@kadrisyazar_
|
YILDIZLARA GÖÇ
2.BÖLÜM
Eve varana kadar çoktan ıslanmıştım bile. Saçımın birkaç tutamı yüzüme yapışmış, ağzımın içine giriyordu. Hızla bisikleti evin önünde durdurmuş, üzerinden inerken, yana yatırmaya başlamıştım. İner inmez, bisikleti geride bırakıp koşar adımlarla kapının önünde durdum. Parmaklarım bile soğuktan uyuştuğu için çantamdan anahtarı çıkarmak yerine kapıya vurdum. Çok geçmeden kapıyı, çalışanımız Dante açmıştı. “Belfü Hanım, geçin hemen.” Dedi güzel aksanıyla. İtalyan’dı kendisi ve uzun süredir de bizimle çalışıyordu. Fakat benden daha iyi Türkçe konuştuğu kesindi. Ama hâlâ aksanını kaybetmiş sayılmazdı. Çocukluğumu bile görmüştü Dante. Babamdan çok onu görüyorum desen yalan olmazdı. Kapıyı sonuna kadar açıp, sanki yağmurda değil de büyük bir hortumdan çıkmışım gibi dehşetle bakıyordu bana. “Neden bir araba göndermemizi istemediniz?” diye sorduğunda, “Yağmurda ıslanmak güzel çünkü Dante.” Deyip büzülmüş kağıt misali kendimi eve attım. Bir de bunu donan götüme sormak lazımdı. Okul eteği yüzünden olan soğuk, kıçıma vurmuştu. “Hem yağmurun yağdığını görüyorlar, neden bizimkiler göndermedi?” dediğimde, Dante her zaman ki gibi ellerini önünde bağlayarak hazır bir duruşa geçmişti. Yine üzerinde, hiçbir zaman düzen konusunda ödün vermediği, frag takımı vardı. “Özür dilerim Belfü Hanım. Fakat anneniz ve dedeniz şu anda yoğun bir iş temposunda olduğu için fark edemediler.” Deyip, gözleri zeminde bir şekilde, üst bedeniyle reverans yaptı. “Ben de, siz söylemişsiniz diye de bir şey diyemedim.” Özür dilemesine gerek yoktu. Çünkü bizimkilerin aksine ben ıslanmayı çok seviyordum. Yani sorun yoktu, ki araba bile göndermek isteseler ben istemezdim. Okulun çoğu, zengin bir kesime ait çocuklardan oluştuğu için lüks arabalar sırayla park edilmiş bir vaziyette görmek mümkündü fakat bisikletle ve motorsikletlerle de gelenler fazlaydı. Bizde bisikletlerle giden kesimin içindeydik. “Özür dilemene gerek yok Dante.” Deyip gülümsedim. O da gülümseyerek karşılık verdiğinde, çantamı almak için elini uzattı. Sırtıma astığım çantayı ona verirken, “o zaman Belfü Hanım’a sıcak bir süt iyi gider.” Dedi. “Yanında da yeni pişmiş sıcak kurabiyeler.” Tebessümü genişledi. “Gerçekten iyi olur Dante. Çok teşekkür ederim.” Deyip belinin etrafına kollarımı sarıp, başımı göğsüne yasladım. O da bir elini boynuma, diğer elini de kafama yaslayarak sarıldı. Boyu fazlasıyla uzundu Dante’nin bu yüzden bu şekilde sarılmak zorunda kalıyordum. Ya da insanların kalbinin sesini duymak için bile olabilirdi bu, bilmiyorum. Kalp atışlarını dinlemek güzeldi çünkü. “Eve girerken sarılmadık Dante. Lütfen bir dahakine, içeri girdiğimde hoş geldin de ve sarıl.” Dedim hafiften sitemlenerek. “Kuralımız buydu. Yaşadığın gün nasıl biterse bitsin, büyük bir sarılmayla her şey çözülür.” Deyip geri çekildim. “Küçük Hanım nasıl isterse.” Diyerek, başı ile onayladı. Dante’yi severdim. Dedemin yanında uzun süredir çalışıyordu. Hatta annemin bile küçüklüğünü görmüştü Dante. Bu yüzden evin çalışanı değil, onu aileden biri olarak görüyorduk. Evlenmemişti fakat bu durumu asla sorun etmiyordu. Bir ailesinin olduğunu ve bu ailenin de bizim olduğumuzu söylerdi. O sırada karşımızdaki merdivenlerden havlayarak inen Kristal’i gördüğümde, dizlerimin üzerine çömelip bacaklarıma vurarak, “gel buraya kızım.” Deyip gülümsedim. Kristal beni gördüğü için bir daha havladığında, merdivenleri hızla inerek yanıma koştu. İki ayağın üstünde havaya kalkıp, yanaklarımı yalamaya başlayan Kristal’in başını avuçlarımın arasında sıkıştırıp öpmeye başladım. “Napıyormuş benim güzel kızım ha, bakayım?” beyaz tüylerine büyük öpücükler bırakıp, “özledin mi beni kızım?” diye sorunca, üst üste havlamaya başladı. “Bende seni özledim kızım.” Dedim gülümseyerek. “Bizimkiler nerede?” diye sordum Dante’ye bakışlarımı kaldırıp. “Anneniz salonda. Dedeniz ise odasında.” Diye cevaplayan Dante’ye teşekkür edip salona doğru yürümek için doğrulduğumda, Kristal’de beni gördüğün için heyecandan yerinde duramayarak benimle yürüdü. Sağ tarafıma döndüğümde, annemin tam karşıdaki koltukta, elinde tuttuğu viski bardağıyla önüne serilmiş kumaş parçalarını incelediğini gördüm. Yanında ise her zaman gördüğüm, biri kadın diğer isi erkek olan kişiler oturuyordu. Dedemin istedikleri kumaşı getiren kişilerdi bunlar “Evet evet bunlar babamın tam istediği renklerden.” Üst üste koyulmuş her renkteki kumaşları incelerken, bardaktan bir yudum alıyor fakat gözlerini ayırmıyordu. Masanın diğer başında oturan kişiler ise bir şeyler anlatıyor, sırayla gösteriyordu getirdikleri kumaşları. “Anne.” Diye seslendiğimde, bakışlarını bana kaldırdı. Hafif masaya doğru eğdiği bedenini doğrulttu. Tam gülümseyip, bir şey demek için dudaklarını aralamıştı ki, gözleri beni baştan aşağı süzdü. Kaşları saniyesinde çatılıp, “Belfü, çabuk üzerini değiş! Hasta olacaksın.” Dedi. Benim de bakışlarım ayak ucuma indiğinde, ayaklarımı hafifçe kıpırdattım. Ayakkabılarım hem ıslanmış hem de çamura bulanmıştı. Hatta bacaklarım bile çamur içindeydi. “Hoş geldiniz Belfü Hanım.” Dedi, annemin yanındaki kişiler aynı anda. Ben de gülümseyip, “sizde hoş geldiniz.” Diyerek karşılık verdim. Anneme baktım yeniden. Kollarımı iki yana doğru açıp, “kucaklaşmak yok mu?” deyip dudaklarımı sarkıttım. Dudaklarını içe gömüp, kıyamadığını belirten bir gülümseme yerleştirdi. Ardından ayağı kalkıp, “gel buraya.” Deyip masanın arkasından çıkarak bana doğru geldi. Ben de önümdeki iki basamağı inip iki tarafa doğru açtığım kollarla annemin belinin etrafına sardığımda, sıcak kucağı şimdiden ısıtmıştı tenimi. Annem de daha sıkı sardı kollarını etrafıma. Saçlarımın üzerinde bir öpücük kondurduğunda, “kuru bir yerin kalmamış Belfü.” Deyip kıkırdadı. “Biliyorum.” Deyip başımı göğsüne daha çok bastırıp gözlerimi kapadım. “Bir gün bu yağmur da deli gibi hastalanacaksın Allah korusun.” Deyip iki omuzumdan tutarak çektiğinde, göz göze geldik. “O zaman dünyanın sonu geldi diyebiliriz anne.” Deyip gülümsedim. Soğuğa karşı direncim güçlüydü. Kolay kolay hastalanan bir bünyeye sahip değildim. Bu iyi bir şeydi yağmurda ıslanmayı seven biri için. “Dedem odasında mı?” diye sorduğumda, gözlerim annemin arkasındaki kumaşlarla kaydı. “Evet, odasında. Hâlâ çalışıyor.” Dediğinde, omuzlarımı serbest bırakan annem, masanın üzerindeki bebek mavisi kumaşlardan birini alıp kollarımın arasına bırakarak, “bunu dedene götürür müsün Kar Tanem?” diye sordu. Başım ile onayladığımda, kollarımın arasında tuttuğum kumaşa bakıyordum. “Ama önce üzerini değiş öyle git, anlaşıldı mı?” deyip parmak sallayan anneme karşı gülümseyip, “peki anne.” Dedikten sonra, merdivenlere giden yola arkamı dönmüştüm ki, adımlarımı durdurup anneme baktım. Tekrar masaya doğru gitmek için arkasına dönen anneme seslendiğimde, tekrar bana doğru döndü. “Bu akşam Cıvıllar da toplanacağız. İzin verir misin?” diye sordum. Masadaki viski bardağını alıp bir yudum içtikten sonra, “gidebilirsin Kar Tanem, sıkıntı yok.” Dedi. Bu koca evde; annem, ben, babam ve dedem kalıyorduk. Tabii bir de Dante vardı. Babam şu anda Japonya’daydı. Dedem için en iyi kumaşları seçmek için oraya gönderilmişti. Tebessüm edip, kollarımdaki kumaşla merdivenleri çıkmaya başladım, ayağımın kenarında Kristal’i ezmemek için özen gösterirken. Tabii ki önce dedeme uğrayacaktım. Üzerimi sonra değiştirirdim. Zaten çok vakit kaybetmemem gerekiyordu, direkt kızlarla toplanmak için orada olmam lazımdı. Dedemin odasının önünde durduğumda, kumaşın hepsini bir kolumda toplayıp, diğerini altından çıkararak kapıyı çaldım. “Gir.” Diyen sesle, kapıyı ileriye doğru açtığımda, gözlüklerini takmış, masanın üzerindeki kumaşı makine ile diken dedemi gördüm. Başını kaldırıp bana baktığında hızla yüzüne tebessümünü yerleştirdi. “Kar Tanem gelmiş. Gel içeri hemen.” Deyip oturduğu yerden kalkıp, bana doğru gelmeye başlamıştı. “Nasılmış benim tonton dedem?” Deyip dedemin yanaklarına küçük buseler kondurdum. O da beni öptüğünde, “elbiseleri yetiştirmeye çalışıyorum.” Deyip gülümsedi. “Bakayım şu kumaşa.” Dediğinde, hâlâ kollarımda tuttuğum kumaşın bir ucunu havaya kaldırıp incelemeye başladı, diğer elinin parmak uçlarıyla kumaşın üzerinden geçerken. Dedem, ülkenin geneline ismini duyurmuş bir Moda Tasarımcı’sıydı. Gençliğinden beridir en güzel elbiseleri diker, birçok ülkeye bu elbiseleri insanlara gönderirdi. Ve bu elbiselerin de birden fazla alıcısının çıktığını biliyordum. DF Dündar Feyezan İsmi, birçok ünlü tarafından giyinilen elbiselerde imzasıydı. Ünlülerin bile sipariş ettiği elbiseleri tasarlar dikerdi. Yılkan’da bile onun elbiseleri kapış kapış gidiyordu. Küçükken hatırlıyordum. Bir kere tasarladığı elbiseleri sergilemek için bir defile hazırlamıştı. Ama hayal meyal hatırlıyordum bu gösteriyi. Tabii adı kadar, kişiliği de ünlüydü. Herkes tarafından katı ve sert olarak bilinse de gençliğinde, ben onun temiz kalbini çok iyi tanıyordum. Tabii yaşı biraz ilerledikçe sakinleşiyorlardı. Bir de ölümü yaşamış biri olmakta bu durumu etkiliyordu. Ama babama çok tırnak söktürdüğünü de biliyordum. Annemi alana kadar akla karayı seçmiş, en sonunda dedem; eğer benimle yaşayıp, sen de dahil soyadımı taşırsanız, kabul ediyorum, demiş. Ee babamın da ailesi, büyük bir iflasın altına girince babam bu teklifi havada kapmıştı. Dedem gözlerini kumaştan çekip bakışlarını kısarak bana kaldırdığında, “tam uyuyor bu renk.” Deyip başı ile onayladı. “Ver bana kumaşı Kar Tanem.” Deyip kumaşı ona verdiğimde, “dik dur.” Dedi. Neden öyle dediğini anlam veremeden, hızla omuzlarımı dikleştirmiştim. “Okul nasıl gidiyor?” diye sorduğunda, kumaşın ucunu çenemin altına yerleştirip geriye doğru çekildi, incelemek için. Kafamı biraz geriye doğru atıp kaşlarımı hafifçe çattım. “İyi.” Dedim sadece. Şu anda dedemin ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Kumaş parçasının ucu yere değdiğinde, dedem kumaşı biraz daha üzerime yapıştırdı. “Ne yapıyorsun dede?” diye sordum başımı görmek için eğerken. Dedem ise buna izin vermeyerek, çenemin altında kumaş parçasını tutuğu eliyle çeneme yavaşça vurup geri kaldırdı. Gözlüğün üstünden bakışlarını bana kaldırıp, “bu seneki defileye çıkacak modelime bakıyorum.” Dedi. “Anlamadım?” diye sordum. Kumaşı üzerimden çekip bir kolumdan tutarak yönümü arkaya doğru çevirdiğinde, boy aynasında yansımamla göz göze geldim. “Elbisen nasıl olsun?” diye sordu. “Dede anlamıyorum ki dediğini.” Deyip arkam da duran dedemin aynadaki yansımasına baktım. Burnundan gülüp, “bu sene bir arkadaşımla tüm Yılkan’ın katılacağı bir defile hazırlayacağım Kar Tanem. Bu defilede de senin baş model olmanı istiyorum. Ve sana özel dikeceğim elbiseyi, sadece senin giyinmeni istiyorum.” dedi. Dudaklarım aralandı, söyledikleri kaşlarımı havaya dikerken. “Gerçekten mi?” diye sordum. “Sen bana özel bir elbise mi dikeceksin dede?” diye sorduğumda, tebessümüm yavaş yavaş dudaklarımın kenarında belirmeye başlamıştı bile şaşkınlıkla karışık. “Sen ve annen bu dünyadaki sahip olduğum en değerli varlıklarımsınız. Bu dünyadan göçmeden önce sana özel bir şeyler bırakmak istedim.” “Dede.” Dedim boynum bükülürken. Ölümden hoşlanmıyordum. Varlığından bile hoşlanmıyordum. Dedem benim her şeyimdi. Ona bir şey olması, yarımımın gitmesi demekti. Ve ben bunu bir kere yaşamıştım. Anneannem! Oğlunu küçük yaşlarda kaybeden anneannem, bir daha eskisi gibi olamamıştı. Dedem, kendisini elbiselere verdi, anneannem ise zihni oğluyla kaplandı. Sonunda ise hastalandı. Ve artık bu kadar acıya dayanamadan göçüp gitti. Onun kaybı, uzun süre kimsenin ayağı kalkamayacağı günlere sürüklemişti. Sekizinci sınıftım o zaman ama yokluğu canımı yakmıştı. Şimdi dedemin bu şekilde konuşması bu yüzdendi. Omuzuma yerleştirdiği elini sıkıca tutup, “sakın böyle bir şey daha söyleme. Düşüncesi bile beni üzüyor.” Dedim. Oğlunun kaybından hiç bahsetmedi, anneannemin kaybı ise tamamen onu sessizliğe sürükledi. “Gerçeklerden kaçamazsın Kar Tanem.” Deyip yanağıma bir öpücük kondurdu. Ben de omuzumun üzerindeki tuttuğum elini öptüm. “Ee hadi söyle nasıl olsun elbisen?” diye sorduğunda, heyecandan kalbim pır pır etmeye başlamıştı bile. Bana özel dikilen bir elbise ile defileye çıkma fikri, fazlasıyla heyecanlandırmış ve germişti. “Bilmiyorum.” Dedim yanımda duran kumaş parçasına aynadan bakarken. “Gerçek değilmişim gibi, varlık üssü biri gibi görünmek isterdim herhalde.” dediğimde bu söylediğim beni güldürmüştü. “Hmm.” Dedi dedem düşünüyormuş gibi. “Zaten benim için öylesin Kar Tanem.” Dediğinde tebessüm ettim. O defilede Toprak’ta olacak mıydı acaba? “Ne zaman yapacaksın defileyi dede?” diye sorduğumda, “bu yaz yapmayı düşünüyorum ama önce arkadaşıma da sormam gerekiyor.” deyip kumaşın bir parçasını yan tarafa doğru uzattı. “Rengini sevdin mi?” diye sordu. “Evet evet çok güzel.” Dedim hemen. “Bir periye çevir beni dede. Gerçekten öyle olduğumu düşünsün.” Dediğimde, hızla, “yani düşünsünler.” Deyip lafımı çevirdim. Böyle olduğumu düşünmesini istediğim tek kişi Toprak’tı elbette. Dedem gülüp, “öyle olacaksın kızım.” Deyip masaya doğru gitti elindeki kumaş ile birlikte. “Ben şimdiden başlayayım elbiseye.” Dediğinde, ben de yanına gidip yanaklarına bu sefer ıslak öpücükler bıraktım. “Seni çok seviyorum dedem.” Derken çok kelimesinin harfini uzatarak söylemiştim. “Hadi git üzerini değiş. Kesin annen uyarmıştır ama sen buraya gelmişsindir.” Deyip başını aşağı yukarı salladı gözlüğün üstünden bakarken. Dudağımı ısırıp, “öyle de denilebilir.” Dedim ağzımın içinde. “Bu arada akşam evde kalmayacağım bizimkilerle buluşacağım.” Deyip tekrardan dedemi öptüm. “Tamam dikkatli ol ama.” Deyip o da beni öptü. “Tamam dedem dikkatli olurum. Hadi sana kolay gelsin.” Deyip odadan çıkıp kendi odamın yolunu tuttum. Kapıyı sonuna kadar açıp önce Kristal’in girmesini sağladım. Hızla gidip yatağın üzerine çıkan Kristal, dilini dışarı çıkarıp beni izlemeye başladı. Odam benim huzur bulduğum, kendi dünyamı yarattığım bir yerdi. Bu yüzden bizimkilerle buluşmasak bile günlerce odamda kalıp, kitap okuyup film izleyebilirdim. Bir duvar komple kitaplıkla kaplanmışken, kitapların önünde sevdiğim filmlerden; kupalar, biblolar ve tabii ki de en çok Harry Potter serisi ile ilgili eşyalar vardı. Yatağımın yanındaki duvar ise; film afişleri, sevdiğim oyuncular ve şarkıcılarla doluydu. En çokta BTS ile ilgili posterler mevcuttu. Ne yapayım çok seviyordum, bu yedi erkeği. Telefonu yatağın üzerine fırlatmadan önce, BTS- Boy With Luv’i açtım ve kendimi şarkının kollarına bıraktım. Dudaklarım onlarla birlikte hareket ederken, ayaklarım şarkının ritmine uyarak, Dante’nin çalışma masamın üzerine bıraktığı, üzerinde dumanı tüten bir bardak süte ve bir tabak dolusu kurabiyeye doğru yürüdüm. Yatağın önünde ise okul çantam vardı. Dante çoktan getirivermişti bile. Önce gidip içimi ısıtması için bardaktan bir yudum süt içtim, üfledikten sonra. Bardağı yerine koyduktan sonra, dolabın önüne gidip, içinden deri ceket, pantolon ve epey geniş bir tişört çıkarttıktan sonra, bir tane de sırt çantası çıkardım. Karanlık çökmek üzereydi. Bu yüzden fazla karanlığa kalmadan kızların yanına gitmem gerekiyordu. Formamı üzerimden çıkarıp, az önce dolaptan aldığım kıyafetleri üzerime geçirdim. Şarkı odanın içinde yankılanırken, Kristal’in patilerinden tutup iki arka ayağının üzerinde havaya kaldırdım, dans ettirmeye başlamadan önce. Oh my my my oh my my my You got me high so fast I want to be with your for everything Kristal ile birlikte ağzım kulaklarımda beraber dans ederken, ne yaptığımı anlamasa da, dili dışarda bir şekilde heyecanlı ve mutlu görünüyordu. Şarkıya biraz daha eşlik ettim, Kristal’in patilerinden tutarken. Ardından buluşmaya geç kalmamak için Kristal’i rahat bırakıp, yatağın önündeki çantamın içinde ne var ise hepsini yatağın üzerine boşalttığımda, çantanın içinden kırmızı bir kağıt, yatağın diğer tarafına doğru süzülüp indi. “İzin ver bakayım Kristal.” Deyip Kristal’i birazcık kenara doğru ittirdim. Dizlerimin üzerinde çıktığım yatağın diğer tarafına uzanıp elime alıp doğrulduğumda, kanatlı kuğu origami olduğunu gördüm. Parmaklarımın arasında tuttuğum nereden çantama geldiğini bilmediğim kuğuyu incelediğimde, kaşlarım hafifçe çatıldı. Gözlerimi devirip yatağın üzerine geri bıraktım. Yine Zelem’in işlerinden biri olduğuna emindim. Çünkü böyle şeyleri yapmayı seven Zelem’di. Bazen masasının üstü parçaladığı kağıtlar ve çizdiği şeylerle dolup taşardı, kalem ve kağıttan çok. Telefonum titrediğinde, arka cebimden çıkarıp bildirime baktım. Bizimkilerin olduğu gruptan gelmişti mesajlar. Zeleminko: Ben varmak üzereyim. Togiş: Ben kapıdayım bile. Cıvıl bebişim: Ben de kapıyı açmak üzereyim dkjskdjksd Siz: Bende çıkıyorum jskdjksj Mesajı gönderdikten sonra, yeni çıkardığım çantamın içine gerekli olan eşyalarımı koymuş, yedek üniformamı gece giyineceğim pijamalarımı da içine yerleştirmiştim. Kitaplarım ve diğer ıvır zıvırların hepsi okuldaki dolaplardaydı. Yarın ders olmayacaktı çünkü tüm okul yapılacak voleybol maçını izlemek için spor salonunda olacaktı. Deri ceketimi de giyindikten sonra, masanın üzerindeki süt ve kurabiyeden yemek için oraya yöneldim. Kristal’de yataktan inip ayağımın dibine geldiğinde, kurabiyelerden birini uzattım. Yere kırıntılarını dökecek bir şekilde bir çırpıda dişlerinin arasına aldı. “Seni açgözlü kızım.” Deyip kıkırdadım. “Hadi gidelim.” Deyip sırt çantamın bir askısını tek omuzuma asıp odamdan çıkmak üzereyken, “hay aksi az daha unutuyordum.” Deyip geri dönüp dolabın önüne geldim. Bana yarın lazım olacak asıl önemli şeyi unutuyordum. Tabii ki de fotoğraf makinem! O olmazsa, nasıl Toprak’ı çekip saatlerce yüzüne bakacaktım. Her anını çekmek istiyordum. Makineyi alıp çantama yerleştirdikten sonra Kristal ile birlikte odadan çıktım. Merdivenin son basamağını da inip hâlâ salonda kumaşları inceleyen annemi ve ona kahve götüren Dante’yi gördüm. “Ben çıkıyorum.” Diye bağırdım. Hepsinin bakışları bana döndü. “Akşam yemeğe kalmayacak mısın?” diye sordu annem. “Hayır, geç kalırım o zaman.” dedim. “Tamam canım. Seni bırakmamı ister misin?” dediğinde, “bisikletle giderim. Görüşürüz Dante.” Deyip el salladıktan sonra, çoktan temiz converslerimi giyinmeye başlamıştım bile. Benle birlikte aşağı inen Kristal’i öpüp, “sonra görüşürüz kızım.” Deyip kapıyı açtım. Dışarı çıktığımda, yağmurun dindiğini yerini ise koca bir serinliğe ve temiz havaya bıraktığını gördüm. Yağmurdan sonra ortaya çıkan toprak kokusunu çok severdim. Bu yüzden derin bir nefes alıp ciğerlerimin bayram etmesini sağladım. Bakışlarımı yan tarafıma çevirdiğimde, Dante’nin bisikletimi yerden kaldırdığını, evin duvarına yasladığını gördüm. Üstelik her yerini de temizlemişti. İyi ki varsın Dante! Çantamın boşta kalan askısını da diğer omuzuma taktığımda, cebimden kulaklıklarımı çıkarıp, kulaklarıma yerleştirdim. Spotify’dan Taylor Swift’den You Belong With Me şarkısını açıp kendimi kollarına bıraktım. Bu hayatta bir yemek bir de şarkılar beni sağ tutuyordu. İyi ki şarkılar vardı! Bisikleti duvardan ayırıp birazcık ileriye doğru sürdükten sonra üzerine bindim. Bizimkilerle, evlerimizin arasında çok bir mesafe yoktu. Şehir büyüktü, bu yüzden birbirimizi göremediğimizi bu duruma bağlıyorduk. Belki de bir markette, bir lunaparkta, ya da bir konser alanında karşı karşıya gelmiş olma ihtimalimiz olabilirdi. Fakat hiçbirimiz bunları hatırlamayacak kadar çok küçüktük. Bisikletin pedallarına biraz daha yüklenip oturmak yerine ayakta sürmeye başladım. Teker, kaldırımda kendiliğinde akıyordu. Hafifçe esen rüzgar saçlarımı geriye doğru savururken, gülümsemeden edemiyordum. Bu şehir ve yağmurlarını çok seviyordum. Özellikle içindekilerini. Telefonumda değişen şarkılar ve şehri sarıp sarmalayan yağmur kokusuyla birlikte sonunda Cıvıllar’ın evine varmıştım. Bizimkilerin bisikletleri evin önündeydi. Ben de üzerinden inip direksiyonundan tutarak kendim sürdüm, bizimkilerin yanına park ederken. Telefonu çıkarıp gruba, “geldim.” Deyip mesaj attığımda, aynı saniyelerde hepsi mesajı görmüş, kapı hızla sonuna kadar açılmıştı. Gülümseyerek karşımda, Cıvıl duruyordu. “Hoş geldin Belfüüüü.” Diyen Cıvıl boynuma sarılıp geri çekildi. Şimdiden Barbie baskılı pijamalarını giyinmişti bile. İçeri girdiğimde, diz kapağının bir tık üstüne biten mavi takımlarıyla Cıvıl’ın annesi İdil Hanım duruyordu. “Hoş geldin Belfü.” Diyen İdil Hanım’ın gözleri benden çok çantamın üzerindeydi. İçeri abur cubur sokacağımdan korkuyordu. “Hoş buldum İdil Hanım.” Deyip gülümsedim tedirgince. Çantam da bir şey yoktu fakat gözlerini bu şekilde dikmesi hoş bir şey değildi. “Hanım kelimesini bırakabilirsin canım.” Dedi İdil Hanım tebessümle. Bıkkınca nefesini veren Cıvıl, “şüphelendiğin şeyler yok anne, merak etme.” Deyip gözlerini devirdi. Cıvıl’da fark etmiş olmalıydı annesinin çantama baktığını. Abur cubur getirdiğimi düşünüyor olmalıydı. İdil Hanım, en büyük markaların reklamlarını yapan bir ajansta çalışıyordu. TV programların da yayınlanacak dizilere ve yarışmalara oyuncu seçimlerinde görev yapan bir kadındı. Kızının da ileri de böyle projelerde yer vereceğini, Cıvıl’dan duymuştum. Bu yüzden cildine ve kilosuna dikkati bu nedenleydi. Babası da orada çalışıyordu Cıvıl’ın. İki baskıcı bir ailede bu şekilde büyümek epey zor olduğunu dilinden çok az duysam da, gözlerinden anlamak mümkündü. Saç rengini annesinden almıştı fakat annesinin gözleri maviydi. Göz rengini babasından almıştı fakat babasını bir iki defa gördüğüm için fazla anımsayamıyordum. “O yüzden bakmıyordum Cıvıl’cığım, yanlış anladın beni.” deyip kızına bakarak gülümseyen İdil Hanım ardından bana bakarak, “lütfen eğlencenize bakın, bir şey olduğunda da çekinmeden isteyin.” Dedi. “Çok sağ olun.” Deyip çekingen bir tavırla tebessüm ettim. “Hadi yukarı çıkalım Belfü.” Diyen Cıvıl çoktan kolumdan tutup yukarıya doğru çekiştirmeye başlamıştı bile. “Görüşürüz İdil Hanım.” Deyip Cıvıl’ın bana yön vermesine izin verdim. Cıvıl pembe stickerler yapıştırdığı odasının kapısını açtığında; pijamalarını giyinmiş, yatakta değil, zeminde oturan Zelem ve Togan’ı gördüm. “Hoş geldin Belfü.” Diye bağırdı ikisi aynı anda. Kollarını sarılmak için havaya kaldıran Togan’a gülümseyerek gidip sarıldım. Aynı şekilde Zelem’e de sarılıp Cıvıl’ın yanına oturdum. Togan ve Zelem karşımızdaydı, telefonları ortadayken. “Pijamalarını giy istersen.” Dedi Cıvıl, bağdaş konumda oturmaya hazırlanırken. “Biraz dinleneyim daha sonra giyerim.” Deyip çantamı, Cıvıl yatağının üzerine fırlattım. “Ee napıyoruz?” diye sordum, yüzlerine bakarken. “İsterseniz size aşağıdan meyve getireyim, yani eğer şimdi yemek istiyorsanız?” dedi Cıvıl, çekingen bir tavırla. “Kusura bakmayın, atıştırmalık bir şeyler yiyemiyoruz.” Deyip mahcup bir tebessüm takındı. “Sizlerdeki gibi rahat olmanızı isterdim ama…” “Buraya atıştırmalık için değil, eğlenmek için toplanıyoruz Cıvıl bebişim.” Diyerek sözünü kestim. Rahatlamasını ister gibi de, bir elimi bacağına koyup gülümsedim. “Aynen öyle, onları yemesek ölmeyiz zaten!” dedi Zelem, boş veren bir sesle. “Yani, yemesek daha iyi olur aslında.” Deyiverdi Togan. “Sonuçta zararlı!” Zelem gözlerini devirdi. “Bir gün için kastettim. Yoksa kimse yememi durduramaz.” Ellerimi çırpıp, dikkatlerinin bende olmasını sağlayarak, “bence onları boş verin. Okuldan birilerini arayıp işletelim?” dedim gözlerimi kısıp, tek tek bakarak yüzlerine. “Hiç sormayacaksın sandım!” dedi Togan, sesli nefes vererek. “Kimi arayalım önce?” diye sordu Zelem, telefonu yerden alırken. Dudaklarını dişlerinin arasına alan Zelem, sinsi gözlerini telefondan kaldırıp, “Okan’ı arayalım mı önce?” diye sordu, şeytani bir şekilde kıkırdarken. Rahat bir duruşa geçip, “geçen sefer aradığımızda ağır küfürler etti.” dedim. “Nasıl tanıyamadı şebek, anlayamadım!” dedi Zelem şaşkınlıkla. “Toprak’ı deneyelim isterseniz?” diye sordu öne doğru gelerek Togan. “Özele kapalı ya onun ki.” Dedi benden önce Cıvıl. “Aynen kapalı onun ki.” Bu durum hiç hoşuma gitmediği için derin bir nefes alıp verdim. Telefondan sesi nasıl duyuluyordu çok merak ediyordum doğrusu. “Tamam Okan’ı arıyorum.” Dedi Zelem, numarayı çevirmeye başlarken. “Sonra da Bahri’yi arayalım.” Dedi Cıvıl heyecanla. Çok kısa Cıvıl’ın bu haline gülmeden edemedim. Zelem telefonun hoparlörünü açıp hepimizin ortasına doğru getirdi. Telefon çalmaya başladı. “Bu göt, niye özele kapatmamış hâlâ?” Dedi Zelem fısıldayarak. Telefon açıldı saniyesinde, herkes nefesini tutarken. “Lan yine mi özel numaralar?” diye böğürdü Okan hattın diğer ucundan. Elimin birini hızla dudaklarımın üzerine kapadım, kıkırdamalarım duyulmasın diye. Acaba Toprak’ta yanında mıydı? “Aa sen niye öyle diyorsun yakışıklı. Olga seni çok özlemek.” Dedi Zelem Rus aksanını sesine iliştirirken. Kalın çıkarmaya da özen gösterdi. “Sen istemiyor soğuk duş?” dediğinde Zelem, herkes başlarını telefondan uzaklaştırıp başka yönlere çevirdi, gülüşmeye başladığında. Bizim olduğumuzu anlarsa, sıçardık. “Ya sikicem Olga’nı da, soğuk duşunu da! Sevgilim var benim!” dedi Okan öfkesi sesinden dinmemişken. Zelem gülmesini bastırıp, tekrar telefonu ağzının önüne kaldırıp, “kim senin sevgilin? Ben olmak istiyorum çok.” Dedi. “Bu Cuma düğünüm var benim, gelcen mi Olga bacı?” diye sordu Okan. Aynı saniyelerde, Okan’ın yanında da gülüşmeler başladı. Birileri mi vardı yanında? Bizimkilerle birbirimize baktık o dakikada, kaşlarımız anlamayarak çatılırken. “Olmaz, sen benimle evlenmek. Kim senin sevgilin? Onu geberteceğim.” Dedi Zelem yalandan sinirlenerek. “Hop yavaş Olga bacı. Anladık soğuk duş falanda benim hatuna az yavaş gel sen. Gözümün bebeği o.” Dediğinde Okan, Zelem’in gülüşü dudaklarında asılı kaldı. “Kim senin göz bebeğin?” diye sordu Zelem, Rus aksanını bir tarafa bırakarak. “Zelem’im!” deyiverdi Okan, dilinden bin tane Zelem ismi dökülürcesine. Buradan bile hissetmiştim, sesindeki tonu. Aşk vardı! Zelem’in gülüşü yavaş yavaş silinirken, aralıklı dudakları da kapanıverdi. Ama gözleri boşluğa dalmıştı. Kızlarla birbirimize baktık, tebessümle. Sonra Zelem’e çevirdik. Zelem’de hissetmiş olmalıydı, Okan’ın tonundaki nahifliği. “Ee düğünüme gelicen mi? Belki Zelem seni iyice döver!” çok kısa süren sessizliğimizi Okan’ın sesi yeniden bölerken, Zelem gözlerini birkaç defa kırpıştırıp, genzini temizledi. Duruşunu düzeltip, “sen kızı yabancılara anlatmak, hiç hoş değil!” dedi Zelem cümleleri tıkanarak söylerken. “Gözümün bebeğine olan aşkımı dünyalara duyurasım var benim, ne diyorsun sen?” deyip güldü Okan. Zelem telefonu kapadı, hiçbir şey demeden. Aynı anda bizimkilerle, “niye kapadın?” diye sorduk, ileriye doğru atılarak. Zelem umursamazca, bir omuzunu silkip, “canım sıkıldı!” dedi boş bir sesle. “Başka bir şey yapalım bence.” Deyip bize kaldırdı bakışlarını. “Ama Bahri’yi arayacaktık!” dedi Cıvıl, omuzları düşerken. Okan’ın burada bile aşkını dile getirmesi, Zelem’in sinirlerini zıplatmış olmalıydı ama şu anda sinirli gibi değil, daha çok üzülmüş gibi gelmişti. yanlış bile düşünüyor olabilirdim ama Okan’ı biraz daha söyletip, yanında kimin olduğunu öğrenebilirdik. “Artık özelden aramak istemiyorum kimseyi başka bir şey yapalım.” Dedi yeniden Zelem tek düze bir tonla. Artık başka bir şey demeden kabullenmiştik. Çok geçmeden Togan, “Zelem tarot kartı getirmiş.” Dedi heyecanla. “Nerede buldun kız?” diye sordum. Bir omuzunu silkip, “annemin odasında vardı. Oradan aldım.” deyip bir deste kağıdı görebileceğimiz bir şekilde havaya kaldırdı. “Hadi bak falımıza.” Dedim bacaklarımı kalçamın altına yerleştirirken. “Fala inanmayın ama falsızda kalmayın.” Deyip küçük bir kahkaha atan Zelem, desteyi bana doğru uzatıp, “bir kart seç hadi.” Dedi. Nasıl bakıldığını bilmiyordum ama okulda bazı kızların bu şekilde fala baktığını biliyordum. Arasından bir kart seçip Zelem’e verdiğimde, “bu işte iyi olursam var ya, okulda parayı kıracağım.” Deyip gözleri seçtiğim karta indi. Gözleri şüphe ile kısıldığında, “As kupası.” Deyip kısılan gözlerini bana kaldırdı. Cıvıl yanımdan kalkıp, önümden geçerek pencereye doğru ilerledi. Onda çok oyalanmadan Zelem’in söyleyeceklerini dinlemeye başladım. “Bir aşk görünüyor burada.” Dedi gizemli bir tonla. Aşk eşittir Toprak. Bunu demeye ne gerek vardı? “Fakat,” dediğinde gözleri birkaç saniye yüzümde oyalandı Zelem’in. “Bu aşk epey uzakta görünüyor. Hatta hayatının yarısı boş geçiyor Belfü.” Dediğinde, alayla güldüm. “Ee tabii Toprak’a açılmazsa bu olur. Boşta geçer bokta.” Dedi Togan gözlerini bana belerterek. Yumruk yaptığım elimi zemine bastırıp, Zelem ve Togan’ın dediklerini düşünmeye başladım. Üç senedir çocuğa aşıktım fakat açılmak gibi bir girişimde bulunmamıştım bakmaktan başka. “Togan haklı kızım, sen bu çocuğa açıl. En azından bilsin yani.” Dedi Zelem onaylar bir sesle. “Okan sana açıldı da noldu, çocuk okulda malamat gibi dolaşıyor aşkından.” Deyiverdi Togan gülerek. “Ama sende açıl.” Dedi sonra da bana bakıp. “Off o salak ne yaptığını bilmiyor. Takıntı sadece bence.” Dedi Zelem burnundan soluyup kağıda bakarken. “Ya bu gece gel, ya da bu gece gel.” Cıvıl’ın cırtlak sesi, çalmayı bilmediği gitarın tellerine karıştığında, diğerleriyle birlikte yerimizden zıplayarak Cıvıl’a döndük korkmuş ve şaşkınlıkla. Büyük bir kahkaha bu halimize attıktan sonra, “Siktir et.” Deyip bağırdı Zelem kahkahasının arasından. “Ya bu gece gel ya da bu gece gel.” Diye devam edip gitarın teline vurmaya başladı Cıvıl. “Senin için Toprak oldum Belfü.” Dedi gülüşünün arasından. Hepimizin kahkahaları birbirine karışırken, “evet şu anda tam Toprak’sın.” Dedim imayla iki büklüm olurken. Ne gitar çalmasını biliyordu, ne de sesi güzeldi benim gibi. Gülüşlerimizin yarıda kesilmesine neden olan pencerenin arka arkaya tıklatılması olmuştu. İrkilerek, birbirimize baktık, korkuyla. Cıvıl’da gitarı çalmayı durdurmuş arkasına bakmıştı. “Bahri olabilir.” Dedi Cıvıl gitarı yere bırakıp doğurulurken. Heyecandan gözleri irice açılmıştı. “Bahri mi?” diye sordum korku hâlâ geçmemişken üzerimden. Ne işi olabilirdi ki burada? “Ne biliyorsun?” diye sordu Zelem Cıvıl’a bakarak. “Siz gelmeden önce konuştuk, belki uğrayabilirim demişti.” Dedikten sonra pencere bir kere daha tıklatıldığında, Zelem ve Togan’da bakışlarını pencereden ayırmadan ayağı kalktılar. “Ay başımı yaracak şimdi.” Dedi Cıvıl kafasını omuzlarına gömerken. Korka korka pencereyi açtıktan sonra ellerini kenarlarına yaslayıp, “aa Bahri.” Dedi şaşırmış gibi. “Cıvıl.” Diyen Bahri’nin sözünü kesen, “kız Zelem orada mı?” diye soran Okan’ın ta kendisiydi. “İti an çomağını hazırla.” Dedi Zelem gözlerini devirip. Alt dudağımı ısırıp kendimi bir yay gibi yukarı fırlatıp koşarak pencerenin önüne geldim. Bahri elinde bir poşet tutarken, kafasında yine Cıvıl’ın tacı duruyordu. Bir adım arkasında ise kolunun altında tuttuğu voleybol topuyla Okan vardı. Beni gören Okan, “oo Belfü’de buradaymış.” Dedi şaşırarak. “Sana söyledim ya abi, toplanacaklar diye.” diye söylendi Bahri, omuzunun üzerinden Okan’a bakarak. “Laf olsun torba dolsun diye dedim olum.” Dedi Okan’da. “Zelem’i çağırsana.” Dediğinde, sırtıma binen ağırlıkla, “ne işiniz var lan gece gece?” sesin sahibinden Zelem olduğunu anladım. İkisi de yarın ki maçta giyinecekleri forma ile duruyorlardı. Antrenman yaptıklarını belli eden kızarmış yanaklarını yukarıdan bile görebiliyordum. Az önce özelden konuşmuştuk Okan ile ve o gülen Bahri olduğunu anlamıştım. “Buralarda takılıyorduk, sizi görelim dedik.” Diyen Okan, “merdiven var mı burada?” diye sordu. “Biraz sessiz olun ama bizimkiler duymasın.” Diyen Cıvıl biraz pencereden sarkıp, parmağını aşağıya uzatarak, “şurada bir yerlerde olması lazımdı.” Okan, Cıvıl’ın gösterdiği yerden merdiveni almak için giderken, Bahri elindeki poşeti kaldırıp, “sana hamburger getirdim. Yanında da patates ve içecek de var.” Dedi çekingen bir tavırla. “Gerçekten mi?” diye sordu Cıvıl şu anda erimek üzere olurken. “Aa ne kadar romantik bir çocuk.” dedi hayran bir sesle Togan. “Bize yok mu be?” diye sordu bu sefer kızmış gibi. “Size de var tabii ki.” Dedi Bahri tebessümle. Bu düşüncesi beni de gülümsetmişti. Ama gözlerim; sadece bir tane olan sokak lambasının etrafını, ağaçların arkasında görmek istediğim birini arıyordu. Toprak! Bunlar buradaysa o da burada olabilirdi. Pencerenin önüne sert bir şekilde yaslanan merdivenle hepimiz irkilmiştik. “Gel olum.” Dedi Okan, Bahri’ye. Okan pencerenin altında olduğu için göremiyorduk. Bahri hiç vakit kaybetmeden hızla merdiveni tırmanmaya başladı. “Dikkat et Bahri.” Dedi Cıvıl tedirgin bir şekilde. Onun arkasından Okan’da tırmanmaya başladı. “Sen dikkat etme Okan.” Dedi Zelem, ağırlığını sırtıma verirken. “Çok düşüncelisin.” Dedi Okan’da gülerken. Zelem’e bakıp gözlerimi belerttim. “Şaka yapıyorum.” Deyip omuzlarını silkeledi. Çokta şaka yapıyor gibi görünmüyordu. Fakat ciddi olmasını da istemiyordum. “Sadece siz mi geldiniz?” diye sorduğumda Bahri çoktan pencerenin önünde belirmiş, hemen altında ise otuz iki diş birden sırıtan Okan vardı. Bahri’nin gözleri Cıvıl’da, Okan’ın kilerde Zelem’deydi. Okan bana bakıp, “başka kim olsun kız, biz size yetmiyor muyuz?” diye sordu. Yerimde hareketlendim huzursuzca. Çakmasını istemiyordum. Ama Toprak olsa da fena olmazdı doğrusu. “Şey de burada ya.” Diyen Bahri devamını getirmeyip, elindekini Cıvıl’a uzattı. “Annen izin vermiyor diye sana getirdim. İstersen diğerlerine vermeyebilirsin, hepsini sen ye.” Deyip gülümsedi. “Kızı yırtmak istiyorsun herhalde kardeşim?” Dedi Okan. Şey de burada? Kim burada? Aklım sadece söylediğinde takılı kalmıştı. Bahri’nin bir omuzuna vurup, “kim burada Bahri?” diye sordum. “Şey ya.” Derken, Cıvıl’da gözleri asılı kalmıştı. Hipnoz olmuş gibiydi. “Bizim ki ya.” Dedi Bahri burada değilmiş gibi. Delirtecek beni! “Zahmet ettin Bahri.” Dedi Cıvıl sağa sola cilveli bir şekilde sallanırken. Burnumdan soluyup, Bahri’ye kaşlarımı çattım. Cıvıl paketi alıp içine baktı. “Çokta güzel koktu.” Dedi. “Senin kadar, güzel kokamaz.” Dedi Bahri’de. “Hamburger ile karşılaştırılması beni benden etti.” dedi Okan, başını sallayıp dudaklarını sarkıtırken. “Al bendende o kadar!” diyen Zelem’di. İkisinin de yüzünde tiksinme vardı. Ama Cıvıl ve Bahri şu anda burada yoktu. İkisi kendi alemindeydi. Birbirlerini cilveli bir şekilde süzüyor, kıkırdıyorlardı. “Bende sana bileklik getirdim.” Dedi Okan kolunu bize doğru uzatırken. “At yalananı sike-” devamı getiremeden tövbe deyiverdi ağzının içinde Zelem. “Niye inanmıyorsun kızım, sana vericem işte.” Dedikten sonra bilekliğini çıkarmak için merdiveni tutan elini serbest bıraktığında dengesini kaybetti bir an. Zelem dahil herkes küçük çaplı korkuyla inlerken, Zelem elini hızla uzatıp, Okan’ın bileğinden yakaladı. Okan’da diğer eliyle merdiveni tuttu. “Dikkat etsene salak.” Dedi Zelem sinirle. “Korkma bir şey olmaz bana.” çapkınca sırıtıp bileğini saran Zelem’in eline baktı. Öpmek için eğiliyordu ki, Zelem kolunu geri çekti. “Of salak salak davranma.” Dedi güldüğünü sesinden anlarken. Bilekliğini çıkarmaya başladı daha dikkatli olurken. Siyah bir bileklikti. Üzerinde ise pembe kuvars taşı vardı. Çıkarıp Zelem’e uzattığında, “uzun süredir vermeyi düşünüyordum zaten.” Dediğinde, alması için kaşlarıyla işaret etti. “Alamam!” dedi tekte Zelem. “Senin için aldım.” dedi Okan’da sesi alçalırken. “Sana al diyen olmadı!” Dedi düz sesle. “Taşı görünce sen aklıma geldin.” Diyen Okan’ın yüzü düşmek üzereydi. Zelem’ e baktım kötücül bir bakışla. Okan’ı kırmasını istemiyordum. Zelem’in gözleri de taşın üzerindeydi. “Pembe mi?” diye sordu tiksinerek Okan’a bakarken. “Hiç sevmem o rengi.” Okan’da taşa baktı. “Çok pembe değil, yani o kadar da pembesi yok.” Dedi bir çocuk gibi. Zelem’i de ikna etmek istiyor gibiydi. Zelem’in bacağını çimdikleyip bana bakmasını sağladım. Acıyla kıvranan Zelem ne yapıyorsun? Der gibi baktığında, gözlerimi belerttim. “Bence bileklik çok hoş.” Dedim bastıra bastıra. “Demi Belfüü? Bende çok hoşlandım. Direkt aklıma Zelem geldi.” Dedi Okan. Ama sesi yumuşacık çıkan Okan yerine Zelem’e bakıyordum. Zelem derin bir nefes alıp verdikten sonra, “iyi ver bakayım. Belki takarım.” Deyip aldığında, yüzü düşen Okan’ın ifadesi çoktan toparlanmış eski haline dönmüştü. “Kim var?” diye sordum yeniden. Onlarla başka kimin geldiğini merak ediyordum. Söylemeseler çığlığı basacaktım. “He ya bizim ki işte, Toprak.” Dediğinde, ağaçların arkasını gösterdi Okan. Sırtımda çoktan dürtülmeler hissettim bizimkiler tarafından. Gözlerim direkt oraya çevrildi. Hareket eden bir silüet aradı gözlerim kısılırken. “O niye gelmedi? Yemeyiz onu!” dedi Togan. “Bilmiyorum ki.” Dedi Okan, “hadi tak bileğine.” Dediği kişi bu sefer Zelem’di. Artık onlardan bağımı koparmış dikkatimi ağacın arkasındaki kişiye vermeye başlamıştım. Ve sonbaharı andıran gözlerini karanlıkta göremesem de sonunda bedeninin yarısını bana sunmuştu. Oradaydı! Forması üzerinde! Kollarını bedenine sıkıca yaslamış, olduğu yerde hareket ediyordu. Arada da buraya bakıyordu. Üşüyor olmalıydı! Ama onu görmek; tüm kanımı kaynatmış, yanaklarımın kızarmaya başladığını hissetmiştim. Tabiri caizse, yanıyordum! Onu görmek böyle hissettiriyordu. “Gelse sorun olmazdı bence.” Dedim mırıldanarak. Gözlerim oradaydı, onda! “Bizim sınıftan olmadığı için çekindi sanırım.” Dedi Okan, Zelem’in bilekliğini bağlarken. “Olsun.” Dedim yeniden mırıldanırken. “Bu arada maçı kazanırsak, kutlama yapacağız.” Dedi Okan. “Sizi de bekliyoruz.” Dedikleri kulağımın birinden giriyor diğerinden çıkıyordu. Dikkatim Toprak’taydı. “Belki geliriz.” Dediğini duydum Zelem’in. Hızla dürtülürken, yutkunup başımı iki yöne doğru salladım gözlerimi Toprak’tan çekerken. Ya Togan’dı ben dürten ya da Zelem, hangisi olduğunu bilmiyordum. Yanımdaki çifte baktım. Cıvıl, “hadi gidin annem görmesin sizi.” Deyip Bahri’nin iki yanağına da ufak buseler bıraktı. Hep bir ağızdan uğultular çıkmıştı bile. Cıvıl’da Bahri’de saniyesinde kızarmıştı. “Okul da görüşürüz.” Dedi çekinerek Bahri. Arkasına bakıp, “in hadi abi.” Dedi Bahri, Okan’a. “Sende beni öpecek misin Zelem?” diye sordu bir basamağı inerken Okan. “Rüyanda bile değil!” dedi Zelem’de. “Orasına karışamazsın güzelim.” Deyip çapkın bir tavırla dudağının kenarı yükseldi. “Yarın görüşürüz gençler.” Deyiverdi Togan, aşağı inen kişilere. Onlarda aynı şekilde söyleyip, sırayla aşağı atladılar. Okan merdiveni yerine koydu. İkisi de geri geri yürüyüp, pencerenin önündeki bizlere el sallamaya başladılar. Gözlerim ise Toprak’taydı. Arkadaşlarına sırıtarak bakıyordu. Bu kısacık zaman diliminde bile kalbimi yerinden sökecek kadar hızlı attırıyordu. “Yarın güçlü bir sesle bağırın.” Dedi Okan. “Sesiniz, diğerler taraftarları sahaya gömsün.” “Şimdi annem gelip bizi buraya gömecek.” Dedi Cıvıl tedirgince. Çok geçmeden ikisi de Toprak’ın yanına gidip, uzaklaştılar. Derin bir nefes alıp odaya geri döndüm. Pencereyi kapattıklarını duydum. En azından Toprak’ı görmüş oldum! Yeterdi bana.
Devam edecek...
|
0% |