
Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin.
Keyifli okumalar :)
YILDIZLARA GÖÇ
9.BÖLÜM
♪Stephan Sanchez-Until I Found You (ft. Em Beihold)
Geceyi zor sabah etmiştim.
Yatak bir karınca misali bedenimin her yerini sarmış, deli danalar gibi dönüp durmuştum.
Uykum bu sefer mutluluktan gelmemişti.
Dün yaşananlar belki de rüyadan bile öte şeylerdi. Dün Toprak’ın evine gitmiştim, dün Toprak beni sınava çalıştırmıştı ve dün Toprak hayal bile edemeyeceğim kadar büyük bir imada bulunmuştu.
“Şu bahsettiğin Toprak…” dedi alçak sesle. Dudaklarım aralandı, titrek nefeslerim boşluğa doğru düşerken. “O Toprak ben olmak isterdim.”
Ne demek oluyordu bu?
Siz söyleyin Allah aşkına.
Attığım mesaja verilen bir cevap gibi değil miydi?
Bence de öyleydi.
Siz de benimle aynı fikirdesiniz!
Minik ve attığım sık adımlarla küçük kıkırdamalar döküldü dışarıya düşünüp durdukça bunları. Şapşal gülüşlerime engel olamıyordum dün geceden beridir.
Aptal gibi yanlış gruba yazdığım mesaj ile ilgili dalga geçmeyip hatta tek bir kelime etmeyip bahsi geçen Toprak’ın o olmasını istemişti.
Ondan başka Toprak mı olurdu canım hayatımda benim? Tabii ki o olacaktı!
Elimde sıkıca tuttuğum telefona baktığımda, saatin tam yedi olduğunu gördüm. Okula erken gelmiştim ve bu hissi gerçekten çok özlemiştim. Evde olduğum sürece sıkılmış ve yaşadığım şeyden dolayı çok utanmıştım ama şimdi buradaydım.
Biliyordum ki birçoğunun dalga geçmelerini, konuşmalarını ve bakışlarını görecek, duyacaktım fakat bunlara rağmen gelmek zorundaydım. Hem sınavım vardı hem de dün yaşananlar beni epey cesaretlendirmişti.
Bisikletin üzerinden çoktan inmiş, direksiyonundan tutarak sürüyordum yanımda. Okulun bahçesine girerken gözlerim, etrafı çok hızlı bir şekilde kontrol ediyordu, o anda elimdeki telefon titrediğinde, ekranda kurduğumuz gruptan Zelem’in mesaj attığını gördüm.
Zeleminko: Saat tam on iki yönünde hedef göründü.
Mesajı okur okumaz, gözlerim tam karşıdan motosikletiyle gelen Toprak’ı gördü ve küçük çaplı inlemeyle, birkaç adım önümde duran arabanın yanına bisikleti hızlıca sürüp yere bıraktım ve eğilerek arkasına çömeldim.
Toprak’ta benimle aynı anda okula giriş yapmıştı.
Tam vaktinde gelmiştim.
Telefon yine titredi.
Cıvıl bebişim: O nasıl oluyo ya? Ben hâlâ şu yönleri karıştırıyorum.
Togiş: Zelem’de bilmiyor zaten, sen de kafana göre takıl kjfkdjfksdjfi
Zeleminko: Sallıyoz işte bir şeyler jfkdjf
Bizimkileri erken saatte uyandırmış, benimle birlikte okula gelmesini söylemiştim. Çünkü yanımda büyük bir desteğin olmasına epey ihtiyacım vardı. Şükür büyük destekçilerim hep yanımdaydı. Onlar da okula gelmem için epey cesaretlendirmiştiler.
Hepsi şu anda farklı yerleri tutuyordu.
Cıvıl, bizim sınıfaydı eğer Toprak’ı dışarda göremeyip direkt sınıfa giderse diye, Cıvıl bize oradan haber edecekti.
Togan ise müzik odasının yanındaki küçük bölmedeydi. Ben her zaman orada beklerdim Toprak’ı.
Zelem ise Toprak’ın motosiklet ile geldiği yöndeydi.
Üçü de beni kırmayıp dediğimi yapmıştı.
Derin nefes alıp verdiğimde, ördek yürüyüşü yaparak arabanın arkasına doğru ilerledim ve ellerimi yere yaslayarak, karşıya eğilip baktım. Yüzü görüş alanıma girdiğinde gülümsemeden edemedim. Seni kerata! Sensin tabii ki o Toprak!
Ayaklarını motosikletin iki yanında yere basmış, parmakları çenesinin altında bağladığı kaskını çözüyordu. Kaskı çıkardığında, bir elini saçlarının arasına daldırıp karıştırdı. Yine dağınık bir görüntü kazandırmıştı saçlarına.
Ah ah, kalbim eriyordu şu görüntüsüne hep.
Bu sefer dikkatim boynuna taktığı atkıma kaydı. Dün de takmıştı, bugünde takıyordu. Fakat artık onundu o. Öyle demişti Toprak. Artık benim demişti…
Benim de elim, istemeden saçlarıma gitti. Bende onun verdiği bereyi takmıştım. Artık o berede benimdi…
Anıların verdiği heyecanla kalbim hızla çarpmaya başladı.
Motosikletin üzerinden indiğinde, tek koluna taktığı çantasını düzeltti. Ardından motorunda olan bakışları karşıya, yani tam olarak olduğum yere çevrilip kısıldığında, korkuyla inleyip kafamı arabanın arkasına sakladım.
Görmüş müydü beni?
Hâlâ ondan utanıyordum. Karşısına çıkacak kadar cesaretim yoktu. Hem hâlâ söylediği şey aklımı kurcalıyordu. Ama düpedüz söylemişti. Yani benimle çıkmayı kabul ediyor muydu?
İmdat!
Aklım allak bullak olmuştu.
Telefon titredi yeniden.
Cıvıl bebişim: Kız anlat nasıl seni sınava çalıştırdı?
Zeleminko: Ben hâlâ Toprak’ın dedesinin evine gittiğinde kaldım ya!
Togiş: Dün baya film tadındaymış da, haberimiz yokmuş.
Onlara eve gider gitmez anlatmadım tabii ki olayları. Önce benim sindirmem lazımdı. Gece yarısını geçtiğinde saat, gruba attığım mesaj ile herkes bir anda aktif olmaya başlamıştı.
Mesaj ise; dün gece Toprak ile buluştum idi.
Sonra da olanları anlattım. Tabii bir date gibi değildi fakat yine de benim açımdan buluşmaktı.
Dudaklarımı ıslatıp hızlı hızlı soluklanarak, tekrardan ellerimi yere yaslayıp, başımı arabanın arkasından çıkarıp karşıya baktım. Toprak, hâlâ motorunun yanındaydı. Üzerindeki siyah montunun fermuarını çenesinin altına kadar çekmekle meşguldü. Uçlarını düzeltiyor, sonra ise yakalarına çeki düzen veriyordu. Elleri hep, giydiği montunun üzerinde oyalanıp duruyordu.
Niye gitmiyor bu çocuk okula ya?
Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp gözlerimi kıstım iyice.
Dudağının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Buradan görmek zor olsa da, hatta doğru olup olmadığını anlayamasam da, gerçekten gülümsüyordu.
Göz ucuyla alttan karşıya yeniden baktığında, olduğum yerde irkildim. Tam olarak olduğum yere bakıp bakmadığını anlayamadım çünkü bakışları çok kısa an bu tarafa doğru değmişti.
Toprak burnunu çekti ve işaret parmağının tersi ile burnunun ucunu sürtüp okul yönüne doğru çevirdi bedenini ve minik adımlarla yürümeye başladı.
Çok şükür!
Diz kapağımın üzerinde emekleyip arabanın yanından, arkasına doğru çekildiğimde, sol tarafımı komple yaslayıp bakışlarımı ondan ayırmadan gidişini izledim.
Çok yavaş yürüyordu, baya yavaş hem de. Arada bir durup, kolundaki saatine bakıyor ya da telefonunu kontrol ediyordu.
Oturduğum yerden usulca doğruldum fakat hâlâ duruşum iki büklümdü. Kendimi Müfettiş Gadget gibi hissediyordum. Aramızda tek fark, benim vücudum da işime yarayan mekanik aletler çıkmıyordu. Çıksa çok iyi olurdu. Mesela büyük bir büyüteç olsaydı hiç fena olmazdı. Telefonuna kadar uzatır, kime baktığını görürdüm. Ya da sonbahar gözlerini yakından görmüş olurdum.
Hayal etmek beni kıkırdattığında, Toprak’ın arkasını döndüğünü görür gibi oldum ve hızla elimi dudaklarımın üzerine kapatıp arabanın arkasına gizlendim. Sesim nasıl oraya gitmiş olabilirdi ki? Ama bu mümkündü. Çünkü civarda ikimizden başka kimse yoktu, bu yüzden ses olduğu gibi ona gidiyordu.
Telefonum titredi. Bu sefer bizimkilerin olduğu gruptan değil, Okan’ın açtığı gruptan gelmişti mesaj.
Sıçmaya Müsait İnsanlar…
Okan: Günaydınnnn kızlarrrr
Okan: Hadi bugün benimle hazırlanın.
*Okan bir video gönderdi*
Gönderdiği on saniyelik videoya girdiğimde, lavaboda yüzünü yıkadığını gördüm. Yüzü ful köpük içinde, tek gözünü kısıp, diğerini zor bela açtığı bir şekilde kafasını musluğun altından çıkarıp aynaya bakmaya çalıştı, fakat çok geçmeden sabun gözlerini yakmaya başladığında, tiz bir çığlık atıp aynı hızla eğilerek yüzüne su çarptı hızlı hızlı.
Zeleminko: Salak kjfkfjkdsjf
Kahkahamı bastırmak için dudağımı ısırmak zorunda kaldım. Yoksa bu çocuğun değişik tipleri beni sesli kahkaha atmama neden olabilirdi.
Okan: Sizi güldürmek ne büyük onur Zelem Hanım. Aferin bana.
Zelem gözlerini deviren emojiler attı dört tane fakat beşinci emoji gözlerinden kalp çıkanlardandı. Tabii ki yanlışlıkla basıp göndermişti sonuncusunu.
Okan: Kalp?
Okan’da bunu fark ettiğinde asla yanlış göndermeyeceğini düşündüğüne adım kadar emindim. Okan ve benim aklım, aşktan dolayı küçülmüş olabilirdi çünkü.
Zeleminko yazıyor…
Birkaç saniye ekranda yazılan şeye baktığımda cevabın çok uzun süre gelmeyeceğini anladığımda, ekrandan bakışlarımı alıp karşıya baktım. Bir çift gözün tam olarak olduğum yere baktığını gördüğümde, gözlerim yuvalarından fırlayacak kadar açıldı ve sırtımı arabaya yasladım, o anda çarpma yüzünden omuriliğimden acı bir sızı her yerime nüksederken, yüzümü buruşturdum, gözlerimi sıkıca yumarken.
Sırtım bir yay gibi içe doğru gömülmüştü.
Ah kahretsin, sırtım artık yoktu!
Fakat gördüğüm görüntü acıyı kısa süre de unutturmuştu bana. Çünkü Toprak’ın dudağının bir kenarı muzip bir gülümsemeyle yukardayken, bakışları kısılmış bir vaziyette buraya bakıyordu. Yüzüme! Evet bakışları, olduğu gibi yüzümdeydi. Kahretsin!
Kalbim göğüs kafesimi dövmeye başladığında, elimi üzerine yasladım sakinleşmesi için. Gözlerimi kapatıp, burnumdan derin bir nefes alarak ağır bir şekilde başımı arabanın arkasından çıkarmaya başladım. Belki de ben yanlış görmüş olabilirdim, sonuçta hep onu takip ederdim ve asla fark etmezdi. Şimdi de fark etmezdi!
Korkarak baktığım yerde, Toprak’ın okul binasına girdiğini gördüm ve tuttuğum nefesim kendiliğinden serbest kaldı.
Togiş: Ay buraya doğru geliyor!!!
Togiş: Durdu.
Togiş: Siktir, beni görmüş olabilir.
Zeleminko: Başını zırt pırt çıkardığına eminim!
Togiş: Nerden anladın?
Zeleminko: Ben malımı tanıyorum, al işte!
Cıvıl bebişim: Heyecanlandım.
O sırada omuzumda bir el hissettiğimde, yanımda tebessüm ederek duran Zelem’i gördüm. Ben de ona gülümseyerek bakıp ayaklandım. Fakat hemen gözlerim, bizimkilerin mesajlarına kaydı.
Cıvıl bebişim: Sınıfın önünden geçti. Kendi sınıfına girdi.
Cıvıl bebişim: Hedef yeri belirlendi. Artık asayiş berkkemal.
Toprak artık kendi sınıfındaydı. Ne spor salonuna gitmişti ne de müzik odasına. Togan’ı kesinlikle görmüş olmalıydı!
“Heyecanlan mısın?” diye soran Zelem’in sorusuna döndüğümde, koluma çoktan girmişti. Dudaklarını mahcup olmuşçasına ağzının içine yuvarlayıp başını eğdi. “Seni zorlamamam gerekiyordu,” dediğinde bana baktı çekingen bir tavırla. “Toprak’a durmadan yazman için ısrar ettim.”
Samimi bir tebessüm dudaklarıma iliştirip Zelem’in üzgün suratına baktım. “Önemli değil Ekürim.” Kaşlarımı kaldırıp indirdim imayla kolumu, omuzuna vururken. “Hem fena da olmadı. Yol açtın sayılır.” Dedim imalı gülüşüm büyürken.
Tabii ki açılan yol rezil olmaktan geçse de, içimdeki iyi hissetmeye engel olamıyordum.
“Nasıl?” diye sordu Zelem. Dün gece pek detay verdiğim söylenemezdi. Ne de olsa kendim bile inanmamıştım. Belki de yanlış bile duymuş olabilirim diye düşündüm ve milyon tane ihtimal üretti beynim.
Ama yanlış değildi. Belki de en doğru şeydi.
“Hani,” dedim kaşlarımı havaya kaldırırken. “Ben salak gibi yanlış gruba attığım mesaj var ya?”
“Ee?” dedi Zelem sabırsızlıkla.
“İşte biz onların evinden ayrılırken, Toprak bir şey söyledi.” dedim.
Zelem böğrüme bir tane vurdu hafifçe. “Adamı çatlatma da hemen söyle.” Dedi.
“Şu bahsettiğin Toprak. O Toprak ben olmak isterdim, dedi.” dediğimde derin bir nefes alıp verdim, alt dudağımı dişlerimin arasına alırken. Nefessiz kurduğum cümle iliklerime kadar heyecana boğmuştu beni.
Zelem durdu. Sonra gözlerini kırpıştırdı ve işaret parmağını yukarı kaldırıp düşünmeye başladı. Jeton dört köşe olunca arkadaş çevremin, ki ben de buna dahilim biraz zor düşüyor. “Birazdan yazacağım Toprak’a.” Diye söyledi kendi kendine. İdrak etmeye çalışıyor gibiydi.
Evet, der gibi yüzüne baktım dik dik.
Kaşları usulca havalandı ve gözleri, gözlerim de durdu. “Ondan hoşlandığımı söyleyeceğim.” Dedi yine kendi kendine konuşuyormuş gibi.
Tekrarlama ya yazdıklarımı, utanıyorum!
Kolumdan bir anda çıktı ve “Ha Siktir!” diyerek, iki eliyle omuzuma vurarak yan tarafa doğru birkaç metre gitmeme sebep oldu. “Yavaş ya!” dedim acıyla yüzümü buruşturup kolumu tutarken.
“Kızım,” kahkaha attı. “Resmen çocuk aşk itirafı etmiş sana!” deyip gözleri heyecanla yuvalarından çıkarcasına büyümüştü.
Bir de size sorayım. Gerçekten öyle mi? Çünkü ben biraz katıksız malım da öyle olduğunu pek düşünemiyorum.
Çünkü bu zamana kadar kimseden aşk itirafı almadım ya da herhangi biri çıkma teklifi etmedi bana. Ben sadece sevdim. O da bir kere. Bir kere sevdiğim kişiyse Toprak’tı. Yani fazlasıyla tecrübesiz sayılırdım.
Neyin doğru neyin olmadığını anlamayacak kadar kafam allak bullaktı.
Toprak o cümleyi dalga geçmek için söylemediğine adım kadar emindim çünkü biliyordum ki Toprak bu konularda kimseyle dalga geçmezdi.
Ama… Ama işte…
Tek şey zamana bırakmaktı.
“Bu iyi bir şey Belfü.” Dedi Zelem heyecanı yerli yerindeyken. Benden bile çok heyecanlanan arkadaşlara sahip olmak müthiş bir şeydi.
“Öyle tabii.” Dedim utanarak bedenimi sağa sola sallarken. “Biliyor musun Zelem?” deyip ellerimi kenetleyerek, çenemin altına yasladım. “Keşke o an biri fotoğrafımızı çekseydi.” İçim kıpır kıpırken, Zelem’e döndüm. “Çünkü o anının bir kare de saklanmasını isterdim. Çok güzeldi.”
Gözlerimin önüne geldi o anlar.
Beni sınava çalıştırması…
Sonbahar gözleri ilk defa o kadar yakınımdaydı. Bal ve kurabiye kokusunu ilk defa o kadar net koklayabilmiştim.
Zamanımız çok kısaydı ama bana yıllar gibi gelmişti.
O anın, bir karede, yıllarca muhafaza edilmesini ömrümden gideceğini bile bile isterdim.
Zelem tebessüm ederek yüzüme bakarken, benim içim gidiyordu o anılara.
Kafamı hafifçe enseme yatırıp gökyüzüne baktım. “Yaşanması, milyonda bir ihtimal gibi gözüküyordu.” Dedim.
“İhtimaller imkansız değil.” dedi Zelem. “Her zaman yaşanır.”
“Her zaman yaşanır.” Dedim sessizce ve gözlerimi kapadım. Tüm ihtimaller yaşanırdı, ki şayet biz umut edip pes etmeden beklersek. Ve bir anda yaşanan ihtimalin içinde bulurduk kendimizi. Sonrası mı? Sonrasını düşünme, sadece anın tadını çıkar.
“Çok güzeldi Zelem.” Dediğimde büyük bir iç çekip, önüme dönüyordum ki, bakışlarım okulun en üst penceresinde görünen silüet ile duraksadı.
Pencerenin arkasında biri vardı ve bakışları olduğu gibi bizim üzerimizdeydi. Fakat çok yüksekte ve uzakta olduğu için kimin olduğunu çıkaramıyordum. Sadece bir karartıydı.
Ama bu saatte bizden başka kimse okulda yoktu ve o sınıf direkt bizim sınıfın yanındaydı. Yani o sınıfta Toprak vardı. Siktir, pencereden buraya bakan Toprak’tı.
Hızla Zelem’in kolundan tutup seri adımlarla okula yürüttüm. “N’oldu kız?” dedi Zelem yaptığımı anlamayarak. Başımı eğdim ve dişlerimin arasından, “şu anda Toprak bizi izliyor!” dedim.
“Nerede?” diyen Zelem olduğu gibi başını yukarı kaldırıp pencerelere baktı.
“Bakma!” dediğimde, ağlamaklı bir ifadeye yüzümü buladım ve gözlerimi kapadım, hâlâ bacaklarım birbirine değip yürürken. Allah’ım yere yapışacaktım.
“Kendi sınıfının camından izliyor.” Dedim kısık sesle.
“Hee!” dedi Zelem büyük bir aydınlanmayla. Sonra kahkaha attı. “Aşık olduğu kızı izliyor, kerata.” Dediğinde, ışık hızıyla kaşlarım çatılmış, dudaklarım ise şokun etkisiyle aralanmıştı.
“Ne?” dedi Zelem hiçbir şey dememiş gibi. “Yalan mı kız!” deyip kollarını çenesini dikleştirdi. Sonra ise işaret parmağıyla burnuma küçük bir fiske attı. “Aynı senin gibi.”
Gözlerimi kaçırdım, büyük bir utanma duygusu dört bir elden sararken beni. Fakat midemdeki kelebeklenmeye engel olamamıştım. Aşık olduğu kız… Zelem’in söylediği şey yapmıştı bu içimdeki duygu tufanını. Öyle miydi?
“Öf,” diyerek yalandan, son kez pencereden görünen siyah karartıya göz ucuyla bakmış, okul kapısından içeri Zelem’in kolunu bırakmayarak sokmuştum.
****
“Oha yani Belfü, nasıl herkesi şoka uğrattın!” dedi kızlardan biri.
“Kız helal len sana!” diye konuştu içlerinden bir kız daha.
“Ay ben yapamazdım!” dedi endişeli ve korkmuş bir şekilde kızlardan biri.
“Zaten bilerek yapmadı akıllım!” dedi erkeklerden biri.
“Oğlan tarafı ne tepki verdi acaba?” dedi meraklı bir şekilde kızın biri.
“Biz şimdi kız tarafı mı oluyoruz?” diye sordu erkeklerden biri.
“He amk birde henna night yapalım!” dedi alayla gülerek erkeklerden biri.
“Ay ben baş nedimeyim o zaman.” dedi neşeli bir sesle kız sesi.
“Bende!” dedi heyecanla erkeklerden birisi.
Dört bir yandan söylenen kelimeler, deve kuşu misali kafamı sıraya gömme isteği uyandırıyordu. Çok geçmeden okul dolup taşmıştı. Bizim sınıfta doldukça gelen kişi oha deyip çantasını sıraya fırlatarak başıma üşüşüyordu.
Tüm sınıf, beni, Zelem’i, Okan’ı, Cıvıl’ı, Togan’ı ve Bahri’yi çember altına almış, meraklı sorularını sorup duruyorlardı. Gülenler, dalga geçenler ve benim yerime sanki o yapmış gibi kızaran utananlar bile vardı. Kulaklarıma kadar kızaracak kadar utanmış, bu yüzden kim neyi söylüyor çıkaramıyordum. Sadece ses vardı!
Herkes bir ağızdan konuşuyor, bu durum onları baya şaşırtmış gibi değişik tepkiler veriyordu.
Halbuki herkesin başına gelebilir canım bu?
Gelir demi?
Bence gelmez!
Bacağımın birini katlayıp sıraya koymuş bir vaziyetteyken, kollarımı, başımı nereye koyacağımı şaşırmış bir vaziyetteydim. Bir oraya koyuyor, olmuyor başka tarafa doğru çeviriyordum. En son yanımda oturan Zelem’in belinin etrafına kollarımı sarıp, kafamı arkasına sakladım.
Bahri ve Okan masamızın iki ucunu tutmuş, kollarını üstten birleştirerek, kalabalıktan korumaya çalışıyordu. Togan ise arkadan üzerime doğru eğilerek bir kafes misali hapsetmeye çalışırken beni, Cıvıl kalabalığı ittirmeye çalışıyordu.
Zelem erkeklerden birini karnından iteklerken, Okan tiz bir çığlık attı. Hemen Zelem’in arkasındaydı. “Lan, dokunma erkeklere!” dedi gözlerini belerte belerte. “Sana ne lan!” dedi Zelem’de Okan’a dönmeye çalışırken. Fakat hemen iki elle okul formasına yapışıp izin vermedim. “Kıskanıyorum çiçeğim!” dediğinde Okan bir de öpücük atıp göz kırpmıştı.
Zelem üfledi bıkkınlıkla. Kesinlikle gözlerini de devirmişti.
Allah’ım koyun can derdinde kasap et derdinde!
“Ya Belfü,” dedi sınıftan biri kahkaha atarak. “Nasıl böyle salak oldun?”
Ağlamaklı bir sesle yüzümü Zelem’in sırtına yasladım. Biraz daha gayret etsem, tüm vücudumu saklardım arkasına. “Susun artık!” dedim gömdüğüm suratım yüzümden boğuk çıkan bir sesle.
“Oğlum defolup gitsenize lan!” dedi Okan.
“Ne meraklı çıktınız. Bizim sınıfın erkekleri hep meraklı melahat olmuş!” dedi Bahri’de.
Bahri haklıydı. Genellikle erkekler sorup duruyordu ve en çokta gülenler onlardı.
“Oğlum bakın düzgün konuşun, sağlı sollu dalarım size!” dedi Zelem ayağı sinirle kalkmaya çalışırken, hızla kollarımı bedenin etrafını sardım izin vermeyerek.
“Dalar.” Dedi Okan’da. Gayet memnun görünüyordu Zelem’in bu sinirli hallerine.
“O da yapmasaydı!” dedi biri.
Salak! Sana ne!
“Lan,” dediğinde Okan, Bahri’yle birleştirdiği kolunu hızla çekmiş, etrafını saran kalabalığı iteklemeye başlamıştı. “Lan çekilin arkamdan.” deyip sağa sola doğru birer lobut gibi fırlatmaya başladı öğrencileri. Tabii iteklediği kişiler dönüp Okan’ı da itekliyordu bağırarak. Gizlediğim bakışlarımı arada çıkarıp bakıyordum olan bitene.
Okan yeniden bağırdı, “Biri resmen götümü elledi.” Dediğinde sinirde kıpkırmızı kesilmişti fakat gülmemek için bastırdığı dudakları titriyordu.
Sınıf gülmeye başladı. Tabii Zelem ve ben de. Ama başımı kaldırmadım.
Bir anda iteklemeyip kesip, “Hangi şerefsiz götümü elledi?” dedi olduğu yerde duraksarken. Bir daha kaldığı yerden öğrencileri sağlı sollu ittirmeye başladı yanlara.
“Saklanma Belfü, belki çocuğu tavlarsın belli mi olur!” dediğinde biri, sınıf yeniden gülmeye başladı. Fakat dikkatim bir anda, Okan’ın dağıttığı öğrencilerin arasından görünen Ahsen’e yoğunlaşmıştı. Sınıfın önünde kızgın bir boğa gibi bana bakıyordu.
Hırçın bakışları alttan öldürecekmiş gibi bakarken, sinirle soluduğunu inip kalkan göğsünden anlamak mümkündü. Yanında ise amigo takımından birkaç kız arkadaşı daha vardı ve onlarda alaycı bakışlarını takınmış, kollarını göğüslerinde bağlayarak bana bakıyordu. Neydi bu şimdi?
Acayip öfkeli gözüküyordu!
Müfettiş Gadget’in kötü kalpli düşmanı Doktor Claw gibiydi. Eğer bir yerlerimden çıkan aletler olsaydı, Ahsen ve arkadaşlarının yüzüne büyük bir yumruk inmiş olurdu. Çünkü alaylı ve kızgın bakışları şu anda bunu yapma isteği uyandırıyordu bende.
O sırada arkasında Fizik hocası ve Coğrafya hocası belirmişti. Geçmesi için yol verip son kez yüzüme baktı ve arkadaşlarıyla birlikte sınıfın önünden ayrıldı.
Neydi bu şimdi?
“Ne bu kalabalık, herkes geçsin yerine!” diyen Coğrafya hocasının sesiyle, arkadaşlarımı ve beni çember ortasında bırakan grup pire gibi dağılmaya başladı. Saklandığım yerden çıkarken, saçım başım dağılmış ve kızarmıştım. Doğrulurken ilk Zelem’in yüzüne bakmıştım ve güven veren bakışlarıyla bende gülümseyip önüme döndüm, dağılmış saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken.
Coğrafya hocası masanın arkasına, Fizik hocası ise ayakta bekleyip gözlerini sınıfın üzerinde tutmaya başladı.
“Evet çocuklar,” dedi Fizik hocası. “Sınav yirmi sorudan oluşacak. Süresi ise kırk dakika!”
Sınıf hep bir ağızdan çok iyi demeye başladı. Fakat Fizikten anlamayan biri için yirmi soru bile çoktu.
“Sorular anlattığım yerden çıkacak. Çalışan öğrenci gayet iyi yapar, çünkü hepsi basit sorular.” Dediğinde Coğrafya hocasına, iyi dersler, deyip çıkmıştı. Eminim diğer sınıfları da bilgilendirmek için tek tek gezecekti.
“Bu ders sınava çalışabilirsiniz.” Dedi Coğrafya hocası. “Fakat çok ses yapmayın!” dediğinde sandalyesine oturup telefonla uğraşmaya başlamıştı.
O sırada, sınıfta uğuldamalar yükselmeye çoktan başlamıştı. Çalıştıkları notlarını, defterlerini ve kitaplarını sıralarının üzerine koydular. Arkasını dönüp beraber çalışan, birbirlerinin sırasına geçip oturanlar çoğalmaya başladığında, bıkkınlıkla nefes verip yanağımı avuç içime yaslayarak Zelem’e döndüm.
İkiye katladığı kağıdın üzerine küçük küçük hatta bit kadar diyebileceğim bir puntoyla yazıyordu. Sanırım kopya çıkarıyordu. Güldüm kendimi tutamadan. Üst bedenimi eğip, duvar dibinde oturan kişilere baktım bu sefer. Okan ve Bahri’ye.
Okan başını masaya gömmüş, bir kolunu da önünde kalkan oluşturarak bir şeyler yazıyordu masasına. Başımı iki yana sallarken kıkırdadım. Okan’da kopya yazıyordu.
Bahri ise masasının üzerindeki notları toplayıp elinde bir kalemle sınıfın içinde gezmeye başladı. Gittiği her masadan yeni bir bilgi öğrenip kağıda yazıyor, onu da çalıştırmaları için yalvarıyordu. En son arka sıramda oturan Cıvıl ve Togan’ın ortasına oturup, Togan’ın anlattıklarını dinlemeye başladı.
Cıvıl, Bahri’nin omuzuna başını yaslamıştı fakat çok da dinlediği söylenemezdi Togan’ı. Bahri’de Cıvıl’ın sarı saçlarına küçük bir buse kondurup yanağını yasladı. Mükemmel çift olmuşlardı. Ne zaman bu kadar ilişkilerini ilerletmişlerdi bilmiyorum.
Dikkatim bir anda, masamın üzerine düşen buruşturulmuş kağıtla dağıldı. Önüme geri döndüğümde, Zelem kağıdı almış, bakışlarını ise Okan’a çevirmişti. Okan ise gömdüğü kafasını hafifçe yukarı kaldırmış pişmiş kelle gibi sırıtıyordu.
Zelem kağıdı açmaya başladı. Sesli nefes verdi, kağıtta yazılan yazıyı okuduktan sonra.
Üst bedenimi biraz doğrultup Zelem’in iki elle tuttuğu kağıdı okumaya başladım.
O yazı hiç değişmezdi.
Benimle çıkar mısın?
Çıkar mıydı bir gün Zelem, Okan’la?
İhtimaller her zaman yaşanırdı, imkansız değildi!
Zelem kağıdın üzerine eğilip yazmaya başladı hızlı hızlı.
Okan’ın yazdığı belki hiç değişmezdi fakat Zelem’in cevapları belki değişebilirdi. Şu anda olduğu gibi.
Bilmem. Keyfim ve kahyasına sormam gerek! J
Hayır dememişti. Ya da küfür yazmamıştı.
Ne oluyordu bu kıza?
Acaba aşık mı oluyordu? Elbet çıkardı kokusu ortaya, zaman gösterecekti.
Kağıdı yeniden buruşturdu ve Okan’a fırlattı. Okan havada yakaladı kağıdı.
Okan kağıdı açtıp okuduğunda yüzünde gülümseme asla silinmedi, yerini korudu. Geri dönüp Zelem’e baktığında önce göz kırpıp ardından öpücük atmıştı. Asla vazgeçmeyecekti! Sevgisinden emin olduğum tek erkekti.
Zelem sesli bir nefes verip gözlerini devirdi, yeniden kopyasını yazmaya başlarken.
Bu ikilinin durumu beni güldürürken, biraz Fizik notlarına bakmam gerektiğini idrak etmiştim. Ama boş çabadan başka bir şey olmayacaktı benim için!
Sıramın altındaki Fizik kitabını çıkarıp masanın üzerine bırakırken, yüzümdeki aptal gülüşe engel olamıyordum.
Bir anda aklıma gelen şey ile gözlerim fal taşı gibi açıldı.
Toprak, sınavdan sonra kaç puan aldığımı soracaktı!
Kahretsin!
12 aldığımı nasıl söyleyecektim!
Evet, kesinlikle alacağım puan buydu. Hatta çok bile söylemiş olabilirim.
Endişe ve gerginlikle Fizik kitabını hızla açtığımda, arasından fırlayan şey süzülerek yere doğru düşmeye başladı. Kaşlarım çatıldı, zemine düşen şeye bakarken.
Eğilip yerden alırken, çatılan kaşlarım düzeldi yerini ise yumuşak bir hisse bırakmaya başladı.
Yeşil kanatlı kuğu origamisi.
Güneş’in yapıp bana verdiği gibi
Abim öğretti bunu bana, dediği gibi.
Şimdi kitabımın arasındaydı.
Tüm hisleri bir arada yaşıyormuşum gibi hissetmeye başladım.
Bir şeye ne kadar uzun bakılırsa o kadar uzun baktım. Ne zaman Fizik hocası sınıfa girmiş, ne söylüyordu hiçbir fikrim yoktu. En son Zelem’in dürtüklemesiyle yeşil kanatlı kuğu origamisinden dikkatimi almıştım.
“Şimdi gençler, tüm öğrencileri karıştıracağız.” Dediğinde hoca, Okan ve bir çok öğrenci ayağı fırlayıp itirazlarını söylemeye başlamıştı.
“Olmaz hocam!”
“Hayır ya!”
“Ne alaka şimdi ya?”
Coğrafya hocası susmaları için bağırdı.
“Şimdi saydığım öğrenciler, dediğim sınıfa geçsinler!” dedi Fizik hocası.
Kopya çekmemeleri için yaptıkları bir sistemdi fakat bu öğrenci milletinden hiçbir şey kurtulamazdı.
“İnşallah aynı sınıfta oluruz ya!” dedi Zelem.
Kopya çekmem gerekiyordu. Zelem’e dönüp, “inşallah Ekürim.” Dedim gerginlik ve üzüntüyle.
Fizik hocası gözlerini sınıfın üzerinde gezdirmeye başladığında, ilk Okan’ın üzerinde durdu. “Okan Sezer.” Dedi. Okan insanı güldürecek pasif bir öfkeyle ayağı fırladığında, “olmaz hocam ya! Ben kendi sınıfım da sınav olmayınca yapamıyorum!” dedi.
Fizik hocası gülerek, “kendi sınıfında da yapamıyorsun ya oğlum.” Dedi.
Sınıf gülmeye başladı. Ben ve Zelem’de dahil.
“Ayıp ettiniz hocam!” diyen Okan çenesini dikleştirmiş, gözlerini devirerek başka yöne bakmıştı.
Hoca yeniden sınıfın üzerinde bakışlarını dolaştırmaya başladığında, “Belfü Feyezan.” Dedi, üzüntüyle omuzlarım çökerken.
“Hocam bari Fizik dersi iyi olanı seçin.” Dedi Okan gülerek. Bıkkınlıkla nefes verip gözlerimi devirdim. Tanıdık birinden kopya çekmek istiyordu Okan. Ama herkesle anlaşabilen sosyal bir kelebek olduğu için kopya çekebilirdi. Olmasa bile yine çekerdi.
“Zelem Adanır ve Suat Can!” dediğinde hoca, Zelem ile birbirimize bakıp büyük bir zafer kazanmışız gibi masanın altında el ele tutuştuk. “İsimlerini söylediklerim çıkabilir!” dedi hoca ve ayaklandık.
O sırada Fizik hocası, “N’apıyorsun Okan?” dediğinde, tüm sınıfın yönü, Okan’a dönmüştü. Bahri omuzları sallanacak kadar gülerken, Okan kopya yazdığı masasının iki tarafından tutmuş havaya kaldırmıştı. “Masamı da götürüyorum.” Dedi Okan bir şey olmamış gibi.
Göz ucuyla Zelem’e baktım. Dudaklarını üst üste bastırmış belli belirsiz gülerken, kafasını iki yöne doğru sallıyordu hafifçe.
“Oğlum saçmalama bırak onu!” dedi Fizik hocası.
Masayı istemeye istemeye yerine hızla bırakan Okan ağzının içinde homurdandı. “Kahretsin o kadar emek verdik!” dedi. Haklıydı. Pür dikkat kopya yazdığına şahit olmuştum.
Okan, Bahri’nin omuzuna elini koyup, “tüm servetimi sana bırakıyorum.” Dedi sessizce fakat artık herkes orada kopya olduğunu artık biliyordu. Bahri’nin yeri ya değiştirilecekti ya da yazılar silinecekti.
Dört kişi Fizik hocasıyla birlikte sınıftan çıkarken, yan yana dizilmiş diğer sınıflardan da seçilmiş dört öğrenci çıkıyordu. “Siz 11/C’ye girin.” Dediğinde hoca gözlerim büyüdü ve direkt Zelem’e baktım. O da anladığında, ağzımı oynatarak, Toprak, dedim.
11/C, onun sınıfıydı.
O sırada 11/C sınıfından çıkan dört öğrenci memnuniyetiz bir yüz ifadesiyle bizim sınıfın yolunu tutarken, Okan sallana sallana Suat ile birlikte sınıfa girmiş, bir başkan edasıyla elini kaldırıp sınıfı selamlamıştı.
Kalbim küt küt atarken, derin bir nefes alıp Zelem’e döndüm. Zelem, başka şansın yok der gibi yüzüme baktıktan sonra cesaretlendirmesi için gülümsedi. Evet, cehenneme adım atmıyordum ama işte utanınca her yer öyle oluyordu.
Sınıfa adımı attığımda, nefesimi tuttum ve gözlerim bir anda herkesin üzerinde gezindi ve en son bir çift sonbahar gözlü çocukla buluştuğunda, yerini bulmuş gibi artık hareket etmedi. Pencere kenarındaki sırada oturuyordu.
Nasıl cehennem derdim ki onun olduğu yere. Cennet, onun bir çift sonbahar renkli gözlerinde saklıydı.
Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm vardı ve parmaklarının arasında tuttuğu kalemi çeviriyordu. Alttan baktığı gözlerinin içi bile gülüyordu.
Kesik kesik verdiğim nefesler, aralıklı dudaklarımdan çıkarken, avuç içimde tuttuğum kalem ve silgi parçalanmak üzereydi.
Okan gidip Toprak’a selam verdi ve iki sıra arkasını oturdu.
“Belfü sende Toprak’ın çaprazında otur. Zelem sende duvar kenarındaki sıraya geç!” Diyen hocanın sesiyle hı? Demiş, hızla dediğini beyin çarklarımda idrak ederek başım ile onaylamıştım.
Toprak üçüncü sırada ve pencere kenarındaydı. Bende orta sıranın dördüncü masasına geçip oturduğumda hızla, derin nefes alıp vermeye devam ediyordum. Aramızda pek bir mesafe yoktu. Hatta hiç yoktu. Çaprazında değil de sanki yanında oturuyormuşum gibiydi daha çok.
Toprak ağır ağır başını yan tarafa doğru çevirip durdu ve omuzunun üzerinden kısa bir bakış atıverdi bana.
Alt dudağımı dişlerimin arasında ezip parçalarken, sıranın altına yerleştirdiğim bacaklarım titreme modundaydı. Aralıksız bir şekilde sallıyordum. Gözlerimi kaçırıp, elimdeki silgi ve kalemle oynamaya başladım. Bu şekilde bakarsa şayet, bayılmam kaçınılmazdı!
“Lan Topiş,” diyen Okan’a döndüğümde, öndeki kızın sırtını delecekmiş gibi kalemi bastırdı. Kız hızla ona döndüğünde, “salak mısın ya?” dedi sinirle. “Sus kız, Toprak’a de, bana dönsün.” Dedi Okan kızı umursamadan.
“Kendi de.” Önüne döndü kız ağzının içinde homurdana homurdana.
“Meymenetsiz.” Dedi Okan yüzünü buruştururken.
Tabii Toprak’ta Okan’ı sesini duymuş olacak ki, arkasını dönmüş, gülerek Okan’a bakmıştı. “Kanki kopya ver.” Dedi Okan. “Uzaktasın nasıl vereyim?” dedi Toprak tatlı minik bir serzenişle. Allah’ım çok sevimliydi.
“Ne bileyim hallet!” dediğinde Okan üst bedenini doğrultup, duvar kenarındaki sıralara bakmaya başladı. “Çiçeğimi başka yere ekmişler.” Dediğinde kaşlarımı çatmıştım anlamayarak ve duvar kenarında oturan Zelem’i gördüğümde gülmeye başlamıştım. Zelem’de gülerek bizi izliyordu.
Bahsettiği çiçek tabii ki Zelem’di.
Toprak’ı görür görmez herkesi unutuveriyordum.
Toprak geri önüne dönmüştü ve fakat bana bakmayı da ihmal etmemişti. Çok kısa da olsa bakışları gözlerime değiyordu.
Fizik hocası sınav kağıtlarını gözetmen olacak olan Edebiyat hocasına vermiş, geri çıkmıştı. Şükür Fatih hoca çok iyiydi. Kopya çeksek bile görmezden geliyordu.
Fatih hoca dağıtmaya başlarken kağıtları, yerimde kıpırdandım. Toprak kağıdını aldı ve iki yüzünü de çevirip baktı. Soruların kolay olup olmadığı yüzünden pek anlayamamıştım. Ki zaten Güneş’in dediği gibi, abisi her konu da iyiydi. Yapardı sınav sorularını.
Sınav kağıdı bu sefer benim önüme konulduğunda, Toprak’tan gözlerimi zorda olsa alabilmiştim.
“Kolay gelsin arkadaşlar.” Diyen hocanın sesiyle birlikte herkes sınava yoğunlaşmıştı.
Ama ben kağıdın durmadan bir yüzünü çeviriyor, soruların zorluğunu idrak etmeye çalışıyordum. Kaşlarım çoktan çatılmış, yüzümü ekşitmiştim. Soruları kesinlikle, Einstein, Newton ya da Marie Curie hazırlamış olmalıydı. Çünkü bu soruların başka açıklaması olamazdı.
Boku yemişkine!
Duruma epey canım sıkılırken, arada masaların arasında gezen Fatih hocaya bakıyordum çok kısa. Sınıftan birkaç kişinin daha memnun olmadığını belli eden nefeslerini duyabilmiştim.
Dudaklarımı ağzımın içine yuvarlayıp, önümde oturan Toprak’a baktım. Soruları yapmaya çoktan başlamıştı bile. Kağıdın üzerinde ağır ağır hareket eden eli, soruları tökezlemeden yaptığının kanıtıydı.
Evet, üç yıldır hoşlandığım bu çocuk dün gece beni sınava çalıştırmıştı. Şimdi ise aynı sınıfta sınav oluyordu. Kader benden yanaydı. Evren, tüm mesajımı duymuş olmalıydı.
Düşüncelerim birden beni kıkırdattığında, Toprak omuzunun üzerinden bana baktı ve hızla elimin birini alnıma çıkarıp yüzümü sakladım, diğeriyle de, kağıdın üzerine bir şeyler yazıyormuşum gibi yaptım.
“Şşt!” dedi Fatih hoca sınıfa.
Sorry!
Elimi alnımdan çekmeden, Toprak’ın bana bakıp bakmadığını kontrol etmek için gizlice bakmaya çalıştığımda, tebessüm ederek, yüzüme bakan Toprak’ı gördüm ve sertçe yutkundum. Nefesim kesiliyordu.
Kaşlarıyla, işaret ettiğinde birkaç saniye algılayamadan yüzüne alık alık baktım. Bir daha işaret yaptığında, önümdeki kağıdı işaret ettiğini anladım.
Fatih hoca bizim masamızın arasından geçmek için bu tarafa doğru gelmeye başladığında, Toprak hocaya çok kısa bakmış ve önüne geri dönmüştü.
“O ne Okan?” dedi Fatih hoca kaşlarını çatıp Okan’ın yanına seri adımlarla varırken. Arkasını sınıfa döndüğünde, birden fazla kişi kopya çekmeye başlamıştı bile.
Tüm sınıf olduğu gibi Okan’a döndü. Ben ve Toprak’ta dahil.
Elinde buruşturulmuş bir kağıt vardı.
“Bir şey yok hocam.” Dedi Okan.
“Ver onu.” Dediğinde Fatih hoca, Okan sırıtarak verdi.
Fatih hoca buruşturulmuş kağıdı açmaya başladığında, Okan hâlâ pişmiş kelle gibi sırıtıyordu.
Fatih hoca sesli bir nefes verdi belli belirsiz gülerken. “Zelem benimle çıkar mısın?” diye kağıtta yazılan yazıyı okuduğunda, gülerek gözlerimi devirdim ve Zelem’in, “salak!” diyen sesini duydum.
Okan sanırım o kağıdı sınav esnasında, Zelem’e fırlatacaktı. Bu çocukta aşk kimse de yoktu bence ya!
“Kopya sandım oğlum!” dedi Fatih hoca birazdan kahkahayı basacakmış gibi. “Oğlum sınavdasın ya, sınavına odaklan.” Deyip, kağıdı Okan’ın önüne geri koydu.
“Allah ahiret sınavından korusun bizi hocam.” Dedi Okan.
Okan’ın söylediği şeye gülerken, elimin altından çekilen kağıt ile önüme dönmüş, alt dudağını dişlerini arasına alarak, bir hocaya bir de masama bakarak kağıtları değişen Toprak’ı görür görmez, şaşkınlıktan çıkacak olan inlemeyi son anda frenleyebilmiştim.
Fakat yuvalarından çıkarcasına büyüyen gözlerime engel olamamıştım.
Toprak kağıtlarımı değişmişti?
Napıyorsun? Der gibi yüzüne baktığımda, başımı iki yana salladım olmaz diye fakat Toprak, kalbimi avuçlarıma bırakacak o hareketi yapıp önüne dönüvermişti, hiçbir şey olmamış gibi. Toprak bana, göz kırpmıştı bana!
Önümde iki sorusu yapılmış kağıda baktım şaşkınlıkla.
İlk önce isim yazılan yere odaklandı gözlerim.
Toprak Aliyeva
Aliyeva mı?
Soyadı Ataman’dı ama?
Fakat gözlerim orada çok oylanmadan isminin altına düştüğü nota ilişti.
Sınavdan yine de kaç aldığını soracağım. Şimdi arkana yaslan, beni bekle Kar Tanesi ☺️
Yazdığı şeyi on kere okudum ve her okunuşta gülümsemem bine katlandı.
Kar Tanesi…
Sanırım artık onunda kar tanesiydim.
Kalbim arka arkaya göğsüme, hatta sırtıma kadar vurarak, dışarıya çıkmaya çalışıyordu. Derin nefes almaya çalıştım fakat o kadar yetersizdi ki, dudaklarımdan kesik nefesler eşliğinde boşluğa doğru düşüyordu.
Yazdığı nottan bakışlarımı çekip Toprak’a döndüm. Kaşlarını hafifçe çatmış pür dikkat benim kağıdımdaki soruları çözüyordu. Evet, şu anda Toprak benim sorularımı çözüyordu.
Hayranlıkla ve aşkla gözlerim yan profilinde asılı kaldı öylece. Onu izledim. Ona baktım. İyi ki de seni sevdim ben Toprak.
“Son on dakika!” diyen Fatih hocanın sesiyle yerimde sıçradığımda, önümde duran onun boş kağıdına baktım. Kahretsin, ya onun sınavı ne olacaktı?!
Dudaklarımı dişlerimin arasına alıp gerginlik ve heyecanla masanın kenarından tutup Toprak’a doğru uzandım, gözlerim arada hocayı keserken. “Toprak!” diye seslendim fısıldayarak. Adı, dudaklarıma yakışmıştı he?
Hatta ilk defa adıyla seslenmiştim.
Toprak’ın yazı yazan eli durdu ve gözlerini kısarak omuzunun üzerinden bana baktı.
Dişlerimi sıktırırken, işaret parmağımı önümdeki kağıdı gösterdim hemen.
Düşük puan alırsa benim yüzümden kendimi affedemezdim!
Dudağının bir kenarı usulca kıvırılırken, işaret parmağını dudağının üzerine götürüp sus işareti yaptı. Ve kaldığı yerden devam etti soruları çözmeye.
Umursamadı bile!
Heyecanla oturduğum yerden Toprak’a bakarken, arada gözlerim kuyruğu sıkıştırılmış gibi sağdan soldan kopya çekmeye çalışan, Okan’a kayıyordu. Bir iki defa Zelem’e seslendiğini bile duymuştum buradan. Fatih hocanın uyarısıyla duraksıyordu birkaç dakika.
Yalandan kağıda bakıyor, arada kaçamak bakışlarımın Toprak’a değmesine engel olamıyordum. Çünkü hoca anlarsa bu durumu başımız belaya girebilirdi.
Heyecan ve gerginlik içimi kurt gibi kemirirken, sıra altımda dikenlere dönüşüvermişti.
Son beş dakika kaldığını karşıdaki asılan saatten bakıp öğrendiğimde, başparmağımı dişlerimin arasına alıp tırnağını yemeğe başladım.
Fatih hoca masaların arasından gezmeye hiç kesmeden devam ederken, yine bizim masaya gelip arkasını sınıfa çevirdiği anda, Toprak yan döndü, masasındaki kağıdı alırken ve hızla değiş tokuş yapmıştı kağıtlarımızı. Çok rahat çok profesyoneldi. Ben ise korku ve gerginlikle dudaklarımı ısırıyor, bir suçlunun polislere teslim oluyorum dercesine ellerimi havada tutuyordum.
Yutkunarak Toprak’ı izledim. Bir daha göz kırptı bana ve önüne dönüp kendi sorularını çözmeye başladı. Ama nasıl yetiştirecekti ki?
Tuttuğum nefesimle, önümdeki kağıda indirdim bakışlarımı. Fakat ilk adresim ad-soyad yazılan yer olmuştu.
Üzgünüm Kar Tanesi iki soruyu yapamadım.
Gülümsetmişti.
Bu sefer altında yazılan bir diğer notu okudum.
Zaz, Belle.
“Belle, tu es si belle.” *Güzel, o kadar güzelsin ki,
Bunu biliyordum.
Şarkı önerisi yazmıştı kağıda.
Şarkının bir sözünden ise ekleyivermişti.
Toprak şarkı önerisi yazmıştı bana.
O beş dakika boyunca sadece kağıtta yazılan şarkı önerisinde kalakalmıştı bakışlarım.
Zil çaldığında, sınıftan nasıl çıktığımı bilmiyordum, kendimi bir anda kızlar tuvaletinde bulmuş, kulaklığı takarak, yazdığı şarkı önerisini Youtube’den aramaya başlamıştım anlamıyla birlikte.
Şarkı karşıma çıkar çıkmaz klozetin kapağını kapatıp üzerine oturdum ve ekrana tıkladığımda, giriş yapan müzik sesiyle gözlerim kapandı usulca.
“Belle, tu es si belle
Qu’en te Voyant
Je t’al aimee
Belle, que j’aime tant
Depuis longtemps
Je t’attendais.”
Gözlerim usulca aralandı titrek nefeslerimle birlikte. Ekrana baktım. Bu sefer anlamını okudum.
“Güzel, o kadar güzelsin ki
Seni görünce seni sevdim
Güzel, o çok sevdiğim o kişi
Çoktandır seni bekliyordum.”
Dudaklarım kendi kendine yazılan sözleri tekrarladı.
Güzel, o kadar güzelsin ki
Çoktandır seni bekliyordum.
Devam Edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |