@kafautuluyoruz
|
Sabahın erken saatlerinde evden çıkmak için mükemmel bir yalan bulup kaçmayı düşünüyordum ki, babamla karşılaşmam tüm planlarımı mahvetmişti. Allah'a şükür bir kez gülümsediğini görmediğim o narin adam, kaşlarını çatıp "Hayrola sabah sabah, bir yere mi gidiyorsun?" diye sorunca ne yalan söyleyeceğim kestiremedim. Karşımdaki Nihal olsa yine bir şekilde yuttururdum ama babam ders dışında beni dışarı salmadığı için aklıma başka bir yalan gelmiyordu. İçtenlikle. "Korkma bir yere gitmiyorum! Hani sen: Oku oğlum, adam ol, baban gibi eşek olma demiştin ya onun sınavına gidiyorum." diyerek iki gün önce sona eren bütünleme sınavlarımı kastettim. Söylediğim bu yalan beni çabuk beni ele verirdi ancak babam yine hiç olmadık bir şeye takılarak lafı değiştirdi: "Ulan hayta, sen aklın sıra bana laf mı vuruyorsun!" Neye sinirlenmişti hiç anlamadım.. "Ne laf vuracağım ben sana, soru sordun cevap verdik işte! Sen de beni terslemek için daha bilmiyorsun ne bahane uydurasın!" Aklımdan geçen sözler bir anda nasıl oldu anlamadım dilimden dökülüvermişti. İşten geçmişti ama birazdan babamda üstümden geçecekti. Ayağı kalkıp üstüne gelerek "Sen benimle nasıl konuşuyorsun çocuk! Beni dengin zannettin herhalde, defol git sınavına, akşama bu terbiyesizliğini de ayrıca konuşacağız!" dedi. Hemen evden çıkıp soluğu Fırat'ın yanında aldım zaten her gününü beraber geçirdiğimiz için niye geldiğimi sormamıştı. Ona aldığım ses kaydından bahsedecektim ama Fırat hiç boş durmuyordu. Söylemekte en yanlış zamanı seçerek tam da Fırat'ın sebzeleri doğradığı yerde ses kaydından bahsettim. Fırat ne dediğimi anlamamış gibi kabakları doğrarken elini kesince bıçağı tezgaha attı. Kanı durdurabilecek bir şey arıyordu. Eline bir havlu sarıp "Aklına böyle bir şeytanlık nereden geldi, çok merak ediyorum." dedi. "Bana şeytan diyene bak, sen de melek sayılmazsın. Hiç öyle bana ahlakçılık taslama. Sen Kübra'yı takip edererek kızı nasıl korkutmuşsun haberin var mı?" "Lan sen demedin mi Kübra yanına erkek sinek bile yaklaştırmıyor diye. Ben zaten senin yüzünden bu işlere giriştim yoksa benim o kızı korkutmak gibi bir amacım yoktu! Bunu sende biliyorsun." Elindeki havluyu tezgaha bırakıp "Hem ben artık Kübra mevzusunu kapattım. Benim derslerimle ilgilenmem gerekiyor. Gönül işleri bize göre değilmiş birader, bunu ilk tecrübemle çok net anlamış olduk!" Fırat'ın o kızdan vazgeçtiğini duyunca sevinçten az daha boynuna atlayacaktım. Aramızda beş ay yaş farkı olmasına rağmen göğsümü kabartıp "Hah şöyle, bırak bu karı kız ayaklarını biraz abini dinle!" diye böbürlenince "Doğru söylüyorsun," dedi. "Kübra beni sarmadı yanındaki daha güzeldi değil mi?" Şaka yaptığını ses tonundan anlasam da tüylerim arşa kadar ürpermişti. Kübra'dan sonra şimdi de Yandaş çıkmıştı başımıza! Bir an önce şaka yaptığını duymak için sesimi yükseltip bu kepazeliğe hemen bir son verdirdim: "Lan şimdi de kafayı Sare'ye taktım deme!" Fırat alaya devam ederek beni daha da korkutuyordu:"Niye lan yoksa kızda senin mi gözün var?" Kübra'yla kala kala her b*ku yanlış anlamaya başlamıştı.Cinnet geçirecektim az daha: "Lan saçma sapan konuşma, ne işim olur benim o pısırık, mıymıntı kızla!" "Niye lan güzel olurdunuz!" dedi kırk yıllık pez*venkmiş gibi. Fırat'ın yakasından tutup "Kendine gel ulan, şakanın sırası değil!" dedim. Gülerek yakasını kurtarıp şaka yaptığını itiraf etti: "Tamam lan tamam Allah Allah şaka yaptık!" dedi. "Neden bu kadar sinirlendin anlamadım, halbuki çok yakışıyordunuz!" Bıçağı elime alıp Fırat'a saplayacaktım ki son anda kolumdan tutmayı başardı: "Aman abiciğim tamam şaka yaptım, indir o elindeki! Sana da hiç şaka yapılmıyor!" dedi. Bir ân nemrut babam gibi fazla tepki verdiğimi düşünerek bıçağı indirdim. Fırat mutfağın tehlikeli olabileceğini hissedip bizi bahçeye çıkarırken bir yandan da ağzımdan laf almaya çalışıyordu. "Sen niye bu kadar tepki verdin ki? O kız sana bir şey mi dedi?" Bahçedeki masaya oturup kızlarla aramda geçen mevzuyu anlattım. Fırat, babam gibi olmadık şeylere takılarak keyifle söyledi: "Kıza ağzının payını veremedin yani öyle mi? Vay be bir ilk gerçekleşiyor desene! Sizin hikâyeniz de nefretten doğan bir aşk hikâyesine dönüşmesin sonra!" Mutfaktan uzaklaştık diye nasıl da alay ediyordu benimle eşşeoğlu: "Beni kendinle karıştırdın herhalde, ortada aşk hikâyesi falan yok abiciğim!" "Ben bu zamana kadar Kübra'dan başka kimin peşinde koştum lan gören de beni her hafta birine aşık oluyorum zannedecek! Kırk yılın başı bir kızı sevelim dedim bir burnumuzdan getirmediğin kaldı ama sen de haklısın, bundan sonra bende senin gibi mizantrop olacağım! İyilikten yüzümüz gülmüyor bari şerefsizlikten gülsün!" Konuşma çok ters bir yere gidiyordu. Sesini iyice yükseltip ne saçmaladığımı kendim bile duymayarak ilk düşündüğümü söyledim: "Kendi kendine yakıştırdığın yaftalamarla beni mizantrop ilan ediyorsun ama benimki bir kere seçici mizantropluk! Öyle herkesi nefrete layık bulmam ben!" dedim. Fırat alayla: "Hah, konuştu bizim, yanlışlıkla Hukuk Fakültesine düşmüş, Sosyal İlişkiler Uzmanı Ordinaryüs Prof. Dr. Aziz Batu Aydın hocamız!" Şaklabanlığı iyice, ileri götürüp masanın üstündeki kalemi kağıdı eline alarak sinirle: "Söyleyin ben yazayım hocam ben not alıyorum!" dedi dişlerini sıkarak. Elindekileri alıp "Ne diyorsun olum saçmalama, yazıp ne yapacaksın!" dedim. Hemen sakinleşmişti. Yine de alınganlığını üzerinde bırakarak "Söyle lan söyle içinde kalmasın, ben her şeyi kabullenebilirim." dedi. Fırat elindeki kalemi deftere şiddetle vurarak "Buraya gerçekleri yazacağım ve hiç sinirlenmeyeceğim!" diyip başını delirmiş gibi sallayarak yazmak da ısrar etti. Ben de bu saçmalığa katılıp Fırat'ın en gıcık olacağı cümleleri kurarak ona, şunları yazdırdım: "Her şeyin ölçüsü olduğu bu âlemde, sevgide haddini aşanlara!" diyerek cafcaflı bir sözle giriş yapmıştım. "İnsan, yarın öbür gün başkasının; karısı, çoluğu çocuğu olacak kadınlara sulanmamalı ve kaderinde yazılı olmayan insanlarla vaktini kaybederek gönlü yormamalıdır zira herkesin kaderi bir gün kendisini bulmakta olup bir kadını takip etmek gibi sapıklığa düşmemelidir!" Lafın bu tarafında Fırat, kendisine laf çarptığımı bilmesine rağmen her şeyi kabulleneceğini söylediği için sesini çıkarmayıp yazmaya devam etmişti. "Şu kalemi her ân birine saplayacakmış gibi tutma! Şurada gerçeklerle yüzleşmek isteyen bir adam görmek istiyorum, gerçekleri söylememi isteyip sinirleneni değil!" Fırat yazmaktan vazgeçip her ân yüzüme yumruk atacakmış gibi bir tavırla bakarak "Sen söylemeye devam et, ben not alıyorum!" dedi. "Nereye not alacaksın? Kafana mı? Madem yazmakta bu kadar kararlısın, o zaman yaz. Okur okur kendine gelirsin artık!" diyerek masaya bıraktığı defteri burnunun dibine soktum. Her ân birbirimize girecekmiş gibi dursak da Fırat beni sükunetle dinliyordu. Tabii içinde dönen volkanlardan haberimiz olmadığı için, şevk ile dinlediğini de pek zannetmiyordum. Bu işin sonunda Fırat'ın beni döveceğinden adım kadar emin bir şekilde devam ettim: "İnsan sevgisinde bu kadar ileri gidilmemeli ve sevgide ölçü kaçırılmamalıdır zira hayatta aşktan ve insanlardan daha güzel şeyler de var olmakta olup gerçek aşkın peşinde koşmalıdır!" Son söylediğim sözle kaşlarını çatmıştı. Ondan beklenmedik bir çıkışla: "Peki Aşk Profesörü! Gerçek aşkın sahibini nasıl bulacağız?" diye sordu. Cevabı ben de bilmediğim için Fırat'ı geçiştirerek konuyu yine kendisine getirdim: "Ne bileyim lan ben, her aldatıcı sevgiye aşk ismini vermek israftır, diyor Peyami Safa. Sense ilk gördüğün kıza evini üstüne yapacaksın. Bu ne karı kız aşkı, bu ne kendini bilmezlik, bu ne hayattan kopmuşluk!? Olmayacak insanlara bu kadar takılma lan. Senin olan seni bulur zaten her şeyi akışına bırak!" "Lan verdiğin akla bak ben senin verdiğin akla sokayım! Sen acaba, bu zamana kadar bir insan evladını sevebilmiş misin ki, gelmiş bana boyundan büyük laflar ediyorsun!" "İşime yaramayan insanların sevgisini ne yapacağım ulan! Ben bu saatten sonra, bana faydasını olmayan bir bardak suyu bile içmem. Bu devir menfaat dünyası Pollyanna! Çık şu toz pembe hayal dünyasından, gözünü aç! Yoksa, mazaallah biri gelir tam gözünün altına çakıverebilir!" diyerek yumruk yapıp Fırat'a savurdum. Bir yandan vurup 'oh olsun' derken bir yandan da içim parçalanmıştı şerefsize. Ben ona, o bana derken birbirimize girmiştik. Bu işin sonunda Fırat'tan daha çok dayak yiyeceğimi bilseydim, onu kızdıracak hiçbir şey yapmayıp suyuna giderdim. Herif beni öyle dövdü ki bütün kemiklerimi kırmış gibi hissediyordum. Nefes almakta güçlük çekmekle beraber midemin de bulandığını hissediyordum. Kolumda feci bir ağrı vardı. Küçükken piknikte bana ayılar saldırırken ölü taklidi yaptığım gibi kıpırdamadan yere atıp bir süre nefes almadım. Fırat'ın ayı cüssesi hemen yumuşayarak beni öldürdüğü zannettiği için kontrol etmeye başlamıştı. Sanki az önce ciğerlerimi ağzıma döken o değilmiş gibi bir ilgiyle "Lan yoksa öldün mü?" dedi. Ses vermedim. Ödü koptu. Başını göğsüme yaslayıp "Aman Allah'ım katil oldum!" diye bağırarak feryat figan ağlamaya başladı.
|
0% |