlarını kaldırarak, gözlerini devirdi. “Bu yüzden sanki işe girmişsin gibi davranabilir misin çünkü bu iş için baya kesin konuştum, küçük düşmek istemiyorum.” Tam tahmin ettiğim gibi, diğerlerine kendini büyük bir insan gibi anlattığı için rezil olmak istemiyordu. Lucas’ı kırmamak için onu onayladım. Dediğini yapacaktım. “Zaten haftaya kesin işe girersin. Sadece bir hafta önce kutlayacağız.” Ellerini iki yana açmış, gülümseyerek yüzüme bakıyordu. Umarım haftaya bu işe girerdim, yoksa annemin dizinin dibinde oturmaktan başka çarem kalmazdı. Hem benim için bir parti düzenlemeleri hoşuma gitmişti. Lucas’ın benden istediği şeyi onayladıktan sonra, eve doğru gitmek için yola koyuldum. Annemden gelen birkaç arama gözüme çarptı. Onu şu an aramak istemiyordum, sadece bugünü unutmak için yol boyunca beni sakinleştirecek müzikleri açarak keyiflenmek istiyordum. Yol boyunca sevdiğim müziklerin beni yatıştırmasına izin verirken, durmadan telefonumu rahat bırakmayan annemin aramalarına maruz kalmıştım. Bugün onun telefonunu açmamakta kararlıydım. Kesin iş görüşmesinin nasıl geçtiğini, ya da yol boyunca iyi gittim mi gibi sorular soracağını bildiğimden, her zaman yaptığı bu konuşmayı bugün dinlemek istemiyordum. Odama çekilip sabaha kadar uyuyacaktım ta ki aklıma bu gece arkadaşlarımın bana işe girdiğim için yapacağı parti gelmeseydi. Off bugün gerçekten yalnız kalmak istiyordum! Evin bulunduğu sokağa arabayla girerken, sokağın başında yaşlı bir kadının elinde tuttuğu küçük tasla, sanki arabanın içinde beni görüyormuşçasına beni izlediğini fark ettim. Gözlerimin içine baktığına adım kadar emindim. Siyahlar içinde olan bu kadının ayakları çıplak ve beyazlamış saçları, kafasına örttüğü şapkadan belli oluyordu. Arabayla tam önünde geçiyordum ki bir adım yaklaşarak elinde tuttuğu tası arabanın önüne doğru yaklaştırdı. Onun bir dilenci olabileceği aklımdan geçti. Arabayı yanında durdurarak, camı sonuna kadar indirdim. “Bana verebileceğin herhangi güzel bir şeyin var mı?” yakından yüzünün yıllara karşı çıkamadığının belirtileri olan kırışıklarla dolmuştu. Güzel bir şeyim yoktu ama karnını doyurabilemsi için bir miktar para verebilirdim. “Bekle teyzeceğim.” Diyerek, yan koltuğun üzerinde bulunan çantama doğru uzandım. İçinden para almak için çantamı dizlerimin üzerine koydum. Çantamı karıştırırken, arada beni izleyen yaşlı kadına bakışlarımı çeviriyordum. İçinden karnını doyuracağı kadar parayı çıkardım ve kadına uzattım. “Al teyzeciğim.” Parayı eline uzatırken, benim elimi kendi avuçlarının içine aldı. Avuç içimin kızarlıkığını fark etmiş olacak ki, yaşlı gözlerini bana dikti. Kendi elimi, onun ellerinden kurtarmak için geriye doğru çkemeye çalıştım ama o daha fazla sıkarak izin vermedi. “Elini sar!” Dedi. Sesi o kadar ürpertici çıkmıştı ki tüm bedenimin titrmesine engel olamadım. “Sar elini, sar elini!” “Bırak elimi!” Aynı cümleleri tekrar söylemeye devam edince, parayı avucuna bırakarak kendi elimi hızlıca ondan kurtardım. Arabayı çalıştırmadan önce, camı sonuna kadar kapattım. Arabanın arkasından yavaş adımlarla ilerliyordu. Dudaklarının hareketinden aynı sözcükleri tekrarladığını görebiliyordum. Yaşlı kadını sokağın ortasında bırakarak, kendi evime doğru yaklaştım. Arabayı evin önünde durduğumda, evin kapısının açılmasıyla bakışlarım o yöne doğru çevrildi. Royan hızlı adımlarla, bana doğru yaklaşıyordu. “Neredesin sen?” Yüzündeki ifadeden ve ses tonundan bir şeylerin çok yanlış gittiği belliydi. “Annem sana ulaşmaya çalışıyor, deli gibi evin ortasında bir kutuyla dönüp senin adını sayıklıyor.” Kutuyu bulduğumu anlamıştı. Şimdi sıçma vaktiydi! “Ne kutusu?” dedim haberim yokmuş gibi. Aslında vardı, içinde ve yanında olan oku da bulmuştum üstelik. “İş görüşmesine gittiğimi biliyor, ne diye bu kadar telaş yapıyor anlamadım?” “Ben de anlamadım, benim aramamı isteyince babam durdurdu. Bu yüzden odasına kapanıp dakikalarca seni aradı.” Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Burnumu çektikten sonra, yanan avuç içimi yüzümün önüne doğru kaldırdım. “Ne oldu eline?” hemen elimi tutarak incelemeye başladı Royan. “Ufak bir kaza sadece, endişelenecek bir şey yok.” Royan’ı inandırmak için sesimin umursamaz çıkmasına özen gösterdim. İşaret parmağını kızaran noktaya bastırınca, acıyla elimi geri çektim. “Salak mısın oğlum ya?” kaşlarımı çatarak, omuzuna bir tane yapıştırdım. “Kedi poposunu görmüş yara sanmış, seninki de o mesele he.” Gerçekten elimin ortası feci halde yanıyordu, yaşlı kadının garip bakışları ve söylediği cümleden sonra hemen elime bir krem sürüp, kızaran noktayı sarmam gerekiyordu. Kadının o hali beni epey tedirgin etmişti. Bu sokakta ilk defa böyle birini görüyordum. Bakışlarımı Royan’ın üzerinden almamı sağlayan, çatının üzerine konan siyah bir kuşun olmasıydı. Çatının tam ucuna konmuş, etrafını inceliyordu. Royan’a kuşu göstermek için koluna dokundum. Fakat kuş kanatlarını iki yana doğru açar açmaz, çatıdan aşağıya düşmeye başladı. Şokun etksiyle, aralanan dudaklarımın üzerine ellerimi kapattım. “Ne oldu?” diye soruna Royan’a, ona işaret parmağı kaldırıp, beton zeminin üstüne düşen kuşu gösterdim. İkimizde hemen, yerde harektesizce yatan kuşun yanına koştuk. “Bugün gördüğüm kuşların haddi hesabı yok! Ne oluyor onlara anlamıyorum.” Royan başını biraz daha eğerek kuşu yakından izlemeye başladı. “Bu çok büyük bir kuş, ilk defa böyel çirkin bir şey görüyorum.” Gözlerimi, Royan’a devirip kuşu incelemeye başladım. Bunun da kanadının ucunda kırmızı renkte lekeler vardı. İkimizinde kuştan dikkatimizi çekmemizi sağlayan şey, kapının şiddetli bir şekilde geriye doğru açılmasıydı. Kapının önünde, ağlamaktan kızarmış gözler ve elinde tuttuğu siyah bir kutuyla karşımızda annem belirmişti. Hızlıca kolumdan tutarak beni içeri çekti. “Anne, dur lütfen! Ne yapıyorsun?” kolumu öyle sıktırıyordu ki, elini biraz gevşetmek umuduyla kendi elimi üzerine koydum. “İçeri geç çabuk!” yüzüme bakmadan sadece bağırarak cümlesini kurmuştu. “Martina dur lütfen, delirdin mi sen?” babam ve Royan’ın yalvarışlarına kulak asmadan, odama doğru sürükleniyordum. Ayağıma giydiğim topuklular, yürümemi daha çok zorlaştırıyordu. “Anne yeter!” diye aynı şekilde bende ona bağırdım. Aniden durunca, yüzüme doğru yaklaştı. Gözlerini kocaman açmış bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu. Onu ilk defa bu kadar sinirlenmiş bir şekilde görüyordum. Bir kutuyu saklandığı yerden bulup içini açmamı neden bu kadar dert edip delirdiğine anlam veremiyordum. “Sana sadece yürü dedim!” kafasını yan tarafına doğru eğerek, gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı. Tekrar açtığında, arkamda duran babam ve Royan’a çevirdi bakışlarını. “Sakın odaya gelmeyin, herkes kendi odasına geçeçek ve perdeleri sonuna kadar kapatacaksınız!” tekrardan, öfkeyle bakan gözlerini üzerime çekti, “tek bir ışık bile odaya girmeyecek, odadan da kimse dışarıya çıkmayacak.” Dudaklarım annemin söylediği cümleleri anlamadığım için aralanmıştı. Başımı arkamda duran kişilere çevirdim. Hepsinin yüzünde annemin bu harektlerini anlamlandıramadığı için şaşkın ve bir o kadar da korku ifadesi yer almıştı. Babam bakışlarımdaki korku ve üzüntüyü anlamış olacakki, üzüntüsünü belli eden çatık kaşlarıyla, gözlerini benden alarak, anneme ve bana doğru yaklaştı. “Bak Martina, olayları aşırı büyütüyorsun sadece sakin olduktan sonra oturup konuşalım.” Annem, babamın bu söylediğine alay eder gibi güldü. Yüzünde oluşan bu gülümsenin yerini tekrardan aynı sert ifade aldı, “keşke sen de benim gibi biraz endişelenip olayı büyütseydin, belkide bu yaşadıklarımız başımıza gelmezdi.” “Anne niye böyle konuşuyorsun, ablamla olayın ilgisi ne?” ellerini iki yana açarak annemi sorgulayan bir ifade takınmıştı Royan. “Sen sus Royan! İkiniz de hemen odanıza çekilin. Gelip sizi de kontrol edeceğim.” Annem tekrardan aynı hızla beni koridorda sürükleyerek odama götürmeye başladı. Kafamı diğer aile üyelerine çevirdim. Royan, ellerini saç diplerinin içine geçirmiş, elinden bir şey gelmediği için öfkeli gözüküyordu, babam ise gözleri dolmuş ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Bakışlarımı onlardan alarak, beni odanın içine doğru fırlatıp yere düşmemi sağlayan anneme yönelttim. Yere çok sert düşmemek için avuç içlerimi yere yasladığım için, yanan elim daha çok acımaya başladı. Canımın yanmasından dolayı boğazımdan küçük bir inilti çıkmıştı. Hemen elimi havaya kaldırarak kontrol ettim. “Elini uzat bana!” Bu sefer sesi, sinirden çok endişeli çıkmıştı. Hızlıca önümde dizlerini kırarak oturmuş elimi ise kendi elinin içine almıştı. Yanan noktaya sadece bakıyordu, hiçbir tepki vermeden sadece bakıyordu. “Anne.” Dedim sesimin mırıldanmadan farksız bir şekilde çıkmasına engel olamamıştım. Ona seslendikten sonra, gözlerini elimden çekerek yüzüme baktı. “Kutuyu buldun mu Karina?” yüzüme doğru yaklaşarak, sorusunu sessizce sormuştu. Tekrardan yaklaşınca, başımı bende geriye doğru çektim. “Sana soru sordum Karina, buldun mu onu?” gözlerinin içine bakmamak için kafamı aşağıya eğmiştim. Burnumu sertçe çekerek, onu sadece kafamla onayladım. Oturduğu yerden hızlıca ayağı kalktı. “Taşa dokundun mu?” bir anda bağırınca, oturduğum yerde sıçramıştım. “Anne neden böyle davranıyorsun..?” kafamı yukarıya kaldırarak onunla göz teması kurmaya çalıştım ama o odanın içinde ileri geri gidiyor, iki elinin arasına aldığı kutuya sımsıkı sarılıyordu. Tekrardan akan burnumu çektim. Göz yaşlarımın yanaklarımdan süzülmesini engelleyemiyordum. “Sadece bir taş, senin için bu kadar değeri ne?” “Sus Karina sus! Düşünüyorum sus!” adımları bu sefer hızlanmıştı. “Neden saklıyordun o taşı? Niye? Nedenini söyle bana?” ellerimi dizlerime yaslarken, ağlamam daha çok artmıştı. “Kalk çabuk, banyoya gidiyoruz. Elini sarıcaz.” Tekradan kolumu tutmuştu ama bu sefer ki tutuşu öncekine göre daha yumuşaktı. Ayağa kalkarken, topuklu ayakkabı yüzünden ayağım hafif burkulmasıyla ayağımdan çıkararak kurtulmuştum onlardan. Annem kolumu bırakmadan, banyonun kapısını açtı ve yan tarafta bulunan düğmeye basarak içerinin aydınlanmasını sağladı. Elinde tuttuğu siyah kutuyu lavabonun üstüne koyup, musluğu açtı. “Uzat elini.” Dedi komut veren bir sesle. Elimi soğuk suyun altına tutunca, sanki elimi ilk defa ateşin üstüne koyup yakmışım ki acıyla kıvranmamı sağladı. “Elini sakın çekme.” Gözleri lavabonun üstüne koyduğu kutuya bakarken, bir taraftan da üst dolapların içini karıştırıyordu. Gözlerini ordan alıp, bir şeyler aradığı yere baktı. Hemen merhem ve sargı bezi çıkardı dolaptan. Bileğimden tutarak, suyun altında tuttuğum elimi çekti. Yan tarafta bulunan havluyla elimin içini açıtmadan silip kuruttu. Merhemi elimin üstüne sıkıp kendi eliyle kızaran noktaya iyice yaydıktan sonra, sargı bezini önce elimin ortasından geçirdi, sadece parmaklarımın dışarda kalacak bir şekilde tüm elimi sardıktan sonra, lavabonun üstüne koyduğu kutuyuda alarak banyodan çıktık. Odaya girer gimez, ortasına yürüyerek pencerelere yöneldi. Önce etrafı inceledi ardından rüzgardan dolayı kapattığımız pencerelerin perdesini sonuna kadar kapatarak, tüm odayı karanlığa boğdu. “Anne daha saat erken niye perdeleri çekiyorsun?” sarılı olan elimi endişeli bir şekilde okşuyordum. Acısı hafiflemişti hatta gitmiş bile diyebilirdim. “Bu odadan benim iznim olmadan tufalete bile gitmeyeceksin.” Kaşlarımı çatmış, bana niye bu şekilde işgence yapan kadına bakıyordum. Delirmiş gibi gözüküyordu, hayatım boyunca yaptığı her şeye susmuştum ama şimdi bu yaptığı tüm şeylerin yanında ne kadar küçük kaldığını gösteriyordu. “Anne, lütfena artık durur musun? Çünkü beni bu hareketlerin korkutuyor.” Omuzları düştü, başını yana eğerek, yüzünde bir tebessüm belirdi. pencerenin önünden ayrılarak, ağır adımlara bana yürümeye başladı. Tam önümde durarak, yanaklarımı avuçladı. Bu hareketleri, şu anda kaçıp saklanmam için ittiriyordu ama kendimi durdurdum. “Her şey senin iyiliğin için, ne yapıyorsam sen zarar görme diye.” Benim iyiliğim için mi? Bu şekilde davranması daha çok zarar verdiğinden haberi yoktu. Sadece bana değil tüm aile üyeleri zarar görüyordu. Üstelik en çok etkilenen kendisi olmasına rağmen. “Şimdi odandan çıkacağım, sakın ben çık demediğim sürece adımını dışarı atma.” Cümlesini tebessüm ederek kurmuştu ama içindeki yaparsam neler olacağını tahmin etmemi sağlıyordu. “Ben çocuk değilim anne. Bu şekilde davranamazsın, hem de hiç birimize.” Geriye doğru bir adım atarak, yanağıma değen elinin yere düşmesini sağladım. Aniden kaşlarını çatarak, o da bir adım geriye çekildi. Yanında durduğum kapıyı sonuna kadar açıp yüzüme baktı. “Sana son uyarım Karina. Bu odadan dışarı çıkılmayacak ve sende ben dışarı çıkar çıkmaz kapıyı kitleyeceksin.” Odadan çıkar çıkmaz kapıyı sertçe arkasından kapattı. Bir daha bağırmasını istemediğim için, dediğini yaparak kapıyı kitledim. Sırtımı kapıya yaslayıp, kayarak yere oturdum. Ensemde toplmama rağmen, bu olaylar yüzünden dağılan saçlarımı tamemen açarak yan taraflarıma dökülmesine izin verdim. Başımı kapıya dayayıp bu yaşadıklarımın birer rüya olmasını diledim. İş görüşmesine gittiğim kıyafetlerimi çıkardıktan sonra daha rahat bir şeyler giyinerek yatağın içine girmiştim. Evdeki tüm sesler kesilmiş, kimseden çıt çıkmıyordu. Arada annem kapıyı tıklatıp odada mıyım diye kontrol etmek için uğruyordu. Perdeler hala kapalıydı ve karanlık çoktan çökmüştü. Taş yüzünden yakılan elime baktım. Sargıyı sardıktan sonra gün boyu acıyan yara, şimdi ise hiçbir şey olmamış gibi tepki göstermiyordu. Belki de havayla temas ettiği için bu kadar acıyordu. Bilmiyordum. Telefonuma gelen mesaj sesi ile elimi sargıdan çekip yatağın üstündeki telefonu elime aldım. Mesaj Lucas’tan gelmişti. “Seni bekliyoruz cafede. Ne zaman gelirsin?” onlara daha, eve annem yüzünden anlamadığım bir şekilde odama kitlendiğimi söylememiştim. “Sanırım gelemeyeceğim. Üzgünüm!” diye mesaj attım. Çok geçmeden Gloria beni aradı. Sanırım Lucas ile birliktelerdi, gelmeyeceğimi ona söylediği için hemen aramak istemişti. Telefonu hemen açtım. “Karina, nasılsın?” “İyiyim Gloria sen nasılsın?” ona da şimdilik neler olduğunu anlatmak istemiyordum. Bu yüzden iyim numarası çekmek daha iyi olacaktır. “Iı şey Karina, bugün benim canım biraz sıkkın da acaba bir şeyler yapmak için dışarı mı çıksak?” haberimin olmadığını sanıyordu partiden ama Lucas çoktan bana haberi vermişti. Şimdi de partiye gidemediğim için bu numarayı deniyordu. Onların inanması için arabanın tamirde olacağını ve yanına gelemeyeciğm yalanını söyledim. “Üzgünüm Gloria, araba bozuk. Lütfen yanında olamayacağım için affet beni. Söz bunu çok iyi bir şekilde telafi edeceğiz.” “İstersen seni ben alayım.” Kapalı perdenin arkasından gelen ses ile sırtımı yatağın başlığından ayırıp öne doğru biraz uzandım. Gloria’nın beni ikna etmek için bir şeyler söylediğini duyuyordum ama şu an dikkatim, camın tıklatılmasındaydı. Birkaç kere vurmaya devam edince, ses kesilmişti. “Ne dersin gelip alayım seni?” “Bilmiyorum Gloria, biraz düşüneyim seni ararım.” Bakışlarım hala perdelerdeydi. Sesi bir kez daha duymak için yorganı üzerimden kaldırıp, yatağın üstünden aşağıya indim. Telefonu kapattıktan sonra, yavaş adımlarla pencereye doğru ilerledim. Az önce sanki pencereye küçük taş parçası atılıyormuş gibi ses çıkıyordu. Şimdi ise ses gitmişti. Pencerenin önüne çektiğimiz kahverengi gece perdesinin kenarından tuttum. Rüzgar çoktan durmuştu, sokaklardan ne araba sesi ne de hiçbir canlıya ait ses duyulmuyordu. Bir anda penceremin tıklatılması beni germişti. Perdeyi açıp dışarıyı izlemek istedim. Tam perdeyi açmak için yeltenmiştim ki, arkamdan gelen küçük fakat duyacağım bir şekilde kapının tıklatılmasıyla aniden yerimden sıçrayıp arkamı dönmüştüm. Elimi kalbimin üzerine koyarak sakinleşmesini bekledim. Kapı bir kez daha çalındı. “Karina!” adımı fısıltıyı andıracak kadar kapının arkasından gelmesi, kimin olduğunu anlamamı zorlaştırmıştı. “Benim Royan.” Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. Önünde durduğum perdeye birkaç saniye baktıktan sonra adımlarımı, Royan’a kapı açmak için o tarafa yönlendirdim. Kapının kolunu öne doğru bastırdım, diğer elimi de anahtarı çevirmek için tuttum. Çok ses çıkmasını engellemek için kapıya öne doğru baskı yapıyordum. Anahtarı çevirdim ve kapıyı yavaşça kendime doğru araladım. Elinde tuttuğu bir paket ile karşımda Royan duruyordu. Tedirgin bir şekilde başıyla koridoru inceliyordu. Kolundan tutarak içeri çektim onu. “Royan, annem buraya geldiğini görürse canını okur.” Umursamaz bir tavır takınarak kaşlarını havaya kaldırıp omuzlarını silkti. “Annem hepimiz sonsuza kadar burada tutacak değil ya.” Bakışları beni baştan aşağıya doğru süzdü. “Niye hazır değilsin sen?” Dudağımın kenarı yukarı kaldırıp onu anlmayan bakışlarımı yüzünde gezdirdim. “Nereye hazır değil miyim?” bende onu baştan aşağıya süzdüm. “Hem sen neden tişört, pantolonlasın ve üzerinde ceket var?” Royan evde olacak ve bu şekilde evin içinde gezecek. Her zaman rahat bir şeyler giyerek keyfine bakan bir çocuktu. “Gloria aradı beni, bu akşam parti varmış ama senden saklamamı istedi. Sonra seni zorla hazırlatıp partiye götürmemi söyledi.” kollarımı kucağımda birleştirerek Royan’a baktım. “Benden saklamanı istemiş kız, sen ne diye söylüyorsun bana?” “Ya doğru da, şimdi saklasam ölsen gelmezdin benim dediğim yere. Mecbur söylemem gerekiyordu.” Yani haklıydı, asla gitmezdim onunla. “Evden nasıl çıkacağız? Arabayı da kullanamayız.” Elinde tuttuğu paketi yatağın üstüne fırlatıp pencerenin önüne gelerek perdeyi sonuna kadar açtı. Onu durdurmak için ağzımı açmıştım ki artık çok geçti. Perdeyi açmış, gurur duyan bir ifadeyle, “İşte buradan çıkacağız.”diyerek eliyle pencereyi gösteriyordu. “Gloria bizi sokağın başında bekleyecek, onun arabasıyla gideceğiz partiye.” Aslında iyi fikirdi. Pencere yere çok yakındı, atlamak zor olmazdı. “Umarım Gloria’ya annem bizi eve kitlediğini söylemedin.” İşaret parmağı ona doğrultarak bir adım yaklaştım. “Saçmalama aptal kardeşim, söyler miyim hiç?” yalandan sırıtıp, gözlerini hızlı hızlı kırpıştırdı. Söylemişti! Harektlerinden belliydi. “Ya iyi misin sen, niye söylüyorsun?” sesimin çok çıkmaması için dikkat ediyordum. Gloria yakın arkadaşımdı ama koca kız olduğum halde annemin beni eve hapsetmesi beni utandırıyordu. “Şşt sakin ol, hem bak sana ne aldım?” benden kurtulmak için hemen yatağın üstüne attığı pakete tedirdigin bir şekilde yürüdü. Bana bir şey mi almıştı? Durup dururken hem de. Yüzümde oluşan gülümsemye engel olamadım. “Aslında doğum günün için almıştım ama bu partide giyinmeni daha çok istiyorum. Yani bilmiyorum doğum günün de bile annemin dışarıya izin vermeyeciğini tahmin ediyorum.” İkimizinde yüzünde buruk bir gülümseme peydah oldu. Bu dünya da birbirimize iyi geleceğimiz sadece ikimiz vardık. Beni düşünüp hediye alması çok mutlu etmişti. Ortamız da tuttuğu hediye paketine rağmen boynuna kollarımı doladım. “Seni çok seviyorum kardeşim.” Dedim mırıldanarak. “Bende seni çok seviyorum abla.”o da benim gibi mırıldanarak söylemişti. Boynuna sardığım kollarımı, geri çekerek elinde tuttuğu paketi aldım. ikimiz de beraber yatağın ucuna doğru oturarak, hediye paketini açmaya başladım. Geçen gece tabletten baktığım elbisenin aynısıydı bu. Almamam için saçma şeyler söylemişti ama şimdi bu hediyeyi alarak mutlu etmişti beni. Havaya kaldırdığım elbiseyi kucağıma koyarak, yanımda oturan Royan’a baktım dolu gözlerle. “Mutlu olman için ne gerekirse yaparım abla.” Bu sefer ilk sarılan o olmuştu. “Ben de kardeşim bende.” “Tamam bu kadar emotion yeter. Çabuk hazırlan da çıkalım.” Gülümsyerek kafam ile onu onayladıktan sonra, yavaşça kapıyı açarak dışarı çıktı. Bende çok oyalanmadan üzerimi değiştimek için hazırlanmaya başladım. Annem gelmeden tüm hazırlıkları yapmış, annemden arakladığım küpeleri odanın ortasında takmaya çalışıyordum. Royan’da yatağın ucuna oturmuş, beni inceliyordu. Az önce geldiği kıyafetler hala üzerindeydi. Sadece deri ceketini giymişti. “Resim de bu kadar yırtmacı görünmüyordu. Başka elbisen var mı Karina?” sağ bacağımın komple yırtmaçtan dolayı açıkta kalıyordu. Bakışlarını oradan alarak yüzüme çevirdi. Söylediği şey yüzünden gözlerimi devirmekten alıkoymamıştım. “Ben ciddiyim!” işaret parmağıyla kendini göstermişti. “Royan sus şimdi, annem gelmeden çıkmamız lazım.” “İyi peki, bir şey demiyorum.” Altına giyeceğim topuklu ayakkabılarımı elime aldım. “Sen önce çık.” Royan pencerenin önüne gelerek, camı açtı. Pencerenin önünde çatı bulunuyordu. Onun üzerine bindikten sonra aşağıya inebilirdik. Telefonumu da, elimde tuttuğum topuklu ayakkabıları da onun eline verdim. Çatının üstüne tırmandıktan sonra beni beklemeye başladı. Annemin elime sardığı sargıya baktım. Bu gece bunu takmama gerek yoktu. Annem bizim yokluğumuzu fark etmeden eve dönmemiz lazımdı. Gelince de sargıyı tekrar takardım. Acıya da biraz katlanabilirdim herhalde. Sargıyı elimden söküp, yatağın altına koydum. Eteğimi biraz yukarı doğru çekerek, sağ bacağımı pencereden dışarıya doğru aşırdım, sol elimi de Royan’a doğru uzatıp beni yukarı çekmesine izin verdim. Artık çatının üzerindeydim. Sabah şiddetli esen rüzgarın yerini sadece ılık bir esintiye bırakmıştı. Çatının tepesinde olduğumuz için ılık rüzgar tenimizde narin dokunuşlar bırakıyordu. Temiz havayı solumak çok iyi gelmişti. Çatının duvarına babamın önceden dayadığı bir merdiven vardı. Royan merdivenlerden inmeden önce elinde tuttuğu eşyaları bana verdi. Daha sonra merdivenlerden önce kendisi indi. Bakışlarım tekrar açık pencereden görünen odamın içine göz gezdirdim. O kapı bir anda açılıp bağırarak annem girebilirdi. Odamın hemen yanında onların odası vardı, yanı pencereden başlarını çıkarsalar hemen bizi görebilirlerdi. Fakat odalarının ışıkları yanmıyordu, sanırım ikisi de uyuyordu. “Karina!” merdivenlerden aşağıya inmiş, bakışları yukarda olan beni izliyordu. Önce topuklu ayakkabılarımı fırlatmak için dizlerimi kırarak çatının ucuna dayadım. İlk önce tekini attım, onu yakalayınca hemen diğerini de atmıştım. “Telefonumu iyi tut. Bir şey olursa kafanı ezerim.” Fısıldayarak onu uyarmıştım. “Ya gönder sen!” telefonumu da aynı yavaşlıkla fırlattım. Tek gözümü açmış bir şekilde, düşen telefonumu tutmasını korkuyla bekliyordum. Telefonu tutunca, sırıtarak salladı. “Benden uçan bile kaçamaz.” “İyi, beni de sağlam tut.” Hemen eteği önümde toplayıp , arkamı Royan’a dönerek merdivenin basamağına ayağımı dayadım. Merdivenin, biraz yukarısında, Royan’nın elini belimde hissettim. “Evet, çok iyi.” Merdivenden iner inmez önümde topladığım eteğimi serbest bıraktım. “Sokağın başında bekleyecek bizi.” Royan’ı başım ile onayladıktan sonra, yalın ayak arabaya koşmaya başladık. Umarım annem uyanıp odalarımız da olduğumuzu fark etmezdi. Sokağın başında siyah bir araba ışıkları yanmadan öylece bekliyordu. Bizi fark etmiş olacak ki sinyallerini hemen yaktı. Ayak yalın arabaya doğru yürüdüm, camı yarıya kadar indirip konuşmaya başladı Gloria. “Hiç gelmeyeceksiniz sandım.” Gülümseyerek yüzümüze baktı. Arabaya binmek için kapıyı açtım fakat kırık dökük binanın kapısının önünde bu sabah gördüğüm kadın, duvara doğru sinmiş bizi izliyordu. eteğinin ucundan tutmuş, küçük bir kız çocuğu göründü. Siyah elbise giymiş, elinde ise yırtık her yeri parçalanan bir ayıcık tutuyordu. Başım ile Royan’a işaret ettim kadını. Royan işaretim ile arkasını dönüp kadına baktı. Kadın, küçük kızın elinden tutarak karanlık sokağın içinde yürüyerek, gözden kayboldu. “Bu kadını ilk defa görüyorum. Bu sabahta karşıma çıktı.” “Birkaç gün önce geldi bu sokağa. Ama ben de tanımıyorum.” Omuzlarını silkeleyip arka koltuğa geçip oturdu. Bende çok beklemden ön koltuğa binip partinin olacağı mekana doğru gitmeye başladık. “Royan anlattı bana, üzgünüm Karina.” Üzgün olduğunu belirten bir tebessümle yüzüme baktı Gloria. Kıvırcık saçları çok kabarık olduğu için başının ortasında topuz yapmıştı. Kendisi melezdi bu yüzden ten rengi aşırı hoştu. “Annemi tanıyorsun, böyle davranması normal. Ben de alıştım artık.” Alışmıştım ama benden götürdükleri çok fazlaydı. Hep bir şeylerden mahrum bırakılarak büyüdüm, başıma kötü şeyler gelir diye kısıtlanan o kızdım. “Şimdi güzelce eğleneceğiz, vaktimiz çok geçmeden eve geri getiririm.” Sesini iyi tutmaya çalışarak mutlu etmeye çalışıyordu bizi. “Sularına uyku ilacı attım, yani uyanamazlar.” “Ne!” Gloria’ya ile aynı anda bağırıp kafasını iki koltuğun arasından çıkarmış olan Royan, korkuyla bedenini arka koltuklara yapıştırdı. “Sen önüne dön Gloria.” Koluna vurup önüne döndürdüm onu. Şu anda ölmek istemiyordum. “Niye öyle bir şey yaptın Royan?” avuç içleri dışarıya bakacak şekilde ellerini havaya kaldırıp yüzüme baktı. “Sakin ol Karina! O evden rahat çıkabildiysek öyle bir şey yaptığım içindir. Durmadan seni kontrol etmek için odana geliyordu, nasıl kaçabilirdik ki?” Koltuğa sırtımı daha çok dayadım ve omuzlarım aşağıya doğru düştü. Haklıydı, zaten tekrar kontrol etmek için gelmediğinde anlamalıydım. “Royan haklı Karina.” Kafamı ikisini de onaylar bir şekilde sallayıp bir şey demeden önüme döndüm. Sadece karanlık yolu takip etti bakışlarım. Partinin yapılacağı mekana çoktan varmıştık. İçine girdiğimi de hemen beni karşılayan kırmızı loş ışıklar olmuştu. Gözlerim bir süreliğine buna alışamadığı için sulanmışlardı ama etkisi çabuk geçmişti. Koluma değen bedene baktığım da Royan kollarını iki yana doğru açmış, barın içine doğru gülerek ileriyordu. Arkasını bize dönerek, “Burası yıkılıyor, kızların hepsi afet.” Baş parmağıyla bu şeyler hoşuna gitmiş gibi onayladı, daha sonra dans eden kızların arasına girip onlardan biriymiş gibi dans etmeye başladı. kızlar onun bu davranışını garip bulsalarda, Royan hiç umursamadan dans etmeye devam etti. Hemen barın içinde oluşan grubun içinde ayrılaıarak bize doğru gelen Lucas’a baktım. Üstünde göğsünün yarısını açıkta bırakması için beyaz gömleğinin düğmelerini çözmüş, altında ise siyah bir kumaş pantolon vardı. Gömleğinin birazı da pantolonun içinden dışarı fırlamıştı. Üstündekilerini sabahta görmüştüm, sanırım işten çıkar çıkmaz üzerine değiştirmeden buraya uğarmıştı. Elindeki iki kadehle yanımıza varınca, dudaklarının arasından beğendiğini belli eden ıslık sesleri çıkarmya başladı. “Gloriacığım, şu kadehi tutar mısın rica etsem?” sağ elinde tuttuğu kadehi Gloria’ya verince, diğer boşta kalan elini de bana doğru uzattı. Havada kalan elini tutunca beni kendi etrafımda döndürmeye başladı. hem ıslık çalıyordu hem de güzel sözcükler telaffuz ediyordu. “Sanırım bayıldım sana Karina.” Beni kendi etrafımda döndürmeyi bırakınca alt dudaiğını dişlerinin arasına alarak ısırmaya başladı. “Sanırım bu gece çok eğleneceğiz.” Kafasını aşağı yukarı sallayarak beni baştan aşağıya süzdü. Bu bakışları beni utandırdığı için yerimde huzursuzca kıpırdandım. “Abartma istersen Lucas, alt tarafı bir elbise.” Kaşlarını çatarak, “sadece bir elbise mi, üstünde nasıl durduğuna bakmadın herhalde. Şu an buranın en alevli kızı sensin.” Burnunu sertçe çekip, elinde tuttuğu kadehten bir yudum alırken bakışları yüzümdeydi. “Hey Karina, bu kız az önce bana çıkma teklifi etti.” Royan, el ele tutuştuğu kız ile yanıma koşarak gelmişlerdi. İkisi de saçma bir şekilde birbirlerine bakıp gülüşüyorlardı. Kız kesinlikle sarhoştu, yerinde düşmemek için attığı adımlardan bile belliydi. İşaret parmağıyla kızı gösterip, “Bana çıkma teklifi etti Karina.” Kafamı yan tarafa eğerek, sabır dilenircesine nefesimi içime çektim. İlk defa bir kız görmüş gibi davranması beni resmen öldürüyordu. “Hadi gidelim tatlım, bu gece eğlencemize bakalım.” Dedi Royan keyiflenmiş bir şekilde. “Gidelim tatlım.” Kız da Royan’da birbirlerine yapışık bir şekilde yürüyüp kıkırdıyorlardı. Lucas’ın bakışları hala üzerimdeydi. Bu bakışları çok hoşuma gitse de rahatsız olmuştum. Lucas’tan hoşlanıyordum ama aramızda bir şeyler hiç geçmedi. Tekrardan Lucas’ın sapık bakışlarından alıp Royan’ın arkasından bağırdım, “sakın çok içme!” ama müzik öyle sesli çalıyordu ki kendi sesimi bile zor duymuştum. “Hadi Karina, biraz dans edelim ya.” Elimden tuttuğu gibi beni barın ortasına çekmişti, Gloria. Yarı koyu teninin üzerine giydiği fuşya rengi diz kapağının biraz üstünde bitiyordu. Arkadaşımı aşırı beğeniyordum, çoğu erkek onu elde etmek için çok yolu denediğini de biliyordum. Ona ayak uydurmak için bende kendimi müziğin kollarına bırakmıştım. Deli gibi dans edip bağırıyorduk. Lucas elinde getirdiği içeçekleri bize uzatınca, ikimizde çok beklemeden kafamıza dikmiştik. Çenemin altına gelen damlaları elimin arkasıyla sertçe sildim. Bakışlarımın önüne getirdiğimde elimin arkası sürdüğüm kırmızı ruj olmuştu. Gloria’ya doğru yaklaşıp, duyması için bağırdım. “Dudağımın kenarın da bir şey var mı?” anlaması için parmağımla da dudaklarımı gösterdim. Koluma değen temasla yanıma döndüm. Lucas kulağıma bir şey söylemek için biraz eğildi. “Dudağının altına kırmızı ruj bulaşmış, istersen temizlemek için bir yere gidelim?” nefesindeki alkol kokusu içime kadar işlemişti. Hemen kolumu ondan kurtarıp, “Ben kendim hallederim.”dedim. tekrar dans eden Gloria’ya çevirdim bakışlarımı, elinde tuttuğu bardağı nefes almadan içindekini bitirmişti. Evden yakalanmamk için acele ile çıktığımız için yanıma ceket bile almamıştım. Rujumu da sürüp direkt çıkmıştım. Onda var mı diye sormak için kolundan tuttum. Bakışları üzerimde olan Lucas’ı umursamadan Gloria’yı tutarak onun yanından uzaklaştırdım. “Yanında kırmızı ruj var mı?” elini kulağının arkasına yasladı. Duymadığını yüzünün aldığı ifadeden anlamıştım. Tekrardan bağırarak aynı soruyu sordum. “Evet evet var, baristanın orada çantam. İçinden bulabilirsin.” Onu onayladıktan sonra dans etmeye devam eden ikisini de orada bırakıp çantanın olduğu yere doğru yöneldim. Çantasını tanıyordum, bu yüzden hemen astığı yerden indirerek içini karıştırdım. Kırmızı ruju içinden çıkarır çıkarmaz sürmek için barın tuvaletine doğru yöneldim. Kapıyı açmak için kapı tokmağına elimi atmadan içerden üstü başı dağılmış, bir kız kapıyı açarak dışarı çıktı. Eliyle ağzını silerken boş bakışları yüzümde dolandı. Sanırım içerde fena bir şekilde kusmuştu. Elbisesinin üzerine sıçarayan lekelerden bile anlaşılıyordu. Kız yanımdan geçip giderken, aralıklı duran kapıya elimi yasladım lavabonun içine girdim. Buranın içinde müzikler, dışarısına göre daha az ve boğuk geliyordu. Aynaya doğru yaklaştım ve önünde bulunan tezgaha bedenimi yasladım. Başımı öne getirmeden önce kapağı kapalı olan rujun kapağını açtıktan sonra, dudaklarımı biraz aralayarak sürmeye başladım. Kırmızı ruju dudaklarıma iyice yedirdikten sonra her zaman yaptığım şeyi alışkanlık haline getirdiğimden aynanın yanında bulunan peçeteden biraz yırtarak dudaklarımın üzerine kapattım. Çenemin üzerine kadar gelen ruj lekesini de sildikten sonra dudaklarımın izi çıkan peçeteyi çöpe atmak için ayağım ile çöp kutusunun kapağını açarak içine attım. Müzik lavabonun içinde sanki öyle çalıyordu ki, sanki iki kulağımın üstüne büyük kulaklık yerleştirmişlerde bas dinliyor gibiydim. Bir taraftan bu müziğin etkisine bırakmış dans ederken ellerimi yıkamak için musluğu açtım. Küçük bir tıkırtı sesi duyunca, arkamı döndüm. Bedenimi arkaya çevirmemiştim sadece başım tuvaletlerin olduğu bölmeye bakıyordu. Bakışlarım hala oradayken, elimi peçeteye uzatarak kopardım. Bu sefer yerini daha büyük bir sese bırakmıştı. Sanırım biri klozetin kapağını yere indirmişti. Lavabonun içinde bulunan küçük pencerenin camına biri taş atmıştı. Tekrar aynı ses geldi. Hayır bu taş atma sesi değildi bu bir şeyin cama vurma sesiydi. Kulağıma gelen tıslama sesiyle birlikte bakışlarımı pencereden almış, ani bir hareketle sırtımı lavabo tezgahına yaslamıştım. Bütün tuvaletlerin kapısı, yere değmiyordu. Bu yüzden içerde olan her kimse ayakları görünecek bir şekilde yapılmıştı. Ama bir tıslama sesi duyduğuma emindim fakat tufaletlerin içinde kimse yoktu. nefesimi tutarak aynı sesi tekrar duymayı umut ettim. Ve yine aynı şekilde tıslama sesini duydum, bu sefer susmamıştı tıslama sesi devam ediyordu. Kahretsin! Tuvaletlere yılan mı girmişti? Bu hayatta nefret ettiğim tek varlık onlar olabilirdi. Korkmanın dışında, onlardan tiksiniyordum. Yine aklıma görüntüleri gelince, bedenimin titremesine engel olamadım. Dışarıya çıkıp burada bir yılan haberini götürmek için bir adım atmıştım ki, tuvalet kapısının altından yılanın başı göründü. Sarı bir yılan sürünerek yavaşça tuvaletin ortasına doğru gelmeye devam ediyordu. Çatallı dilini birkaç kere dışarıya çıkarıp tıslamaya devam etti. Gördüğüm bu sarı yılan olduğum yerde kaskatı kesilmeme ve dudaklarımın şok etkisi yüzünden aralanmasına neden olmuştu. Kafasını, süründüğü zeminden kaldırınca, gözlerinin de aynı şekilde sarı renkte olduğu fark ettim. Bedenini biraz daha yukarı kaldırıp, tuvaletin ortasına gelmeyi durdurdu. Küçük çatallı dilini ağzının içinden çıkararak beni inceliyordu. Sertçe yutkundum. Kesik nefesler almaya devam ederken, tezgahın üstünde ona fırlatmak için elimi üzerinde gezdirdim. Avuç içime değen şeyle taş yüzünden yanan elim sızlamıştı. Yılanın sadece yukarıya doğru kaldırdığı kafası hareket ediyor, öylece yüzüme bakıyordu. Elime değen şeyi tezgahın ucuna kadar sürüdüm. Bakışlarımı ne bulduğuma bakmak için saniyelik oraya dönmüştü. Camdan oluşan bir sabunluktu. Ani hareket yapmak istemiyordum, ama korkudan fırlamak üzere olan kalbim ede engel olamıyordum. Kafamın üzerinde bulunan küçük pencereden tekrar tıklatma sesi geldiğinde, yılan üzerime sürünmeye başlayınca büyük bir çığlık atarak insanların beni duymasını umut ettim. Elimin altında olan cam sabunluğu bana sürünerek gelen yılanın kafasına fırlattım. Kafasını üzerine gelen cam sabunluk parçalara ayrılıp yere dağılınca, yılan kuyruğunu bedeninin etrafına dolayarak kafasını içine çekti. Kapının arkasından gülme sesleri duyunca bağırdım. “İmdat!” kapı aniden açılınca, sırıtarak yüzüme bakan Royan’ı buldu bakışlarım. Ondan alarak sarı yılana bakışlarımı çevirdim. Onunda bakışları yılanı fark etmiş olacak ki sadece adımı haykıra bilmişti. Sarı yılanı attığım şey durduramamıştı. Tekrar sürünmeye başladı ve ayak ucuma kadar gelerek bedenimin etrafına dolanmaya başladı. Soğuk derisi yanan vücudumda hissedince, tenimde oluşan ürperti tüm bedenimi esir almıştı. Yılan, ayaklarımın üzerinden dolanmaya başladığında, üst bedenime doğru tırmanmaya devam etti. Bedenimi öyle sert dolanmıştı ki nefesim göğüs kafesimden zor dışarıya çıkıyordu. Artık yılanı net göremiyordum, görüş alanım bulanıklaşmış sadece bana doğru gelen Royan’a elimi uzatmıştım. Parmak uçlarıma değen teması hissettiğim de, göz kapaklarım kapanmadan görebildiğim şey korkuyla yüzüme bakan kardeşimin gözleri olmuştu.
|
0% |