@kafautuluyoruz
|
Güneş tam tepede duruyordu. Elimi alnına götürüp terimi silerken az ilerde bir çöp kutusunu gördüm. Yanına vardığım da sıcak havanın vermiş olduğu yorgunlukla elimi daldırdım. Leş gibi koktuğumun ve pis olduğumun farkındayım. İnsanların bana tiksintiyle baktığının da. Çöpün iğrenç kokusundan iğrenen bir kadın elindeki poşetini atıp gittiğin de pis kokuya aldırmadan getirdiği eşyalara baktım. Modası geçmiş eski kazak, pantolon, yırtık bir hırka, ucu kırılmış yeni bir tarak ve pis bir defter... Evet gelenler bundan ibaretti. Rengi soluk ve modeli eski diye çöpe atılan kazak, pantolonu omuzuma attım. Tarak bir işime yaramazdı. Defteri de yanıma alarak oradan ayrıldım. Eskiden insanlar kullanmadıkları kıyafetleri ihtiyaç sahibine verirlerdi şimdi ise çöpe atıyorlar. Şu güzelim kazağın sırf rengi yüzünden giyinmediği o kadar barizdi ki her tarafına baktım. Tek bir yırtığı, söküğü dahi yoktu. Hoş benimki de laf kimse bir başkasının eskisini mecbur olmadıkca niye giymek istesindi? Atılan giyisileri üstüme geçirir bazen de gözüme kestirdiğim bir dükkana satıp ondan gelen parayla karnımı doyururdum. Çoğu zaman aç kaldığım hâlde bugün bir şeyler yiyebilecektim demek. Bulduğum defteri kolumun altına yerleştirmiştim. Torbayı açıp içine koyacaktım ki yere düştüm Rastgele açılan bir sayfa rüzgarla birlikte önüme serilince defteri yerden aldım. İri ve özensiz bir yazının dikkatimi bu denli çekmesine şaşırarak bu kağıt yığınına hayretle baktım. "Hani para huzursuzluk getirirdi. Bugün milyonlarca insan para olmadığı için huzursuz değil mi?" Kitabın diğer sayfalarına bir göz attıktan sonra aynı cümleye geri döndüm. Birisinin hatıra defteri mi, fikir mi? Belli değil... Ama gel gör ki yazdığı bu cümleler beni tarif ediyordu. Ben de para olmadığı için bu hâldeydim. Çalışmak zorundayım. Bunu yazan yani bu defterin sahibi kadın mıydı, erkek miydi bilmiyorum ama fakir olduğu kesindi. O da benim gibi düşünüyordu. Duygularıma tercüman olan bu defterde yazılanları okumak için can atarken etrafa bakındım. Bir sayfa kitap okumaya üşenen birisi olarak bugün hiç tanımadığım bir insanın yazdıklarını okumaya çok istekli davranınca defterin büyüsüne kapılarak sessiz bir yere gitmeye başladım. Kimse yoktu. Derhal torbamı da alarak aşağıdaki parka gidip oturdum. Günlük müydü acaba? Olsaydı o klişe cümleyi yazardı, diye düşündüm. Hayır bu günlükten daha çok düşüncelerini yazdığı bir defterdi. Sahibi hakkında zerre fikrim olmadığı gibi merakımdan da çatlayacaktım. Heyecanla ilk sayfayı açtım. "Mutsuzum çok mutsuzum. Artık mutlu olmak istiyorum" cümlelerin arasına serpiştirilmiş üç noktalardan duygusal bir yapısı olduğunu sezebiliyorum. Son olarak şöyle diyordu: "Artık sadece iyi şeyler duymak istiyorum." Ne yaşamış olabilirdi acaba? Karnını çöp karıştırarak doyuran bir insan olmama rağmen ben bile mutsuz değildim. Yine insanların şükürsüzlükleri, yine ne nankörlükleri... Onlar hiçbir şeyden memnun olmayacaklar her şeyde mutlaka isyan edecek bir taraf buluyor olmaları beni çileden çıkarıyordu. Yanıma bir adam geldiğinde kapatmak zorunda kaldım. Başını uzatmış çaktırmadan defterde yazılanları okuyordu. Hemen defteri de alıp oradan uzaklaştım. Meraklı gözlerden sıyrılınca, kimsenin beni bulamayacağı ıssız bir köşeye kurularak tekrar okudum. Bu sefer çok başka bir şeyden bahsediyordu. "Hiçbir işe yaramıyorum. Varlığımın kimseye bir yararı yok..." Birkaç satır atlayarak devam ettim. "Her gün kendimi öldürmeyi düşünüyorum canım yanacak biliyorum. Fakat belki de acılarım dinecek..." İntihar etmek mi? Meçhul deftere giderek artan merakımı gidermenin tek bir yolu vardı. Hepsini sil baştan okumak! Şöyle diyordu: "Kafam çok karışık herkes hiç düşünmeden bir şeyler söylüyor 'acaba ben ne dedim?' diye dönüp bakmıyorlar laf benden çıksın kafasındalar akrabalarım, ailem, çevremdeki herkes benden bir şey bekliyor. Ben onların beklentilerini karşılamak için yaratılmadım." Çevre baskısından bunalmış birisi. Yine de okumaya değerdi. "İnsanlar haddini bilmiyor yediden yetmişe herkesin hayatına burnunu sokuyor. Her türlü kararımda okuduğum bölümden, gittiğim yerlere, yapacağım meslekten, ileride evleneceğim kişiye kadar." kim onu bu kadar bunaltıyordu acaba? "İçlerinden birisini kesip ibret olsun diye önlerine atmayı o kadar istiyorum ki. Buna az kaldı. Ya ben kendimi öldüreceğim ya da onları." Gözlerim giderek açılıyordu. "Hiçbirisi samimi değil hepsi yapmacık ve sahte. Hepsi kıskanç, hepsi sahtekâr. Nefret ediyorum onlardan, tüm insanlardan. Beni hayata küstüren herkesten, her şeyden iliklerime kadar nefret ediyorum! Onlar yüzünüzden hiçbir şeyden zevk alamıyorum." Bu ilginç defteri daha fazla okumak istemedim. Her bir cümlesinde o kadar dağıldım ki bunu sakin kafayla okumak gerekirdi. O yüzden eve gidinceye kadar defterle olan serüvenimi erteleyerek işime döndüm. Okumayı bırakmama rağmen aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Yazdığı satırların garipliği tüylerim ürpertti. Acaba birisini mi öldürdü? Sayfalar kanlıydı. Of! Nereden geçmişti bu defter elime? Açıp okuyacak ne vardı sanki! Tüm gün hava kararıncaya kadar iş yaptım. Defterden daha iyi şeyler bulmama rağmen sanki bana bir ganimet gibi geliyordu. Akşam olunca yatmak için ara sıra gittiğim eski terk edilmiş köşke doğru yürüdüm. Havanın soğukluğumuştu. Belki bir ateş yakar defteri de okuduktan sonra içine atardım. Bir başkasının yaşantısını neden bu kadar merak ediyordum ki? Benim bir hayatım yok diye mi? Köşke geldiğimde ilk işim bir ateş yakmak oldu. Defteri alevlerin arasına atmak için elimde sıkıca tuttum. Hemen bundan kurtulmalıydım. Bir başkasının hayatını neden okuyordum ki ama bir şey benim mantığıma engel oluyordu. Merak! İçinde yazılanları merak ediyordum. Yüzüme vuran sıcak havayla defteri ateşten çekip göğüs hizasına getirerek tekrar inceledim. Bu doğru bir karar değildi. Hepsini okuyup ateşe atsam tüm merakım bitecekti. Bir kez daha beni kendine çeken o satırlara geri döndüm. "Ne istedim ki ben bu hayattan, kimseye muhtaç olmadan yaşamaktan, kendimi paramı kazanıp ailemin gururu olmayı istemekten başka..." defterin sahibine üzüldüm. Benden daha iyi bir hayata sahip olduğu kesindi yine de onu böylesine üzen duyguya kapılırken tıpkı bir roman okuyormuşum gibi duygudan duyguya geçerken roman okumaya ne kadar meraklı olduğumu anladım. İnsanlar, başkasının hayatına bu kadar karışmayı bir tek romanlarda yapabiliyordu. Onun haricinde tüm ilgi ve alakalar kimseyi ilgilendirmemeliydi. Bana düşünme fırsatı veren bu kitap daha doğrusu defteri gecenin bir yarısına kadar elimden düşürmedim. Gecenin sonunda yazılan her yazıyı tek bir sayfa atlamadan dikkatle okudum. İçinde o kadar tuhaf şeyler yazılıydı ki insan ister istemez merak ediyordu. Defterin sahibi muhakkak psikolojisi bozuk birisi olmalıydı. Cümlelerin birbiriyle alakasızlığı arasında gidip gelirken son satırda şunları gördüm. "Az kaldı çok az kaldı bitecek..." diyordu. Ne bitecekti? Neden bu kadar üstü kapalı yazıyordu ki? Hem bunu neden yazma ihtiyacı duymuştu? Belki de saçma sapan bir sebepten bu cümleyi kuruyordu da ben böyle küçük bir satırdan yüzlerce anlam çıkarıyordum. Defterin son sayfalarına doğru tüylerim ürpermeye başladı. Kız, intihar anına kadar her anını yazmıştı. Psikolojisinin bozuk olduğunu anlamakta çok gecikmediğim bu defterin sahibi en sonunda itiraf ettiği korkunç bir gerçek vardı. "Her gün canıma kıymam gerektiğini bana söyleyen biri var içimde. Öteki ise 'yaşa' diyor. 'Bu hayatı yaşa.' Hangisini dinlesem diğeri rahat vermiyor. Eğer bir gün ansızın canıma kıyarsam sevdiklerim, ailem işte bu yüzdendir. Bana inanmadığınız her dakika ızdırap çeke çeke gebereceğim!" geri kalan saygalar boştu. Defterin burada bitmesine üzülerek kapattım. O sırada elimden sabun gibi kayıp ateşe düştü. Ne olduğu dahi anlamadan az evvel verdiğim söz aklıma geldi. Onu okuyup bitirdikten sonra yakacağımı söylemiştim işte oldu. Saat bire geliyordu. Epey geç olmuştu. Sanki bir şey bu defterin ortadan kaybolması için yardım ediyordu. Alevlerin arasında cayır cayır yanarken ateş hızını artırarak çıtırdamaya başladı. Bu defterde bir şey vardı! Yalnız olduğum için midir bilinmez ilginç bir his tüm vücudumu sardı. Kafamda kurduğum senaryoları düzene koymaya çalıştıkça iyice sarpa sarıyordum. Kendi kendimi teskin etmeye çalıştım ama olmadı ateş birden bire sönüverdi. Korkuyla olduğum yere mıhlanmış gibi saplandım. Benden başka kimse yoktu. Gözlerim korkuyla yerinden çıkacak gibi açıldığında hemen orayı terk etmem gerektiğini anladım. Bunun bir günlük olduğunu kim ve ne ispat edebilirdi ki? Bu defter de bir şey vardı. Sönen ateş bunun bir kanıtıydı. Koşarak kapıya gittiğimde dışarıdan kitlendiğini fark edince büsbütün endişelerim arttı. Kapıyı birkaç kere salladım. Açılmıyordu. Pencereye doğru gidip oradan uzaklaştım. Bir daha da oraya gitmedim! |
0% |