Yeni Üyelik
15.
Bölüm
@kafautuluyoruz

Yaz tatili, Fatih'in düğün hazırlıkları içerisindeki koşuşturmalarla geçip gitmişti. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, hayatımın en kritik dönüm noktalarından birinde kendimi bulmuşum. Babam, ablam Nihal’i, abimin peşinden Serdar ile evlendirmek niyetindeydi. Ancak beklenmedik bir şekilde Viran'ın ortaya çıkmasıyla her şey altüst olmuştu.

Hayatımın en önemli noktasında, tatilin muhteşem anlarının gölgede kalmasına neden olan bu kargaşa Nihal'ın Viran'la karşılaşmasıyla başlamıştı. Zenginlik ve yakışıklılık gibi ikna edici birtakım unsurların gerisinde kalan Viran, Serdar'ın ablamı istemek üzere gelecekleri akşam babamın karşısına çıkmıştı. O vakte kadar Nihal'e olan duygularını saklamıştı. Birden bire ortaya çıkan bu esrarengiz adam babamın dikkatini çekerek Serdar gibi iddialı bir rakibin karşısına almıştı.

Nihal'in Serdar’la evlenmesini istemiyordum. İçimde bir çözüm arayışı muazzam bir cesaretle dolup taşıyordu. Ben bu kaderi değiştirmek ve bir an önce çözüme kavuşturabilmek için yola çıkmıştım. Nihal’in mutluluğu için savaşmalıydım. Viran’ın varlığı, her şeyin seyrini değiştirebilirdi. Kaderi değiştirmek için bir yol bulmalıydım. Nihal’in yüzündeki belirsizlik, kalbimdeki kaygı ile birleşiyor, ne yapmam gerektiğine dair bir yolculuğa çıkma isteği doğuruyordu. Bir an önce çözüme ulaşmak için harekete geçmeliydim.

Şehrin göbeğinde, eski bir evin önünde duruyordum. Üstüme yıkılacakmış gibi görünen apartmanın her daim açık kapısından geçerek, karanlığın ve kasvetin içinde ikinci kata çıktım. Güneş ışığından mahrum, iç karartıcı bu apartman bir hapishaneden farksızdı. Elimi kapının tokmağına atacağım sıra, kapı büyük bir gürültüyle açılınca Viran'la karşılaşmayı beklerken kapıyı elli altmış yaşlarında yaşlı bir kadın açmıştı.

"Buyur evladım kime bakmıştın?"

“Ben Viran Demir adında birini arıyorum. Kendisini görebilir miyim acaba?” Teyze yarım kalan cümlemle beraber araya girip “Viran ağabeği buradan taşındı!" diyince hayal kırıklığıyla, içimdeki belirsizliği bir anlığa kenara bırakıp tekrar sordum. “Peki, siz onun nereye taşındığını biliyor musunuz?”

Kadın, içeri girmek için müsaade isteyip kapıyı kapattıktan kısa bir süre sonra elinde bir gazete parçasıyla geri geldi. Teşekkür edip kağıdı alarak apartmandan çıktım. Bir ân gözlerim kağıttaki adresle karşılaşınca kaşlarım çatıldı. Teyze, eğer birisiyle karıştırmıyorsa, bana villaları tarif ediyordu. Bu isimde ikinci bir kişiyle karşılaşacağımı zannetmiyordum. Çünkü bu isim ona, bir hata sonucu verilmişti. Henüz düşünmeye bile vaktim olmadan yeni bir maceranın kollarına atılarak belirtilen adrese doğru yola çıkmıştım.

*

Yavaş yavaş, yan yana dizilmiş villaların arasından geçerken içimde bir belirsizlik baş göstermekle beraber, Viran'ı burada bulacağım konusunda tereddütlerim artmıştı. Elimdeki kağıda dikkatlice bakıp arabadan inerek yedi numaralı evi buldum. Koca bahçenin ortasında iki katlı büyük, beyaz bir ev dikkat çekiyordu.

Bir an, yanlış bir yere geldiğimi düşünmeye başladım. Güvenliğin keskin bakışlarıyla karşılaşınca, tuhaf bir tedirginlik sarıp sarmalamıştı beni.

"Buyrun, kime bakmıştınız?" Bugün bana sorulan ikinci soruydu. Bıkkınlıkla cevap verdim: "Viran Demir adında bir genci arıyorum!"

Güvenlik dediğimi anlamamış gibi beni düzeltmeye çalıştı: "Miran Demir mi?"

"Miran Demir"in adını duyar duymaz birkaç adam bize doğru gelip sordu:"Ne oluyor?" Benim için tehlike çanlarının çaldığını hissediyordum. Güvenlik, takım elbiseli adamlarla konuşurken teyzenin bana başka birinin adresini verdiğini düşünmeye başladım. Kadın, evladı yaşındaki adama "ağabey" demesinden anlamalıydım ama iş işten geçmiş, adamlardan biri "Miran Bey"e haber vermeye gitmişti.İçerideki adamın Viran olduğuna inanmak istiyordum. Gözüme çarpan adamın belindeki silah, içimdeki cesareti kökünden koparırken geri dönmeyi düşünüyordum ancak "Miran"a haber vermeye giden adam, üstümü arayıp beni içeri alınca kaçmayacağımı anladım. Tüm bu curcunanın, Barış Akarsu kılıklı, minnoş bir adam için olduğunu düşünmek, garip bir ironi gibi gelmişti bana. Üzerimdeki gerginliği atmaya çalışırken, yaşlı bir adamın karşısına getirildim. "Kimsin?" dedi, buz gibi bir ses tonuyla. Adamın ciddiyeti içimdeki tedirginliği daha da artırırken, bu durum bir yandan komik geliyordu. Alay etmeden duramıyordum.

"Belamı arıyorum. Dedim belki buralardadır!" bu meydan okuma, daha da büyük bir tehlikenin kapısını aralayacaktı.

Adamların gözlerinden aniden taşan tehditkâr bir hava aniden üzerime çökmüştü.Herifler, belindeki silahı tehdit amaçlı açıp gözümü korkutmaya çalıştı. Bendeki bu gözü karalığın teneşirde sona ereceğini hissediyordum. Dede Bey engel olmasaydı galiba beni kurşuna dizeceklerdi (!)

Aslan boku yemiş gibi alay etmeye devam ederken kendimi tutamıyordum: "Hayırdır, mafyacılık mı oynuyoruz?" diyince dedenin paçaları tutuşmuştu. Korkarak yanıma gelip omzuma dokundu: "Aman oğlum ne biçim laf öyle, ne mafyası, biz iş adamıyız! Sen öyle 'belamı arıyorum' diyince Avni Bey'in adamları sandık." yüzündeki kaygı azalmıştı.

"Kim olduğunuzla ilgilenmiyorum." dedim, tüm sertliğimle. Dede, Viran'a haber vermek üzere bir adamı yukarı gönderirken

mavi gözlerinde binlerce soru çakıp duruyordu: "Ne yapacaksın sen Miran'ı?"

"Viran, Viran... Ne Miran'ı!" Bu ani çıkışım dedeyi de kızdırmıştı. Üstelik düzgün bir cevap bile vermemiştim. O da beni azarladı: "Ha Miran ha Viran, ne fark eder ikisi de bir!"

Biz dedeyle tartışırken Viran merdivenlerden inmişti. Onu görünce bir ân tanıyamamıştım. Bir haftada insan bu kadar değişebilir miydi? Çok sevdiği kıvırcık saçlarını kestirmiş, küpesini çıkartmıştı. Yüz çehresi kesilen saçlarla daha belirginleşmişti.

Aklımı kurcalayan onlarca soru ile Viran’a tokalaşırken nereden başlayacağımı bilemiyordum. Dede, bizi yalnız bırakıp gitmişti.

İki hoşbeşten sonra, Viran’ın yüzündeki ifadelerin değiştiğini fark ediyordum. Yüzü, aniden ciddileşerek hemen konuyu ablama getirdi: “Nihal ne yapıyor, hâlâ kızgın mı bana?”

"O sana kızmadı sadece babamın yanlış anlamasından korktuğu için sana kızdı." cümlemi aceleyle bitirirken Viran, bakışlarını kaçıp yere eğdi: "Afedersiniz, ben o gün Nihal'i istemeye geleceklerini bilmiyordum."

Viran'ın pişmanlıklarla dolu sözlerinin ardından bir an önce sadede gelmek için muhabbeti değiştirdim: "Neden daha önce söylemedin ki?"

"Bizim aramızda arkadaşlıktan başka hiçbir şey yoktu ama ben onu seviyordum. Bunu ona söylemeyecektim ama evleneceğini duyunca dayanamadım." Bunu söylerken, yüzündeki ifadeyi net bir şekilde okuyabiliyordum. İçinde bir tutku, bir özlem vardı; kelimeleri yetemediği için belki gözleriyle anlatmaya çalışıyordu.

Aramızda oluşan bu duygusal konuşmayla birlikte, içimde bir sevinç belirmişti.

“Sen hâlâ ablamla evlenmek istiyor musun?” diye sorunca “İstiyorum,” dedi, sesi ümitsizdi sanki ellerinden kayıp giden bir şey varmış gibi.

Yine de sormadan edemedi: “Ama nasıl olacak ki? Çok geç değil mi?”

Bazen kazanmak için kaybetmek gerekirdi. "Hiçbir şey için geç değil," dedim. Serdar ve Nihal'in arasını bozup Viran'ı babamın karşısına çıkaracaktım. Planımı kafamda şekillendirirken, o da bir kez daha konuştu.

"Nihal'in evleneceğini duyunca kahroldum... Sen aşk nedir bilir misin?" dedi. Düşüncelerimden uzaklaşıp gelişigüzel cevap verdim; bu sırada içimde aşkın ne olduğunu bilmediğime dair bir utanç belirdi.

"Bilmem, hiç tatmadım. Aptalca bir şey olsa gerek!"

"Ben de öyle düşünüyorum. Aşk çok aptalca bir şey ama bir o kadar da güzel de sadece sevmeyi beceremiyormuşuz gibi geliyor bana." Bu sözler, içimdeki sıkıntıyı artırmıştı. Aşk muhabbeti, canımı sıkmaktan başka bir şey yapmamıştı. Bir ân önce konuyu değiştirebilmek için.

"Bundan sonra ne yapmayı planlıyorsun?" diye sordum. O an, bende onu harekete geçirecek bir zafer hissi doğmuştu bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol haritası çizmek hiç de fena olmayacaktı.

Kabul edeceğini düşündüğüm planımı anlatırken, o da beni can kulağıyla dinliyordu. Çünkü Viran ne yapacağını bilmiyordu. Bundan sonra yapması gereken tek şey Serdar'ın asıl yüzünü, babama göstermekti.

Kafamdaki planı Viran'a anlattıktan sonra oradan ayrıldım. Bir hafta sonra muazzam bilgilere ulaşmıştı. Serdar'ın ablamla nişanlandığı halde başka kadınlarla düşüp kalktığını öğrenmek, kara para akladığını öğrenmekten daha çok canımı sıkmıştı.

Babamın Serdar'ı tanıdığını zannederek "biricik" kızını böyle bir şarlatanla evlendirmek istemesi, içimdeki nefretin alevlerini bir kez daha harladıkça harlıyordu. O an aklımda, bir tehlikenin yine kapıya dayandığı fikri dolaşarak durmadan büyüyordu.

Ertesi gün, Serdar'ın kadınlarla sarmaş dolaş çekilmiş fotoğrafları Nihal'i çileden çıkardı. Bunu sadece onun öğrenmesini istemiyordum. Fotoğraflarını babamın görmesi için çerçeveletip evin her yerine astım. Ruhumda yanmakta olan öfke ateşi, artık su altında bile sönmeyecek kadar büyümüştü.

Yaptığım çok kötü bir şeydi ama zerre pişmanlık duymuyordum. Babam eve gelip, o çerçevedeki fotoğrafları görünce hepsini yere atıp paramparça etti. Bir de, bu rezilliğin benim eserim olduğunu öğrenince iyice çıldırmıştı: "Sen milletin kirli çamaşırlarını mı araştırıyorsun! Bir gün onlar da seninkini araştırsınlar, o zaman ne halt yiyeceksin bakalım!"

Uykumu kaçıran bu sahneler, zihnimde döndükçe döndü. Kafamı duvara vurup parça parça etsem, beynimi kemiren bu düşüncelerden kurtulacaktım çünkü ölüm bile, düşünmekten daha tatlı geliyordu çoğu zaman. Karanlık hayaller içinde kaybolmak, yaşarken neden bu kadar acı çektiğimi anlamaktan çok daha kolay olacaktı.

*

Nihal'in nişanı atıldığında evimize getirilen eşyalar geri verilmişti. Babam, Serdar'ı benim gibi rezil etmek ve hak ettiği ayıpları yüzüne vurmak yerine bu işten usulca vazgeçmeyi tercih etmişti. Oysa bu durumu herkes, babamın "durduk yerde nişanı atması" olarak yorumluyordu. Gerçek nedenini bir bilselerdi kimse onu suçlayamazdı.

Ailemizde açıktan açığı dedikodu yapacak kadar kafasız bir insan yoktu belki, fakat Serdar'ın annesi olayın peşine düşerek sağda solda olur olmaz şeyler konuşuyordu. O an, ruhumda bir öfke kıvılcımı daha doğdu; "Güya Nihal 'ahlaksızlık etmiş'," dediğinde bu iftira kanıma dokunmuştu. Akşamına, Serdar'ın bütün resimlerini Melahat denen meraklı karıya yollayıp sesini ilelebet kestim. Çünkü o da biliyordu ki bu resimleri çoğaltır şehrin bütün sokaklarına asardım. Daha önce yapmışlığım vardı. Ama o insanlar... Namus anlayışları iki bacak arasından ibaret olduğu için, oğullarının kara para aklıyor olması hiç de umurlarında olmamıştı. İşte o an, acı bir gülümsemeyle düşündüm; gerçekler, çoğu insanın gözleri önünde dans ederken, üç maymunu oynuyorlardı.

Ailemizin itibarı bu kadar kolay bir şekilde ayaklar altında kaldığını görmek,
gerçeklerin örtülü kalması için çaba göstermek, içimde büyüyen nefretin alevlerini körükledikçe insanlara olan nefretim arttıkça artıyordu.

Loading...
0%