Yeni Üyelik
6.
Bölüm
@kafautuluyoruz

Fırat, çakan şimşeklere aldırmadan Kübra'yla beş dakika konuşmak için yaptığı planı bana anlatıyordu: "Sen şu yanındaki yapışkan kızı al, biraz uzaklaş! Ben Kübra'ya her şeyi anlatacağım." İki haftadır söyleyemediği şeyi beş dakikada söylebileceğini zannediyordu. Ben de sanki bu işlerden çok anlıyormuş gibi:

"Olmaz, saat çok geç oldu birader! Mesaj falan atarsın, böyle ayaküstü söylersen kız seni yanlış anlayabilir zaten her şeyi yanlış anlamaya çok meyilli bir kafası var!" diyerek Fırat'ın aşk itirafını engellemeye çalıştım. Ama dinleyen kim!

"Her şeye de mantıklı bir açıklaman var değil mi birader! Ben mesaj atmayı denemedim mi sanıyorsun? Kız mesajlarıma cevap vermiyor işte, cevap vermeyi geç, bakmıyor bile. Kesin beni Enver denen o şerefsizle karıştırıyor. Ben açılınca bak göreceksin bizim çok güzel bir ilişkimiz olacak. Yarın, bir kez daha buraya gelmek istemiyorum. Bu gece her şeyi söyleyip kurtulacağım!"

O sırada biz aramızda fısıldaşırken elinde paralarla bize seslenen Kübra paralarımızı almamız için yanına çağırdı. Fırat, kıza doğru giderken ayaklarımda derman kalmadığını hissediyordum. Saatlerdir, beş yüze yakın insan içinde nefes bile alamazken yüzüme çarpan küçük damlaları görünce gözlerimi kapattım.

Elimde olsaydı ne Fırat'ı ne de Kübra'yı görmek isterdim. Zavallı çocuk sanki onlar bir araya gelmesin diye bütün evren kol kanat germiş gibiydi. Gözümü açtığımda Fırat, Kübra'yla bir şey konuşmak istediğini söylüyordu; ancak lafa girmeden önce bana dönüp hâlâ verdiği görevi yerine getirecek miyim diye bakınırken, dibinden ayrılmayan arkadaşını uzaklaştırmam için işaret verdi.

Yanlarına gidip kızı nasıl oyalayacağımı düşünüyordum ama aklı her türlü şeytanlığa eren ben, bugün bütün ilham perilerimi kaybetmiş gibi öylece durmuş kızı seyrediyordum.

Bir de Kübra, arkadaşının koluna girip "Ee ne söyleyecekmişsin?" deyince hem Fırat'ın işini hem de benim işimi o kadar zorlaştırmıştı ki, sonunda Fırat benden ümidini kesip "Seninle beş dakika özel bir şey konuşabilir miyiz?" dedi. Birkaç gün önce kendisine tokat atan kıza karşı bu nazikliği canımı sıkıyordu.

Kübra, arkadaşının kolundan çıkmamakta ısrar edip kızı da kendisiyle beraber sürükleyerek Fırat'ın arkasından gitti.

"Buyur kardeş ne vardı?" dedi Kübra. Bu söz üzerine Fırat için aşka giden tüm yollar tıkanmıştı.

Fırat hiç beklemediğim bir çıkışla "Günlüğünü düşürmüşsün!" diyerek kıza sevdiğini söylemek yerine tünelin ucunu bomb*k bir yere çıkarmıştı. Çünkü Kübra'nın hayretle gözleri açılmış o çok sevdiği arkadaşının kolundan çıkarak Fırat'ın yakasına yapışmıştı: "Sen nereden biliyorsun lan benim günlüğü mü, yoksa okudun mu!?"

Fırat, hiç bozuntuya vermeyip yakasına yapışan ellerini nazikçe çekerek "Okumadım!" dedi. "Yani... Daha doğrusu ben, onu bir şiir defteri zannettiğim için birazcık okumuş olabilirim ancak dört yüz ellinci sayfaya gelince anladım, onun bir günlüğün olduğunu..."

Kübra seğiren sol gözüyle her ân Fırat'ın üstüne atlayıp parça parça edecekmiş gibi hazır ol da bekliyordu. Nitekim atladı da. Biz ikimiz onları ayırmaya çalışırken kızdaki bu deli gücüne karşılık hiçbir şey yapmayan kızımız daha fazla dayanamayarak arkadaşını bırakıp Fırat'ın üstüne atladı..

Kan gövdeyi götürecek zannediyordum ama birbirlerine bağırmaktan başka hiçbir şey yapmamışlardı.

Kübra, peşindeki adamın Enver olmadığını anlayınca elini kaldırıp Fırat'ın konuşmasına bile fırsat bırakmadan her şeyi kendisi itiraf etti: "Niyetini ne senin, pis sapık! Önce fakültede karşılaşıyoruz şimdi çalıştığım yerde! Bir de hiç üşenmeden günlüğümü okumuş! Tabii, ya nasıl anlamam. Peşimdeki Enver değil, sendin!"

Fırat kendisine "sapık" denilince kıza bağırıp susturdu: "Ben sapık değilim, beni yanlış anlıyorsun!" dedi.

"Sen bana aptalsın mı demek istiyorsun!? Ben görmüyor muyum, kimin ne mal olduğunu. Bildiğimiz sapıksın işte, daha ne kıvırıyorsun lafı! Biraz daha bu sapkınlığına devam edersen seni ne pahasına olursa olsun gebertirim. Bundan emin olabilirsin!"

"Bir saniye ya, sen de hemen bi kan çıkarma peşindesin! Bir dur be, bir konuşturmadın adamı!"

Kübra, Fırat'ın lafını kesip "Yo, hayır ben senin ne söyleyeceğini gayet iyi biliyorum, duymakta istemiyorum!" dedi.

"Ya sen niye böyle inatçısın, ne söyleyeceğimi nereden biliyorsun!"

"Kes be, ben senin niyetini anladım. Sen, beni beyni kıçında olan kızlardan mı zannettin pis sapık! Bir daha seni peşimde görürsem alimallah ikinizi de kurşuna dizerim. Günlüğümü okuduğuna göre silahla dolaştığımı da biliyorsundur herhalde!"

Silahı çıkarıp Fırat'a doğrulttu. "Şaka yapıyorsun değil mi?" Korkudan ellerini kaldırsa da bir ânda aslan boku yemiş gibi kızın üstüne yürüyüp "Hiçbir şey de yapamazsın, daha doğru dürüst silah tutmasını bile bilmiyorsun!" dedi ve elinden silahı çekip aldı. Onlar kavga ederken yere düşen silahla Fırat daha fazla dayanamayıp elinin tersiyle Sare'yi aradan çekmek isterken yanlışlıkla kıza bir tokat indirmişti. Kız nasıl oldu anlamadık yere çakılıp kalmıştı.

Eh, bir onlardan bir bizden derken sıra yine Fırat'a gelmişti. Çünkü Kübra yere yapışan arkadaşıyla ilgilenmek yerine hıncını almak ister gibi, orta parmağındaki zümrüt yüzüğü avuç içine doğru çevirip bir silleyle, Fırat'tan intikâmını çok feci almıştı. Daha sonra arkadaşına döndü ve sanki çok merhametliymiş gibi kızın "uf olan" ellerine üfleyerek acısını dindirmeye çalışırken daha fazla sessiz kalamadım.

Fırat'ın yanına gidip ortalığı velveleye vermek için anlaşacaktım ki talihsiz çocuk, konuşmama bile fırsat vermeden çıkıp giderek beni savaş meydanında yalnız başına bırakmıştı. Bu kısa süre zarfında kavgayı soğutmadan Kübra'nın yanına gittim ve kızı kolundan tuttuğum gibi ayaklandırıp Fırat'ın yarım bıraktığı işi tamamladım.

Dişlerimi sıkmaktan az daha ağzıma dökülecekti, eğer Fırat karışmamı isteseydi bu kıza daha önceden haddini bildirirdim ancak şimdi fırsat doğmuş ve ona istediğimi yapabilecektim. İçimden ortalığı kan gölüne bulamak geliyordu ama bu da sadece hayalde kalmıştı. Kız sarsıp "Bu iki oluyor, üçüncüsüne cesaret edersen o elini kökünden koparırım, anladın mı beni!?" diyerek ağzımdan çıkanlara sözlerle inanamadım. Hiç alakam olmadığı bir mesele yüzünden kendimi kaybedip kızı arka üstü yere düşürdüm. O ân beynim, bana yaptığımın ne kadar kötü olduğunu söylese de kendimden korkmaya başlamıştım. Amacım sadece kızı kendine getirmekti ama kendi kaybeden yine ben olmuştum.

Daha fazla kötü bir şeye sebep olmadan Fırat'ın peşinden gidecektim ki, yere düşen Sare ayağa kalkıp arkamdan bağırdı: "Ne çeşit bir manyaksınız siz ya, ikinizi de polise şikayet edeceğim!" diyerek bizi tehdit etti. Ben de önemsiz bir şey söyleyecek zannedip gitmekteydim. Bizi polise vereceğini duyunca üç yüz altmış beş derece dönerek kızın yanında bittim. Bir anda üstüne gidince, ne zannetti bilmiyorum ama, kız geri geri gidip bir şey söylememe bile fırsat vermeden elini kaldırarak "Tamam tamam polise şikayet etmeyeceğim!" dedi.

Kübra ise Sare gibi hemen pes etmemişti. Toz olan ellerini çırpıp bana doğru gelerek "Hayır ben onları kendi ellerimle boğacağım!" dedi.

Niye bilmiyorum ama Kübra'nın söylediği bana daha mantıklı gelmişti. Engel olamadığım çenemle "Aynen," dedim. "Sen en iyisi bizi boğ, polise falan verme!" deyince alay ettiğimi zannetmişti: "Sen alay etmeye devam et bakalım. Ben bunu sizin yanınıza bırakmayacağım! Bir daha sizi peşimde görürsem ikinizi de kurşuna dizerim!"

Yerdeki silahı elime alıp kızı biraz korkutmak istedim: "Ya az önce, ne güzel boğuyordun, niye şimdi psikopata bağladın ki?" dedim. "Seninle beş dakika konuşmak için çırpınan adama tokat atmaya doyamadın! Ya sen de bir geri zekalılık var ya da Fırat'ta... ama daha çok sen de! Belli ki Fırat sevmeyi beceremiyor, sen de insan olmayı!"

Elimdeki silahtan korkup ellerini kaldırmalarına rağmen Sare yürek yemiş gibi imayla konuştu:

"Sen çok becerebilmişsin gerçekten, insan olmayı!"

Silahı her ân elimden düşürecekmiş gibi tutup bana cevap veren kıza döndüm: "Sen neden her şeye muhalefet oluyorsun? Senlik bir şey yok!"

"Nasıl benlik bir şey yok, silahı bana tutmuşsun geri zekâlı!" dedi. İki tane kızı mutfaktan attım diye katil olacağımı zanneden kızlar renkten renge girerken silahı indirip "Bu silah tedbir amaçlı bende kalacak!" dedim.

"Saçmalama, o silah bana babamın hediyesi! Hadi geri ver onu bana lütfen!" Sanki yalvarıyormuş gibi değil de silahı ona geri vermeye mecburmuşum gibi konuşuyordu. Silahı belime koyup "Ben kimseye güvenmem. Silahı vereyim de kafama sık değil mi?" deyince korkudan hemen uysallaşmaya başlamıştı:

"Ya valla kimseye bir şey yapmayacağım! Bana güvenmiyorsan kurşunlarını al ama silahı bana geri ver! dedi.

Silahın içindeki mermileri boşalıp kıza teslim ettim. Kübra gerçekten de çok mutlu olmuştu. Ben de bu kadar mermiyle ne yapacağımı bilemeyip Fırat'a bakındım. Uzakta kalan arabamın içinde bizi seyrediyordu. Çok mutsuzdu. Kübra'ya dönüp "Fırat'ın niyeti kötü değildi ama sen konuşmasına bile fırsat vermeden çocuğu geri teperek bu hayatta seni sevebilecek tek kişiyi de kaybettin!" dedim. Tam kızı pişman etmiş duygu sömürüsüne başlamıştım ki o çenesi kırıla arkadaşı bütün ambiyansı bozup tüm duygunun içine etmişti: "Hah, niyetini kötü değilmişmiş! Sapığın avukatı sen de!"

Avukatlardan nefret ettiğimi bilmese de kızın gırtlağına yapışıp beni onlara benzettiği için boğasım gelmişti. Ben hayalimde kızı boğarken hızla arabaya doğru gittim. Kafamdaki ses, geri dönüp kızı boğmamı istiyordu. Ayaklarım ve kafamdaki ses arasında gidip gelirken adımlarımı hızlandırıp yan koltuğa geçtim.

Fırat bu ânı bekliyormuş gibi hiçbir şey demeden gaza basıp kızları geride bırakarak ana yola çıkmıştı.

Sokak lambalarının son bulduğu yerde bizim dağ başına giden ayçiçek tarlalarından geçerek, sonsuz bir karanlığa boğulurmuş gibi gittiğimiz yolları görünce Fırat bana dönüp "Bu saatte babam beni içeri almaz birader, ben bu gece sizde kalacağım!" diyerek mezarlık korkusunu unutmuş gibi bizim eve gelmek istediğinden çok emindi.

Bize gitmek en mantıklısıydı zira iki gündür gözlerini görünmediğim için öteki sefer Irak'a kaçtığımı zannettikleri gibi, kafalarında kurup beni delirtebilirlerdi.

Uzun ve ıssız bir yoldan geçerken kafamı arka koltuğa yaslayıp yanmakta olan gözlerimi kapatarak bir ânda kabusa dönen koca bir günü düşünmeye başladım ancak cebimde, kıçıma batan mermilerin varlığını hatırlayınca mecburen gözlerimi açıp ceplerimi boşalttım.

Fırat yediği tokattan sonra sinir bozucu bir sessizliğe gömülmüştü. Mermileri torpidonun gözüne koyup yola çıktığımızdan beri doğru dürüst konuşmamıştı. Fırat'a dönerek akıllanıp akıllanmadığına anlamak için sordum: "Kübra hâlâ seviyor musun?" Tepki tam da istediğim gibiydi.

Bir ân gözünü yoldan çevirip küfredecekmiş gibi bana bakarak "Bir daha o kızın adını bile duymak istemiyorum!" dedi.

Tüplü televizyon gibi vura vura Fırat'ın aklını başına getiren Kübra, nihayet kendini çocuktan soğutarak başlamayan bir hikâyeyi yarıda kesmişti.

"Boş ver, dedim. Bırak bu karı kız ayaklarını! Hepsi şirret bunların!"

Fırat ne kadar canı yanarsa yansın asla akıllanmayacakmış gibi o sinir bozucu ahlakından ödün vermedi:

"Hayır abiciğim, insanların hepsi bir değildir! Cahil cahil konuşup benim tepemin tasını attırma! Sayıları az da olsa, bu dünyada iyiler var ve olacakta! Ben senin gibi herkesi aynı çuvala doldurup at gözlüğüyle dünyaya bakmıyorum! Çık şu, herkes kötü kafasından, kötü olan yalnızca senin kafan!"

Az önce aklımdan geçen Sare'yi boğma fikri ve diğerlerini düşününce Fırat'ın söylediklerini inkâr edemedim: "Yine en azından ben ne mal olduğumu kabul ediyorum ancak dışarıda; kendini normal zanneden o kadar anormaller var ki, ve senin zannettiğin gibi bir iyilik falan yok onların arasında! Çık şu cicili bicili toz pembe hayal dünyadan da gerçek hayatın ne kadar pisliğe bulandığını gör!"

"E yok artık abiciğim, sanırsın dünyayı şerefsizler basmış! Ben sana iyi insanlar da var diyorum sen ısrarla 'hepsi kötü' diyorsun zaten hiçkimse tamamen kötü ya da tamamen iyi olamaz ki? Aptal aptal düşünüp benim sinirlerimi daha fazla bozma, bunlar hayatın gerçekleri değil, bunlar karamsarlık hatta başkalarının da içini karartmalık abuk subuk, içi boş laflar!"

"Sen benim ne demek istediğimi bir gün çok iyi anlayacaksın Fırat ama o gün sakın bana gelme çünkü ben zaten bu dediklerini günü geldiğinde sana tek tek tutturacağım. Göreceğiz o zaman, senin şu öve öve bitiremediğin iyi insanları! Araya bir menfaat girsin de ben o zaman görürüm onların iyiliklerini!"

Fırat artık isyan etti: "Lan içimi kararttın sabahtan beri! Beni şaşırtıyorsun birader, bunlar hiç senlik laflar değil daha doğrusu tam senlik laflar ama bu karamsarlık senlik değil. Ne oldu gece yarısını geçince içine Aziz Bey mi kaçtı?"

Adını bile duymak istemediğim adamın, sanki kendisini çok seviyormuşum gibi bana verdiği bu ismi durduk yerde kullanıp canımı sıkan Fırat, bütün nefretimi kazanarak bu gece öldürmek istediğim insanlar arasında birinciliğe oynarken bana dönüp "Kanka ne oldu bir rengin attı?" dedi, gülerek.

Beş on dakika önce tokat yediğini hatırlatıp bütün neşesinin içine edebilme şansım varken lafımı değiştirdim: "Bir daha bana o adı kullanırsan seni bu arabadan aşağı atarım ama çalışırken!"

Fırat geri adım atıp sanki her kafama eseni yapıyormuşum gibi "Tamam birader şaka yaptım!" dedi.

Loading...
0%