Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@kafautuluyoruz

Dışarıda bangır bangır çalan bir oyun havasıyla düğün salonuna yaklaştık. Park için hiç boş yer kalmamıştı. Arabayı salondan biraz uzakta bir yere park ederek Karen Düğün Salonu yazan tabelanın altında ne yapacağımızı kararlaştırdık.

Fırat benimle konuşurken başka yere bakıyordu. Merakla baktığı yöne döndüğümde, bize doğru yaklaşan adamı fark ettim. İsmini bilmediğimiz bu yabancı, gülümseyerek birkaç adımda yanımıza kadar geldi ve elini uzatıp "Merhaba, yeni garsonlar siz misiniz?" demeye kalmadan

Fırat adamın sözünü kesti. "Evet biziz!"

Kapıda bekleyen onca erkeğin arasında bizi garson zanneden adamın yakasına yapışıp "Benim garsona benzer bir hâlim mi var?" diye çıkışmayı hayal ederken Fırat'ın biz garsonuz diye yalan söylemesi beni sinirlendirdi. Adam eliyle "Buyrun!" dedikten sonra bizi beklemeden önden gitti. Söylediği yalanın neye mal olacağını bilmeyen kuzenim, herhalde garsonluğu kolay bir şey zannediyordu.

"Niye öyle dedin lan? Hani biz düğün davetlisiydik! İçerde kaç yüz kişi var senin haberin var mı? Bu adamlar bizim garson olmadığımız anlarsa biteriz." dedim.

Müzikten ne dediği anlaşılmayan Fırat "Abartma birader sen de bana korkak diyorsun ama asıl korkak sensin! Garsonluktan kolay ne var? İki tane pasta limonata dağıtacaksın. Hepsi bu! En fazla bulaşık yıkarız. Onu da becerebilirsin herhalde!" diyerek beni de kendiyle birlikte peşinden sürükledi.

Adamı bulunca mutfağa gidip bize ne yapmamız gerektiğini söyledi. "Gençler siz zaten ne yapmanız gerektiğinizi biliyorsunuz. Kemal abi size söylemiştir. Ama ben yine de size bir hatırma yapayım. Müzik bittikten sonra servis arası verilecek. İçecekler dolapta. Onları servis verilen yerlere dağıtacaksınız!" diyip gitti.

Ne servisinden bahsediyordu anlamadım. Ne içeceği ne dolabı? Kafamda onlarca cevapsız soruyla Fırat'a dönüp "Ne diyor lan bu?" dedim. Bu boktan muhabbetten hiçbir şey anlamadığım gibi bildiğim her şeyi de beraberinde unutmuştum. Bangır bangır çalan müzik kafamı allak bullak etmişti.

Fıratsa hiç olmadığı kadar sakindi. Bu sakinliği canımı sıkmadı da değil şimdi. "Niye biz garsonuz dedin lan? Ya başımız belaya girerse?" diye çıkışırken hiç oralı olmadı.

"Sana diyorum olum, ya gerçek garsonlar gelirse, o zaman ne yapacağız!?" dedim.

Tersledi. "Ben ne bileyim lan, gelirlerse geri göndeririz. Kafamı karıştırma şimdi. İçecekleri arıyorum!" diyerek dolabı açtı. Kendi kendine "Hah buldum, burada!" diyip hepsini çıkarıp sıraya dizdi.

Biraz sonra bizi karşılayan o adam elinde siyah polo yaka tişörtlerle geri geldi. Fırat'ın dizdiği içecekleri görünce "Her masaya birer tane vereceksiniz. Eğer yine isterlerse sadece büyük masalara verirsiniz." diyip tişörtleri bize uzattı.

Fırat adamın elindeki tişörtleri alarak kapıyı kapattı. Hızlıca gömleğinin düğmelerini çözüp tişörtünü giyerken "Çabuk ol, birazdan gelirler" dedi.

Kendimi şimdiden bok gibi hissediyordum. Gömleğimin düğmelerini çözüp verdikleri tişörtü giyindikten sonra kapı büyük bir gürültüyle açıldı. İçeri Kübra girmişti. Kapıyı sertçe kapatıp "Siz ne arıyorsunuz burada? Erkan ve Mete nerede?" diye sordu. Hiç oralı olmadım.

Erkan ve Mete yerine geçtiğimiz garsonlardı galiba. Fırat "İşleri çıktı görevi bize devrettiler!" dedi. Kız inanmadı.

Salondan anons yapılınca kuyruk gibi peşinden ayrılmayan yandaşı girdi. "Kübra servis arası verildi." diyince mutfaktaki tekerlekli servis aracını alıp gittiler. Biz de içecekleri elimize alıp dağıtmaya başladık.

Bizim gibi siyah polo yakalı bir kız, yanıma gelip "Ne yapıyorsun, önce ön sıralardan başlayacaksın!" dedi. Burada çalışanlardan birisiydi belli ki. Elim boş olsaydı kızın ağzına bir tane çarpıp kolona yapıştıracaktım, ama her düşündüğümü yapamadığım için "Bana işimi öğretme kız, git işine!" diye azarlamakla yetindim. Başını tehdit eder gibi hızlıca sallayıp "Sen şimdi görürsün!" diyerek tavırla yanımdan gitti.

Elimdekileri bitirince mutfağa geçip bir sigara yaktım. Babam beni böyle görseydi kesin beni evlatlıktan reddederdi. Bunca sene el bebek gül bebek büyürken bu kendini bilmez, basit insanların arasında ne yapıyordum? Sırf Fırat istedi diye niye kendimi küçük düşürmüştüm ki!? Ben böyle düşünürken biraz sonra içeride azarladığım kızla, isminin Sinan olduğunu öğrendiğim adam yanıma gelip "Kardeş az bakar mısın?" dedi. "Biz burada bir ekibiz. Bir yanlış yaptığın zaman doğrusunu öğren. Bergüzar'ı niye azarladın? Sana yapman gerekeni söylemiş. Böyle yapacaksan hiç gelmeseydin daha iyiydi!"

Bergüzar dediği kız, her şeyi Sinan'a söyletiyordu. Sinirden gülesim gelmişti. "NEYMİŞ DOĞRUSU?" diyince kız sorun çıkacağını hissetmiş gibi araya girip beni adama fitledikten sonra "Boş ver Sinan, bulaşma!" dedi.

Bergüzar denen bu işgüzarın ne yapmaya çalıştığını anlamasam da benim sorun çıkartmak gibi bir niyetim yoktu.

Yine de kendimi tutamayıp "Senin ağzın dilin yok mu?" dedim. Sinan içerdeki kalabalığı bahane ederek kavga etmeyi bırakıp misafirlerle ilgilenmemizi istedi. Bizim işgüzar hemen çıktı.

Bu kızında bir bok yaptığı yoktu. Oradan oraya dolanıp duruyordu.

Fırat kan ter içinde "Lan gelsene, içeceği niye tek başıma dağıtıyorum?" dedi.

"Bana ne kardeşim, onu yalan söylemeden önce düşünecektin. Ben mi dedim sana git garsonluk yap diye!?"

"Lan bırak laga lugayı, içerisi tıklım tıklım dolu zaten hepsi anarşist gibi her yere saldırıyor. Demin bir tane çocuğun ağzından perdeyi aldım. Masaları kemirmeye başladılar. Kalk yardım et bana, sonra ne istersen yapacağım söz!"

Fırat'ı kızdırmak için: "Tamam lan tamam ağlama, nerede içecekler?" dedim.

"Dolapta olum görmüyor musun?" dedi.

Dolaptaki içecekleri alırken "Kıza yaranacaksın diye uğraşıyorsun ama boşuna çabalıyorsun. Görmedin mi kız Erkan'la Serkan'ı çağırmaya gitti." diyince bir küfür savurup elimdeki içecekleri aldı.

"Lan kim s*ker Erkan'ı, gelsinler onlardan korkan kim!?" dedi. "Ayrıca Serkan kim lan Mete'dir o!"

Birlikte mutfaktan çıkıp söylenen davetlilere aldırmadan içecekleri dağıttık. En son içlerinden biri "Canım buraya da bakacak mısınız artık! Sabahtan beri kız tarafına koşuşturup duruyorsunuz. Biz de burada bir aileyiz. Millet bir şey zannedecek!" dedi.

"Sırayla gidiyoruz ya hanımefendi! Beş dakika beklesen ölmezsin!" dedim. Ağzının içinde mırıldanıp masasına döndü. Söylediklerine aldırmadım mutfağa içecek almak için arkamı döndüğüm sırada sanki ben duymuyormuşum gibi yüksek sesle "Şu kızlara söyleyin bari. Bunların bir iş yapacakları yok belli ki!" diye söylenmeye başladı.

Kübra'nın yanındaki kız, o aç gözlü sabırsız karının yanına giderek içeceklerini getirdiği hâlde söylenmeye devam ediyordu. "Nihayet! Gören de bir şey zannedecek!"

Karıya kitlenmiş yaptığı rezilliği seyrederken Fırat elimdeki içecekleri alarak masalara dağıttıktan sonra benim hâlâ kadını izlediğimi görünce gülerek: "Ne yapıyorsun olum, bırak şu kadının yakasını. Dengesiz işte." diyerek kolumdan çekiştirip mutfağa sürükledi. Hemen o dakika Sinan yanımıza gelip "Arkadaşlar arka masalara içecek verilmemiş. İki saattir ne yapıyorsunuz? Ben anlamıyorum. Hızlı olun biraz, çok yavaşsınız." dedi. "Kızlar servisi bitirdi siz hâlâ daha içecek dağıtıyorsunuz!"

Biraz daha konuşmaya devam ederse kan beynime sıçrayacaktı. Eksikleri tamamladıktan sonra davetliler arta kalanları da elimden aldı.

Tam içecekleri verdik iş bitti derken bizim işgüzar çok iş yapıyormuş gibi hızlıca yanıma gelip Kübra'yı, yandaşını, Sinan'ı başımıza topladı. Hepsi birden toplaşınca ben de bir şey söyleyecek zannettim.

İşgüzar hepimizi göt kadar mutfağa doluşturup onca kişinin arasında beni azarlamaya başladı. "Arkadaşım niye her isteyene içecek veriyorsun? Onlar aldılar ya zaten! Öyle her isteyene verirsen ohoo.. işimiz iş seninle! Sadece elli içecek hakları var. Sen şimdi kaç tane dağıttın?"

Ne demek kaç tane dağıttın? Bir de onları sayacak mıydık!?

"Ne bileyim ben saymadım ki!" dedim. Kübra'nın yanındaki kız alt dudağını dişleyince işgüzar yüzüme dehşetle baktı. "Ne? Siz şimdi kaç tane içecek götürdüğünüzü saymadınız mı?" diye sorunca bir gerilmedim değil şimdi.

Fırat "saymadık," dedi. "kimse bize sayın demedi." Sonra işin mahiyetini öğrenmek için: "saymamız mı gerekirdi?" diye sordu. Zaten bu işgüzara kızmak için bahane lazımdı. Sesini yükseltip gözlerini açarak "EVET!" dedi. "Belli bir miktarda anlaşmıştık. Limit elli ve düğün sahibi kesinlikle ek istemiyor, siz daha kaç tane dağıttığınızı bile bilmiyorsunuz.."

Kübra araya girdi: "Ama içeride kaç kişi var görmedin mi? Elli yetmez ki! Eki geç bunlar daha ne dağıttığını bile bilmiyor!"

Altı üstü bir kola için ne kadar da laf yedik.. Kübra'nın yandaşı "Kameralardan baksak," diye fikir sununca Sinan söylene söylene mutfaktan çıktı.

"Ne kamerası!? İki saatta onunla mı uğraşalım? Ek götürmüşlerse Kemal abi sıkıntı eder. Size o kadar dedim ki düğün sahibi ek istemiyor diye."

Bunlar bizi Kemal denen adamla konuştuğumuzu zannettikleri için bize söylememişlerdi. İşgüzar mutfaktan çıkınca kaldık baş başa.

Kübra bir kahkaha attı. Biz burada gerim gerim gerilirken kızdaki rahatlığa bak!

Fırat Kübra'ya dönüp: "Sen biliyordun değil mi? Bilerek söylemedin ki gelip bize bağırsınlar... Şeytaaan!"

Gülmeyi bırakıp sırıtarak "Yoo," dedi. "Ben hiçbir şey yapmadım. Siz öyle tanımadığınız adamların yerine geçerseniz böyle olur işte! Ama korkmayın engelledim onları, gelmeyin dedim. Bu geceki düğün sohpetli dedim. Hadi yine iyisiniz ablanız sizi kurtardı!"

Kendini beğenmiş ukala. Az önce bizi tehdit etmiyor muydu bu!? Şimdi niye kahramanlığa başladı. Bizi kurtarmışmış!.

Fırat mırıltıyla "Nasıl ikna ettin acaba!?" diyip bana döndü.

Kübra kaşları çatıp: "Ne? NE!? Sen az önce ne dedin bir daha de!" Fırat sesini yükseltti. "Diyorum ki: Nasıl ikna ettin adamları acaba, onlar pek ikna olacağa benzemiyorlar!"

Her şeyi cinselliğe yorumlayan kızımız, bunu da öyle bir şey zannederek Fırat'a elini kaldırıp "Ne diyorsun sen be, düzgün konuş çarparım ağzının ortasına!" dedi.

Kaldırdığı eli koparacakmış gibi tuttu: "Çarpta görelim!"

"Bırak kolumu gerizekalı!"

"O bir kere olur!"

"Kızım bak sen bir gün benim elimde kalırsın ha, akıllı ol!" dedi Fırat. Muhabbet iyice ilkokul seviyelerine düşerken Kübra'nın yandaşı da köşede çayını yudumluyordu. Kızın bu rahatlığına gülesim gelmişti. "Sen ne yapıyorsun?" dedim gülerek.

"Yoruldum ne yapayım? Ne tartışıyorsunuz sabahtan beri. Daha bunun çıkışı var. Asıl gece, o zaman başlayacak.."

Fırat Kübra'yı bırakıp sordu: "Niye ne var ki bu gece?"

Kız üst dolaptan birkaç bardak indirip çay doldururken cevap verdi: "Merak etmeyin şunlar bir gitsin, göreceksiniz!"

"Neyi göreceğiz anlamadım?"

Kübra bir kahkaha attı. Bunlar bir şey karıştırıyorlar ama ne? Daracık mutfakta masa sandalye koyup iyice daraltan salon sahipleri içeri girip "Erkan ve Mete nerede?" dedi. Biz Fırat'la yüz yüze baktık. Hadi çık işin içinden der gibi sesimi çıkarmadım. Kübra lafa atladı.

"Kemal abi gelememişler işleri çıkmış yerlerine vekaleten bu arkadaşları görevlendirmişler!" diyerek bizim yalanımızı savundu. Müzik hiç susmuyordu. Kemal denen adam, sesini yükseltip "Nasıl!? Bunlar bize demediler mi yarın geleceğiz diye. Gelemeyecekseniz ne bahane uyduruyorsunuz kardeşim. Ara onları yarın gelmesinler hep aynı yalan. Biz kendimize eleman bulduk!" dedi.

Çayımı yudumlarken adam birden bize bakıp "Siz yarında buradasınız değil mi?" diye sordu. Kübra yine lafa atladı. "Evet evet buradalar. Onların da bir dediği bir dediklerine tutmuyor. Anladılar düğünden bahşiş koparamayacaklarını gelmediler."

"Gelmesinler biz yerlerine birilerini bulduk diyin. Ararlarsa da açmayın!"

Bizden böyle, alınıp satılan bir malmışız gibi kendi aralarında muhabbet etmeleri canımı sıkmıştı.

Kübra, bu Kemal denen ayıyı çaya davet ettiyse de istemedi. Çıkıp gitti. Fırat nihayet "Biz burada daimi çalışmayacağız!" dedi.

"Çok geç.. Kemal abi, Erkan ve Mete'yi kovdu. Eh madem bir işe bulaştınız bari tam bulaşın. Yeni işiniz hayırlı olsun gençler artık hep beraberiz!"

Konuşan Kübra'ydı. Fırat'ta sanki kabul etmemek gibi bir hakkı yokmuş gibi kıza çıkıştı. "Ben gelmem buraya!"

"Ya.. demek gelmeyeceksiniz! E madem öyle, gelmek istemiyordunuz, bugün niye buradasınız?"

Fırat aynı yalanı ısıtıp ısıtıp önümüze getiriyordu. "Dedim ya, onlar bizi vekaleten gönderdiler!"

İşgüzar içeri girdi. "Biriniz de içeri de durun, hepiniz mutfakta durmayın." dedi. Hemen çıktım. Beş dakika oturmuştuk sadece. Mübareklerin her bir halayı otuz, kırk dakikaydı. Manasız bir şekilde dönüp duruyorlardı. Bu halayların hiç sonu gelmeyecek zannediyordum. Kübra'nın yandaşı bana taraf gelerek bir şeyler söyledi ama sesten hiçbir şey duyamadım.

Başımı biraz sola çevirince sağıra bağırıyormuş gibi sesini yükseltti. "Boşları toplayacağız, diyorum!"

Mutfaktan Kübra ve Fırat'ı da çağırdı. İki dakika boş bıraktık yine kavgaya tutuşmuşlardı. "Bir susun be, çocuk gibi kavga edip durmayın!" dedi Kübra'nın yandaşı. Adını hatırlamadığım bu kız Kübra'yı ikna edemeyince onları kendi hâline bırakıp tek başına boşları toplamaya çıktı.

Bergüzar cadısı yanıma gelip "Niye öyle içeriye yanlışlıkla düşmüşsün gibi duruyorsun, kız sana az önce ne dedi? Git mutfaktan Kübra ve Fırat'ı da çağır maketi hazırlasınlar, sen de Sare'ye yardım et!" diye bağırdı.

Neden bilmiyorum ama bu kızı aşırı uyuz oluyordum. Sabahtan beri millete emir vermekten başka bir şey yaptığını görmedim. "Sen niye yardım etmiyorsun?" diyince kaşlarını çattı.

"Pardon!? Bu benim işim değil, senin işin! Senin işini de mi ben yapayım?"

Daha söylenecekti belli ki, gerisini dinlemeye üşendim. Gidip o Kübra'nın yandaşına yardım ettim ama işgüzar istediği için değil. Arkamdan geldi: "Ne yapıyorsun, sana önce maketi Kübra'ya haber ver dedim. Salak mısın sen, yoksa bilerek mi yapıyorsun?"

Adımlarımı hızlandırmış gidiyordum ki bana salak mısın dediğini duyunca döndüğüm sıra o da bana doğru hızlıca geliyordu. Durdum. İşgüzar az daha bana çarpıyordu ama kendini frenlemeyi başardı. "Deli misin sen be, bir şey diyorum şurada. Öyle arkanı dönüp gidemezsin."

"Bergüzar bırak şu çocuğun yakasını, gel bana yardım et!" dedi Kübra'nın yandaşı. "Ben haber veririm Kübra'ya, sen arka masayı topla!" diyerek sabahtan beri bana emir veren kıza emir verip mutfağa gitti. Ben de peşinden gittim.

Fırat tüttürdüğünü sigarayla mutfağı saunaya döndermişti. Kapıyı açar açmaz duman yüzüme vurdu. "Lan şunu göt kadar içme şu zıkkımı!" diyecektim ki yandaşa ayıp olmasın diye söylemedim.

Kübra az ileride Sinan'la pastayı getiriyorlardı. Orkestranın anonsları eşliğinde alkışlarla maketi salonun ortasına getirdiler. Gelin ve damat pastanın sahte olduğunu bildiği hâlde maket bir pastayı kesiyordu. Bu saçmalıklar ne zaman bitecekti bilmiyorum zaten oldum olası düğünlerden, kalabalık mekânlardan nefret ederdim.

Kübra'nın yandaşı "Ne oldu canın mı sıkıldı?" dedi. Çok dostça söylemişti.

"Bunlar ne zaman gidecek?" dedim. Gülerek "Bir iki saate dağılırlar!" diye cevap verdi. Bir iki saat mi?

Pasta bittikten sonra bir de başımıza dondurma çıktı. Herkese dağıttıkları hâlde mutfağın kapısını su yolu etmişlerdi. Çocukların biri geliyor biri gidiyor. Aslında buna birazda Kübra'nın yandaşı sebep olmuştu.

"Öf Sare bu çocukları başımıza niye musallat ediyorsun?" dedi Kübra. Dışarıda dondurma için birbirine giren çocuklara "Hayır, tamam artık! Dondurma bitti.." diye bağırdı ve kapıyı kapattı. Aslında dolabın içi ağzına kadar dondurma doluydu. Pastadan kalan bahşişleri sayarken tam kötü karılara benziyordu.

Kendi kendine söylenerek "Otuz dokuz kırk elli.. Arkadaşlar hepimize on lira düşüyor!" diyip bir kahkaha attı.

Yandaşı "Bence sadaka kutusuna atalım. On lira hiçbirinizin ihtiyacını karşılamaz!" dedi ve gidip bir kutu getirdi. Paraları kutuya atmadan önce sordu: "Arkadaşlar size söylüyorum, atayım mı atmayayım mı?"

Biz zaten buraya para için gelmemiştik. "At," dedim. Attı. İşgüzar yine bir işi yapmak yerine gelip bize "Arkadaşlar sandıklarını getirin, takı merasimi yapılacak!" dedi. Kübra gidip sandığı getirdi.

Yandaşa işgüzarı sordum: "Bu kız niye kendi getirmiyor da size söylüyor?"

"Patronun yalakası o. Bir iş yapmaz. Ancak emreder!" dedi yandaş. Bunu biraz sitemle söylemişti.

"Siz de her dediğini harfiyen yerine getiriyorsunuz öyle mi?"

"Evet çünkü burada herkes işini yapar."

Fırat araya girdi: "Gün sonunda sizinle aynı parayı alacak ama..?"

"Alsın bana ne!"

"E hiç iş yapmadı, yorulmadı." dedi Fırat. "Siz daha çok iş yaptınız. Hanımefendi sadece emir veriyor. Hiçbir iş yapmıyor."

"Ne yapabilirim ki?"

"Ne demek ne yapabilirim bu haksızlık değil mi? Patronunuzda mı bir şey demiyor?"

"Dedi hatta kaç kez uyardı yine bir iş yapmıyor."

Bunlarda çok pısırıktı canım! Ben olsam o kızı boğardım.

"Peki sen hiçbir şey demedin mi?"

"Demedim. Vicdanı böyle kabul ediyorsa benim onu uyarmamdan hiçbir şey çıkmaz. Boşuna ne dil dökeceğim, laftan anlamıyor belli ki.. Benim vicdanım rahat, işimi yapıyor muyum? Yapıyorum. Gerisi beni ilgilendirmiyor."

Kübra içeri girince muhabbette sona erdi. İçeriden kim kime ne kadar altın takmış onları

anons ediyorlardı. Takı merasimi çabuk bitti. Hepsi yemeye içmeye gelmiş gibi takıdan önce dağıldıkları için salondaki kalabalık azalamaya başlamıştı. Biraz daha oynadıktan sonra oynamaya doyamayan davetliler düğün bittiği için kavga çıkardı.

Orkestra kapanış anonsu yaparken bir tane belalı bir tip gitmemekte ısrar etti. "S..ktir olup gidin öf sizle mi uğraşacağız!" dedi Sinan. Adam zaten yeterince gergindi. Bir de üstüne küfür yiyince delirdi. Düğün sahipleriyle salonun sahipleri de işin içine girdi.

Fırat aralarına girip ayırmaya çalışsa da başaramadı. Kübra bana dönüp dalga geçti: "Bu nasıl hiçbir şey olmamış gibi seyrediyor. Git, şunları ayır!"

"Çekilin çekilin," dedim sakin sakin. Nasıl oldu anlamadım hepsi çekildi. Kaldık mı üçümüz adamla baş başa?

"Ne var la!" dedi. Hareketlerinden konuşma tarzına kadar her şeyi arızaydı. Eh, biz de tamirci.

Niye bilmiyorum ama sanırım Sinan meydanın boşalmasından cesaret alarak arızanın diliyle konuşmaya başladı. "Gel la, gel!"

Sanki o da salakta ayağına kadar gidecek, diye düşünürken herif Sinan'ın karşısına dikilmesin mi? "Geldim la, ne yapacan?" dedi. Sinan hücuma geçmişti ki Fırat, arızayı ben de Sinan'ı geri çekip uzaklaştırdım. Ama Fırat adamı tam tutamadığı için elinden kaçıp Sinan'a vurdu.

Sinan yediği darbelerin intikâmını almadan gitmeyecekti. Herkes başımıza toplanmıştı. Ahali "Gidin dışarıda tartışın!" diye bağırırken bizim arıza çok medeni insanmış gibi gövde gösterisi yaparak Sinan'a telefon numarasını verip "Gelmezsen şerefsizsin! Gelecen tamam mı la?" dedi. Sinan bunun altında kalır mı? Tabii ki hayır çıkışta ağzına s..çmak üzere numarayı eline yazıp adamı tehdit etti. "Gelmezsen senin belanı ben s...keceğim!" dedi. Kavga etmek için randevulaşarak küfürleştiler.

Arıza gitti. Herkes onları ayıplarken Sinan da peşinden gitti. Biz de gidecektik ama Kübra izin vermedi.

"Siz nereye gidiyorsunuz, burayı kim temizleyecek?" dedi.

"Onu da mı biz yapacağız!?" dedim.

"Ya? Salonu bu hâlde mi bırakacağız?" diyerek süpürgeyi elime tutuşturdu. Davetlerilerin hepsi gitmişti. Bizse saat bire kadar düğün salonunu temizledik. Masanın altında mı yemişler üstünde mi belli değil!? O sırada masaların altını süpürürken aklıma ablama yardım etmediğim için bu gece bu cezayı Hak Teala tarafından verildi zannederek kendimi Sır Kapısı'nda gibi hissettim.

İşimiz bittikten sonra tişörtleri çıkarıp gitmek üzere salondan çıkıyorduk ki Kübra bize seslendi: "Nereye arkadaşlar? Babanızın hayrına mı çalıştınız? Gelin paralarınızı vereyim!" diyerek önceden saydığı parayı elimize tutuşturup "Hadi.. inşallah yarın görüşürüz." dedi. Gelmeyeceğimizi ima eder gibi söylemişti.

"İnşallah bir daha, hiç görüşmeyiz!" dedim. Hoş bu geceden sonra, yarınki düğüne basıl gelebileceğimizi düşünebilirdi ki?

Fırat ayağıma vurup "Siz ona bakmayın, biz yarın da geleceğiz!" diyerek araya girdi.

Eve geldiğimizde kendimi yatağa attım. Kolumu kıpırdatacak hâlim kalmamıştı. Fıratsa hiç üşenmeden gidip bir duş aldıktan sonra evdekileri uyandırmadan Nadir'e bakmak için evi dolaştı. Biraz sonra yanıma gelerek "Nadir, babamın yanında uyuyor birader. Sıkıntı yok!" dedi ve banyoya gitti. Zaten Nadir'i düşünecek hâlde değildim. O kendini idare ettirebilirdi.

Fırat gelene kadar uykuya geçmiştim ama ruh hastası kuzenim beni zorla uyandırdı. "Kalk lan böyle uyunur mu?" diyerek uyuduğumu gördüğü hâlde kolumdan çekip beni yerimden kaldırdı. "Hadi sen git banyoya ben de şu çarşafları değiştireyim!"dedi. Ve o kadar çok konuştu ki artık sussun diye, gidip suyun altında bekledim. Yaklaşık bir saate yakın bir süre banyoda kaldım. Fırat kapıya vurup "Lan kendini mi kırklıyorsun? Çıksana, hadi.. Timsah bu kadar suyun altında kalmıyordur!" dedi. Suyu kapatıp hazırladığı bornozla kurulandım. Fırat getirdiği temiz kıyafetleri hızlıca giyinerek yerime geçip uyudum. Hiçbir şeyi düşünecek halde değildim. Sanki üstümden tır geçmiş gibiydi.

Loading...
0%