Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@kafautuluyoruz

Sabah eve döndüğümde hava henüz aydınlanmamış, ezan yeni okunmuştu. Limseyi uyandırmadan saksının altındaki anahtarı da alarak sessizce içeri girip salona doğru giderken kafamda yusufcuklar öttüğünü hissediyordum. Evin içi karanlıkta kalmıştı. Feneri yakıp yolumu bulmaya çalışıyordum.

Herkesin uyuduğunu düşünerek odama çıkıyordum ki gözüm bir şeye çarpmıştı. Umursamayıp gitmek isterdim ama gördüğüm şeyle olduğum yere kalakaldım.

Yemek masasında belli belirsiz parlayıp sönen, dört siluet aralarında fısıldaşırken dizlerimin bağı çözülmüştü sanki.

Anlamsız fısıltıların arasında ne konuştuklarını tam olarak duyamıyordum. Soğukkanlılığımı koruyarak yemek masasını aydınlattım. Annem, babam, Nihal ve dedem yüzüne tutulan fenerle, far görmüş tavşan gibi bana bakarken rüya gördüğümü düşünüyordum.

Babam, karanlığın içinde yükselen sesiyle "Tutma lan şunu gözümüze manyak, git şu lambayı yak!" dedi. Hayır bu rüya değil olsa olsa kabus olurdu. Babamın sesini duyunca iyice gerilmiştim. Arkamda kalan ışığı açarak yanı başımda sallanan kanlı iple yüreğim ağzıma gelmişti. Ayağım yerdeki iskemleye çarparak yere çakılırken babam yanı başımda bitmişti. Beni kollarımdan kaldırarak devrilen iskemleye oturtup imayla "Ne o saatleri şaşırdın herhalde! Bu saatte eve gelinir mi lan, hiç gelmeseydin birazdan sabah olacaktı!" dedi. Sabah ezanında eve gelerek evdeki herkesin tepkisini üstüme çektiğimi şimdi anlamıştım. Cevabımı beklemeden eski yerine giderken ayaklarının bana taraf baktığını görünce ayaklarının ters olduğunu görüyordum.

Kalbim hızla çarpıyordu. Daha olayın şokunu atlatamadan mutfaktan bir gıcırtı sesi gelmeye başlamıştı. Anneannem elindeki kanlı sürahiyi bana uzatıp "Susadın mı yavrum al su iç!" diye ikramda bulunurken dilim tutulmuş gibi başımı sağa sola sallayarak üstüme üstüme gelen anneanneme altımdaki iskemleyi fırlattım. Havada tutmasaydı kafasını kırıyordum şerefsizin.

Babam "Bu kadar şamata yeter, bir sakatlık çıkmadan hemen bu oyuna bir son verelim!" diyince Nihal ayağa kalkarak oyuna bir son vermişti.

Anneannem yerine giderken tüm bunlarım Nihal'in başının altından kalktığını şimdi anlamıştım. Sitemle "Utan utan koca kadını oyunlarına alet ediyorsun!" dedim. Nihal sanki duvara söylüyormuşum gibi beni dinlemiyordu. Anneannemin elindeki sürahiyi alarak önüne taş devrinden kalma bir daktilo koyup yerine oturdu. Ben söylenmeye devam ederek cezadan kurtulmaya çalışıyordum. Babam, ters olduğu zannettiğim ayakkabılarını bana fırlatırken konuşmamı sabote etmeye başlamıştı.

Kafama gelen ayakkabıyla beynimden vurulmuşa döndüm. Bayram değil seyran değil durduk yerde adama böyle şaka yapılır mıydı? Nihal babamdan görüp ayağındakileri şeytan taşlarmış gibi bana atarken daha fazla bu kepazeliğe katlanamadım. Bir tanesini havada yakalayıp "Bir saniye lan, ben konuşuyorum burada!" diyerek varlığımı hatırlattım.

Kimse beni dinlemiyordu. Herkes bahsedilen mahkemeyle ilgileniyordu. Şaka maka derken gerçekten de kurmuşlardı mahkemeyi.

Son kez şansımı deneyip onlara seslendim: "Alooo bu hayatta benim bir karşılığım yok mu, niye kimse bana cevap vermiyor!"

Babam elinde, kalınca bir dosyayla herkese oturmasını söyleyerek uğultuyu susturdu. Dövmek yerine sözlü işkence ve nutuklarla kafamı şişiren ailem, zamanında kafamı gözümü şişirseydi ne ben bu kadar şımaracak ne de onlar, beni uyarmak zorunda kalacaklardı.

Gözlerimden uyku akarken babama yakalandığım için ağlamak istiyordum: "Lan bırakın uyuyalım. İki gün eve gelmedik diye böyle ceza mı olur! Yemin ediyorum bir daha eve gecikmeyeceğim."

Beni dinlemiyorlardı."Hiç aklımda yokken, eşeğin aklına karpuz kabuğu sokuyorsunuz. Irak'a kaçacağım en sonunda!" diye sorgu sualden kaçmak için palavralar uydururken babam yanındakilere dönüp konuyu başka yere çekti: "Duydunuz itiraf etti. Irak'a kaçacakmış!"

Annem elini kalbine koyup beni delirtmeye yemin etmiş gibi: "Hii sakın öyle bir şey çocuğum, sakın!" dedi.

Nihal eliyle sineği kovalarmış gibi araya girdi: "Aman bırakın gitsin ya, yapamaz bu, korkak!" diye söylendi.

"Bir susun lan, iki dakikada beni Irak'a gönderdiniz. Kafanızda kurup kurup kendi kendinize ne hallenmeyin! Ben, hiçbir yere gitmiyorum onu cezadan kaçmak için söyledim ama görüyorum ki kaçsam zil takıp oynayacak olanlarınız var!"

Babam da gitmemden tarafmış gibi bir sakinlikle "E ne yapalım güzellikle anlattık anlamadın. Elinden telefonunu, tabletini aldık belki düzelirsin diye, sen iyice sapıttın. Ben sendeki bu cesaretin nereden kaynaklandığını tam olarak çözemedim evladım. Zamanında seni eşek sudan gelinceye kadar dövseydim bu saatte karşıma dikilme şansını biraz zor bulurdun." dedi.

Dayakla adam olunacağını zannediyordu: "Zamanında dövseydin" dedim. "Dayakla adam olunsaydı eşekler bile adam olurdu ama görüyorsun ki dayak kimseyi adam etmiyor!"

Kendi babasından yediği dayakları hatırlattığım için yüzüme nefretle bakıp "Doğru," dedi. "Dayakla adam olunsaydı eşekler bile adam olurdu ama sen yine de bir b*k olamazdın! Sen zannediyor musun ki ben seni dövemem. Öyle de bir döverim ki ama ben istiyorum çocuklarım benden yana incinmesinler, kırılmasınlar. Ben senin için, bu kadar ince şeyler düşünürken sen neden bana işkence ediyorsun evladım!"

"Asıl sen bana işkence ediyorsun! Bana böyle cicili bicili sözler söyleyerek beni iyi bir insan yapamazsın. Nasihatle kimse dize gelmez. Boşuna çenenizi yorup da kendinizi heba etmeyin, benim iyi bir insan olmak gibi derdim yok. Ben iyi falan olmak da istemiyorum. Kimseye iyilik yaramaz!"

Ben böyle söyleyince her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Anneannem elini ağzına atıp "Aman evladım o nasıl laflar öyle. Tövbe estağfurullah senin içine cin mi girdi?"

Babam elindeki tokmakla uğultuyu susturup "Hişşt sessizlik yoksa hepinizi dışarı atarım!" dedi ve bana döndü: "Biz senin iyilikten, güzellikten nefret ettiğini biliyoruz evladım, senin dile getirmene gerek yok ki! İnsan evladının ne mal olduğunu bilmez mi? Ben bilirim. Senin gibi bir adama verilebilecek en güzel işkence nasihattir ama bir daha bu saate eve geldiğini görürsem, ayağına prangalar bağlayıp seni eve zincirlerim!"

Nihal beni kaşla göz arasında iskemleye oturtarak elimi kolumu bağlamıştı. Uzlaşmak isteyen bir sesle "Tamam bir daha bu saatte eve gelmeyeceğim akşam ezanında evde olacağım yeter ki vazgeçin şu saçmalıktan gidip uyuyalım. Valla akıllandım ben bak, sizin çenenizi bile yormanıza gerek kalmadı. Yemin ediyorum ki bir daha yapmayacağım!" dedim.

Babam kendini iyice role kaptırarak oyuna başladı: "Başlamadan önce yüce mahkememizin huzurunda bize, gerçeği yalnızca gerçeği söyleyeceğine dair yemin eder misin?"

Ağlamak istiyordum: "Ya siz ne saçmalıyorsunuz kardeşim, çözün beni valla bir daha yapmayacağım!" dedim. Bana acıyan bir tek dedem olmuştu.

"Yahu çocuğa yazıktır etmeyelim eylemeyelim!" diyerek babamı vazgeçirmeye çalışsa da anneannem, masanın altından dedemin etini büküp karşı çıkan tek kişiyi de susturmayı başarmışlardı.

Sabah ezanında eve döndüğüm için sandalyeye bağlanıp yargılanan bir tek ben vardım herhalde! Aklıma gelen fikirle iplerden kurtulmayı düşünürken anneannem ve dedem namaza giderek benim için güzel bir fırsat doğmuştu: "Hah namaz okundu. Hadi çözün beni de gidip namazımı kılayım."

Annem ikna olacak gibi duruyordu ama Nihal araya girip annemi kandırmayı başardı: "İnanmayın şu şeytana anneciğim! Görüyorsunuz, başı sıkışınca nasıl da diyanete bağlıyor! Onun sözleri sizi kandırmasın. Batu kim namaz kılmak kim! Hepsi gösteriş, hepsi cezadan kurtulmak için söylenen samimiyetsiz sözler!" dedi.

Söyledikleriyle bütün foyamı ortaya çıkardığı için ona ayrı bir kin duyuyordum. Nefretle yüzüne tükürüp "Ne biliyorsun lan açıp da kalbime mi baktın?" diye dedemin kitaplarından arakladığım sözlerle annemi kendime çekmeyi çalışıyordum.

Annem sözlerime kanmış gibi aynı soruyu Nihal'e yöneltti: "Evet açıp da kalbine mi baktın?"

Nihal kenafir gözleriyle bana bakıp anneme dönerek savunmaya geçti: "Hayır anneciğim, böylelerinin kalbine bakmaya gerek yok, yalan söylüyor inanmayın! Görmüyor musunuz sizi kandırmaya çalışıyor! Bunun ne işi olur namazla niyazla. Bu da aynı o din tüccarları gibi Allah'ın adını anıp sizi kendine çekmeye çalışıyor!"

"Höst lan sensin din tüccarı!" diye kendimi korumaya çalışırken annem araya girip "Belki niyeti kötü değildir?" dedi.

"Sen az önce ne söylediğini unuttun galiba. Her 'Allah' diyenin müslüman olmadığı gibi, her namaz kılanın da iyi biri olduğu söyleyemeyiz değil mi? Batu'dan bahsediyoruz işine geldi mi her kılığa bürünen bir yaratık o! Oğlunu tanımıyormuş gibi konuşuyorsun!"

Babam, Nihal'e hayranlıkla bakıp benimle karşılaştırarak "Görüyor musun?" dedi. "Ne kadar da her şeyin farkında olan parlak bir zeka! Ya sen? Sende bizi din üzerinden kandırmaya çalışıyorsun. Pü sana! Sen ne zaman bu kadar kötü bir insan oldun? Hadi karşında, imanı olup da bilgisi olmayan cahil birisi olsaydı çok güzel kandırabilirdin ama karşında da cahil biri yok ki çocuğum bu ne cesaret!"

Nihal, babamı iyice galeyana getirdi: "Ya babacığım gör bunları gör! Batu artık eskisi kadar masum değil. Ben iyice tiksinmeye başladım bu çocuktan. Biz en iyisi bunu asalım!"

Babam tabii ki de izin vermedi: "Hayır, bizim onu tekrar topluma kazandırmamız lazım!" diyerek role kendini iyice kaptırmıştı.

"Aman babacığım, biz bunu topluma kazandırsak ne olacak kazandırmasak ne olacak! İkisi de bir. Bunun kafası hep kötülüğe çalışır siz bilmiyor musunuz? Kötü fikirlerini başkalarına aktarmadan imha edelim bunu!"

Annem araya girmeseydi bu ikisi birbirini gaza getirip beni asacaklardı. "Ayol yeter bu kadar, korkutmayın çocuğu. Batu doģru yanlışı bilmiyor olabilir ama o kadar da kötü birisi değil. Ben inanıyorum. O bir gün doğru yolu bulacak!" dedi. Doğru yol dedikleri yer tam olarak neresi oluyordu bilmiyorum ama korkudan başımı sallayıp anneme hak verdim: "Doğru, siz bana yolu gösterin, ben doğru yolu bulurum!" diyince babam kaşlarını çatıp manasızca söylendi: "Babalar önden gider evlatlar yol bilmez."

Annem, titreyen sesiyle bana acıyarak baktı: "Anne babanın yolu senin kendi yolun değildir çocuğum." İri siyah gözlerinde buğulanan iki çift gözle yüzüme bakmaya devam etti: "Bizim amacımız kendimizden bir tane daha kopyalamak değildi. Bizler de yanılıyor olabiliriz. Doğruyu sen kendin bulacaksın. Belki şimdi sana tüm bunlar manasız geliyor olabilir ama bizim tek amacımız senin iyi bir insan olman. Senin için her şeyin en iyisi yapıp ederken yapmamız gerek asıl şeyi unuttuk. Ben sana iyi bir aile terbiyesi veremediğim için, yüzlerce öğrencinin hayatına dokunup evdeki oğluma hiçbir şey öğretemediğim için vicdan azabı çekiyorum." dedi.

"Ben terbiyem de ne var siz daha terbiyesiz görmemişsiniz. Yemin ederim size sokaktan herhangi bir çocuk getirsem benim terbiyemi öpüp başınıza koyarsınız. Ben kötü bir insan değilim, iyi biri de değilim. Yani herkese canım istediği gibi davranıyorum diye vicdan azabı duymana gerek yok, burada vicdan azabı duyması gereken bir kişi varsa o da ablam olacak şam şeytanı Nihal'dir! Siz de beni ablamın umuduna bırakıp giderken melek olmamı beklemiyordun herhalde. İfritin yanında ancak şeytan olunur anne. Üzülme!" dedim.

Nihal araya girip beni anneme şikayet etti: "Anneciğim ya görüyor musunuz bana ne diyor!"

Gittikçe çirkinleşerek "Sus kız bir de çok masummuş gibi anneme şikayet ediyor!" diye bağırırken annemler olmadığı zaman beni dövdüğünü söyledim. Tabii büyünce hepsinin intikâmını almıştım ama içim hâlâ soğumamıştı.

Babam yine hiç olmadık şeylere takılarak "Yeter bu kadar duygusallık şimdi işimize bakalım!" dedi.

Babam, önündeki, ne olduğunu bilmediğim dosyayı açıp "Evet, nerede kalmıştık?" diye kendi kendine söylenirken Nihal kolundaki saate bakarak cevap verdi: "Yeminde kalmıştık babacığım da biz kaç saattir bir yol katedemedik benim uykum gelmeye başladı. Biz bunu ne zaman sallandıracağız?"

Babam, Nihal'e korkuyla baktı: "Kızım o bir şakaydı?"

Nihal hiç de şaka yapıyormuş gibi durmuyordu. Gerçeği kendi ağzıyla da itiraf etmişti: "Şey ben sandım ki gerçekten onu asacaksınız."

"Yok artık Nihal, o sadece bir oyundu!" dedi.

"Canım babam," dedim içten gelen bir konuşmayla. "İnsan şaka yapmak için bu saati mi bekler Allah aşkına! Bari bekleseydiniz hava aydınlansaydı. Böyle psikopatımsı incelikler aklınıza kim sokuyor anlamış değilim!"

Nihal lafımı keserek "Ben soktum!" dedi. "Hani eskiden insanları sabah ezanında, hava aydınlanmadan asarlarmış ya! Ben de neden bu boş bilgiyi kullanmıyorum diyerek senin ipi bu saate hazırladım."

Boş bulunup sordum: "Niye lan ne varmış ki bu saatte?"

Nihal sanki çok normal bir şey söylüyormuş gibi "Bir şey yok canım saatte, bir daha gün yüzü göremesinler diye asıyorlarmış!" diyerek açıklama yaparken babam Nihal'den uzaklaşıp anneme taraf kaydı.

Korkuyla "Kızım müsait bir günde hatırlat da seni bir baktıralım. Sen de bir psikopatlık seziyorum!" dedi.

Nihal sinirlendi: "Hah siz sanki çok normalsiniz babacığım, asmayacaksak o zaman ne diye bu saatte o zaman ne diye kurdurdun bana askıyı? Oturup mahkemecilik oynarken siz çok normalsiniz de ben iki tane urganı birbirine bağladım diye anormal mi oluyorum yani? Teessüf ederim gerçekten çok kırıldım!"

"Bak ben de kardeşimi günahım kadar sevmem ama kılına zarar gelse yüreğime dokunur. Sen gelmiş kardeşini asmak için en ince ayrıntılarına kadar detay düşünüyorsun be kızım, bu normal değil! Senin bakılman lazım!" dedi babam.

Nihal babamı tersleyip kollarını göğsünde bağlayarak "Şaka yapıyoruz herhalde. Biz de kardeşimizi asacak değiliz!" dedi. Bana hiç şakaymış gibi gelmedi.

Araya girip "Ya kardeşim bu ne şaka aşkı sizdeki! Gidin uyuyun ben buradayım. Yarın ne oynayacaksak oynarız bir yete kaçmıyorum ya!" diyerek babamı vazgeçirmeye çalıştım ama beni dinlemedi.

"Neyse biz işimize bakalım. Bir ân önce sorgu suale başlayalım da adet yerini bulsun!" dedi.

Bunlar beni yargılamaktan vazgeçmeyecekti. Ben de başka bir fikir sundum: "Her şey iyi hoş da benim tarafım da bir eksik var. Nerede benim avukatım? Siz tam takır hazırlanmışsınız. O beni savunsa ben de biraz uyusam?"

"Ulan mahkemede uyunur mu! Sen herhalde lay lay loma gidiyorsun okula! Bir de hukuk okuyor. Sana avukat mavukat yok. Sen, kendi kendinin avukatı olacaksın. Şimdi söyle bakalım, bu saate nerede sürttün?"

Babam sürtmek falan diyince kendimi sokak fahişesi gibi hissediyordum. "Bir yerde sürtmüyordum ya, Fırat'ın yanındaydım." diyerek gerçeği itiraf ettim.

Sorular hızlı hızlı geçiliyordu: "Peki oradan ayrıldıktan sonra nereye gittin?"

Sare'nin yanına gittim desem konuyu başka yöne çekerdi. Ben de yalan söylemek mecburiyetinde kaldım: "Başka bir yere gitmedim. Hep Fırat'ın yanındaydım." Uyuşan kollarımı hareket ettirip seriye bağlayan babamın sorularına tek tek cevap verdi.

Herif oyunu unutmuş gibi gözlerini bana dikerek namazdan dönen dedeme aldırmadan ciddiyetle sordu: "Hepsi bu kadar yani, öyle mi? İki haftadır peşinde dolandığınız kızlar varmış. Arif kafasından mı uyduruyor yani?"

"Ne kızı? Ben kimsenin peşinde dolanmadım."

Nihal lafımı kesip araya girdi: "Sus yalan söyleme! Ben şahidim, bunlar kızları takip ediyordu babacığım, geçen gün de Kübraların çalıştığı yere gitmişler!"

Nihal hakimlikten daha çok avukatlık yapıyordu. "Bu ne biçim mahkeme lan hakimin kendisi şahitlik yapıyor!" diyince dedem tokmağı masaya vurup "Kork o günden ki, hâkimin kendisi şahittir." dedi.

Lafını unutturmak için "Dede sen ne diyorsun allasen! Ben kimseye bir şey yapmadım. Hepsi Fırat'ın g*tverenliği!" diye aradan lafı kıvırmayı düşünüyordum ki babam hiç fırsat vermiyordu: "Sus günahsız çocuğa iftira atma, Fırat öyle şeyler yapmaz. Sen aklına girmişsindir onun! Söyle kimin fikriydi kızları takip etme fikri?"

Her şey Fırat'ın başının altından kalkarken bütün suç bana kalmıştı. Sitemle: "Ben niye aklına giriyorum asıl o benim aklıma girdi. Oh valla herkes de her şeyi benden biliyor! Bu devrin Abdülhamit'i ben miyim lan! Siz gelin Fırat'ı bir de bana sorun. Sizin o günahsız diye yere göğe sığdıramadığınız çocuk var ya, o ne şeytandır o!" diye Fırat'ı kötülerken babam sadece olayı öğrenmek istiyormuş gibi araya girip başka bir soru sordu: "Peki neden gittiniz o düğün salonuna? Ne işiniz vardı orada?"

"Hepsi Fırat'ın pisliği. Tutturdu bir Kübra da Kübra diye. Beni de peşinde sürükledi. Düğün salonuna da onu görmek için gittik."

"Şahidin var mı?"

"Var ama o benim lehime tanıklık etmez!"

"Ne biçim şahitmiş lan o? Senin lehine şahitlik etmeyecekse ne diye getireceksin buraya!"

"Allah Allah onu da bana mı soruyorsun? Olayı sana tarafsız anlatabilecek tek bir kişi var o da benim lehime konuşmaz diyorum. Nesini anlamadın acaba!"

"İyi git getir bakalım o şahidi!"

"Sabah sabah onu nasıl getireyim lan millet uyuyor, herkes sizin gibi manyak değil!"

Babam esnedi: "O zaman sana on iki saat mühlet veriyorum. Eğer bana bahsettiğin gibi bir şahit getirmezsen elinden her şeyini alırım!" diyerek bana kısa bir zaman dilimi verdi.

Daha sonra Nihal'e dönerek ellerimi çözmesini söyledi. Ablam özgürlüğüme kavuşmamdan mutlu değilmiş gibi yanıma gelip ipleri keserken "Hah şöyle, ne gerek var bu saatte bu kadar tantanaya? Söz verdim, bir daha yapmayacağım dedim. Siz de ne laf anlamaz adamlarsınız. Ben sözümde dururum. Yeter ki bir daha bana böyle şeylerle gelmeyin!" diyerek bileklerimi ovuşturup ayağa kalktım.

Babam ayağa kalkıp "Sakın cezadan kurtuldum diye sevinme, eğer bir şahit getiremezsen işte o zaman yandın. Sana öyle bir ceza vereceğim ki aklın hayalin şaşacak!" diyerek hevesimi kursağımda bırakırken dedem elindeki tokmakla kendini iyice hâkim zannederek uydurmaca mahkemeye bir son verdi: "Yaz kızım, sanığın suçları sabit olup iyi hâli göz önünde bulundurularak beraatine karar verilmiştir." dedi.

Ev ev değil tımarhaneydi! Annem, dedemin elindeki tokmağı alıp yerine götürürken çoktan sabah olmuş, hava aydınlanmıştı.

Babam tavandan sarkan kanlı ipi söküyordu. Ona görünmeden hızlıca odama çıkıp beş on saat aralıksız uyumak istiyordum ama bu adam başımda olduğu sürece benim için uyumak mümkün değildi zira bir karabasan gibi tepeme çöküp “Bu geceki düzmece mahkeme yalnızca bir uyarıydı Batu. Bir dahakine bu kadar sakin olmayacağım!" dedi ve hazırlanmak üzere odasına gitti.

Ben de hasretini çektiğim uykuya kavuşmak için hızlıca yukarı çıkıp babamın söylediklerini umursamadım. Her gün aynı teraneydi! Bunların bir şey yaptığı yoktu. Bende bundan cesaret alarak her şeyi yapıyordum. Berbat bir ana baba oldukları yetmiyormuş gibi bir de gözüme gözüme soktukları mesajı anlayıp ders çıkarmamı bekliyorlardı. Bu toz pembe hayal dünyasının, içinde yüzdükleri saçmalıklarına daha fazla katlanamayarak yatağıma uzandım.

Uyumak için gözlerimi kapattığım sıra, Nihal'in odama girip perdeleri sonuna kadar açarak beni uyandırma ihtimaline karşılık, hemen yataktan kalkıp oda kapısını kilitledim. Odayı karanlığa boğduktan sonra yatağıma uzanıp emniyetle gözlerimi yumdum.

Loading...
0%