Yeni Üyelik
20.
Bölüm
@kafautuluyoruz

Kapının dış tarafında bir telaş vardı. Evin içinde yankılanan sert yumruk sesleri, kalbimi yerinden çıkacakmış gibi hızlı bir ritme sokuyordu.

Gecenin o saatinde kapıyı çalan yatır bile olabilecekmiş gibi bir hisle Fırat'ı uyandırmaya çalıştım. Kuvvetlice sarsarak kapının çaldığını söyledim. Uyku mahmurluğuyla "Rüya görmüşsündür!" diyip uyumaya devam etmiş ancak aşağıdan gelen sesleri duyunca hızla yerinden doğrulmuştu.

"Açın kapıyı katırlar geliyor!" dedi aşağıdaki. Sesin sahibini tahmin etmek zor değildi. Bizi bodruma kilitleyen bu deli, canına susamış gibiydi. Hırsa kapıyı açıp sofaya çıktığımda ablam ve yanındaki kızlar telaş içinde sordular.

Dışarıdaki “Yardım edin!” diye bağırırken kızların sorusu havada asılı kalmış ve Nihal, ne yapacağımı anlamış gibi başını iki yana sallayarak deliyi içeri almamın tehlikeli olabileceğini söylemişti. Ablamın sözlerine aldırmadan hızla aşağı indim. Kurt sesleri yaklaşıyordu. Onu bu hâlde dışarıda bırakamazdım.

Kapının ardına yığdığımız eşyaları kenara çektim. Belki de yanlış bir kararın eşiğindeydim ama vicdanım bana daha fazla beklememem gerektiğini söylüyordu. Kapıyı aralayarak, deliyi kolundan yakaladım ve içeri çektim. Fırat ve Sare, kapıyı kapatmaya çalışırken, deli geride kalmış, elindeki kandil ışığını cehennem gibi karanlığa doğru tutuyordu. Yıpranmış kıyafetleri, kömür karası gözleri ve nefes nefese kalmış hali, sanki etrafında görünmeyen bir düşman varmış gibi panik içindeydi.

Ablam, az önce deliyi içeri almamamızı söyleyen o sert tavrı bir kenara bırakarak merhametle sordu: "Bu saatte dışarıda ne arıyorsunuz?"

Deli elindeki kandiliyle konuştu: "Kurtların bizim köye indiğini görünce kapıyı kilitleyin diyecektim ama siz benden evvel davranmışsınız!" Sitemle söylediği bu sözler aklımı kurcalıyordu. Nihal kaşlarını çatıp tekrar sordu:

"Siz bu kapının kilitlenmediğini biliyor muydunuz? Geldiğimizde sürgü kırılmış ve kapı ardına kadar açıktı..."

Deli, bu soruları görmezden gelircesine ve sakin bir tavırla, "Tabii açık olur, bu evde cinler var. Kapanan kapılar açılmaz, açılan kapılar kapanmaz!" diyerek, daha önce dikkat etmediğim bir kapıyı işaret etti. "İşte onun gibi..." O an, tam karşımızda duran kahverengi kapı, içindeki karanlığın ağırlığıyla, bir daha asla açılmayacakmış gibi duruyordu. Nihal ve diğer kızlar korkuyla birbirlerine sokulurken, Fırat, telaşla kulağıma fısıldıyordu: "Doğru mu bu?"

Kapının ardında bizi bekleyen cinleri düşününce, içimden bir ses bu düşüncelerime gülüyor ve alay ediyordu. "Saçmalama, hiç cinle kapı kilitler mi? Kilitlese bile görünebilirler mi?" diye düşündüm. Fakat delinin söyledikleri her ne kadar absürt görünse de, etrafımdaki herkesin korkusu beni de etkisi altına alıyordu.

Meydan okurcasına birkaç adımda cinlerin kapattığı söylenen kapıya yöneldim. "Nasıl kapanmış lan, ben açayım da gör!" diyerek öne atılınca hepsi elimi bombaya atmışım gibi bağırdı. Herkes bu delinin hikâyesine inandıkça daha da sıkışmış hissediyordum kendimi. Kapı açılmıyordu. Dışarıdan mı içeriden mi kilitlendiği bilinmeyen bu kapı gerçekten de sımsıkı kapanmıştı.

Deli, elindeki kandili bana tutup “Açamazsın, açtırmazlar!" diyordu. Kapıyla uğraşmayı bıraktım. Dışarıdaki kurtların sesi kesilmişti ve bu sessizliğin içinde aklıma yerleşen yeni bir düşünce, "Acaba?" diyordu. Kurtların ayin yapar gibi bizim evin önünde toplaşmaları, belki de delinin bir parmağı vardı.

Üstüne yürüyüp hırsla kandilini elinden aldım. "Sen bize neden böyle abuk subuk hikâyeler anlatıyorsun?" diyince oyuncağı elinden alınmış gibi gibi ağlamaklı bir sesle: "Söylenenler hikâye değil gerçeğin ta kendisi. Eğer buradan gitmezseniz bu lanet peşinizi bırakmayacak!" dedi.

Kısacık boyuyla kandilini almaya çalışan deli, benim lanete inanmadığımı bilmiyordu tabii.

"Ben senin söylediklerine inanmıyorum!" dediğimde yüzünde panik karışımı bir korku belirmişti.

"Sen inanmıyorsun diye hakikat hakikat olmaktan çıkmadı!" Kandilin altında parlayan gözleri sinsice parıldamaktaydı. Bu adamda başka bir şey vardı. Sanki ne deliydi ne de akıllı. Sadece kurnazdı. Niyetinin ne olduğunu kestiremediğim bir kurnaz! Bizi böylesine saçmalıklara inandırmak için ne kadar hevesliydi?

Ondan korktuğumuzu düşünüyordu. Bakışlarımı yüzüne dikip "Eğer gerçeği söylersen hemen buradan gideceğiz!" dedim. Adamın yüzündeki ıstırabı görünce hiçbir şey anlamadım.

Deli inkar etti gerçeği: "Söylediklerim gerçektir. Bu köy bu ev lanetli... Dedeniz Şemsi Bey bu evde aklını yitirdi. Anneanneniz, köylüler... Kurtlar neden buraya geliyor zannediyorsunuz? Bu evde yatır var yatır, yatırlar katır olmadan hemen gidin!"

Aklımı kaçıracak gibi oluyordum. Bu "katır" mevzusu da neydi?

"Ne anlatıyorsun lan sen, ne yatırı ne katırı!" diyerek yakasına yapıştım. "Bana bak lan, sen bu masallarla ancak çocukları kandırırsın. Bana hemen gerçeği anlat yoksa seni buraya zincirlerim!"

Elinden bir an bile bırakmadığı kandil sanki ona bir güç veriyordu. Deli adam, korkunun etkisiyle sarsılsa da, hala yalan söylemeye devam etmişti. İçimde, delinin anlattığı cinli perili hikâyelere inanmayan o his daha fazla bir şeyler yapmamı söylüyordu. "Gerçeği söylemezsen bu evden sağ çıkamazsın!" dedim ve adamı yere serdim. Fırat, durmamı istedi ama ben hiç durmadım. Deli adamın gözleri kandilin parıltısında sinsice parlarken, gerçeği itiraf etmeye yemin etmiş gibiydim. Hareketlerimin ve sözlerimin sahte olduğunu anlamıyordu.

"Dur ulan adamı mı öldüreceksin?" dedi Fırat.

Diğerleri sessizce beklemekteydi. Sen karışma dercesine bir bakış atarak yere yapışan deliyi yakasından tuttum. İyice sarsarak "Git Şakir Efendi’nin cinlerini çağır, hadi! Ya topla getir hepsini, ya da ordu gelse elimden alamaz seni" diyerek beylik laflar ederken kendimi rolüme fena kaptırmıştım.

Nihal ağlamaklı bir sesle "Şimdi bütün cinleri başımıza toplayacak yarabbi..." diyordu. Ama ne gelen vardı ne de giden. Deli de cinlerin ona yardıma gelmeyeceğini biliyordu. Tekmeyi suratına indirene kadar konuşacağını düşünüyordum ama Fırat, son anda beni kolundan tutup geri çekmişti.

Delinin gözü fena halde korkmuş ve hemen Fırat'ın arkasına saklanmıştı. Tekme atmayı düşünene dek sıktığım nefes, Fırat’ın kolumdan çekilmesiyle son buldu. Yalanını itiraf ettireyim derken az daha insanlıktan çıkıyordum. İçimdeki ses, "Geri adım atma!" diyordu.

*

Kurtların sesi kesilmişti. Evden gitmemiz için türlü palavralar atan deli, fırsattan istidade söyledi: "Bu gece sizde kalabilir miyim?"

"Elin herifinin bizde ne işi var!" dedi Nihal ani bir çıkışla. "Oradan bakılınca burası bir otel odasına mı benziyor! Hadi bir insanlık edip aldık içeri, ama bu ne yüzsüzlüktür. Niçin bizde kalacakmış!"

Kübra da onunla hemfikirdi.

"Ona bakarsan ben de şu kızlar için (eliyle Sare ve Kübra'yı göstererek) elin herifi sayılırım Nihal ablacığım ama bakın aynı evde kalıyoruz!" dedi Fırat.

Nihal derhal sesini kesip ne söyleyeceğini bilmiyormuş gibi kızlara yöneldi. Kübra çok sert bir şekilde "Ne aynı evde kalması lan, kalmak zorunda kaldık demek istedin herhalde!" diyerek düzeltti. Deli'nin bizde kalması taraftarı değildim. Kimsenin onu istemeyeceğini de biliyordum. "Hani lan bu evde yatır vardı!" diye dönüp sordum. "Ne oldu Şakir Efendi'nin sesi soluğu çıkmıyor? Cinler mi yok yoksa Şakir mi?" Bu gece çarpılmazsam artık hiç çarpılmayacakmışım gibi delinin söyledikleriyle alay ediyordum.

"Sen dalga geçmeye devam et bakalım, şimdi kalabalığız ama en savunmasız anında ensenden yakalayacaklar seni!" Dedi deli. Delinin sözlerindeki akıl almaz tehditleri geceleyin herkes uyuduğunda ancak idrak edebildim.

Olmayan bir şeyin bana zarar veremeyeceğini düşünsem de sanki her an her şey olabilecek gibi Şakir Efendi dediği o adamın nefesini ensemde hissetmeye başlamıştım.

Soğuk odada sanki yaz gelmiş gibi yorganı yere atan deli, derin bir uykudaydı. Birazdan, horultusuyla evi başımıza yıkacakmış gibi duran deli, Fırat'ın "yatır horluyor" dediği sesle bire bir aynıydı.

Gözlerim tavanda dikip seslerin dinmesini beklerken "Yeter artık!" dedim içimden. Her nefesi, sanki evin duvarlarını titretiyordu. Yastığı kafama geçirip birkaç saniye bekledim. Sesler hiç kesilmiyor, aksine daha da artıyordu. “Kimse bu duruma müdahale etmiyor mu?” düşüncesi beynimde dönerken, birden bende bir cesaret patlaması yaşandı. Bir devenin can çekişini andıran sesiyle, horultusunu kesmek istemiştim.

Yastığımı elime alarak, deli adamın yanına doğru hareket ettim. Evet, bu sefer onu gerçekten boğacaktım!

Tam o sırada Fırat, gözlerini yavaşça araladı. Yastıkla deliyi doğru gittiğimi görünce "Ne yapıyorsun lan?" dedi. Nahoş gülümsemesiyle beni durdurmaya çalışıyordu ama beceremiyordu. "Ters tarafına çevirelim belki susar!" diyerek adamı duvar tarafına çevirdi. Radyo gibi nerede çekiyorsa o tarafa çeviren Fırat, şekilsiz şukulsuz yatan deliyi öteki tarafa çevirmeye çalışırken nefesi kesildi.

"Ulan belim koptu anasını satayım. Bu nasıl bir yatış!" dedi. Daha fazla bu Mozart'ı dinlemek istemiyordum. Hemen, hehpanın üzerindeki koli bandını alıp deliyi cenin pozisyonundan düz bir şekilde yatağına yatırdım. Kollarını kundaktaki bebek gibi iki yana bantlayıp üstünü yoğut mayalarmış gibi örttüm. Delinin ağzını kapatmak için son bir bant daha dişleyip horultuyu ilelebet kestim.

Fırat dehşet içindeydi. "Lan herifi niye bantladık oğlum?" dedi. Böylesi hepimiz için iyiydi.

*

Sabah uyandığımda yere düşen bir patırtı sesiyle gözlerimi açtım. Geceden bantladığım deli yere düşerek uyanmamızı, kendisini bu durumdan kurtarmamız için anlaşılmadık sesler çıkartmaya başlamıştı. Fırat çakıyla adamın üstüne gidince deli boğuk sesiyle ayaklarını yere vurdu. Çok korkmuştu. Ona böyle bir kötülük edeceğimi tahmin etmemiştim. Hemen adamı çözüp kurtardık.

Geceleyin hiçbir şeyin farkında olmayan deli, kendisini kimin bantladığını sorunca Fırat yüzüme baktı.

Şakir Efendi'nin cinleri dururken suçu üstüme almaya hiç de niyetli değildim: "Ee gece gece o kadar ini cini destursuz anarsan böyle elin kolun bağlanır!" dedim.

Alay ettiğimi görünce sinirlendi: "Ne saçmalıyorsunuz siz, bir de bana deli derler... Ulan siz benden daha delisiniz! Cinler hiç adam bantlar mı?"

Fırat, herifin ensesine bir tokat patlatıp "Lan, kapı kilitliyorlar da adam niye bantlamıyorlar!" diye çıkışınca "Hadi itiraf et," dedim. "Bu evde cin min yok, yatır falan hep efsane!"

Gündüz vakti kandil yakan deli ağlayarak çıkıp gittiğinde kızlar telaşla odaya girdi. Yüzlerinden, yine bir felaket haberi vereceklerini hemen anlamıştım.

"Bir sorunumuz var, şimdi de telefonlar kayıp!"

Loading...
0%