Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@kafautuluyoruz

Hepimiz aynı şeyleri sevmiyoruz, hepimizin hayal dünyası, eğlence anlayışı farklı, birbirimize saygılı olursak gerçekten benim de yazmak için bir şevkim olur. Anlayışınız için şimdiden teşekkür ediyorum..

Kitap bittikten sonra düzenlenecektir. Eğer bir mantık hatası olursa belirtin ki düzeltebileyim.

Kitabın türü ABSÜRT KOMEDİ. Aslında romantik komedi yapacaktım ama ben sanırım romantizmden anlamıyorum. Bu yüzden kitabı absürt komediye çevirdim. "Absürt" deyince aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama öyle çokta uçmayın. Her şey yine bir mantık çerçevesi içinde.

Kitap küfür ve ağır hakaretler içerse de sansürlenmiştir. Ben kitabımın içinde gereksiz küfür kullanmadım. Bu bir hezeliyat değil edebiyat.. Bir edebiyat öğrencisi olarak elimden geldiğince kendimi geliştirmek adına yazıyorum. Eğer bu kitap sizin zevklerinize uymuyorsa dostça ayrılalım. 🫂 Cinsellik barındırmıyor.

Kitap tamamen üniversite hayatı ve daha sonra mesleğine eline almış bir grup arkadaşın hayatını anlatıyor.

Göze batan yahut güncel yazım kurallarına uymayan kelimeleri gücüm yettiğince sıfıra indirmeye çalışıyorum ama ağız özelliği ve bile isteye yazılan kelimeler haricinde, kitapta yazım öyle ahım şahım bir yazım yanlışı olmadığını düşünüyorum, olursa yazabilirsiniz.

⚠️ İlk iki bölüm ilahi bakış açısıyla yazıldı. İkinci bölümden itibaren kahraman bakış açısıyla yazılacaktır.

.... 

Kapı büyük bir gürültüyle çarpınca Aziz Bey'in zeytine uzanan eli havada kalmıştı. Arkasını dönüp merdivenlerden inen oğluna bakarak mırıldandı: "Geldi bizim derebeyi!"

Genç adam, dışarıdaki kavurucu sıcağı görmüyormuş gibi, baştan ayağı siyahlar giyinmiş karşısında duruyordu. Yüz tavrından anlaşılacağı üzere pek neşeliydi. Bugün sınavları bitiyordu.

Masadakiler sakin sakin kahvaltısını ederken bu sessizlik canını sıktı. Masaya doğru yaklaşıp annesinin tabağındaki salatalıkları hızla ağzına atarak tüm bakışları üstüne çekmeyi başardı. Annesi tabağına uzanan eli tokatlayarak oğluna kızdı: "Oturup yesene Batu. Ayakta dikilip durma!" Oturmadı.

Envaiçeşit böreklerin, çöreklerin olduğu masada, cesedin başına üşüşen akbaba gibi, ablasının sandviçini gözüne kestirmiş, duruyordu. Ablası Nihal özenle hazırladığı sandviçi yemek için sabırsızlanıyordu. Gözlerini kapatıp tam ısıracağı sıra elleri boş kaldı. Gözlerini açıp istemsiz çatılan kaşlarıyla etrafa bakındı.

Nihal, arkasında duran kardeşini görmeden sordu: "Kim aldı benim sandviçimi?" Sessiz sedasız kahvaltısını eden mahkeme suratlı babaları, cevap vermek yerine çatalın ucuyla, arkasında duran Batu'yu işaret etti. Nihal başını çevirip kardeşiyle göz göze gelince ailesinin yanında kardeşini dövmekten ar ederek sakin sakin sordu: "Niye aldın sandviçimi?" Bu ön hazırlık, verilen cevaba göre şiddetini arttıracak veya azaltacaktı.

Batu cevap bulmakta zorlanmadı: "Gıcıklık olsun diye!" Bunun üzerine Nihal, bir ân için babasının varlığını unutarak ayağa kalktı.

Anneannesi, torununun kolundan tutarak yerine oturttu. "Aman kızım bulaşma şu mendebura, otur kahvaltını et!” diyince Nihal, daha fazlasına cesaret edemeyip yerine oturdu. "Mendebur" lafına aldırmayan Batu ise ablasının gözünün içine baka baka kocaman bir ısırık daha aldı.

Nihal, özenle hazırladığı sandviçin güme gittiğini görünce küçük bir kız çocuğu gibi annesine dönerek şikayet etti. "Anne sandviçimi yedi ya!"

Annesinin umrunda mı? Basit bir sandviçin ardından mızmızlanan kızına dönerek "yenisini yaparsın" demek yerine kendisinin hiçbir sözünü dinlemeyen oğluna kısa bir bakış attı: "Sen de her şeyi benden mi öğreneceksin? Kalkıp şunun ağzına iki tane patlatsana! Hem sen rahatlarsın hem de o..." dedi. Nihal, öyle dolduruşa gelmişti ki hemen ayağa kalkıp Batu'nun peşine verdi.

Kızını, oğluna yanlışlıkla kışkırtan anne iştahla kahvaltısına devam ederken masadakiler ona kınarcasına bakıyordu.

Nihal, çok geçmeden Batu'yu yakalayıp güzel bir tokatla giriş yapmak üzere elini kaldırdı. Her seferinde kedi gibi dört ayak üstüne düşen Batu, Nihal'in beş parmağını da annesinin suratında patlatarak kurtulmayı başardı. Adalet Hanım, yanlışlıkla yüzünde patlayan tokatın kazara olduğunu bildiği hâlde, cinnet geçirecek gibi oldu. "Kızım yavaş!" diye bağırmaktan kendini alamadı.

Aziz Bey, evdeki hengâmeden çok sıkılmıştı. Gazetesini yüzüne kadar çekerek onları kendi hâline bıraktı. Batu, babasının tepkisizliğinden cesaret aldı. Ablasını üzerine kışkırtan annesine “Oh sana, sen misin beni ablama vurdurtan? Ne demişler eden bulur. İşte böyle yersin tokatı!”

Adalet Hanım, kendisine laf vuran oğluna kızarak söyledi: "Bana mı diyorsun? Alırım şimdi seni ayağımın altına!?"

Dede işitme cihazını çıkarmış kimseyi duymuyor, anneanne ise eline ağzına atıp Batu'yu kınıyor, kendi kendine söyleniyordu: “Aman ya rabbi, başımıza taş yağacak!”

Nihal, kardeşinin yediği azarla durularak kavgaya bir son vermek için sustu.

Batu'ysa yaşlı kadınla dalga geçiyordu: “Merak etme anneanne, başına taş yağması gereken onca kişi varken bize sıra mı gelir?”

Anneanne, her şeye cevabı olan bu "yeni yetmeden" canı sıkılmıştı. Batu'nun cevabına tiksintiyle bakarak ağzının içinde mırıldandı.

Anneannesine gerekli cevabı verdiğini düşünen Batu, yine rahat durmadı. Zorla ablasına bulaşarak kavga çıkarmaya çalışıyordu. Kediyle köpek gibi durmadan didişen bu abla kardeş birbirleriyle uğraşmaktan adeta zevk alıyordu.

Adalet Hanım, çocuklarına söz geçiremeyince kocasının tepkisizliğine kızdı. Yüzüne kadar çekilen gazeteyi hızla elinden alıp kocasına çıkıştı: "Yine başladılar! Sen de bir şey desene şuna? Çocuk gibi didişip durmasınlar!"

Aziz Bey, yan tarafta birbirine giren Nihal ve Batu'yu görünce başını çevirip karısına döndü.

"Ne diyebilirim ki? Sanki çok laftan anlıyorlar da! Şuna bak, evin içinde bir cirit atmadıkları kaldı!" Hasetle: "Ben babamın yanında ağzımı bile açmaya korkardım ki, rahmetli bana bir fiske bile vurmamıştır. Şiddet taraftarı değilim amma inan olsun bu çocuk beni zorluyor. Bir gün onu da yapacağım diye korkuyorum. O yüzden bırak, ne hâlleri varsa görsünler! Bu çocuktan bir bok olmaz. Bak, demedi deme sonra!"

Adalet Hanım sustu. Batu'nun davranışlarını beğenmese de kocasının sarf ettiği sözleri de beğenmiyordu. Oğluna üzülüyordu. Zannediyordu ki Batu bunları duyunca o da kahrolacaktı. Uzaktan seyrettiği oğluna bakarak kendi kendine bir tahlile girişirken daha fazla dayanamadı: "Gözünü seveyim şu çocuğun telefonunu geri ver. Baksana ne kadar üzülüyor. Psikolojisi bozulacak çocuğun..”

Kadın sanki duvara konuşuyordu. “Böyle ceza mı olur? Hiç değilse arkadaşlarıyla buluşmasına izin ver! Böyle yaparak belayı önleyemezsin. Cahil cahil kararlar alma Aziz, tıkmışsın çocuğu buraya.."

Aziz Bey, karısının lafını kesip: "Aman sen de! Sanki bizi işe gönderip evden kaçmıyor kerata! Çıksın gezsin, kim ne demiş?" Önce oğlunun tüm arkadaşlarıyla bağını kesip şimdi de "gezsin" diyordu. Adalet kaşlarını çatarak sordu. “Kiminle gezsin pardon? Yanında bir tane arkadaşını mı bıraktın? Fazla uzattın Aziz, bırak çocuğu da istediğini yapsın. Bir daha yapmayacak ben kefilim oğluma. Böyle iyice çocuğa zarar veriyorsun!”

Aziz Bey lafı değiştirmek için sinirli sinirli gülerek “Çocuk mu?” dedi. “Ne çocuğu be, deccalı sen doğurmuşsun da haberin yok!” yan tarafta kavga eden Nihal ve Batu'yu göstererek: “Şuna bak, ablasına el uzatıyor. Bana kalsa sokağa bile salmam ya bunu, neyse.."

O sırada "Bırak kolumu!" diye yalvardı Nihal. Bırakırsa yeri öptürecekti ona. Batu, ablasının timsah gözyaşlarına aldırmadı. "Yok ya, bırakayım da döv!" diyerek ablasını iteledi ve kızı arka üstü yere kapaklandırıp kaçtı.

Babaları, tüm bunlara sebep olan Adalet'e dönerek: "Şimdi ayıkla pirincin taşını!"

Düşerken bileğini inciten Nihal'i yerden babası kaldırdı: "Kalk kızım kalk, ne işin var senin bununla?"

"Bununla derken? Benim bir adım var." dedi Batu. Sanki tüm sorun buydu. Nihal artık bu itişip kakışmadan çok yorulmuştu. "Adın batsın!" diye mırıldanınca kendisiyle aynı adı paylaşan babası, kızını duymazlıktan gelip yerine oturdu.

Nihal, hıncını alamamış gibi sol kolunu göğsünde sıkıştırarak bir süre olduğu yerde kalıp acısını dindirmeye çalıştı. Ablasını yaraladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi, bahçeye Nadir'i görmeye giden Batu, olacaklardan habersiz bir şekilde kazları yemliyordu. Kavga duruldu zannediyordu. Oysaki Nihal, bahçedeki ipten aldığı, henüz kurumamış havluyla yeni bir savaş çıkaracaktı.

Aziz Bey, işe gitmeye hazırlanırken Nihal'in tekrar saldırmak üzere olduğunu görünce kızını ifşa ederek bağırdı: “Yeter artık, kendinize gelin!"

Ama geç kalmıştı. Batu, babası sayesinde üstüne gelen ablasını son ânda fark ederek bir kez daha kaçıp kurtulmayı başardı ama Nihal için aynı şey söz konusu olmadı. Batu, Nadir'i kucağına alarak hızla oradan uzaklaşırken Nihal ise kendi canını yakmaktan başka hiçbir şey yapamamıştı. Yüz üstü yere kapaklanıp sıyrılan kollarına ve bacaklarına buğulu gözlerle baktı.

Aziz Bey bir kez daha kızını yerden kaldırarak hiç işi yokmuş gibi nasihat etmeye başladı. Söylene söylene düştüğü yerden kalkan Nihal, babasının nasihatlerini dinlemekten sıkılınca hesaplaşmayı başka bir güne erteledi.

İçeri geçince Aziz Bey, Batu'nun gitmediğini gördü. Oğlunu göndermek için: “Hayrola senin bugün sınavın yok muydu? Niye hala buradasın?” diye sordu.

Batu elimde tuttuğu Nadir'i serbest bırakarak: “Sınavım saat iki de.." diye cevap verdi. Babası, oğlunun tavırlarından pek bir işkillenmişti: "Madem sınavın iki de, ne demeye erken kalkıyorsun!?" Başka zaman olsa kimse onu bu saatte hayatta kaldıramazdı.

Batu, söylemeye çekinerek konuyu değiştirmeye çalıştı. "Sen demedin mi erken kalkan yol alır diye. Size de yaranılmıyor!"

"Hadi oradan, çok lafımı dinliyorsun da, laf!"

Batu, daha fazla uzatmadan "Tamam." dedi. "Bunun için erken kalkmadım."

Babası konuşmayı yarıda kesti. "Ya ne için kalktın? Eğer sokağa çıkmak için izin istiyorsan hiç kendini yorma, zaten beni gönderip çıkıyormuşsun, benim her şeyden haberim var! O yüzden ceza meza yok sana! Hangi cehenneme gidiyorsan git!"

"Valla sen desen de, demesen de ben zaten gidiyorum ki, sen zaten biliyormuşsun da.. ama merak etme, adamlara artık ne demişsen hiçbiri yüzüme bile bakmıyor! Amacına ulaştın yani. Bravo! Gören de herifi ben öldürdüm zannedecek. Keşke ben gebertseydim de hiç değilse haksız yere cezalandırılmazdım... Her şeyi geçtim bari telefonumu ver."Vermeyeceksen gidip yenisini alacağım, diyecekti ki vazgeçti.

Aziz Bey, onca şey arasında oğlunun konuşma tarzına takılarak: "Oğlum ne biçim konuşuyorsun sen benimle! Ben senin akranın mıyım?" diye bir güzel oğlanı payladı. "Yok sana telefon melefon, daha akıllanmamışsın belli ki!"

Karısının yanına giderek "Hazır mısın?" dedi. Biraz daha evde kalırsa bir yerine inecekti.

Kadın, boy aynasından eşarbını düzenlerken ağzındaki iğnesini eline alıp kocasını duymuyormuş gibi kızına seslendi: "Nihal, şu sofrayı topla, biz gidiyoruz." Ve gitmeden evvel oğluna seslenerek ablasına yardım etmesini söyledi.

İşini bitirince "Hadi gidelim!" diyip anneanne ve dedeyi de yanlarına alarak gittiler. Nihal koca sofrayı tek başına toplamamak için kardeşinin uyuma numarasını yemedi. Batu'nun tepesinde dikildi: "Annem sana az önce ne dedi? Yardım etsene bana, hadi!"

Kardeşi ayaklarını iyice sehpaya uzatarak "Bana ne kızım, kim yediyse o toplasın!" dedi.

Nihal, bu cevabı çok mantıklı bulmuş gibi kardeşinden umudunu kesmişti. Bütün işi başına yıkan annesine kızarak sofrayı paldır küldür toplamaya başladı. Öyle ki Fatih bile uykusundan uyanmıştı. Odasının kapısını açıp trabzanlara kadar sinirli sinirli söylendi: "Bu ne gürültü lan sabah sabah!? At mı koşturuyorsunuz!"

Ama etrafta kimseyi göremedi. Çatık kaşlarıyla ses çıkaran "o beyinsizi" arıyordu. Gözleri Nihal'in sofra topladığını görünce uzaktan seslendi: "Hişş.. Ergen gibi tası tabağı vurma, gelirsem oraya, ben de seni vururum, duvardan duvara! Yavaş topla biraz, uyuyoruz şurada!"

Nihal, tek kolla koca sofrayı toplarken yan gelip yatan kardeşlerine çıkışarak Fatih'e cevap verdi: "Sana da şimdi uykuna da, gel bana yardım et! Ne iş görüyorsun orada?"

Fatih, Batu kadar çenebaz değildi. Bir ân gidip yardım etmeyi düşünse de hemen vazgeçti: "Bana ne bağırıyorsun kız, topla işte işin ne!?” dedi ve kapıyı sert bir şekilde çarparak odasına gitti.

Nihal, yine tek kaldı. Bir türlü toplayamadığı kahvaltı masasını komple kırıp dökmek istiyordu. Anne babası çalıştığı için her şeyi o yapıyordu. Kimsenin Batu'ya iş gösterdiği yoktu. Evde hayalet gibi yaşayan Fatih ise ayda bir eve geldiğinden varlığını bile unutmuşlardı.

Nihal, ailedeki tek kız çocuğu olmanın cezasını çekmekten yorulmuştu. Bütün arkadaşları tek tek evlenip yuva kurarken o ise her gün daha da yalnızlaşıyordu. Bir ân için evlenmeyi aklından geçirse de biraz düşündü sonra hemen bu fikirden vazgeçti. Evlilik, işkencesini ikiye katlamaktan başka bir şey olmayacaktı. Kocasının da çevresindeki insanlar gibi olduğunu düşündükçe evlilik fikrinden tiksinmeye başladı. Elindeki son tabağı da mutfağa götürerek bulaşıkları makineye dizdi. Dünden kalan tabakları yerine yerleştirip öğle yemeği hazırladı. Saat on ikiye geliyordu. Yemeği bitirdikten sonra kardeşini çağırdı. "Batu çıktın mı?"

Ses gelmeyince evin her tarafına bakındı. Birbirinden saçma bahanelerle işten kaytarsa da buralarda olabileceğini düşünüyordu. Aklına hiç ağaç eve bakmak gelmemişti. Batu'nun sınavlara hep orada çalışırdı. Tek başına koruluğa kadar gidip gelmek onu ürkütüyordu ama bir yandan da bu yer ona pek cazip geliyordu. Tepesindeki kavurucu sıcağa aldırmadan ağaç eve doğru gitti. Nihal daha fazla koruluğa girmeden kardeşinin orada olup olmadığını öğrenmek için seslendi. Eskisi gibi koruluğa girmekten korkuyordu. Kardeşi ağaç evden başını uzatınca ablasını göremedi. "Buradayım, yaklaş!" diyerek ablasına seslendi. Nihal, kardeşinin sesini duyunca tek olmadığını anladı. Bodur ağaçlarına arasına dalıp ağaç eve yaklaştı.

Batu, Nihal'in asıl niyetini öğrenmek istiyordu.

Ablası yere düşen kalın bir dalı arkasına saklayarak "Hadi gel, yemek yaptım aç aç gitme!" dedi.

Batu kendini sağlama alarak ablasına seslendi: "Hadi ya, o zaman arkana sakladığın şey neydi?"

Nihal, başını yukarı kaldırınca ifşa olduğunu anladı. Bozuntuya vermeyip dalı yere atarak "Hiçbir şey!" dedi. "Hadi gel, kızmayacağım!"

"Emin misin?"

"Eminim. O dalı otların arasını açmak için aldım elime, her yer yılan kaynıyor ya!"

Batu bu yalana inanmadı ama yine de bozuntuyu vermedi. "Doğru dedeme söyleyelim de biçsin şuraları!" dedi. Batu çene yarıştırmaktan bir türlü icraate geçmiyor, ablasını sinirlendiriyordu.

Ablası dişlerini sıkarak bir kez daha çağırdı. "Hadi gel artık, bak gelirim oraya, seni aşağı atarım. Yemek yiyeceğiz diyorum nesini anlamıyorsun?"

"Olmaz, sen beni kesin döveceksin. Yemek falan bahane. Hazır evde kimse yokken hıncını benden çıkaracaksın dimi? Seni seni... yer miyim lan bu numaraları?"

Nihal kendisinden daha sinsi birisiyle çene yarıştırmak yorulmuştu. "İyi, ne hâlin varsa gör!" diyerek geri dönmek üzere arkasını döndü. Batu, ablasının gittiğini zannedip aşağı inince çalıların arkasına saklanan ablasını gördü. Nihal saklandığı yerden çıkarak yere attığı dalı alıp eve kadar Batu'yu peşledi. "Gel buraya gel, kaçma!" dedi.

Batu ablasından önce eve varıp bahçe kapısını kitledi. Nihal, evin arkasından dolaştı. Koşuşturmadan yorulmuş ve Batu'yu aramaktan vazgeçmişti. Oturduğu yerden tabak çanak seslerini duyunca intikâm alma hissi yine depreşti. Sessizce mutfağa yaklaşırken pervazın oradan, dalı fırlattığı gibi geri çekildi. Sol elini göğsüne sürtüp "Ooooh!" dedi. "Şimdi rahatladım."

İçerdeki acıyla inlerken Fatih başını tutup "Kim attı lan bu dalı?" diye bağırdı. Nihal, duyduklarına inanamıyordu. Arkası dönüp Batu yerine Fatih'e vurduğunu görünce gözleri kocaman açıldı.

Fatih cama yaklaşmış, dalı atanı ararken Nihal hemen kaçıp hızlıca koltuğa oturarak televizyonu açtı. Hiç bozuntuya vermeden izliyormuş gibi yaparken Fatih'in geldi. Elinde dalla televizyon izlemeye dalmış kardeşine sordu: "Nihal, Batu'yu gördün mü?" Demek Fatih, Batu'dan şüpheleniyordu. Öylese bunu bozmamalı.

Nihal başını iki yana sallayıp "Görmedim. En son mutfaktaydı." diyerek suçu Batu'ya attı.

O gidene kadar televizyonu izliyormuş gibi yaptı. Nihal, elini bile sürmeden Batu'dan hıncını aldığı için çok mutluydu. Her hareketi gereksiz gerilim ve ağır çekimlerle boğulmuş diziyi izlemekten yorularak gözlerini kapadı.

Fatih, Nihal'in koltukta uyuyakaldığını görünce televizyonu kapatıp üstünü örttü. Her yerde Batu'yu arıyordu.

.........

Batu, Fatih'in gittiğini görünce bahçe kapısından içeri girip ablasının uyuduğunu gördü. Üstündeki örtüyü yere atıp mutfağa gitti. "Salak bir de bu sıcakta üstünü örtmüş!" diyerek üst dolaptan kendine bir tabak çıkardı.

Ocaktaki tencereyi görünce ablasının yalan söylemediğini anladı. Gerçekten de en sevdiği yemeği yapmıştı. Nihal'i uyandırmadan koca bir tabakla birlikte sessizce bahçeye çıktı.

Kolunu kaldırıp saate baktı. Ellerini ovuşturup zevkle yemeğini yerken içeriden televizyonun sesi geliyordu. Yemeği bitirip salona gidince ablasının uyuduğunu gördü. Üstüne yattığı kumandayı yüzünden televizyon tekrar açılmıştı.

Batu uzanıp kumandayı aldığı sırada Nihal gözlerini açıp Batu'yu kolundan yakalayarak yattığı yerden doğruldu. "Aha da yakaladım seni. Nereye kaçıyorsun durmadan? Az biraz erkek ol!" dedi.

"Kaçmanın erkeklikle ne alakası var? Ayrıca iki tabak kaldırdın diye sabahtan beri anamızı ağlattın, gören de taş taşıdın zannedecek!"

Nihal konuyu değiştirdi: "İyi, git uyu! Sabah sabah ne uyandın?" Tersler gibi bir tonla: "Git yat, ben seni sınava yakın uyandırırım!"

"Yok ya, yatayım da gece iki de uyandır beni. Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin demişler. Ben zaten bile isteye erken kalktım. Babamla telefonumu vermesi için konuşacaktım ama, pek fırsatım olmadı. Herif hiç pas vermiyor. Çatmış kaşlarını, selam yok sabah yok. İnsan ne diyeceğini bilmiyor!"

"Sen mi bilmiyorsun? Her türlü şeytanlığı bilirsin de bunu niye bilmiyormuşsun bakalım? Hem babamdan ödün kopuyor, hem de hiç rahat durmuyorsun! Galiba sana rahat batıyor. Sandviçimi alırken pek cürretkârdın da! O yüzden, o telefonu unut canım, babam sana hayatta vermez onu."

"Vermesin ben gider yenisini alırım ki, ruhu bile duymaz... Bu da iyice psikopata bağladı ha. Hadi telefon neyse adam arkadaşlarımla bile görüşmeme izin vermiyor. Şimdi benim suçum ne?"

"Senin suçun ne biliyor musun? Yanlış insanlarla yanlış yerlerde bulunmak. Evet, tam olarak bu! Sen arkadaşlarını doğru dürüst seçemiyorsun ki!? Nerede it kopuk var hepsi senin arkadaşın. İnsan biraz seçici olur. Ya Sacit gibi senin de başın yansaydı. O zaman o küçümsediğin hukuk fakültesine bile giremezdin. Sacit gibi senin de üniversiteyle bağın kesilirse o zaman anlarsın Hanya'yı Konya'yı. Akıllı ol, burnunun dikine gidip durma. Biraz anne baba sözü dinle!"

"Sen dinliyorsun da ne oluyor?"

Nihal cevap veremedi. Böyle bir şeyi daha önce hiç sorgulamamıştı. "Ne demek dinliyorsun da ne oluyor! Bak bana başıma hiç bela geliyor mu? Yok, niye? Çünkü evimde oturuyorum. Bela bana niye gelsin? Ama sen! Sense bir dakika yerinde durmuyorsun. Kim ne dese gidip tam tersini yapıyorsun. Birisi sana 'yapma' diyorsa bir bildiği vardır değil mi? İlla bir şeyi öğrenmen için başına gelmesi gerekmez. Onlar senin geçtiğin merhalelerden başarıyla geçtiler sense böyle birisini dinlememekte inat ediyorsun."

"İnat değil bu. Kimsenin bana akıl vermelerine ihtiyacım yok! Benim aklım bana yeter."

"Senin aklın her zaman her şeye yetemeyecek. İşte o zaman 'biri bana akıl versin' diyeceksin."

"Ben senin gibi zayıf karakterli birisi değilim abla, her defasında beni kendinle karıştırıyorsun. Bir yanlış yapsam bile hatamı kabullenmesini bilirim. Bu kadar duygusal ve karamsar olma. Akıl her şeye yeter. Dene biraz!"

"Aklın da yetemediği şeyler var, niye anlamamakta ısrar ediyorsun?"

Batu ablasıyla tartışmaktan yorulmuştu. Karşısındaki tekli koltuğa oturarak bahsi değiştirdi. "Neyse ne abla. İkimiz de fikirlerimizde çok inatçıyız. Sen düşüncelerini bana dayatma çalışıyorsun ben de sana. Belli ki ikimiz de boşuna konuşuyoruz. Senin bildiğin sana. Benim bildiğim bana kalsın."

Nihal her defasında muhabbetinin ortasına limon sıkılmasından nefret ediyordu. "Seninle de doğru dürüst konuşulmuyor. Şurada önemli bir şey konuşuyoruz hemen kestirip atmasan olmaz mı?"

"Aman abla ne önemlisi. Beni böyle şeylerle yorma lütfen. Gelecekte ne olacağını biz bilmiyoruz. Kafanda kurup durma. Hem sen demedin mi? Anı yaşayan kurtulur diye. Bırakta geçmişte olan da geçmişte; gelecekte olan da gelecekte kalsın. Kafanı böyle şeylerle doldurma. Hem sana hem bana yazık!"

Batu her defasında ablasını ikna etmeyi başarıyordu. Gelecek bahsi kapandı. Ablasının bu işe canı sıkılmıştı. Mutfağa gidip kendisine kahve yapacağını söyledi.

"Hadi bana yardım et!" diyince Batu yine kabul etmedi: "Kahvenin nesine yardım edeceğim? Sen bensiz bir şeyi yapamıyor musun? Git yap getir işte!"

Nihal tavırla mutfağa gitti. Fatih anahtarla içeri girince Batu'yu gördü: "Sen mi attın lan o dalı?" diye bağırdı. Nihal, hızlıca mutfaktan çıkıp dalı kendisi her şeyi itiraf etti. "Hayır, o atmadı. Ben attım." dedi.

"Sebep?"

"Seni Batu zannettim, ona vuracağıma sana vurdum. Neyse bırak dalı falan kahve yaptım otur, getiriyorum."

Fatih koltuğa geçip oturdu. Nihal, biraz sonra kahveleri getirdiğinde önlerine koydu. Salonda ölüm sessizliğini aratmayan bir sessizlik çökmüştü.

Fatih kahvesinden bir yudum alarak evdeki gelişmeleri sordu. Uzun zamandır evde yoktu. Batu konuşmaya hiç istekli değildi. Nihal söze girdi:

"Babam Batu'nun telefonunu elinden aldı. Anneannem kalp krizi geçirdi. Annem mayıs ayında profesörlüğüne kavuşacak. Bir ben de değişiklik yok, hâlâ atama bekliyorum. Doktor dedeme üç ay ömür vermiş. Bu demek oluyor ki bir altı sene daha bizimle. Babamda bir ân evvel hepimizi evlendirip İstanbul'da yazlık alacakmış. Seni Zehra'ya, beni Serdar'a, Batu'yu da Şeyma'ya verdiler mi bu iş tamammış. İşte seni bekliyorlar. Sen Zehra'yla yüzük takarsan gerisi çorap söküğü..!"

"Babama bak be, demek bizden bu kadar bıktı ha?"

Nihal, Fatih'in araya girmesinden sonra bir ân evvel çocuklarını baş göz etmek için babasının yaptığı planları anlattı.

"Sen Zehra'yı alırsan, Serdar bizim eve içgüveysi gelecekmiş. Herifte dünden razı ya (!) Şeyma'yı da Batu'ya kakaladık mı bu iş tamam!"

Batu sinirlendi. "Höst ulan kimi kime veriyorsunuz? Ne evlenmesi? Çok istiyorsanız evden gidebilirim. Evlenipte başıma ne dert alacağım!? Babama söyle hiç öyle hayallere kapılmasın. Ben o nemrut karıyı almam."

Fatih güldü. "Oğlum ne ciddiye alıyorsun lan? Şaka yapıyor işte!"

Nihal, babasının ciddiyetini anlattı. "Sen öyle zannet. Babam çok ciddi. Herkes kendi evine gitsin diyor. O gün annemle konuşurken duydum. İlk Batu'dan başlayacaklar. Normalde ilk büyüğün gitmesi lazım."

Fatih, Batu'yu kızdırmak için alayla: "Ha bak ilk Batu gidecekse ben razıyım. Hem biraz kafamız da rahat etmiş olur." dedi.

Batu hiç olmadığı kadar sinirlendi:

"Nereye gidiyorum lan!? Gitmiyorum hiçbir yere. Madem benden o kadar bıktınız o zaman beni dünyaya getirmeseydiniz!"

"Bana ne bağırıyorsun lan, git kim bu boku yediyse ona söyle."

"Söyledim zaten. Madem bakmayacaktınız ne diye dünyaya getirdiniz, dedim. Karşıma geçmiş sen kazayla oldun diyor. Şimdi gel de böylelerine sövme!"

Fatih ve Nihal bir kahkaha patlattı. Fatih gülmeyi bırakıp kardeşine dönerek: "O seni üzmek için öyle demiş. Yoksa babam sen dünyaya gelesin diye ne dualar, ne adaklar adadı bir bilsen!" dedi. Batu bunu yalan zannetti.

"Hadi lan oradan! Sanki dünyaya gelmeyi ben istemişim gibi davranıyor!"

"E bize de öyle davranıyor. Neyse niye bunu dert ediyorsun ki? Sen onu bunu bırakta babam senin telefonunu niye elinden aldı onu anlat bakalım? Sen neyle idare ediyorsun?"

"İdare falan etmiyorum." dedi. "Bilgisayar, tablet ne varsa elimden aldı. Bu herif hasta valla bak. Takmış kafayı bana. Kimseyle de görüştürmüyor. Tıktı beni buraya. Geçen gün arkadaşımı aramış. Artık ne dedi bilmiyorum ama hiçbirisi yüzüme bakmıyor. Eve gelip durduk yerde telefonumu elimden aldı. Ona da zaten bahane lazım. Bekliyor ki bir yanlış yapayım da telefonu elinden alayım. Ben de verdim telefonu!"

Fatih: "Sen kendin kaşınmışsın olum, niye veriyorsun telefonu?"

Batu cevap vermedi. İçinden: "Benim onun hiçbir şeyine ihtiyacım yok. Yakında bu evden de çekip gideceğim." diye geçirirken, Nihal kardeşine seslendi: "Saat bire geliyor Batu, sınavını kaçıracaksın!"

Her yere bir saat öncesinden giden kızımız Batu'nun yerinden kıpırdamadığını görünce tekrar seslendi. "Sana diyorum Batu!"

"Daha var!" diyerek bahçedeki Nadir'i kucağına alıp salona geldi. Komşularının pişirmek için verdiği ayağı sarılı, inci gibi parlayan bembeyaz, güzel bir kaz özgürce dolaşmak istiyordu. Batu, Nadir'i yere bıraktı. Fatih bakışlarını evde dolaşan kaza dikerek: "Bu ne lan?" dedi. "Önce yılan, sonra sansar, şimdi de kaz mı?"

Zilin sesini duyunca Nihal kalkıp kapıyı açtı. Dede, torunlarının uslu uslu oturduğunu görünce memnuniyetle gidip uyudu. Nihal hemen anneannesine yemek hazırlayıp salona getirdi.

Batu çok merak ediyormuş gibi: "İyi misin anneanne? Bir yerin ağırmıyor ya?" diye sordu. Anneanne, Batu'nun kendisiyle alay ettiğini biliyordu. Elindeki kaza bakarak "Bilmem, her yerim ağırıyor. Şunu pişirsek biraz iyileşirim." dedi.

Nihal yerde dolanan Nadir'i eline alıp "Hay hay!" diyerek mutfağa götürmek üzereydi ki, Batu önünü kesti. Ablasının elindeki kazı aldı:

"Bahçede iki tane kaz daha var. Onları pişirin. Nadir'i yemeyin!"

"Olmaz. Anneannem Nadir'i istedi."

İki kardeş yine didişmeye başladı. "Bana kızgınsın diye acısını zavallı bir hayvandan çıkaracaksan hay hay, al pişir!" dedi. Önce duygu sömürüsü yapıp kardeşinin vazgeçmeye çalıştı ve inandırıcı olsun diye sahiden de sevimli beyaz kazı, ablasına uzattı.

Nadir, olacaklardan habersiz kanatlarını açmış celladına gitmek için can atıyordu. Nihal acımadı. Kazı elinden aldı.

Aklı sıra ablasını kandıran Batu, planı kurduğu yerler tutuşunca kendi elleriyle teslim ettiği Nadir'i kurtarmak için "Abla şaka yapıyorsun değil mi?" dedi. "Anneannem kaz etini sevmez ki, biz de kimse kaz etini sevmez, boşuna öldürüp murdar etme hayvanı!"

"Yoo.. anneannem kaz etini çok sever. Dimi anneanne?" Göz kırpıp kendisine destek vermesini işaret etti. Mahbube Hanım ışıldayan gözleriyle akşam için yiyeceği kazı görünce başını sallayıp torununu onayladı.

Nihal kafasına koyduğunu yapardı. Batu, Nadir'i pişirmesinler diye diğer kazlarını feda etti: "Bahçede iki kaz daha var onlardan bir tanesini al, Nadir'i yemeyin!"

Nihal, eline geçen Nadir'i anneannesine teslim ederek kardeşinin karşısına dikildi:

"Hayır bugün Nadir yenilecek! Yarında Orhan ve Süheyla'yı yiyeceğiz. Sen de akşama kemiklerini toplarsın sofradan!" diyerek Nadir'i mutfağa götürdü. Nadir için iki kaz daha satın alan Batu, ablasının peşinden gidip vazgeçirmeye çalıştı.

"Nadir'i anladım da Orhan ve Süheyla'yı niye yiyorsunuz? O daha çok küçük. Anneannemin nesine yetecek o? Sen Süheyla'yı kes, o daha büyük!"

"Yok ya, Süheyla'yı yiyelim de Nadir'i kaçır öyle değil mi? Yemezler! Orhan ve Süheyla, Nadir yüzünden hep geri planda kaldılar. O gariplerimde sevgiye açtı. Sen onları hep yalnız bıraktım. Onlarla hep ben ilgilendim. Bakmayacaktın madem ne diye aldın o kadar kazı?"

"Abla dram yapma. Ben de kaz çobanı değilim birader. Nadir yalnız kalmasın diye aldım. Ver şu kazı da gideyim hadi, bak uğraştırma beni. Bak sınava çok az kaldı!"

"Sınavın varsa git o zaman peşimde kuyruk gibi ne dolanıyorsun. Hadi naş!"

Batu, baktı ki bu iş güzellikle olmayacak ablasının elinden kazı zorla alıp kaçtı. Nihal arkasından seslenerek Nadir'in er geç eline geçeceğini söyledi.

Sınava geç kalan Batu, Nadir'in kesilme ihtimaline karşı onu da yanında alarak arabaya binip fakülteye doğru hızla sürdü. Sınavı düşünmek yerine Nadir'e çözüm arıyordu.

....

Eğer beğendiyseniz yıldıza basmayı ve destek olmayı unutmayın. 🫂

Loading...
0%