Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.BÖLÜM

@kadrisyazar_

ÖLÜ RUHLAR DÖNGÜSÜ

 

5.BÖLÜM

 

"💎"

 

 

"Karina NORTH"

"İz sürücüler geliyor!"

İz sürücüler mi geliyor?

Bu cümle kafamda tur atarken, Yüzüne sardığı siyah peçenin üstünden sadece kocaman açılmış gözlerle yüzüme bakan kişiye, bende aynı şekilde gözlerimi dikmiştim. Diğer odaya giden kişiler ise hemen kimin geldiğine bakmak için ortasında durduğum odaya gelerek yanımda belirdiler.

Aralıklı duran kapının arasından, şiddetli esen rüzgar ile beraber içeriye kumlar giriyordu. "Kapıyı kapat Otis." Diyen Myron, kapıyı kapatmak için yeltenmişti ki, Yvonne, "sen dur, biz hallederiz. Yardım et bana Lowell." Dedi. Ardından eli ile yanlarında duran çocuğu çağırdı. Burada uyanmadan önce, beni bayıltan çocuğun adı, Lowellmiş. Yvonne ve Lowell, kapıya omuzlarını dayayarak kapıyı kapatmışlardı. Bu sefer çok zorlanmamışlardı, şiddetli esen rüzgar dinmek üzereydi sanırım.

Bakışları hâlâ üzerimde olan Otis isimli kişinin, elinin birini yüzüne çıkararak, gözlerinin altına kadar çektiği bez parçasını aşağıya indirdi. yanağından başlayarak, çenesinin altına kadar derin bir çizik yarası vardı. ardından gözlerini kapatıp başını hafif aşağıya eğdikten sonra, sağ dizini kırarak önümde çömeldi. Sağ elini de hızlıca göğsüne vurup bekletti. Bu hareketi, adımımın birini geriye atmama sebep olmuştu.

Otis'in arkasında duran Lowell'de aynı şekilde yaparak beklemeye başladı. Bunları neden yaptıklarına anlam vermemiştim. Şaşkınlıktan dudaklarım aralanmış, ellerimi ise eteklerimin kenarlarından tutarak sıkıyordum. Gözlerim, Otis'in arkasında ve Lowell'in yanında duran kişiye, yani Yvonne'ye çevrildi. Dudaklarını ince bir çizgi haline getirirken, omuzlarını silkeledi.

"Evinize hoş geldiniz. Efendim." Yan tarafımdan gelen sese çevirdim bakışlarımı. az önce yatağın içinde, kafası sargılı olan kişi, yattığı odanın kapısının önünde diğerleri gibi çömelmişti. Gözleri kapalı, başı ise önünde eğik duruyordu.

Bu yaptıkları da ne oluyordu?

"Neden böyle yapıyorsunuz?" dedim odanın içinde olan kişilere gözlerimi gezdirirken. "Irklarının efendileri sonunda onlara kavuştu." Siyah gömleğinin kollarını dirseklerine kadar katlayıp, göğsünde birleştirmeden önce konuşan Myron olmuştu.

Irklarının Efendisi mi?

Yok artık!

Bu durum beni güldürmüştü. Güldüğüm için hepsinin bakışları bana doğru çevrildi. Dudaklarımı içeriye doğru kıvırırken, daha fazla gülmemek için elimi üzerine kapattım. Kaşlarım, alay ile havaya kalkarken, benim neden güldüğümü anlamayan şaşkın yüzlere çevirdim bakışlarımı.

Aslında ben de şaşkındım. Söyledikleri şeyler, yaptıkları davranışlar beni endişeye boğduğu için güldürmüştü. Çünkü şu an gülmesem, oturup sabaha kadar ağlayabilirdim. Korkumu, gülme ile kapatmaya çalışıyordum.

"Burada durmayalım, şehrin içindeki o yere gidelim. Hem o kişide bize yardım eder." Yvonne, kapattığı kapının önünden çekilerek yanıma geldi ve az önce dizlerimin üzerini örtmem için verdiği kahverengi pelerini yatağın üstünden almadan önce, tahtadan örülmüş evin köşesine yasladığı kahverengi sepeti andıran şeyi sırtına astıktan sonra pelerini de omuzlarının üzerine bırakmıştı. Uçlarında bulan ince ipleri de çenesinin altından bağlayarak, odanın ortasında duran kişilere konuşmak için bakışlarını çevirdi.

Sırtına astığı o sepet dolusu ok muydu, yoksa ben mi yanlış görüyordum?

"Hadi sizde hazırlanın, şu iz sürücüler gelmeden bir an önce evden çıkalım!" Cümlesi ile tüm dikkatleri üzerinde toplamıştı. Bende bir anda güldüğüm için utanmıştım.

"İz sürücüler kim ve biz nereye gidiyoruz şimdi?" soruları art arda sıralıyordum ama hiçbirinin umurunda değil gibiydi. Hepsi bir şeylerle uğraşmak için dağılmıştı bile.

"Efendimiz bu şekilde oraya gidemez." Lowell denen çocuk, bakışlarını ayaklarımdan başlayarak yüzüme kadar çıkarmıştı. Çapkın bir gülümseme yer alınca dudaklarında, kollarını göğsünde birleştirdi. "Gerçekten çok güzelmiş." Bakışları beni tedirgin etse de, daha yeni ergenliğe girmiş bir çocuk için beğenmesi normaldi.

"Lowell, ölmek istemiyorsan çabuk yardım et bize de hemen çıkalım." Kafasında sargılı olan kişi, az önce baygın bir şekilde yattığı odasının kapsında elinde tuttuğu beyaz bir bez çanta ile göründü. Beyaz demek biraz yanlış olurdu çünkü çanta kullanılmaktan eskimişti, üzerinde bulunan toprak ve çamur lekeleri ise hiçbir şekilde su görmediğinin kanıtıydı. Kalın, geniş ve uzun bir askıya sahipti.

Kapının önündeki kişide aynı şekilde beni süzüp, "gerçekten oraya bu şekilde gidemezsin, sana birkaç parça kıyafet versem daha iyi olur." Eli ile içeri girmem için işaret verince, "hadi gel." Dedi. Onu çok bekletmeden dediğini yaptım.

İçinde yatak bulunan odaya girdiğimde hemen yan tarafında da çok büyük olmayan orta boylarda bir yatak daha karşıladı beni. Kapısı kırılmış, düşmek için tek nefes gereken, kahverengi bir kıyafet dolabı yer alıyordu duvarın köşesinde. Adını daha bilmediğim kişi, elinde tuttuğu kirli beyaz çantayı, çapraz bir şekilde boynundan geçirerek omuzuna astı.

Kahverengi dolabın önüne gelerek eğildi. Dolabın altına monte edilmiş olan iki tane çekmecenin en alttakini tutarak kendine doğru çekti. Bazı kıyafetlerin katlanarak düzenli bir şekilde yerleştirildiğini gördüm.

"Onları vereceğine emin misin Edwin?" Arkamdan gelen sesin sahibi olan Yvonne'ye, sadece omuzumun üzerinden ona bakmıştım. Tekrardan bakışlarımı önüme çevirdim ve çekmecelerden çıkardığı kıyafetleri ellerinin üzerinde tutarak, yüzüme gülümseyerek bakan kişiye döndürdüm. Adı Edwin'di. Sonunda öğrenebilmiştim.

"Sonsuza kadar orada saklamak isterdim ,ama Efendimizin ihtiyacı var." Buruk bir gülümseme peydah oldu bu sefer. Sanırım kıyafetler tanıdığı birinindi. Onları giyinmek için alamazdım. "Lütfen alın." Elindekilerini bana doğru uzattı.

Yan tarafımda beliren kişiye baktım. Lowell'de suratını asmış, kıyafetlere bakıyordu. Bu ikisinin arasında bir bağ vardı, ama daha ne olduklarını çözememiştim. İkisi de üzgündü. Peki bu kıyafetlerin sahibi kimdi?

Kafamı iki yöne doğru olumsuz anlamda sallarken, Edwin denen kişinin omuzları ile birlikte havada tuttuğu elleri de yere düşmüştü. Ne oldu der gibi yüzüme bakarken, "sanırım bu kıyafetlerin sahibi sizin için önemli biriydi." Edwin derin bir nefes alırken konuşmadan önce dudaklarını diliyle ıslattı ama araya Lowell girmişti. "Ablamızındı!" bakışları hâlâ oradaydı.

Ablaları mı? Ablaları neredeydi peki? Nereye gitmişti, başına ne gelmişti ki?

Birçok soru cevabını beklerken, bir yenisi daha ortaya çıkıyordu. Onlarda cevaplanmadan bir köşeye atılıp cevap verilmesini beklenmeye başlıyordu. Kafamı iki yöne doğru sallarken kendime gelmeye başladım. Gözlerim hâlâ Edwin'in elinde tuttuğu elbiselerdeyken, sahibinin başına neler geldiği ile ilgili fikirler türemişti aklımda.

Kayıp olabilirdi, gitmiş olabilirdi, belki de... belki de ölmüş bile olabilirdi. Hayatım boyunca sahibini göremediğim elbiseleri giymemiştim. Hele ki ölmüş bir insanın elbisesini giymek, hayatım boyunca yapacağım bir şey değildi. Korkmuyordum ya da iğrenmiyordum, sadece eşyaların da sahibinin kaderini taşıdığını düşünüyordum. Bende böyle bir deliydim.

Bakışlarımı, Edwin'e kaldırdım. Kabul etmemek için cümlelerim dilimin ucuna gelmişti ki o benden önce davrandı. "Eminim ki, kız kardeşim kıyafetlerini giydiğinizi görseydi çok sevinirdi." Başka bir seçeneğim yoktu giyinmekten başka. Bir yere gidecektik, neresi olduğunu bile bilmiyordum, ama bu insanlara güveniyordum ve ben annemden gelen bir gen aktarımıyla asla insanlara güvenemezdim. Fakat bilmiyorum, açıklayamıyorum bu duyguyu.

Bakışları, kabul etmem için bakarken, kurduğu cümlelerde kalbimin ortasında yer edinmişti. O kızı görmemiştim fakat içimde onun çok iyi olduğuna dair hislerim artmıştı. Ona ne olduğunu sormak istemiştim ama erkendi sormak için. Önce her şeyin netleşmesi gerekiyordu. Önce benim burada ne işimin olduğunu ve buraya nasıl geldiğimi öğrenmem lazımdı.

Başımla onu onaylarken, sarıya çalan gözleri gülerken kısıldı. Elindekilerini bana doğru uzatıp, elbiseleri aldım. onlar odadan çıkarken, en son çıkan kişi Yvonne'ye, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Elinin biri açık olan kapının kulpundayken, omuzunun üzerinden bana baktı. göz rengi az öncekine nazaran daha soluk gelmişti gözüme.

"Han'a." Dedi düz bir sesle. Açık olan kapıdan çıkıp kapatmıştı.

Han derken? Orası nere oluyordu?

 

---

 

Bıkkın ve endişeli bir sesle oflayarak, yatağın ucuna elimde tuttuğum elbiselerle birlikte oturdum. Annem, babam, Royan ya da arkadaşlarım yokluğumu fark etmişler miydi? Royan en son beni bir yılanın bedenime sarılırken görmüştü. O görüntüden sonra ne hale düşmüştür kardeşim. En çok o canımı yakıyor şu an.

Küçüklükten beridir, elimize kıymık bile batsa, diğerimizin canı yanardı. Onun hem ablası hem de annesiydim. Gözlerinde gördüğüm korku, ölsem bile asla unutamayacağım son görüntüydü.

Derin bir nefes alırken, kapısı kırık olan kahverengi elbise dolabın üstünde yer alan, örülmüş örümcek ağından dikkatimi alarak, elimde tuttuğum, hiçbir şekilde üzerinde kırışık olmayan elbiseleri yatağın üstüne sermeye başladım. Ne giyineceğime bakmak istedim. Bir kadının kullandığı ya da bir erkeğin kullandığı eşyalardan onları nasıl olduğunu çözebiliyordum. Bazen yanlışta çıksa da, genellikle doğru çıkardı.

Açık kahve rengi, diz kapağının altında biteceğine emin olduğum kadife bir etek, diğeri ise beyaz bir gömlekti. Yeşil renginde de bir pelerin ve deri bağcıklı siyah bir korse vardı. abartıdan uzak, sade kıyafetlerdi.

Zaman geçmeden hemen bu elbiseleri giyinip çıkmam gerekiyordu. Çünkü bahsettikleri bu iz sürücüler iyi kişiler olmadığına emindim. Hemen üzerimde, bacağımın yarısına kadar açıkta bırakan siyah yırtmaçlı eteği soyunup yatağın üzerine bıraktım. Şu an bir südyen giymeyi çok isterdim. Çünkü göğüs uçlarım tamamen ortadaydı. Lanet olsun her şeye!

 

****

 

Edwin'in verdiği kıyafetleri odada giyinip çıkarken, az önce uyandığım odanın içinde beni bekleyen kişilerin, kapının açılmasıyla birlikte bakışlarını bana doğru çevirdiler. Hepsi pelerinlerini giymiş hazır bekliyorlardı. Bakışlarımı tek tek üstlerinde dolaştırdım.

Myron, bakışlarını çenesinin altına indirip alt dudağını da öne doğru uzatarak, giydiği pelerininin ucunu bağlamaya çalışıyordu. Yüzü, aldığı şekilden dolayı komik görünüyordu. Yvonne'de elinde tuttuğu siyah bir bezle, karşısında duran Myronu izliyordu. "Bir bağlayamadın şunu ya!" gözlerini devirip tekrar ona baktı.

Edwin ise yuvarlak tahta masa da otururken, Otis ve Lowelle'de sırtını duvara yaslamıştı. Otis benim geldiğimi görünce sırtını yasladığı yerden çekti ve hazır oluşa geçmiş gibi ayakta dikildi. Yüzünde ki yaraya dikkatli bakmak istemiyordum, çünkü rahatsız olabilirdi. Başına nasıl geldiğini aşırı merak etmiştim.

Lowell ve Edwin beni baştan aşağı süzerken, yüzlerinde buruk bir gülümseme yer alırken, Edwin kafasını aşağıya eğdi. Lowell ise sadece izlemekle kalmıştı beni. Bu halleri beni üzmüştü. Tanımadığım insanlara üzülmekte beni şaşırtmıştı. Edwin'de, Royan'ı gördüğüm içinde olabilirdi bu. Ortalama onunla aynı yaştaydı. Öyle tahmin ediyordum.

Edwin derin bir nefes vererek yerinden kalktı. Herkesin dikkati ondayken, az önce çıktığım odaya girip, elinde tuttuğu siyah dizimin altında biten bir çizme getirdi. Bakışlarımı ondan aldım ve ayağımda bir şey olmadığı aklıma gelen çıplak ayaklarıma çevirdim.

Her yeri toprak içinde kalan ayaklarım, kollarım gibi onlarında üzerleri hep yanmıştı. Ama yavaş yavaş o yanıklarda geçmek üzereydi. Ayak parmaklarımı içeriye doğru katlarken, Edwin konuştu. "Bunları giyinin Efendim. Çıplak ayakla yürümek iyi olmaz doğrusu." Diyerek tebessüm etti.

Bu efendim kelimesi beni epey rahatsız etmişti. Ben dümdüz bir insandım. Yani özelliğim yoktu, bir numaram yoktu. ben Karina'ydım. Sadece Karina. "Bak Edwin, daha tanışmadık biliyorum ama..." bakışlarımı tek tek bana bakan kişilerin yüzlerinde gezdirip konuşmaya devam ettim. "Ben Efendiniz değilim, ben sadece Karina'yım. Lütfen sadece benim ismimle hitap edin."

Hoşlanmamıştım bu sıfattan. Önümde diz çökmeler, beni izleyen dikkatli gözleri. Her şey beni tedirgin etmeye devam ediyordu. Nasıl geldiğimi bilmediğim bir yerde, gözlerimi bir çölde açarken, bir anda da kendimi burada hiç tanımadığım insanların yanında açıyordum. Sakinliğimi, soğuk kanlılığımı korumazsam eğer, her şey benim aleyhime sonuçlanırdı.

Hepsinin bakışları, birbirini bulurken, verdikleri tepkileri izliyorlardı. Yvonne, elinde tuttuğu siyah bez parçasını yanına indirirken bir adım bana doğru attı. "Korkmanı ve şaşkınlığını anlıyorum. Ama biraz daha dayan, çünkü burada olanları anlatamayız." Arkasını bana dönerken, "bir gün o kelimeye de alışacaksın, istesen de de istemesen de." Dudaklarının arasından söylerken, "Yvonne!" diyerek onu uyardı Edwin.

Elini birini havaya kaldırırken beni ikna etmeye çalışır gibi gözlerime baktı Edwin. "Sizin istemediğiniz hiçbir şeyi yapmayacağız Ef-" dudaklarını içeri gömerken, ellerini yanlış bir kelimeyi telaffuz etmiş gibi yumdu. "Yani, yapmamaya çalışacağız." Onu, başım ile onayladım.

"Edwin, gel buraya da kafandaki o sargıyı çıkarayım. Kimse ne olduğunu sormasın." Yvonne, elindekini Myron'a verdikten sonra, beni ve Edwin'in yanına geldi.

"Ama daha kafasındaki yara iyileşmedi. Sürdüğümüz merhem de etkisini geç gösterdi. Doğru yaptığına emin misin Yvonne?" Lowell, endişeli gözüküyordu. Abisi olduğunu zaten öğrenmiştim. Endişesni anlayabiliyordum.

Edwin niye yaralanmıştı ki?

Yvonne, kaşlarını çatarak Lowell'e baktı. Tahtadan yapılmış duvara yaslanan Lowell, kollarını kucağından çözerek, sırtını yasladığı yerden çekip yutkundu. "Yani eminim ki doğru yapmışsındır, abimde bir sıkıntı vardır belki." Myron, dişleri görünecek bir şekilde gülerken, Yvonne omuzlarını kibirle silkeleyip kıkırdayarak önüne döndü. Soğuk terler döken Lowell, işaret parmağını giydiği tişörtün yakasının içine sokarak sallamaya başlayıp, dudaklarını da büzerek, nefesini dışarıya doğru.

Bir bakışı onu ürkütmeye yetmişti Yvonne'nin. "Hayır, kimsede bir sorun yok Lowell, sadece yara çok derindi." Kafasının kenarlarına sarılan beyaz bez parçasını yavaş yavaş çözmeye devam ediyordu Yvonne. Bez parçası yaranın üstünden ayrılırken sonunda teni gözükmüştü. Alnın üzerinde çok geniş olmayan, kaşının üstünde biten kırmızı renkte bir çizik belli ediyordu kendini. Yvonne önüne dönüp, yatağın üstünde duran, benim de kullanmamı istediği jelimsi kremi almak için yürümeye başladı. "Gördüğün gibi, yaptığım ilaç işe yaramış." Haklı olduğunu dile getirir gibi çıkmıştı sesi. Lowell, duvarın önünden biraz daha kenara doğru çekilerek, zoraki bir şekilde gülümsedi. Korkuyor muydu o?

Yvonne, ilacı Edwin'in alnına ufak dokunuşlar eşliğinde sürmeye devam ederken, içimde meraktan oluşan bu soruyu sormadan önce sandalyeye oturup, verdiği siya çizmenin tekini sağ ayağıma giymeye çalışıyordum. "O yara nasıl oluştu ki?" hepsi bir anda gülemye başlayınca, sol ayağıma giyeceğim bot, öylece havada kaldı. Neden güldüler ki? Komik bir şey mi söyelmiştim?

"Bu yara, hırçın bir kadının gazabı yüzünden oluştu." Edwin gülmeye devam ederken, Yvonne, Edwin'in sallanan omuzlarından tuttu. Hemen gülmesi dururken, kıpırdamadan bekledi. Yvonne hâlâ o kremi sürüyordu çünkü.

"Onu da söyleyeceğiz merak etme." Gülerek araya giren Myron'du. Her şeyi söyleyeceklerini söylüyorlardı ve o kadar şey birikmişti ki hangisini söyleyeceklerini merak etmiştim doğrusu. Benim de sabrımın tükenmesine çok az zaman kaldı. Umarım gideceğimiz o yer çok uzak bir yer değildir.

"Bir an önce çıkalım!" Otis, az önce gözlerinin altına kadar çektiği siyah peçeyi andıran örtüyü tekrar, gözlerinin altına kadar çekerken elinin birini az önce kumlar yüzünden açılmaya zorlanan kapının koluna elini attı. Edwin konuşmaya başladı. "Fırtına dinmiş." Bakışlarını bana çevirdi, "gideceğimiz yere kadar kimse ile göz teması kurmanı istemiyoruz. Çünkü kimse bilmemeli."

Bilseler ne olurdu ki?

 

 

 

Devam Edecek...

 

 

 

Yorum ve oylarınızı bekliyorum :)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%