Yeni Üyelik
12.
Bölüm
@kafautuluyoruz

Lehime tanıklık edecek bir şahit bulmak hiç de kolay olmamıştı. Sare'yle yaptığımız anlaşmaya göre önce Kübra'yı nezaretten çıkarmam için Fırat'ın şikayetini geri alması gerekiyordu. Bu işin telefonda hallolmayacağını bilerek, çareyi Fırat'ın yanına gitmekte buldum. Zili çaldığımda kapının ardında tuhaf sesler duyuluyordu. Uzun bir bekleyişin ardından tekrar zile bastım ve kapı açıldı. Fırat, beni beklemiyormuş gibi "Hayrola sabah sabah beni rüyanda mı gördün?" dedi.

Lafı dolandırmadan içeri adım attım ve "Ne rüyası lan, işim düşmese buraya gelir miyim?" dedim.

Ani bir öfkeyle "Senin bu açık sözlülüğünden nefret ediyorum!" diyerek yarım bıraktığı işine dönmek üzere mutfağa gitti. Bende peşinden giderek onu takip ettim. Savaş alanına dönen tezgahta unlu bir hamur duruyordu. Kapının geç açılmama sebebi şimdi daha iyi anlamıştım. Fırat, kafa karışıklığı içinde bana dönüp oturmam için karşısındaki sandalyeyi işaret ederek hamuru yoğurmaya devam etti.

Kafasına aldığı darbeden sonra hareketlerinde bir gariplik hissediyordum ama onunla ilgilenecek fırsatım olmamıştı. Bodoslama konuya dalarak olayı baştan sona anlattım. Fırat, söylediklerimi dinlemiyormuş gibi görünmüyor, benim onu izlediğimi fark etmiyordu.

Yaptığı işe dalmış bir şekilde "Seninki de iyice kafayı yemiş! Ben dün eve geç gittim ama babam hiç kızmadı." dedi. "Herif, yokluğumu bile fark etmemiş o derece umrunda değilim. Dönmüş, bana ‘Sen evde değil miydin?’ diyor. Amcamın bir seni eve kilitlemediği kaldı!"

"Eğer şahidi götürmezsem onu yapacaklar!" dedim, çırpınarak.

"Kusura bakma ama senin baban da fazla pinpirikli adam canım! Şahiti ne yapacak? Bana sorsaydı ben anlatırdım her şeyi."

"Seni şahit olarak kabul etmiyorlar, abiciğim! Artık sen de bendensin."

"Peki, kim sana şahitlik edecek?"

"Sare ve inanır mısın saf zannettiğim kız benden, seni ikna edip şikayetini geri alman karşılığında bana şahitlik yapacağını söyledi. Ben de buraya seni şikayetinden vazgeçirmeye geldim."

Fırat, hamurla uğraşmayı keserek yüzüme imayla baktı: "Yani sen Sinan, Bergüzar, Irmak dururken Sare’yi mi seçtin?" diye sorunca neden şaşırdığını anlamadım.

"Evet ne olmuş, onu kandırmak daha kolay olur diye düşündüm."

Söylediklerimde bir art niyet arıyormuş gibi gülerek konuştu: "Sare hiç de saf bir kız değil. Onu seçmenin bir nedeni olmalı." İmayla söylediği sözler canımı sıkmıştı. Aniden parlayarak "Lafı dolandırıp durma ne diyeceksen de!" dedim.

"Yani diyorum ki acaba senin de gizli şehvetlerin olabilir mi? İkidir onunla baş başa kalma peşindesin, çünkü. Fark etmiyorum sanma. Gecenin o saatinde b*ktan bir sebep için o kadar yolu geri dönmüş olamazsın. Hadi, itiraf et, sen böyle karı kız ayaklarından hoşlanmıyorum, diyorsun ama alttan alttan bir film fırıldaktır ki çeviriyorsun... Duygularını bastırmana gerek yok, bana anlatabilirsin!" dedi, asıl niyetimi öğrenmek ister gibi.

"Dur ben sana hemen anlatayım!" dedim, gömleğimin kollarını sıyırırken. Onu döveceğimi zannederek tezgahtaki merdaneyi alıp meydan okurmuş gibi omzuna attı. Neye uğradığımı şaşırdım. Arkasını güvene aldıktan sonra konuşmaya başladı: "Şimdi birbirimizi kandırmayalım istersen. Sen yararına olmayan hiçbir işi yapmazsın. Gecenin o saatinde vicdanını rahatlatmak için gitmedin herhalde. İçinde bir şeyleri bastırmaya çalışıyorsun biliyorum, dürtüyorlar seni de..."

Daha fazlasını dinleyemedim. Tezgahta gözüme ilişen satırı kaparak Fırat'ın lafını kestim. Aslında bunu sadece gözümü korkutmak için almıştım. Korkudan rengi atmıştı adamın. Omzunda tuttuğu merdaneyi yere atarak ellerini kaldırdı.

"Kanka ben sana şaka yaptım ki sende hiç şakaya gelemiyorsun! Ben, senin ne kadar namuslu olduğunu herkesten çok iyi bilirim. Senin art niyetli duyguların yoktur. Kalbin tertemizdir!" dedi, övgülerin hiçbiri hoşuma gitmemişti. Söylediklerinde samimi değildi, çünkü.

Satırın keskinliğini kontrol ederken tezgahı masaya koyup gözlerini gözlerime diktim: "Bir daha böyle münasebetsiz şakalar yaparsan sana kalbimin ne kadar temiz olduğunu gösteririm." diyince korkuyla başını salladı.

Beni cani zannetmesi ağrıma gitmişti: "Lan korkma seni doğrayacak değilim, şaka yapıyorum!" dedim ve satırı aldığım yere koyarak kocaman gülümsedim.

Derin bir nefes alıp itiraf etti: "Bir an beni keseceksin zannettim. Şaka yaparken bu kadar ciddi olunmaz, yüreğime iniyordu lan! Sana da hiç şaka yapılmıyor. Hemen kan çıkarma peşindesin, böyle de olmaz ki!"

"Saçmalama lan ben sevdiğim insanlara zarar vermem!" dedim.

"Ben, senin bu hayatta sevdiğin herhangi bir şey olduğunu düşünmüyorum." dedi ve bizi evden çıkardı.

Arabadayken hiç konuşmadı. Kübra'yı tıktığımız delikten kurtarmayı ben de istemiyordum ama menfaatler buna izin vermiyordu. Fırat kendi kendine söylenerek konuştu: "Senin başın dertte diye şikayetimi geri alıyorum yoksa ben o kızı oradan sittin sene çıkarmazdım!"

Gözümü yoldan ayırmadan daha önce Kübra için söylediği sözleri hatırlattım: "Niye lan hani Kübra çok namuslu, çok akıllı, kendini bilen bir kızdı. Hani bu kız Ali Rıza'nın kız versiyonuydu lan. Ne oldu?"

Tavırla "Gördük kendini bileni. Kızı sanki zincirden açmışlar, mağarada büyümüş gibi!" dedi.

Karakola gelince muhabbetimiz kesilmişti. Fırat hiç istemese de şikayetinden vazgeçerek Kübra'yı kurtarmıştı.

Karşılaşmamızın hiç iyi olmayacağını hissediyordum. Bir ân önce gitmeyi planlarken Kübra kenafir gözleriyle Fırat'a nefretle bakıyordu. Hırsla yanımıza gelip, bana dönerek gülümsedi. Bir iki adım gerisinde duran Sare, artık Kübra'ya ne demişse benim onu kurtardığımı zannederek "Eyvallah koç, bu iyiliğini yazdım bir kenara, unutmayacağım!" dedi. Ağzımdan kaçan istemsiz bir "Eyvallah" tan sonra Sare'yle olan göz temasım kaybolmuştu. Kübra ve Fırat'ı orada bırakarak izini kaybettiren kızın peşine düştüm. İstediğini yaptırdıktan sonra ortalarda görünmeyişi kendimi aptal gibi hissettirmişti.

Hızla etrafa bir göz atıp aramaya başladım. İçim bir kez daha nefretle dolarak her yere baktım. Hiçbir yerde yoktu. Sözünde durması için illa benim hatırlatmam mı gerekirdi? O kızı bulup yaptığına bin pişman edecektim. Kafamda onun için mükemmel planlar dönüyordu.

Aramaktan vazgeçtiğim arkamda bir ses "Beni mi arıyordun?" dedi. Kafamda kurduğum onlarca şeyden sonra kızın bu sakinliği beni deli ediyordu. Onu aradığımı söylemedim. Yaptığımız anlaşmayı hatırlarak ortadan kayboluşuna bir ayar çektim: "Sen bir şeyi unutmadın mı?"

Bir adım bana yaklaşıp "Unutmadım, aklımda!" dedi ve benim söylememe gerek kalmadan kendisi söyledi: "E hadi gitmiyor muyuz?"

Düşündüğüm şeyler için pişmanlık duyarak gülümsedim. Beş dakika sonra arkasındaki oturacağımız bir kafeye giderek babamı aradım. Yol boyunca hiç konuşmayan kız, elimdeki telefona bakarak sordu: "Sen niye tuşlu telefon kullanıyorsun?"

Babamın okul müdürü gibi telefonuma el koyduğunu söyleyince gülmeye başladı. Sonra kendini tutarak eliyle ağzını kapattı.

Çocuk gibi gülüyordu. Gülüşünü bastırarak "Senin gibi bir adamın böyle bir şeye razı olması komik!" dedi. Garson tepemizde dikilince siparişlerimizi verip gönderdim. Kahvelerimizin gelmesini beklerken vaktini öğrenmek istedim: "Vaktin var mı?" diyince elini sol yanağına atarak parmaklarını yüzüne vurmaya başladı: "Yok, bir an önce gelsin de eve gideyim. Kübra yalnız kalmasın!"

"Senin göbek bağını Kübra'yla beraber mi kestiler?" Engel olmadığım bir alayla kendi kendime mırıldanırken Allah'tan söylediğimi duymamıştı.

O bana bakıyordu ben ona bakıyordum. Kız hiç konuşmuyordu. Kahvelerimizin gelmesini beklerken, Sessizliğin bozulmasını istiyor ama ne konuşacağımı bilmiyordum. Sare’nin bakışları bir an olsun üzerimden kaybolmuyordu. Onun rahatsız edici sabrı, benim içimdeki gerginliği iyice artırıyordu.

“Cidden, bu kadar mı düşkünsün ona?” dedim, bu sefer biraz daha cesurca. Merak ve kıskançlık iç içe geçmişti sanki.

Kafamda dönen düşüncelerle baş edemiyordum. “Kübra dışarıdan bakıldığında kalın duvarları olan, soğuk birisi gibi duruyor ama hiç öyle biri değildir. Aslında birbirinize o kadar çok benziyorsunuz ki, onu neden sevmedin anlamadım." dedi. Bu sözler, bana onu savunurmuş gibi gelmişti.

Benim için aşk ya da sevgi, çoğu zaman benzerlikten kaynaklanmazdı. "Ben bana benzeyeni sevmem," dedim. Bu sözler, sanki ruhumun derinliklerinden fısıldayan bir itiraf gibiydi. Benim için her şeyin ötesinde bir benlik arayışının sesiydi bu.

Kız, bir an tereddüt ettikten sonra hemen karşılık verdi: "Bende sana benzemiyorum ama beni de sevmiyorsun."

Ben de inkar etmedim. "Evet seni de sevmiyorum! Seni umursamayan bir insanın peşinde pervane olman canımı sıkıyor." dedim. Kız, gözlerinde bir cesaret belirerek karşılık vermeye hazırlanıyordu.

"Zaten her şey senin canını sıkıyor. Burada tecrübe mi konuşuyor yoksa kendi ahlaki kuralların mı buna karşı çıkıyor?" dedi. O an ne cevap vereceğimi bilemiyordum. Kendimle yüzleşmek istemediğim için, elimde olmayarak kıza çıkıştım: "Kendi ahlaki kurallarım buna maydanoz oluyor. Ortada bir tecrübe falan yok!"

Garson kahvelerimizi getirerek masaya yerleştirince kız bana söylemek istediği şeyden vazgeçerek bakışlarını benden kaçırdı.

Sessizlik, bir anda canımı sıkmaya başlamıştı, ilk kez bu kadar çırpındığımı hissediyordum. Onunla daha içten bir sohbet başlatmak amacıyla, “Kendinden hiç bahsetmiyorsun," dedim. Bana dönüp ters bir şey söylemeye hazırlanıyormuş gibi kaşlarını çattı. Gözlerindeki tarife sığmaz öfkeyi hissediyordum.

Konuşmalarımın boyutunu değiştirerek beni kaale almadığı için biraz canını sıkmak istemiştim: "Varsa yoksa Kübra, sanki bu hayatın başrolünü o oynuyormuş da sen onun gerisinde kalmışsın gibi."

Lafı ağzıma tıkıp "Ben kimsenin ardında kalmış değilim, bunu sizin dert edinmenize gerek yok!" dedi. Sinirlendiğini hisediyordum. Konuşma ters bir yere gitmeden kendimi savundum: "Sadece gördüğüm bir şeyi söyledim. Bu kadar sinirleneceğini bilseydim ağzımı bile açmazdım!" diyerek geri adım attım.

Kız, bana haddini öyle bir bildirmişti ki bundan sonra kimsenin hayatına maydanoz olmayı düşünmüyordum. "Durduk yerde canımı sıkmanızın manası neydi? Fitne çıkarmak gibi bir adetiniz mi var?" dedi. Kızın bu konuşma tarzı beni gülme krizine sokuyordu. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Hani hiç gülmememiz gereken bir yerde insanın aklına komik bir şeyler gelir ya, benimki de öyle bir şeydi işte.

Bir an kaybettiğim iradeyi geri kazanarak onu gülümsetmeye çalışıyordum. Dayanamayıp gülüvermişti. “Neden gülüyorsun?” dedim.

"Onu sana sormalı. Ben karşımda biri gülerken kızamıyorum!" dedi. Sonra tekrar konuyu kendisine getirip sordu: "Sen onu bunu bırak da bu konuyla neden bu kadar ilgilendin?"

Hiç düşünmeden cevap verdim: "Kendi ahlaki kurallarım buna maydanoz oluyor!"

Kız, şaka yaptığımı zannederek, bu kadar laubalilik yeter der gibi bir anda duruşunu değiştirip "Ne sinir bozucu ahlaki kuralların varmış! Bence sen biraz 'bana ne' demeyi öğren! Mazaallah bir gün ters birisine denk gelirsin, ağzının ortasına çakıverir, maydanozunu kökünden koparıverirler!" dedi. Ben o günden sonra kimsenin hayatına maydanoz olmadım.

Babam yanımıza gelip konuşmaya dahil olunc, gergin tartışmaları bir kenara bırakıp ona da bir kahve söyledim. İki hoşbeşin ardından sıra, bizim şahitliğe gelmişti.

Güzel bir başlangıç yaparak "İşte sana bahsettiğim şahit. Şimdi sana benim suçsuz olduğumu ispatlayacak!" dedim, içimdeki huzursuzluğu bir nebze olsun dindirmek için.

Babam, Sare'ye dönüp "Evet seni dinliyorum kızım!" dedi.

Kız bana kısa bir bakış atarak babama döndü: "Aslında Batu'nun hiçbir suçu yok. Kübra'yı takip eden Fırat'tı. Batu sadece Fırat'ı yalnız bırakmak istememişti o kadar. Kübra psikolojik tedavi görüyor biliyorsunuz. Fırat onun karşısına çok yanlış bir zamanda çıkınca kız her şeyi yanlış anladı. Size bahsettiğimiz şu sapık Kübra'nın peşinde gölge gibi gittiği her yere gelirken, Fırat'ı peşindeki sapık zannederek ona saldırdı. Yani sizin anlayacağınız ortada bir taciz falan yok, Kübra zaten Fırat'ı tokat manyağı yaptı."

Babam, Kübra'dan yana çıkarak "İyi yapmış aferim ona!" dedi.

Her cümlesinde bir parça daha şekillenen gerçek, benim içinde yarattığım karaltıları aydınlatmaya başlıyordu. Babam, Sare'nin konuşması bitince sabırla dinledi: "Peki kızım sana güveniyorum. Benim gibi bir adamın böyle bir şeye susması mümkün değildi. Seni buraya kadar getirip rahatsız ettim, kusura bakma ama söylediklerin yüreğime su serpti. Arif birden öyle ayarsızca şeyler söyleyince neler dönüyor öğrenmek istedim. Neyseki benim oğlanın bu işte bir parmağı yokmuş. Senin doğruyu söylediğini düşünerek bu gece huzur içinde başımı yastığa koyabileceğim!" dedi.

 

Loading...
0%