Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@kafautuluyoruz

Arabayı çalıştırmadan önce Fırat'ın elinden düşermediği defteri alarak Nadir'i uzattım. Fırat canlı bomba tutuyormuş gibi Nadir'i arka koltuğa uçurup "Ne yapıyorsun abiciğim ben kazlardan korkarım, bana niye veriyorsun?" dedi.

"Koca adamsın olum, kazdan mı korkuyorsun?" dedim.

"Travmam var diyorum sana. Az daha kolumu koparıyorlardı lan!"

Hemen hemen bütün çocukluğumuzun beraber geçtiği Fırat'ın bu travmasından haberim olmadığı için yalan söylediğini düşünüyordum: "Ben neredeydim lan o sıra?"


"Sen yoktun ki, biz Menekşe Apartmanı'na taşınmıştık. Orada saldırmışlardı.."


"Zaten senin de her şeyden ödün kopuyor! Kim bilir ne yaptın hayvanlara?"


Alayla söylediğim söz Fırat'ı sinirlendirmişti: "Ben hiçbir şey yapmadım. Hemen her suçu bana atma. Düz yolda gidiyordum baktım bunlar. Gittim yanlarına. Biz böyle tatlı tatlı anlaşırken yanındaki, artık anası mı, kocası mı her neyiyse ben başını okşamak için elimi uzattım. Pislik, ağzını açıp dişlerini koluma geçirdi. Yani senin anlayacağın ben hayvanı sevmek istedim o ise beni dişledi. Muhtar olmasaydı kolumu koparacaktı. Bir daha yanlarından bile geçmedim olum, sen gelmiş bana tut diyorsun. Nasıl tutayım?"


Fırat'ın ciddiyetle anlattığı travmasına gülmekten önümü göremiyordum. "Abartma lan, o kadar da acıtmıyor!" dedim. Nadir'i ilk aldığım gün bana da çok kez saldırmış, ısırmıştı ama Fırat gibi bir travmam hiç olmamıştı.


"Lan ne acıtmıyoru!? Ben bir kişiydim onlar dokuz kişiydi. Bütün apartman başıma toplandı, diyorum sana! Ağzındaki dişleri görseydin böyle konuşmazdın!"


Nadir ayağa kalkınca Fırat koltuğa yapıştı. Gerçekten de korkuyor muydu? Çaktırmadan arkaya bakarak "Niye ayağa kalktı lan bu?" diye sorunca korktuğunu anladım. "Korkma!" dedim. "Nadir uslu bir kazdır. Bu zamana kadar kimseye saldırmadı." diyince "Ne yapayım birader elimde değil." dedi.


Eve yaklaşmıştık. Arabayı durdurup arka kapıdan Nadir'i aldım. Fırat arabadan inip uzun zamandır gelmediği eve hayretle bakarak söylendi: "Oha lan, burası çok değişmiş!"


Buradan gittiklerinde her yer çorak bir araziydi. Şimdi evin ağaçlar tarafından ele geçirildiğini görünce şaşkınlığını gizleyememişti. "Çöldü lan burası, ne olmuş buraya?" dedi. Gidişlerinin ardından kaç yıl geçtiğini hesaplamaya çalışıyordu. Neredeyse on üç senedir buraya uğramıyordu. Merkezden uzak olduğu için hem gelmeye üşeniyor hem de evin arkasındaki mezarlıktan ölümüne korkuyordu. Zaman zaman anlattığı uyduruk hikâyelerden gına gelse de bahsettiği gibi birine asla rastlamamıştım. Gülerek "Mezarlığı ne yaptınız lan?" diyince dalga geçmeden edemedim. "Başka yere naklettik!" dedim. Hemen inandı. "Gerçekten mi?"


"Yok lan atıyorum. Mezarlığı nereye nakledeceğiz, senin çalışmaktan beynin yanmış birader, Nihal geceleri korkuyordu diye araya set çektiler. Yoksa mezarlık aynı yerinde duruyor yani" Böyle söyleyince de hemen alındı. "Lan ben de korkuyordum. O zaman kimse bana böyle bir şey yapmamıştı. Dedeme bak sen..!" dedi. Ailedeki tek kız torun Nihal olduğu için dedem ve babaannem en çok onu severdi.


Fırat birlikte bahçe kapısından içeri geçerken evde kimse olduğunu fark ettik. Fırat içerde oturmak istemeyince arka bahçedeki kiraz ağacının altındaki masada kurulup "Buraya gel!" dedi. Ben de Nadir'i gönül rahatlığıyla Orhan ve Süheyla'nın yanına salarak Fırat'ın yanına gittim.


Fırat cebinden çıkardığı sigarayı önce bana uzatıp ikram etti. Kendime bir tane alıp sigaralarımızı yaktım. Fırat, Nihal için yapılan koruluğu görünce "Vayy be, ulan kimse bizim kadrimizi kıymetimiz bilinmiyor!" dedi. "Biz yanlış yerde dünyaya gelmişiz. Başka bir ailede dünyaya gelseydik bizi el üstünde tutarlardı. "


Fırat, çevredeki değişimi izlemekten kendini alamıyordu. Onlar gittikten sonra evin, yaklaşık beş on metre uzağındaki mezarlıkla aramıza, ağaçlarla set çektiğimiz yere bakıyordu.


Elini masaya vurup "Vay be!" dedi. Tepemizdeki ağaçtan bir kiraz düşerince irkildi.


"Ne oldu?" dedim.


"Hiç lan.. yılan zannettim." Masadaki dalbastı kirazı görünce rahat bir nefes aldı. Ağaçtan kafasına yılan düşeceğini zanneden Fırat felaket senaryosu kurmaya bayılırdı. Bu huyuyla ilgili bir şey söyleyecektim ki kapıda ablamın sesini duyunca hemen ayağa kalkıp Nadir'i elime aldım.


"Ablam geldi, kaç!" dedim Fırat'a. Korkudan o başka yöne ben başka yöne gittim. Biz Nadir'le nereye gideceğiz diye düşünürken ablam elinde bıçakla gölgesi görünüyor, bizi arıyordu.


Kapının girişinde göz göze geldik. İki çift siyah zeytini andıran gözleri dehşetle parladı: "Aha da buldum sizi, ver onu bana!"


Geri geri gidip duvara toslayınca "Artık kaçamazsın!" diyerek bıçağı yere attığı gibi kaçmama fırsat vermeden üstüme gelmeye başladı. Akşama bu vahşilerin Nadir'i yiyecek olması aklıma geldikçe delirecek gibi oluyordum. Çok kötü köşeye sıkışmıştım. Artık buradan çıkış yok diye düşünürken Fırat, ablama seslenerek dikkatini dağıtınca Nadir'i havaya kaldırıp Fırat'a doğru uçurdum.


Neye uğradığını şaşıran kuzenim üstüne uçan kazı görünce bir çığlık kopardı. "ANNEEEE!!"


·۰•·۰•·۰•·۰•


Bir kez daha Nadir'i kaçırarak arabaya atladım. Fırat son ânda arabaya binerek onu beklemediğim için söylenmeye başladı: "Lan beni beklesene, seni biri mi götürüyor? Ya yetişmeseydim valla o evde bir dakika bile durmam. Cinli o cinli..."


Fırat'ın çenesi düşmüştü. Konuştukça konuşuyordu. Kafam allak bullaktı. Nihal bugün elinde bıçakla az daha Nadir yerine beni kesiyordu. Bu hayvan biz de oldukça ablam ne beni ne de Nadir'i rahat bırakmayacaktı. Fırat'ın kazlardan korktuğunu bildiğim halde sordum. "Bu gece Nadir siz de kalsa olmaz mı?"


Fırat, arkada duran Nadir'e bakarak başını iki yana hızlı hızlı salladı: "Hayır abicim, ben bakamam ona, inadıma mı yapıyorsun? Sen bence bu sevdadan vazgeç Nihal abla kafasına koymuşsa kesin yapar. Nadir'i öyle ya da böyle kesecek. Ben ona nereye kadar bakabilirim? Sanki sizinkiler bizimkilerden eksik mi kalıyor? Bir bakmışım Nadir'i çorba yapmışlar. Hayır abicim, ben böyle bir mesuliyeti kabul edemem. Sen en iyisi ona bir yuva bul!"


Söyledikleri sinir bozacak derece çok mantıklıydı. Bu çocuğun aklı sadece tıpa yetiyor zannediyordum ama belli ki konuşmakta da ustaydı.


Gözümü yoldan ayırmadan "Kim evde kaz besler?" diye söylenirken Fırat fısıltıyı andırır bir sesle mırıldandı. "Aslında biri var ama.."


Kimden bahsettiğini anlamadım. Evde kaz besleyecek kadar müsait bir manyak zor bulunurdu. Hemen sordum. "Kimmiş?"


Fırat söylemekten vazgeçmiş gibi başını yukarı kaldırıp "Yok," dedi. "O olmaz!"


Kendi kendine kararlar alıp verirken, kafasında kurduğu şeyi bilmem beni sinirlendirmek için yetti. "Sen hele bir söyle, olur mu olmaz mı ben karar veririm." dedim. Sinirlendi. "Hayır abicim daha sabah kavga ettik. Şimdi böyle hiçbir şey olmamış gibi gidemeyiz. Bu ne yüzsüzlük demezler mi?"


Kimden bahsediyordu anlamadım. Sanki beynime reset atmışlar gibi hiçbir şey hatırlamıyordum. Sabahki olayı düşündüm. Kübra ve ismini hatırlayamadığım o gereksiz kızdan mı bahsediyordu? Evet, bugün sadece onlarla kavga etmiştik. Aslında ben kavga etmemiştim... Kübra fena fikir olmayabilirdi ama sabahki olaydan sonra Nadir'i ona da emanet etmek Fırat'ın dediği gibi "yüzsüzlük" olabilirdi ama benim için ondan daha önemli bir şey vardı: Kin. Artık bu iş kan davası gibi bir şeydi. Şimdi gidip nasıl da emanet edebilirdik ki?


Kübra'yı da eledikten sonra Fırat merkeze yaklaştığımızı görünce sordu: "Nereye gidiyoruz?"


"Sizin eve. Nadir sizde kalmalı. Birkaç gün idare et, ben Nihal'i ikna edince gelip alırım." dedim. Nihal'in nasıl bir şeytan olduğunu bilmeyen saf kuzenim, söylediğim yalana inanarak "İyi, tamam.." dedi. Reddedeceğini zannederken hiç inat etmeden başını sallayıp hemen kabul etti.


Şaşırdığımı görünce "Ama sadece birkaç gün, o da sadece korkumu yenmek için." diye ekledi.


Eve yaklaşmıştık. Fırat'ı bırakıp geri dönecektim ki amcam beni bırakmadı. Senelerden beri baba oğul evin içine etmişlerdi. Ablam ve annemin kıymetini bu evde daha iyi anlamıştım.


Hiç yabancılık çekmeden geçip oturdum. Oturduktan kısa bir süre sonra akşam yemeğini yiyip pijamalarımızı giydik. Amcam, Nadir'in evde özgürce dolaşabileceğini söylese de bunun misafirlik icabı söylediğini biliyordum. Kendimi misafirliğe gelmiş yaramaz çocuğuna bakmayan kötü kadınlar gibi hissediyordum. Bu yüzden Nadir'in evi dağıtmaması için yakalayıp kucağıma aldım.


Fırat yere düşen notlarını kaldırıp masasının üstüne rastgele atarken benim Nadir'i rahat bırakmadığımı görünce işini bırakıp "Bıraksana hayvanı gezsin!" dedi. Zaten Nadir kendisini bırakmam için kıvranıp duruyordu. Daha fazla elimde tutamayıp odaya saldım. Nadir, amcamın peşine takılıp mutfağa doğru giderken ben de Fırat'a yardım ettim.


Fırat'ın öyle tuhaf bir yazısı vardı ki birisini havaya kaldırıp okumaya çalıştım ama içinde bir tane bile harfe benzer bir şey bulamadım. Kendine yeni bir alfabe kurmuş gibi kendisinden başka kimsenin okuyamayacağını düşündüğüm yazısını elimden alarak "Okunmuyor mu?" dedi ve tıbbi terimlerin havada uçuştuğu bir şeyler söyleyip geri verdi.


Fırat çoğusunu buruşturup çöpe atarken amcam elinde sürahiyle gülerek içeri girdi. "Şu hayvan bile tuvaletini nereye yapacağını biliyor ama bizim Arif hâlâ ayakta işiyor!" dedi.


Fırat tiksintiyle ürperirken amcamla ben kahkahalara boğulduk. Allah'tan Arif yoktu da bizi duymamıştı.


Geceye doğru kadehler önümüze geldi. Amcam bir ara mutfağa gidince Fırat beni kendine çekip "Sakın içme, tuzak!" dedi.


"Ben de zaten amcamın karşısına geçip kadeh tokuşturmayı düşünüyordum (!)" dedim. Âlem yapacağız zannederken amcam elinde bir tepsi börekle karşımıza geçip kıtlıktan çıkmış gibi yemeye başladı.


Bizim hayretle ona baktığımızı görünce midesine nefes almaya bile yer bırakmayan amcam, Arif işten gelince odasına çekilip bütün ışıkları söndürdü ve bizim de uyumamızı istedi.


Adam onca şey yedikten sonra deve gibi uyurken yerime geçtim. Nadir çoktan uyumuştu. Amcam ona güzel bir yer hazırlamıştı.


Fırat karanlıkta elinde bir fenerle bir kitap getirdi. Işığı yakınca sabahki defteri görür gibi oldum. En son elinden alarak torpidoya koymuştum. Ne ara getirmişti bilmiyorum.


"Ne okuyorsun?" dedim. "Kübra'nın otobiyografisini mi?"


Feneri yüzüme tutup gülerek soruya soruyla karşılık verdi: "Kübra'nın günlüğü elimde desem bana inanır mısın?"


"Lan sen hâlâ o kızın defterini mi okuyorsun?" dedim. Başını defterden kaldırmadan "Evet," dedi. "Ne tesadüf öyle değil mi? Önce kıza aşık oluyorum, sonra karşısına çıkıp kendimi bile tanıtamadan kızdan tokat yiyerek Kübra'dan nefret ediyorum.."


Sabahki tokattan sonra defteri bir koz olarak kullanacak diye düşünürken Fırat benim, boş durduğumu görünce defterden başını kaldırmadan bir şeyler okuyabileceğimi söyledi. Ama hiç kitap okuyacak havada değildim. Yerime uzanıp gözlerimi kapadım. Yapacak hiçbir şeyim yoktu. Kendimi zorla uyutmaya çalışsam da bir türlü uyuyamadım.


Uykuyla uyanıklık arasında yatakta dönüp dururken Fırat hâlâ daha o defteri okuyordu. Benim uyumadığımı düşünerek "Öyle şeyler buldum ki sen bile duyduklarına inanamayacaksın!" dedi. Cevap vermeye üşendim. O yabaninin acemi kaleminden dökülen satırlarında inanamayacak herhangi bir şey olduğunu zannetmiyordum.


Uyandığımda Fırat tepemde durmuş beni kahvaltıya çağırıyordu. Başımı yastığa gömüp uyumaya devam ettim ama beş dakika sonra yine geldi. Yastığı yüzümden çekerek "Aç lan şunu boğulacaksın!" dedi. Gözlerimi açıp yataktan kalktım. Aynada kendi yansımamı görünce yüzüme soğuk bir su vurup ayılmaya çalıştım.


Fırat mutfaktan bağırarak: "Lan gelsene çay soğuyacak!" dedi.


Dağılan saçlarımı hızlıca düzeltikten sonra yanına gidip sofraya oturdum. Evde kimse kalmamıştı. Amcamla, Arif çoktan işine giderken bizse daha yeni kahvaltı ediyorduk. Saat neredeyse ona geliyordu. Fırat dün gece okuduğu defterin özetini anlatmak için sabırsızlanıyordu. Onun bu heyecanına karşılık ben de herhangi bir merak yoktu. Yine de ilgisiz görünmemek için dalgasına "Bitirdin mi?" dedim.


Defteri önüne atıp "Yok lan, buna ömür mü yeter!" dedi. Uzanıp defteri elime alarak rast gele sayfaları çevirmeye başladım. Oldum olası günlük tutmak bana saçma geliyordu. Kübra gibi birisinde mantık aramadığım için ne yazmış diye bir baktım. Defterin son sayfasında gözüme ilişen ilk satırla gülesim gelmişti. Hemen o kısmı Fırat'a da okudum. "İki gün sonra düğün var ve bir tane bile erkek garson yok! Biz üç kız, o kadar gavatın arasında ne yapacağız acaba? Kemal Bey bizimle dalga mı geçiyor anlamadım. Hepsi zaten yamyam gibiler, hepsinde ayrı bir cins. Herhalde üç kuruş veriyorlar diye bizi sahipleri zannediyorlar. İhtiyacım olmasa o düğün salonunda bir dakika bile durmam!"


Fırat defteri elimden hızlıca çekip kendisi okudu.Gittikçe çatılan kaşlarıyla hızla defteri kapatarak "Kalk abicim kalk, Kübra elden gidiyor!" dedi. Defteri kıza karşı koz olarak kullanacak zannederken tek bir cümle, küllenen aşkı tekrar alevlendirmiş gibiydi. Odasına gidip hazırlandıktan beş dakika sonra, geri geldi.


"Lan sen hâlâ oturuyor musun? Hadi gidiyoruz!" dedi.


·۰•·۰•·۰•·۰•


Kübra'nın oturduğu apartmana gelince defterdeki düğün salonunu bulacağını zanneden Fırat, yaklaşık otuz kırk derecelik bir sıcaklıkta bize mahallede tur attırdı. Bu sıcakta arabanın içini fırın gibi yanarken hâlinden hiçte şikayetçi olmayan kuzenim koşsak daha çabuk varacağımız bir hızla ara sokaklardan geçerek gözünü yoldan ayırmadan Kübra'nın bahsettiği düğün salonu arıyordu.


"Biz tam olarak nereye gidiyoruz? Adı yok mu bu salonun? Belki internetten buluruz." diye sordum. Gözünü yoldan ayırmadan "Yok," dedi. "Kız, Ziraatbankası şifresinden üç gün sonra yapacağı şeye kadar yazmış, ama nerede çalıştığını yazmamış! Gel de çıldırma.."


İşinden bahsettiği bölümü bulup tekrar okudum. Müşterilere sövmekten nerede çalıştığını bir türlü anlamayadığım Kübra çalıştığı yere ait en ufak bir ipucu bile yazmamıştı.


Gözüme ilişen satırla Kübra'nın işe yürüyerek gidip geldiğini görünce şifrelerini yazdığı sayfanın kenarını katlayıp "Düğün salonu evlerine yakınmış." dedim. Tabii böyle bir şey yazmıyordu, bu sadece bir tahmindi.


Fırat "Nereden biliyorsun?" diye sorunca yürüyerek eve kadar gittiği bölümü okudum.


"Ona bakarsan, bu kız zaten her yere yürüyerek gidip geliyor!" diyip arabayı durdurdu. "Ama bir yandan da haklı olabilirsin çünkü düğünler çok geç bitiyor. Bu zamana kadar sağ kalabilmesi mucize olurdu. Ya bu kız çok dişli ya da çalıştığı yer evlerine yakın!"


"Ya da biri onu eve bırakıyordur!"


Sinirlendi. "Yok lan, bu kız erkek düşmanı, yabaninin teki yazdıklarını okumadın mı? Kimseyi öyle kolay kolay hayatına almaz. Baksana, dün yanına gittik diye az daha bizi dövüyordu.." Yediği tokat aklıma gelmiş gibi konuyu kapatmaya çalıştı. "Aman neyse ne, birisine soralım!" diyip aşağı indi.


Kaldırımlardan sokaklara taşan kahvehanelerden birine girip çok geçmeden geri geldi. Yüzünde sebebini anlamadığım bir neşeyle "Bulduk!" dedi.

 


Loading...
0%