@kafautuluyoruz
|
Akşam olmak üzereydi. Güneş, ufukta yavaşça batarken, gökyüzü huzur vermekten uzak, karamsar bir renge bürünüyordu. Kadın, evin içinde bir gölge gibi dolaşmaktaydı. Kapı aniden sert bir şekilde çalınca kaşları çatıldı. "Kim o?" diye seslenince cevap alamadı. Bu sessizlik pek hayra alamet değildi. Dürbünden baktığında, siyah giysiler giymiş, yüzünü kapkara bir örtüyle gizlemiş bir adam görünüyordu. “Kimsiniz?” diye sordu, sesi titrek çıkmıştı.O an bir korku rüzgârı içeri girmiş gibiydi. Sert yumruklarla kapıya vuran adam cevap vermiyordu. "Kapıyı aç!" diye bağırıyordu sadece. Adrenalinin tüm vücudunu sardığını hissederken, ne yapacağını bilemez halde, koşarak koltuğun üzerinden telefonunu aldı ve polisi aramak üzere tuşlara bastı. Her çalındığında yüreği daha da hızlı atıyordu. Dışarıdaki katilin çıkardığı her ses, içindeki korkunun büyümesine yardımcı oluyordu. Nihayet bir polis memuru açtı telefonu. Duyduğu fısıldama, onu dondurmuştu. "Kapımda eli bıçaklı bir katil var, kapıyı zorluyor! Lütfen yardım edin," dedi. "Anlaşıldı, öncelikle sakin olmaya çalışın; bulunduğunuz yerin konumunu söyleyin," dedi polis, tabii ki bu sırada kendisi de kaygıyla içini eritip, kafasındaki senaryolarda kaybolmuştu. Kadın, adresini söylerken sesi titreyen bir ip gibi inceleşmişti. Telefon kapandığında, panikle ne yapacağını düşünmeye çalıştı. Kapının arkasına ağır olan her ne varsa kenara çekmesi gerektiğini hatırlayarak, evdeki eşyaları kapıya yanaştırdı Daha peşindeki bu adamın kim olduğunu anlamadan kendimni büyük bir tehlike için korumaya başladı. Kapıdaki şahıs, içeri giremeyeceğini anlayınca birden sessizlik çökmüştü. Korkuyla polislerin gelmesini beklerken elektrikler kesilmiş her yer karanlığa gömülmüştü. Polislerin şimdiye gelmesi gerekiyordu, ama bu süre, karanlığın içinde giderek uzuyordu. Genç kadın, eşyaların bir kısmını kapıdan çekerek tekrar dürbünden bakmak için kapıya koştu. Ama korku, gözlerini her geçen saniye daha da dar ediyordu. Yatak odasından gelen o belirgin ayak sesleri, kanını dondurmuştu. Koşarak mutfağa gidip kapıyı kapatmaya çalıştığı sırada ayak sesleri hızla peşinden geldi ve tam kapıyı kapatacağı sırada ayağını kapının arasına soktuğunu fark etti. Kadının gözleri dehşetle açılmıştı. Korkuyla geri çekildiğinde, adamın sesi, derin ve gururlu bir şekilde ona doğru yükselmeye başladı. “Sana ayrılan sürenin sonuna geldik!" dedi korkunç bir alayla. Kadın bu tanıdık sesin kime ait olduğunu düşünürken eline geçen ilk bıçakla kendini korumaya çalıştı. Sırça gibi parlayan gözler, katilin yüzünü saklayan o şapka ve karanlık örtüyle o eski dost her şeyden önce gözleriyle yakından tanıdığıydı. “Semih?” diye fısıldadı. En yakın arkadaşı bir düşmana dönüşmüştü. İçindeki korku, ürkek bir çocuk gibi dans ediyor, her nefeste daha da yoğunlaşarak boğazına düğümleniyordu. Hiçbir şey, onu bu deliliğin pençesinden kurtaramayacaktı. Semih, gözlerini ondan ayırmadan, delilikle parlıyordu; sanki içindeki psikopat, yıllardır uyuyup bir kıvılcım bekliyormuş gibi ortaya çıkmıştı. Kadın, Semih’in bakışında bir avlanmanın coşkusunu gördü; hırslı ve çaresizdi. "Beni gördüğüne sevinmedin mi Nisa?" dedi. Alaylarına devam etmişti. “Yaptıklarının bir bedeli olacağını hiç düşmemiştin öyle değil mi?” sesi giderek öfkeli bir ton alıyordu. “Benden ne istiyorsun!" diye haykırdı kadın, derin bir nefes alarak geri çekildikçe, kalbi, sanki artık vücudunun dışına çıkmaya karar vermiş gibi hızla çarpıyordu. Ayak sesleri, mutfağın içinde yankılanırken, genç kadın kendini bir köşeye sıkıştırılmış gibi hissetmişti. Bıçağın parıltısı, karanlığın içindeki tek ışık kaynağıydı; Semih’in gözlerindeki delilik ise kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir avcıyı yansıtıyordu. Kadın, içindeki korkuyu bastırmaya çalışarak, titreyen ses tonuyla kelimeleri ardı ardına sıraladı. “Beni öldürünce eline ne geçecek? Hapislerde çürüyeceksin. Bırak beni!” Adam öldürmekten korkmayan, hapisten korkar mıydı? Aptallığını bir kenara bırakıp yalvardı: "Ne olur bırak beni... Beni öldürmekle eline hiçbir şey geçmeyecek!”Korkusunun derinliklerinde bir umut ışığı ararken, bu tanıdık yüzü bir düşman olarak gördüğüne inanamıyordu“Hayır!” diye bağırdı Semih, "Artık çıkış yok, yaptıklarının bedelini ödeyeceksin!" "Ne bedeli? Ben bir bedel ödeyecek hiçbir şey yapmadım. Her şey senin o hastalıklı kafanda kurdukların! İşten atılmana ben sebep olmadım." Semih, yanıt vermeden bıçağını daha da yaklaştırdı. Nisa en sonunda tezgaha çarparak kendi sonunu hazırlamıştı. Yüreğinde bir korku hissi ile gözlerini Semih’in bıçağından ayıramıyordu. Öyle ki elinde tuttuğu meyve bıçağını bile unutmuştu. "Sen az önce bir şey diyordun? Devam etsene!" dedi Semih, gülümsemesi alaycı bir soğukkanlılıkla doluydu. Kalbi çarpan Nisa, elindeki meyve bıçağını, bir şekilde bu kabustan kurtulmak için son umudu olarak görüyordu. "Devam et arkadaşım! Hadi, bana ne söyleyeceksin?" dedi alaycı bir tonla. Ama bu sefer bakışları yumuşamıştı. Nisa'nın yüzüne yaklaşarak, onu öpmek istediği sırada bu beklenmedik hareketi karşısında ikisi de şaşkındı. Nisa onu alt etmek için iyi bir fırsat olarak görmüştü. Semih’in dudakları ona yaklaşırken, elindeki meyve bıçağını sıkıca kavradı. Gözlerini kapatıp içindeki tüm korkuları bir kenara atarak son bir hamle yapmıştı. Elindeki bıçağı Semih'in karnına saplayıp var gücüyle iteleyerek Semih'in elindeki bıçağı yere düşürmüştü. En tanıdık yüz, artık bir yabancıydı.
|
0% |