Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.⭐

@kadrisyazar_

 

 

YILDIZLARA GÖÇ

 

3.BÖLÜM

 

Taylor Swift - Willow ♪

Rose, Bruno Mars - APT ♪

 

Bizimkilerle gece muhabbetimizin ardından, daha kuşlar bokunu yemeden hepsini sabah erkenden zorla yataktan kaldırmış, çar çabucak arabaya tıkıştırmıştım. İdil Hanım, hepimizi okula bırakmak için ısrar edince bir şey diyemeden kabul etmiştik. Daha doğrusu, kabul ettirmiştim. Çünkü okula çabuk varmam gerekiyordu, Toprak’ı görebilmem için. O herkesten önce okula gelirdi. Ders başlayana kadar ilgi alanlarıyla meşgul olurdu.

Ya spor salonunda voleybol oynardı ya da müzik salonunda gitar çalardı!

İkisi de benim için izlemesi keyif vericiydi.

Zelem esneyerek, başını koltuğa yaslayıp, “daha güvenlikçilerin bile gelmediğine eminim!” dedi uykulu uykulu. Ön koltukta Zelem, arka koltukta; ben, Cıvıl ve Togan vardı. Ortalarında ise ben oturuyordum.

Zelem’in dediğine sadece tebessüm edip, yanımda oturan kişilere çok kısa göz gezdirdim. İkisi de başlarını cama yaslamış, uyuyorlardı. Ardından bakışlarımı elimde tuttuğum telefonuma indirdim. Instagram’a girip, günün her saati yokladığım hesaba tıkladım.

@toprak_

Gece uyumadan önce de sadece Takip Et butonuyla bakışıyordum. Cesaret edip bir kere bile istek atma girişiminde bulunamamıştım. Dudaklarımın kenarı, profilini yakından görmek için tıkladığımda, yukarı kalkmıştı. Birazcık da utanıvermiştim. Çünkü profiline koyduğu fotoğraf yarı çıplaktı. Arkası dönük, elinde ise bir gitar vardı. Yönü pencereye dönüktü ve sabahın ışıkları pencereden içeriye sızıyordu.

Fotoğrafı binlerce kez incelediğim için burasının bir yatak odası olduğunu biliyordum ama asıl soru işareti bırakan şey ise bunun kimin çektiğiydi? Bu soruyu hep merak etmişimdir. Biosunda ise sadece güneş sembolü vardı. Hep bunu kullanırdı ve biosundaki güneş sembolünü de hiç kaldırmazdı. 210 takipçisi, 109’da takip edilen kişi vardı, hesabında. Ortak arkadaşımız ise sadece Okan ve Bahri’ydi. 210 kişi nasıl onu tanıyabilirdi bilmiyordum. Kıskanmamak elde değildi!

Elim hep mavi butona gitse de, sanki elektrik akımına uğramışçasına geri çekiyordum parmaklarımı oradan. Ve bu her gece ve her gün düzenli bir şekilde tekrarlanıyordu.

Araba durduğunda, hesaptan çıkıp yan tarafa doğru baktım, diğerleriyle birlikte. Gözlerim hemen okulun girişini incelemeye başladı. Birkaç öğrenci dışında kimse yoktu. Onların olduğuna emin olduğum arabaları da park edilmişti girişe. Yavaş adımlarla okula giriyorlardı.

“İyi dersler.” Dediğinde İdil Hanım, dikiz aynasından bize bakan bir çift gözle göz göze geldim. “Teşekkürler İdil Hanım.” Dedim gülümseyerek. “Sağ ol anne, sana da kolay gelsin.” Dedi Cıvıl yorgun bir şekilde. Sanırım içlerinde en dinç ben olmalıydım. Diğerleri daha uykusunu atamadığı için konuşamamıştı bile. Cıvıl’ın bile ağzında kelimeler zor seçilmişti.

Cıvıl kapıyı açtığında, arkasından bizde hemen inmeye başladık. Zelem’de çoktan oturduğu yerin kapısını açmış, arabanın önünden bize doğru geliyordu. İdil Hanım’a el salladıktan sonra, bir süre arabasıyla okuldan çıkana kadar izledik.

“Kafeteryaya gidelim bari.” Dedi Zelem, sağ gözünü ovuştururken.

Yavaş yavaş okula doğru yürümeye başlamıştık. Gözlerim Toprak’ın motorsikletini aradı fakat görünmüyordu park yerinde. Sadece bisikletlerin olduğu yerde, birkaç tane bisiklet vardı. Sanırım daha okula gelmemişti. Biz mi çok erken gelmiştik acaba?

“Sert bir kahve iyi gelir.” Dedi Togan’da, ileriye bakarak.

“Dersin başlamasına,” diyen Cıvıl, kolundaki saate bakıp, “daha bir saat var.” Deyip bakışlarını bize kaldırdı. “Benim diğer kızları da beklemem gerek, hazırlık için.”

Çantamın askısını düzeltip, “tamam o zaman siz kafeteryaya geçin, ben geliyorum hemen.” Dedim.

Zaten ikinci dersten sonra, maç başlayacaktı. İlk derse bile o kadar odaklanacağımızı düşünmüyordum. Cıvıl’da maçtan önce amigo kızların hazırladığı dans gösterisinde olacaktı.

Okula girdikten sonra bizimkiler kafeteryaya, ben de ilk önce günümün güzel geçmesi için görmem gereken kişiyi bulmak için spor salonun yolunu tutmuştum. Her aklıma geldiğinde, kalbimin bu kadar hızlı çarpması normal değildi!

Acaba diğer kızlar da, hoşlandığı çocukları görmeden bile bu kadar heyecanlanıyor muydu?

Yoksa ben mi anormaldim?

Çantamı düzeltip, ellerimi birbirine kenetleyip heyecanımı bastırmak adına birbirine sürttüm avuçlarımı. Kapısı açık diğer sınıflara göz gezdirdiğimde, bir elin parmağını geçemeyecek kadar öğrenci olduğunu gördüm. Aslında, derslerin başlamasına iki saat kala gelmem gerekiyordu. Bu saat bile çok geçti benim için. Bizimkiler yüzünden geç kalmıştım! Şimdi sınıflar dolmaya başlardı ama hepsi çok geç gelmeyi tercih ederdi. Mesela on dakika kala falan.

İnsan bir kere liseli oluyordu. Bu günlerin tadını çıkarmak lazımdı ama hepsinin ruhu resmen yaşlanmıştı!

Tabii bu, birilerini görmek için can atan kişiler için geçerli bir durum değildi. Onlar için lise, vazgeçilmez oluyordu!

Spor salonun önüne geldiğimde, derin bir nefes alıp yarısı cam olan kapı ile aramızda bir iki adımlık mesafe ile durdum. Ya yine Ahsen var ise yanında? Dün görmek istemediğim bir görüntü ile karşılaşmıştım, yine aynısı olsun istemiyordum. Fakat düşüncelerimden beni sıyıran şey, spor salonun kapısının önüne iliştirilen kanatlı kırmızı kuğu origami olmuştu.

Büyük bir adımla kapının önüne varıp, kuğunun kanatlarına dokundum parmak uçlarımla. Etrafıma bakındım, belki bunu bırakan kişiyi görmek için. Ama koridor boştu. Sadece ben vardım. Tekrar kuğuya döndüm, şaşkınlık ve anlamamanın verdiği karışık ifadeyle.

İki parmağımın ucundan tutup, kırmızı kuğuyu çıkardım, iliştirildiği yerden. Kaşlarım hatırladığım anı ile çatıldı. Dün akşam buna benzer çantamın içinden de düşüvermişti. İyice incelediğimde, aynısı olduğunu fark ettim. Birileri bunlardan yapmayı çok seviyor olmalıydı. Fakat kim neden buraya bıraksın ki?

Kafamı iki yana sallayıp dudaklarımın arasından sesli bir nefes verdim. Şu anda önemli olan Toprak’tı. Parmak uçlarımda yükselip, spor salonunun içine baktım ama bakışlarımı karşılayan kimseciklerin olmamasıydı!

Lanet olsun!

Toprak’ı ilk burada bulacağımı düşünmüştüm çünkü bugün maç vardı ve birazcık antrenman yapacağını zannediyordum ama yanılmıştım. Belki de müzik salonunda gitar çalıyordur. Kadife sesini sadece boş duvarlar duyuyordur. En iyisi oraya gitmekti şimdi.

Parmak uçlarımdan geri aşağı inerken, ensem de hissettiğim hafif ılık rüzgar beni olduğum yere kenetledi. Sonra ise sesi!

“İçeri girmeyecek misin?”

Toprak, Toprak, Toprak...

Buradaydı!

Elimdeki kuğunun kanatlarını koparırcasına asıldı parmaklarım. Toprak şu anda arkamda ve çok yakınımdaydı.

Ne zaman gelmişti?

Burada mıydı hep?

“Yoksa birini mi bekliyorsun?” diye sordu bu sefer, hafifçe gülüşünün tınısını sesinde hissederken.

Seni!

Çok kısa gözlerimi açıp kapadıktan sonra, burnumdan kesik bir nefes alıp verdim. Allah’ım öleceğim sanırım!

Yavaşça topuklarımın üzerinde geriye dönerken, başını çok az eğmiş, dudaklarının kenarlarında derin çizgiler hafiften belirginleşmiş, bir çift kısılan sonbahar gözlerle karşılaştım. Maçta giyineceği forma vardı üzerinde ama sakın aşağı bakma Belfü, yoksa onu incelediğini düşünecekti!

Sanki hiç yapmıyormuşum gibi!

Bir şeyler söyle Belfü, hadi!

Sesi çok güzelmiş ama!

Yumuşacık, keşfedilmeyen müzikler gibi!

Dudaklarım bir şeyler söylemek için aralamıştım ki, bakışları ellerime kaydı. Tekrar bana baktığında, tek kaşının havalandığını gördüm. Ama bıyık altından gülüyor gibiydi. Ellerini hırkasının ceplerine yerleştirirken, gözleri koridora kaydı, yanağının içinde dilini gezdirmeye başlamışken.

Yakından bu kadar yakışıklı mıydın Toprak?

Bebek gibi cildi vardı. Saçları yine dağınıktı, birkaç saniye önce parmaklarını içine daldırdığına emin olduğum bir şekilde.

Alttan bakışları yüzüme indi, dilini hâlâ yanağının içinde gezdirirken. Bıyık altından gülmeye devam ediyordu. Bir şey söyle Belfü, mal gibi kalakaldın!

Ne söyleyecektim ki?

Evet seni bekliyordum ve bir anda arkamda belirmeni beklemediğim için kalbime iniyordu seni haylaz çocuk, gibi şeyler mi?

Bari gözlerini sadece bir iki defa kırpıştır, saniyede bin kere değil!

Ya da nefesini düzene sok, heyecanlandığını görmemesi için!

Ama bu kadar yakınımda ve bana bakarken imkansızdı.

Fakat bir anda adımlarını bana doğru atmaya başladığında, ellerim iki yanıma düştü. Ne oluyor? Bakışları ve tebessümü çapkınca bir ifadeye bulandığında, nefes alıp vermeyi durdum o anda. Ben de adımlarımı geriye doğru attım istemeden. Toprak üzerime doğru mu geliyordu, çapkınca tebessüm ederken? Rüyada mıydım?

Sırtım kapıya doğru yapıştığında, gözlerim yuvalarından çıkacak kadar büyüdü. Dudaklarımdan ise küçük çaplı bir inlemeye engel olamamıştım, çarpmanın etkisiyle. Toprak ise dişlerini görünecek bir şekilde gülümsedi ve çok kısa bakışları aralıklı duran dudaklarıma kaydı. Gerçekten oraya mı baktı, yoksa ben hayal mi görüyorum?

Gözlerimi o anda kaçırma isteği uyandırdı fakat tek yapabildiğim; yutkunmak ve kuruyan dudaklarımı ıslatmaktı.

Ayakkabılarının ucu benimkilerine değene kadar geldi ve adımlarını tam önümde durdurdu. Bu kadar yakın olmayı beklemiyordum! Beni öpmek mi istiyordu? Hayır, bu olmazdı! Saçmalama!

Fakat teninden yayılan bal ve kurabiye kokusu beni sarhoş etmek üzereydi. Evet tam olarak bal ve kurabiye kokuyordu bu çocuk. İlk defa bu kadar maruz kalmıştım kokusuna.

Hızla gözlerimi yumup, elimdeki kuğuyu dudaklarımın üzerine kapadım refleksle. Toprak’ın kıkırdayışı kulaklarımı doldururken, arkamdaki kapı aniden açıldı, kendimi diğer tarafa doğru attım küçük bir çığlık dudaklarımdan dökülürken. Gözlerimi açtığımda, koluma dolanan bir el ve sırıtarak başını belli belirsiz sallayan Toprak ile karşılaştım.

Hâlâ sırıtırken, kolumu tutan elini çekmiş spor salonuna girerek, kapıyı arkasından kapatmıştı. Ne oldu şimdi burada?

Arkasından bakakalmıştım. Yanaklarımın feci halde ısındığını hissettiğimde, avuç içlerimi yanan yanaklarıma bastırdım, gülüşüme engel olamadan. Toprak yanımdaydı. Toprak tam karşımdaydı. Sonbahar gözleri ve bal, kurabiye karışımı kokusuyla birlikte hem de.

Kıkırdayıp, ellerimi yanaklarımdan çekmeden koşar yan tarafa dönüp koşar adımlarla buradan uzaklaşmayı istiyordum ki, koridorun ucundan sinir küpüne dönmüş Ahsen’i gördüm. Bu tarafa doğru bakıyordu, heykelden farksız bir şekilde. Üzerinde ise amigo takımının kıyafetleri vardı. Acaba ben ve Toprak’ı görmüş müydü?

Çünkü saçma bir şekilde beni öpeceğini falan düşünmüştüm! Ne salak bir kızım. Daha çocuk ismini bile bilmiyordur. Kesinlikle rezil olmuştum!

Onu umursamadan, çantamın askısında sımsıkı tutunup, koşar adımlarla ona bir daha bakmadan yanından geçip kafeteryanın yolunu tuttum. Kızlara ne olduğunu bile anlamadığım olayı anlatmayacaktım elbette. Çünkü resmen Toprak benimle dalga geçmişti. Dalga mı geçmişti acaba?

Kafeteryaya geldiğimde, sadece Zelem ve Togan’ın beraber oturduğunu, Cıvıl’ın ise diğer masada Bahri ile sohbet ettiğini gördüm. Onları alıp hızla maç başlayana kadar derse soktum. Heyecan ve mutluluk kalbimi yerle bir ederken, tek yapabildiğim maçı beklemek olacaktı!

 

****

 

“Bu taraftan Belfü.” Diyen Togan kalabalığın arasından bize tuttuğu yere götürmeye çalışırken, diğer kişileri ezmemek için ayrı bir efor harcıyordum. Arada bir ayaklarına basıyor, küfür ederek beni itekliyorlardı.

Tribünler çoktan dolmuş, herkes bir ağızdan sadece bizim okulun adını haykırıyordu. Tüm öğrencilerin elinde pankartlar vardı ve hiçbiri de tatlı dille yazılmamıştı. Okan tüm okulu bu yüzden dört dönmüş, herkesi fişeklemişti. Başarılı olmuştu da.

Karşıya baktığımda, Zelem kollarını önündeki tribünün korkuluklarına dayamış, Okan ile sohbet ettiğini gördüm. Okan yine melül melül bakıyordu fakat Zelem'de tık yoktu!

Togan yerine oturduğunda ben de yanına oturup, sahanın içinde ısınma hareketleri yapan Toprak’a gözlerimi diktim. Diğer takım daha gelmemişti fakat onlara destek olmak için epey kişi gelmişti. Karşı takımın taraftarları ise diğer tribündeydi. Tüm öğretmenler ise burada, herhangi bir tartışma için gözlerini dört açmışlardı çünkü maçın sonunda Okan hep kavga çıkaran kişi oluyordu.

“Okan!” diye bağırdı Koç.

“Tamam geliyorum Koç!” diye seslenip, “bir şans öpücüğü vermeyeceğine emin misin Zelem?” diye sordu sırıtırken Okan.

Zelem yaslandığı yerden doğrulup, “avucunu yalarsın!” dedi bıyık altından gülerken. “Neden kazanmadığımızı anlıyorsun demi?” dedi bu sefer Okan. “Kendi başarısızlığını bana yükleme.” Deyip kollarını göğsünde bağladı Zelem.

Yumruğumu havada sallayıp, “size güveniyoruz, hadi bastırın!” dedim moral veren bir sesle. “Sağ ol güzelim.” Dedi Okan göz kırparken. “Bağırmayı ve dua etmeyi unutmayın sakın!” deyip her birimize baktıktan sonra, koşarak takımının yanına gitti.

Tek omuzuma astığım çantamı öne doğru getirip, fermuarını açıp içinden fotoğraf makinesini çıkardım. Çantamı geri kapatırken, makineyi ısınma hareketleri yapan Toprak’ı çekmek için tek gözüme yasladım. Gülümsemem yüzüme yayılırken, geri indirdim makineyi çektikten sonra. Ekrana baktığımda, tek ayağını kaldırıp, Okan’a gülerek bakan Toprak’ın fotoğrafını inceledim. Gülümsememi bastırmak için alt dudağımı dişlerimin arasına alıp, bir fotoğrafını daha çekmek için makineyi tekrar yüzüme çıkardım. Ve bir duruşundan yüz tane falan çekmiş bulunuyordum.

“Hey, hadi poz verin!” deyip yanımda oturan bizimkilere gülerek, makineyi çevirdiğimde, Togan dudaklarını öpücük atıyormuş gibi yapıp, iki elinin işaret ve başparmağını çapraz bir şekilde yaslayıp kalp yaptı Zelem’e bir omuzunu dayarken. Zelem ise bir elini Togan’ın kafasına yaslayıp, diğer elinin de işaret ve orta parmağını kaldırıp poz vermişti.

Makineyi tekrar sahanın ortasındaki erkeklere çevirdim. Bu sefer yuvarlak oluşturmuş, birbirlerine sırayla topu gönderiyorlardı.

Yılkan. Yılkan. Yılkan.

Hadi bastır Yılkan.

Arkamdaki sıra ful, tribünleri oynatacak derecede yüksek sesle bağırıyor, ayaklarını yere vurarak ritim oluşturuyorlardı. Karşı takımın taraftarlarının da onlardan kalır yanı yoktu elbette. Umarım bunu sonunda kavga çıkmazdı!

Son kez arkamdaki taraftarları izleyip önüme dönüyordum ki, çoktan bakışları bende olan Rüzgar ile göz göze geldim. En arkada ve birkaç arkadaşıyla oturuyordu. Rüzgar’ı görür görmez, dudaklarıma tebessümümü iliştirip el salladım. O da aynı şekilde gülümseyip el salladıktan sonra, karşı tarafa doğru gözlerini çevirdi. Yüzü beş karıştı. Ya da öfkeli, bilmiyorum. Sanırım üniversite sınavına hazırlanmak epey yoruyor olmalıydı.

“Belfüüüü!”

Adımın tüm salon içinde haykırılmasıyla önüme korkuyla döndüğümde Okan’ın, takımın önünde durmuş, bana doğru el salladığını gördüm. Toprak dahil tüm takımın gözleri bendeydi.

“Gel güzelim buraya.” Dediğinde Okan, Toprak’ın dudağının bir kenarının yukarda olduğunu başını sallayarak diğer tarafa baktığını gördüm. Yan gözle bizimkilere bakıp, “bu salak beni niye çağırıyor?” diye sordum bastırdığım dişlerimin arasından.

İkisi de aynı anda omuzlarını silkip, karşıya bakmaya devam ettiler.

Gergince yerimde kıpırdanıp, Okan’a tekrar baktım zorla gülümsemeye çalışırken. Elimi havaya kaldırıp, ne oldu? der gibi yüzüne baktım.

“Kızım gel, bizim bir fotoğrafımızı çek!” deyip eliyle beni çağırdı.

Fotoğraf mı?

Toprak’ın karşısında mı?

Daha bugün yaşananları üzerimden atamamışken, nasıl yüzüne bakacaktım çocuğun?

Allah'ım sen bana kuvvet ver!

Togan etimi çimdiklemeye başladığında, acıdan çığlık atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Hadi Belfü git hadi.” Dedi ağzının içinde. Zelem’de kolunu arkadan uzatıp sırtıma vurmaya başladı, bir taraftan kalkmam için baskı uygularken.

Şu anda tüm takımın gözleri üstümde olduğu için hayır deme gibi bir lüksüm yoktu. Sertçe yutkunup, usulca başım ile onaylayıp oturduğum yerden zorda olsa kalkabilmiştim. Fotoğraf makinesine iki elle tutunmuşken, yine diğer taraftarların ayaklarına basa basa tribünün diğer ucuna doğru yürüdüm.

Sahaya doğru inen merdivenleri, yavaşça inerken düşmemek için bacaklarımın kontrolünü elimde tutmaya çalışıyordum fakat bu imkansızdı. Okan koşa koşa yanıma gelip elini uzattı. “İyi çek beni Belfü. Kötü çıkarsam, sil hemen!” dedi. Bacaklarımdaki güç epeyce çekildiği için Okan’ın uzattığı eli tutmak zorunda kaldım. “Bir de nasıl poz vereceğimi söyle. Bir tane çekme, böyle bir sürü çek ki, instaya foto atayım en iyilerinden.”

Ben çoktan merdivenleri inmişken, Okan hâlâ boş boş konuşuyordu. Çoğunu bile dinlemediğim kesindi. Bakışlarım, yan yana durmuş takımın arasında bir ışık gibi parlayan Toprak’ın üzerindeydi. O da bana bakıyordu. Hiçbir yere değil, sadece bana bakıyordu.

Okan’ın elini çoktan bırakmışken, büyük adımlarla takımının yanına gidip aralarına girdi. “Nasıl yapalım Belfü? Hepimiz kadraja girer miyiz?” diye sordu Okan, diğerlerini ayarlamaya çalışırken.

Gözlerimi kırpıştırıp, “yani, nasıl yapmak istiyorsanız öyle yapın.” Derken, arada bakışlarım Toprak’a da kayıyordu. “O zaman herkes sıraya girsin!” diye bağırdığın da Okan, herkes yan yana dizilmeye başladı. Toprak takımın diğer ucundaydı. Üniformasında bile yakışıklıyken, siyah formanın içinde epey iyi duruyordu. İlah gibi.

Makineyi tek gözüme yasladım, onlar tamamen hazır olurken. “İyi mi Belfü?” diye sordu Okan takımın ortasındayken. Bir elinin başparmağını ise göğüs hizasında kaldırarak poz veriyordu. Başımı onaylar bir şekilde salladım. Toprak ise bir kolunu arkadaşının arkasına yaslamış, öylece duruyordu. Fakat dudaklarının yakınındaki derin çizgiler, besbelli bir şekilde ortaya çıkmıştı.

“Peki bu?” dediğinde Okan bu sefer iki elini de, az önceki yapmıştı. Sabır dilenircesine derin bir nefes alıp verdim, makineyi gözümden çekerken. “İyi Okan iyi!” dedim bastıra bastıra. Titreyen ellerim yüzünden makine yere düşmesi an meselesiydi fakat Okan ile uğraşıyordum.

“Okan hadi oğlum ya!” dedi Toprak başını diğer tarafa çevirip, ortada duran Okan’a bakarak.

“Tamam tamam. Ama instaya poz çıksın.” Deyip bu sefer yere oturmaya başladı, ne yaptığını anlamaya çalışıp dudağımın bir kenarı yukarı kalkarken. Diğer takım birleşti, aralarında boşluk bırakmayacak bir şekilde. Bu sefer Okan yere yan uzanıp, elini başına yaslayarak, başparmağını kaldırdığı elini havada tutup poz verdi, otuz iki diş sırıtarak. “Şimdi oldu, çek!” dediğinde, diğer takım üst bedenlerini hafif öne doğru getirip gülümsediler.

Makineyi tekrar tek gözüme yerleştirdim. Şu anda tek odağım Toprak’tı. Onu bu şekilde poz verirken ve bana bakarak gülümserken çekmek, bulunmaz bir nimetti. Kalbimin, göğsüme sert vurmasını engelleyemiyordum. Sanki bu gülüşü banaydı, gözlerinin içinin bu kadar güldüğünü görürken.

Makinenin düğmesine bastım, arka arkaya.

Ve defterim de, Toprak’ın fotoğraflarından biri daha yerini alacaktı. Ama bana bakarken, ama bana gülümserken.

Bahri, takımın arasından çıkıp arkalarından geçerek Toprak’ın sırtına atladı. Makine hâlâ tek gözüme yaslıyken, kıkırdamadan edemedim bu hallerine. Bu sefer Okan’da ayaklanıp, “bende geleceğim!” deyip o da Bahri’nin sırtına atladığında, Toprak zorlansa da gülmeye devam ediyor, onları taşımak için epey çaba sarf ediyordu. Üçünün de gülüşleri, sahanın içinde yankılandı. Onlar gözleri kısılana kadar gülerken, makine arka arkaya fotoğraflarını çoktan çekmişti.

Okan yere düştü gülerken, Bahri’de hemen yanına düşerken, Toprak’ta kendini yere bırakmıştı. Takımın diğer üyeleri ise çoktan birbirinin sırtına atlamış, bir kovalamaca başlatmıştı aralarında. Ama gözüm şu anda üç şebeğin üzerindeydi, ağzım kulaklarımda bir şekilde. Ve bu anılarını sayısızca ölümsüzleştirmiştim.

“Yılkan yine kaybedecek gibi gözüküyor!” arkamdan gelen kahkahalar ve adım sesleri ile irkilerek, sırtımı dönüp baktığımda, bir adım bizim takımın yanına gitmeyi ihmal etmemiştim.

Bizim okul ile oynayacak diğer takımın üyeleriydi gelenler!

Hepsi sırayla sahanın içine doğru gelirken, yüzlerinde alay içeren sırıtışlar vardı. Bu okul, bir defa maç için ev sahipliği yapmıştı ve bizlerde taraftar olarak oraya gitmiştik fakat elimiz boş dönmekten de kurtulamamıştık. Şimdi ise onlar bizim okuldaydı.

“Alışkın olmaları lazım!” dedi içlerinde biri kahkaha atarken. Diğerleri de bu dediğine gülmüştü. Tam karşımıza geçip kollarını göğüslerinde bağlayarak üstten bakış atmaya başladılar.

“Sahaya gömüldükten sonraya da konuşmalarınızı hazırlayın!” dedi Bahri sinirle.

“Tabii konuşacak halleri kalırsa!” dedi Okan’da alayla.

Şu anda iki takımın ortasında kalmıştım.

İri, yüzüne yumruk atmamak için zor tuttuğum çocuklardan biri midemi bulandıracak çapkın bir gülüşle bakışları bana indi. Baştan aşağı beni süzmeye başlarken, gerilen omuzlarımı hareket ettirdim huzursuzca. Formasının üzerinde kocaman harflerle ENES yazıyordu.

“Okulunuzda güzel kız olduğunu sanmıyordum!” dedi ilk defa sesini arkamdan duyduğum kişinin o olduğunu anlarken. Alt dudağını dişlerinin arasına alıp beni süzmeye devam ediyordu. Şerefsiz!

Söyledikleri yüzünden dudaklarım aralanıp kaşlarım saniyesinde çatılırken, terslemek için ağzımın içini doldurmuştum ki, omuzumun üzerinde bir el hissettim ve aynı sertlikle kendimi geriye doğru iteklenirken buldum. Yanımda, bal ve kurabiye kokusu ile Toprak belirmişti. Omuzumdaki elini çekip, bu sefer tam önümde durdu.

Şimdi ise öfke değil şaşkınlığa bırakılmıştı tepkim!

Yan profilini sunuyordu bana şimdi. Toprak’ta aynı şekilde Enes denilen çocuğu baştan aşağı süzüp dudağının kenarı alayla yukarı kalktı. “Sanırım buraya gelirken, beynini okulda bıraktın ha Enes?” Dediğinde Toprak, Enes denilen çocuk kollarını göğsünden çözüp sinirle kıpkırmızı kesilmeye başladı. O sırada Okan ve Bahri hatta takımın diğer üyeleri de Toprak’ın yanında durmaya başladığında, kavganın çıkması an meselesiydi.

“Dağılın, dağılın!” Koç iki takımın arasına geçip bağırmaya başladı. Diğer öğretmenlerde gelmeye başladığında, “tribüne çık Belfü!” dedi öğretmenlerden biri. Başım ile onaylayıp, kuruyan genzimi ıslatıp tökezleyen adımlarımı tribüne doğru atmaya başladım fakat gözlerim şu anda bana bakan Toprak’ın üzerindeydi.

Kalbim ağzımda atarken hâlâ yüksek sesle bağıran taraftarların arasından geçip bizimkilerin yanına oturdum, bir şeyler söylememi bekleyen Togan ve Zelem’in irice açılmış gözlerine bakarken. İkisi de yavaş yavaş sırıtmaya başladığında, “sanırım Toprak senin için o çocukla kavga edecekti!” dedi Togan heyecanla. “Seni nasıl geriye doğru çektiğini gördün mü?” diye sordu bu sefer.

Elim istemeden hâlâ dokunuşunu hissettiğim omuzuma gitti. Yanaklarım yanmaya başladı, başımı eğip gözlerimi bizimkilerden kaçırırken. İki! Bugün tam iki kere Toprak ile yan yana gelmiştim.

Toprak beni korumuş muydu?

Evet, tam olarak bu olmuştu!

Sahaya çevirdim bakışlarımı. İki takımda yan yana dizilmiş ortalarında ise Koç duruyordu. Toprak’ın bakışlarındaki sertlik hâlâ yumuşamıştı. Gözleri tam karşıda fakat olduğum yere doğru bakmıyordu.

Rose, Bruno Mars-APT. Şarkısı çalmaya başladığında, tüm taraftarlar şarkıya eşlik etmeye başladı. Ve salonun kapısından okulun Amigo kızları göründü. Üzerlerinde mini pembe elbiseleri ve ponponlarıyla içeriye sırayla girmeye başladılar en önde liderlik eden Ahsen ile. Üçüncü sırada ise Cıvıl vardı. Alkışlar Amigo kızları için atılırken, hayran ıslıkları da ardı sıra geliyordu. Kesinlikle Ahsen’eydi her biri.

Cıvıl bizi görür görmez, elindeki ponponla bize el sallayıp gülümsedi. Hemen makine ile fotoğraflarını çekmeye başladım, bizimkiler de ona el sallarken.

Amigo kızlar arka ve ön sıra olmak üzere önlerini bize çevirip yan yana dizilerek ellerindeki ponponları sallamaya başlayıp figürlerini ve kıvrık bedenlerini bizlere sundular. İki kişi, önlerini döndü ve koşar adımlarla gelip iki kere takla attıktan sonra birbirlerinin yerlerine geçip danslarına devam ettiler. En fazla beş dakika sürecek bu dansa, bir ay çalıştıklarına emindim. Ahsen en iyisi olması için epey çaba sarf ettiğini Cıvıl’dan duymuştum. Şimdi ise elbisesin içinde yaptığı hareketler birçok erkeğin dibini düşürdüğüne eminim.

Bahri alkışlıyor, heyecanlı bakışları sadece Cıvıl’ın üzerinde yoğunlaşmıştı.

Toprak’ın bakışları ise hâlâ aynıydı. Ahsen’e ya da diğer Amigo kızlara göz ucuyla bile bakmıyordu.

Şarkı durdu, Amigo kızları selam verip girdikleri kapıdan tekrar koşar adımlarla çıktılar. Bu sefer maç oynayacak takımlar kendi yerlerine geçtiler. Servisi kullanacak kişi Toprak’tı. Atmak için yerine geçtiğinde, topu birkaç defa sektirmeye başladı. Yanaklarını nefesle doldurup boşalttığında, aynı heyecanla bende onun gibi yapmaya başladım.

Top sayı, top top sayı.

Top sayı, top top sayı.

Bizim tribündeki kişiler oturduğum yeri resmen zelzele yaratacak kadar sallıyorlardı. Ayaklarını yere vurup ses çıkarıyor, ellerini de birbirine çarparak eşlik ediyorlardı. Bizimkilerde onlarla birlikte yapıyordu.

Top file, top top file.

Top file, top top file.

Karşı tribündekilerinde, bizden kalır yanı yoktu. Onlarda aynı şekilde karşılık veriyordu.

Hızla kucağımdaki fotoğraf makinesini alıp gözüme yerleştirdim. Toprak servis kullanırken çekmek istiyordum. Bir kere daha derin nefes alıp verdiğinde, çizgiye kadar koşup havaya zıpladı ve avuç içiyle topa vurup karşı takıma resme füze yollamış gibi etki yarattı.

Güm!

Bizim taraftarlar servisle birlikte hep bir ağızdan bu sesi çıkardılar.

Ve ben bu anını çoktan çekmiştim arka arkaya.

Karşı takımdakilerden biri servisi kurtarıp havaya fırlattığında, Enes denilen çocukta yerden birkaç santim yükselip smaç vuruşuyla geri gönderdiğinde, yere düşmek üzere olan topu Okan son anda yüz üstü uzanıp elinin tersi ile topun yere düşmesini engelledi ve Bahri ayağıyla tekrar karşı tarafa gönderdi.

Bir taraftan onları çekiyor, bir taraftan da, heyecandan nefesimi tutuyordum. Bu sene iyi hazırlanmış gözüküyorlardı fakat tüm takımda bir sinir, öfke vardı. Özellikle Toprak’ta. Maç başladığı halde, hâlâ çatılan kaşları düzelmemişti.

Bir anda bizim taraftarlar çığlık atmaya ve sevinmeye başladılar. Bahri’nin attığı topu kimse kurtaramamıştı. Ve ilk sayı bizimdi!

Okan bize doğru gelip, kollarıyla daha yüksek sesle bağırmamız için direktifler vermeye başladı. “Daha yüksek Yılkan, daha yüksek. Yık burayı!”

Zelem ve Togan birbirlerine sarılırken, ben ise takımına sarılan Toprak’ı çekmekle meşguldüm, yüzümde geniş bir gülümseme ile.

Bu sefer servisi Bahri kullanmıştı. Karşı takım tekrar servisi kurtardığında, top olduğu gibi Toprak’a doğru geliyordu ve Toprak yükselip bir gülle yaratacak şekilde vurduğunda, top direkt Enes’in yüzüne çarpmış, kalçasının üzerine düşmesine neden olmuştu. Hakem düdüğü çalıp durdurdu.

Oh iyi oldu!

Ve Toprak arkasını dönüp belli belirsiz güldüğünü gördüm. Okan ise yanına gelip alttan beşlik çakmışlardı. Sanırım, onlarda benim gibi sevinmişlerdi.

Enes’in takımı başına toplandı. Ellerini burnuna bastıran Enes, geri çektiğinde, bir avuç dolusu kan ile yüzümü buruşturmak zorunda kalmıştım. Deliye dönen gözlerini elinden çekip Toprak’ın arkasından baktı. Ağzının içinde küfürler ettiğini adım kadar emin olduğum bir şekilde dudaklarını hareket ettiriyordu.

Enes’i hızla sahadan çıkarıp müdahale etmeye götürmüşlerdi ve maç tekrar kaldığı yerden devam etmişti.

2 saat sonra;

Son pas ve vuruş. Sayı, 25’e, 16.

Okulun kaz kostümlü maskotu bizim takımın olduğu sahaya girip üzerlerine konfeti patlattı.

Ve maçı, ikiye bir şekilde bitirmiştik. Kazanan Yılkan’dı.

Takım, birbirlerine sarılıp kendi etrafında dönerken, çığlıklar başını almış gidiyordu. Bizim taraftarlar aşağı inmiş, oynayan kişilere sarılmak için birbirleriyle savaş vermeye başlamıştı. Öğretmenler ve Koç bile sahanın ortasında, alkışlıyordu onları.

Hemen büyük bir çığlık bende koparıp, bizimkilere sarılmak için yan döndüm. “Kazandık! Kazandık!” diyordu Zelem. “Şeytanın bacağını kırdık!” dedi Togan’da, bir kolu bende, diğeri Zelem’e sarılırken. Diğer takım ise yüzleri bir karış bir şekilde, kavga çıkmasın diye hocalar yanlarında durarak, dışarı çıkarılıyordu. Amigo kızlar da gelmişti, sahaya.

Hızla fotoğraf makinesine asıldım.

Toprak’ın bir kolunun altında Bahri, diğerinde ise Okan vardı. Bahri, Cıvıl’ı görür görmez, Toprak’tan ayrılıp, Cıvıl’ı kucağına alarak kendi etrafında döndürmeye başladı sevinçle. Cıvıl ise kollarını, Bahri’nin boynun etrafına sarıp kahkahaya boğulmaya başlamıştı bile.

Okan ise Zelem’e bakıyordu, bir taraftan zaferini kutlarken. Göz kırpmayı da ihmal etmemişti, elbette. Zelem ise kollarını göğsünde bağlayarak, başını bizim tarafa çevirdi. Gülmemek için üst üste bastırdığı dudakları titriyordu. Bu hareketi Okan’ı daha çok güldürmüştü.

Diğer takım arkadaşları Toprak’a sarıldı bu sefer.

Yan profili bir cennetti buradan bakılınca. Terden sırılsıklam olmuş, karamel saçları alnının üzerine yapışmış vaziyetteyken, maç boyunca karıştırdığı için yine dağınıktı. Göğüs kafesi inip kalkıyordu, çok yorulduğu için.

Başını geriye doğru atıp, gözlerini sımsıkı kapadı gülerken. Ve kalbim bu görüntüyle, içime aktı.

Makinenin düğmesine bastım, tebessümüm dudaklarımda silinmemişken. Bu görüntüsünü kaçırmak istemiyordum.

Gözlerini yavaşça açtı ve bu tarafa doğru çevirdi bakışlarının yönünü

Bana!

Ve göz göze geldik.

Çekmeyi durdurdum o anda. Makineyi yavaşça aşağı indirmeye başladım fakat ellerim uyuştu, havada asılı kaldı öylece makine.

Toprak’ın gülüşü derinleşti bana bakmaya devam ederken.

Sadece yutkunabildim.



 

 

Devam Edecek...

 

 

 

Loading...
0%