Yeni Üyelik
19.
Bölüm

XVIII

@kafautuluyoruz

Karanlıkta, kapının gıcırdaması boş konağın içinde derin bir yankı oluşmuştu. Hepimiz bir an için duraksamış ve neyle karşılaşacağımızı korku ve merakla beklemeye başlamıştık. "Burada ne aradığınızı biliyorum." dedi içeri giren kişi. Gözleri boş, yüzü ise değişikti. Kazdığımız toprağa bakıp kollarını iki yana sallayarak ekledi: “Altın arıyorsunuz öyle değil mi? Sizden öncede birkaç kişi gelmişti... Ama Şakir efendi bana söylemişti. Burada altın yok. Yatır var, yatır da katır olup sizi tepmeden buradan gidin... Burası cinlidir. Cinli!"

Sare, cesurca bir adım öne atılıp karanlıkta yüzünü net görmediğimiz adama seslendi: "Peki sen, bizim altın aramaya geldiğimizi nereden biliyorsun?"

Herif elinde tuttuğu kandili suratımıza tutup "Nereden mi bileceğim? Sizi dinledim. Konuştuklarınızı duydum. Burada altın yok. Yatır var, yatır. Yatır da katır olmadan buradan gidin yoksa sizde Şakir efendinin cinleri size musallat olur. Çarpım çarpım çarpılırsınız alimallah..." diyerek ağzının içinde duaya benzer birtakım sözler mırıldandı.

Nihal, herifin deli olduğunu görmüyormuş gibi "Duanızı balla bölüyorum hoca efendi ama burada yatır mı var?" diyip duaya bir son vermişti. Bir an duraksadı karşımızdaki. Kandili yüzümüze tutup "Ben hoca değilim ki, hoca buradan gitti." diye omuzlarını silkerek, güle oynaya hocanın gittiğini söyledi.

Kapıda saplı bir şekilde kalan kazmayı elime alıp delinin anlayacağı bir dille: "Bana bak lan deli, katırlar satır olmadan çekil geri, yoksa bu elimdeki kazmayla ikiye bölerim seni!" diyerek gözünü korkutmaya çalışırken elindeki kandili, yüzüme tutup karşıma geçti.

Oynaya hoplaya "Abi sende mi delisin?" dedi. Tam bir şey söyleyecektim ki Sare araya girdi: "Hayır kardeşim, o sadece bir CANİ!" Sonrada kazmayı elimden alarak, çukura atıp deliyi gönderdi.

Kazmayla deliyi ikiye bölmek fikrini Sare'nin araya girmesiyle iç âlemimde kendime küfürler yağdırmaya başladım. Bizim Profesör Dr. Deli uzmanı, deliyi bile dize getirip kapıya kadar geçirmişti.

Fırat ve ablamlar, peşinden gidince bodrumda tek kalmıştım. Bir yanım "Hayır öyle bir amacım yoktu!" diyerek vicdanımı rahatlatmaya çalışıyordu. Her şeye muhalefet olan ötekisi ise tam tersini izah ediyordu. İkisi arasında kalmadan, ani bir kararla merdivenleri çıkıp yanlarına gittim.

Kararmaya başlayan gökyüzünün altında "Ne yapacağız?" diyordu Kübra. "Arabanın lastiklerini patlatmış, eve nasıl döneceğiz?"

Fırat, derin bir nefes aldı, ama konuşacak kelimeleri bulamıyordu. Gözlerim lastiklerin patlamış haliyle büyürken aklımdaki düşünceler kaybolmaya başladı.

Sare buraya geldiği için pişman olmuştu. “Ben burada kalmak istemiyorum!" diyerek etrafa ürkek gözlerle baktı. Her taraf terkedilmiş görünüyordu. Evlerin pencereleri kırılmış, kapılar ise açılmış halde, duruyordu. Sanki büyük bir felaketle uğramışlar da kaçıp gitmişlerdi.

Uzaktan bir uluma sesi duyunca Nihal korkuyla yerinden sıçradı. Sesler daha da yaklaşmıştı. "Koşun! İçeri!" diyerek kurtlar gelmeden herkes içeri girdi. Kurtların sesi köpek havlamalarıyla birlikte birbirine girmişti. İçeri geçip kapıyı kilitlemeye çalıştığımızda süngü bir türlü kapanmıyordu. "Lan ne yapacağız?" dedim.

Nihal ışığı yakıp içeriyi aydınlatırken Sare imdadıma yetişti. "Ağır eşyaları kapıya dizelim!" dedi. Sare Fırat'la birlikte holün girişindeki şifonyeri sürükleyerek kapının arkasına getirdiğinde, içinde bulunduğumuz durumun heyecanı ve endişesiyle donmuş kalmıştım. Karanlığın içinde, belirsizliğe karşı verdiğim bu savaşta, umudum yüksek olsa da bir türlü kıpırdayamadım. İkisi büyük bir çeviklikle eşyaları kapının arkasına dizdiler.

Deli adamın “Yatır var, yatır. Yatırlar katır olmadan hemen buradan gidin!” dediği anı tekrar düşündüm. O katırın kurt olduğunu anladığımda, gözlerim açıldı, çünkü kurtların sesi, sadece bir hayvan uluması olmaktan çıkmıştı.

Kübra ve Nihal'in korkudan tir tir titremesiyle evdeki yatıra canı gönülden inandıklarını hissetmeye başlamıştım. Aynı his bende de vardı ancak, yatır diye bir şey olmadığına kendimi ikna etmeye çalışıyordum.

Fırat'a baktığımda kızlardan daha çok korktuğunu görünce kaşlarım çatılmıştı zaten nerede olmayacak şey varsa bizim Fırat ona hemen inanırdı.

Beni en çok şaşırtan ise korkak zannettiğim Sare'nin olay anında her şeyi halletmiş olmasıydı.

"Daha ne kadar bekleyeceğiz? Bir ân önce eve gitmeliyiz!" dedi Kübra. Konuşmalarıyla düşüncelerimin arasına set çekmişti. Kollarını, göğsünde birleştirerek soğuk sofada ısınmaya çalışırken kimse cevap vermemişti. Kendi kendine: "Nereden geldi bunlar!" diye söylendiği sıra, Nihal korkudan titreyerek ümitsiz bir şekilde karşılık vermişti: "Tıkılıp kaldık burada. Sabahtan beri hav da hav... Gitmiyorlar da, gidelim. Geceyi burada geçirmek istemiyorum!"

Birden bakışını bana çevirip "Her şey senin yüzünden oldu Batu. Ne vardı sanki yatırlı konağa gelecek! Ah ama asıl kabahat bende. Ben niye sana uyup peşinden geliyorum ki, altın maltın yok işte! Hepsi hikâye, nasıl bu kadar aptal olabilirim Allah'ım!" diyerek suçu kendinde ararmış gibi yapıp beni de bundan dolayı bir güzel azarlamıştı. Ben olacağım ki bu sinsice söylenmiş sözlerin altında kalacağım, asla! Hemen verdiğim ağzının payını: "Asıl kabahat tabii ki sende salak! Bir de kendini böyle haklı çıkarmaya çalışıyorsun ya ağzının ortasına bir tane çarpasım geliyor! Ben mi dedim lan sana gel diye... Dizini kırıp otursaydın evinde!"

Nihal cevap vermeye hazırlanıyordu ki sinirden ne söyleyeceğini kestiremeyerek gevelemeye başladı.

"Ne kem küm ediyorsun... Ne söyleyeceksen söyle!" dedim. Bu gece amel defterim öyle ya da böyle kapanacaktı. Süreci hızlandırmak için ağzıma geleni söyledim: "Ne oldu, şimdi böyle söyleyerek benim pişman olacağımı mı zannediyorsun! Ben kimseyi zorlamadım gelmesi için! Kendini acındırmak için aptal saptal sözler edeceğine bir şeyler düşün de çıkalım şuradan! Daha attığın o iftirayı unutmadım..."

Sesini tamamen kesti. Nihal'in suçunu kabul edercesine susması beni sinirlendirmişti. Aniden gelen bu sinirin çabucak geçmeyeceğini adım kadar bildiğimden boğa gibi derin nefesler alarak üzerimdeki bu gerginliği atmaya çalışıyordum. O sıra, dşarıdaki sesler daha da hırçınlaşmaya başladı.

Fırat korkuyla yamacıma sokulup "Birader biz şimdi güvendeyiz ama geceyi burada geçirmeyi düşünmüyorsun değil mi?" diye fısıldadığında ne cevap vereceğimi bilemedim. Bu taştan duvarların arasında donarak ölmek dışarıdaki aç kurtlara yem olmaktan iyi miydi?

Cevap vermediğimi görünce bir şeyler söyle der gibi yüzüme baktı.

"Bir hâl çaresini buluruz!" dedim. Sinirlendi. "Nasıl bulacaksın birader ev buz gibi!"

Kübra araya girdi: "Ayrıca cinli!"

Bir an ses tonumu ayarlayamadan "Saçmalamayın lan ne cini!" diye bağırınca ikisi de sesini kesmişti.

Kapıda uluyan kurtları unutmuş gibi tartışırken Nihal araya girdi: "Yatır olmasa bile bu köyde tuhaf şeyler olduğu kesin. Buraya hiç gelmemeliydik. Lanetli gibi sabahtan beri başımıza gelmeyen kalmadı!" Sadece Nihal değil herkes böyle düşünmekteydi.

Düşüncelerinin altındaki kaygıyı hissedebiliyordum. Sadece Nihal değil, herkes bu karanlık yerin lanetli olduğuna inanıyor gibiydi.

"Lanet manet yok! Muhakkak hepsinin mantıklı bir açıklaması vardır!" dedim, yalnızlığımın ağırlığıyla bunaldığım için. Her şeye muhalefet olan Sare, Nihal'e ters bir şekilde çıkıştığımı görünce sinirlendi: "Dışarıda aç kurtların bizi akşam yemeği yapmasındaki, delinin biri tarafından önceden bildirilmesinde ne gibi bir mantık var acaba? Mantık değil bu başka bir şey!"

İmayla o da cini, periyi kastetmişti. Kendimi Perili Köşk'teki Sermet Bey gibi hissederken Kübra ve Nihal, Sare'nin sözlerine katıldığını işaret eden bir baş sallayışla beni fikren düşüncemde tek bıraktılar.

"Lan neye inanırsanız inanın bana ne anasını satayım. Yatır diye bir şey yok, masal dünyasında mı yaşıyorsunuz? Hurafe bunlar hurafe!" diyerek evin içinde yankılanan sesimle aymazları ayıltmaya çalışıyordum.

Nihal kolumdan çekiştirip "Sus be salak senin yüzünden çarpılacağız!" diye vurmaya başladığında boşuna çabalıyordum. Kısa süren bir şiddetin ardından, tavana bakıp yatırla anlaşma yapar gibi "Şakir efendiciğim, ne olur siz bu cahilin söylediklerine aldırmayın. Biz, buranın size ait olduğunu inanın bilmiyorduk. Şu kurtlar bir gitsin hemen burayı terk edeceğiz!" diyince gülesim gelmişti.

Kübra bana dönüp ters bir şekilde söylendi: "Köstebek gibi kazmışlar be, daha giderler mi zannediyorsun! Baksanıza hiçbir yere kıpırdayamıyoruz. Sanki biri özel olarak bizi buraya tıkadı!"

Nihal "Çok doğru.. Durduk yerde adamı yerinde rahatsız ettiniz!" diyerek durumu daha da gülünç hale getirdi.

Belki üst üste gelen talihsizler sonucunda, evde yatır olduğunu düşünüyorlardı. Ama ben ne köyün lanetli olduğuna ne de konakta yatır olduğuna inanmıyordum. Tartışma sırasında gerek duygusal gerekse zihinsel yorgunluk hissi içimde dolaşıyordu. "Sesler duruldu." dedim, kendimi tehlikenin ortasında bulmuşken kurtların ulumasında garip bir zevk aldığımı fark ettim. Lanet dedikleri şey ise bir süre sonra kendiliğinden sona ermişti.

Sare öne atılıp "O zaman hemen çıkalım!" dedi, sanki gidecek yerimiz varmış gibi. Hepsi birden eşyalara yüklenerek kapıyı açmaya çalışırken dışarıda kuvvetlice bir rüzgar esti. Kapıyı açtılar. Köyün içine gömülmüş zifiri bir karanlıkla tozu dumana katan bir rüzgar hepimizi düşündürdü. Acaba gerçekten konakta birileri mi vardı? Buna inanmak o kadar güçtü ki, bu yaşananları bir lanet gibi düşünmekten başka çare bulamıyordum.

Kübra süngüsü kırılan kapıyı kapatıp arkasına ağırca bir eşya koyarak "Biz burada ne yapacağız?" dedi. "Dışarıda kıyamet kopuyor, bu pek hayra alamet değil gibi..."

Bütün aksilikler üst üste gelmişken, evdeki yatırı rahatsız ettiğimizi düşünerek içimde bir korku duymaya başladım. Gece, bu lanetli evdeki ruhumu çekip alacak gibiydi; ya da belki de kurtlar, karanlıkların sessiz bekçileri olarak bizleri bekliyordu.

Sanki tüm bu yaşananların sorumlusu benmişim gibi hepsi bana yönelerek bakışlarını dikmişti: "Gerçekten biz ne yapacağız? Dışarıda kurt, içeride yatır var. Eve de gidemiyoruz!" dedi Sare.

"Yapacak bir şey yok," dedim. "Bu gece burada kalalım yarın bir hâl çaresini buluruz!"

"Hayatta olmaz delirdin mi? Bizi merak ederler... Burada kalınır mı? Görmüyor musun ne yaşadığımızı, bir de bu cinli evde mi kalacağız? Sen istiyorsan kal, ben gitmek istiyorum..." Ona usturuplu bir cevap vermek mümkün değildi. Sanki ben burada konaklayalım diyordum (!) "Şimdi ağzımı bozduracaksın ha! İstersen git geceyi dışarıda geçir hanımefendi!" dedim. Ağzımdan kötü bir söz kaçırmamak için sesimi kestim. Sare, haklı olduğumu çaresiz bir şekilde kabul etmişti. Az önce evin içinde gürleyen sesi gittikçe cılızlaşarak "Ama eve gitmezsem halam merak eder!" dedi. Bir ân, bizimkilerinde eve dönüşümüzde hesabını soracaklarını düşününce ne yapacağımı bilememiştim. Aklıma makul bir yalan da gelmiyordu.

Nihal bir hâl çaresini bulmak istercesine Sare'ye dönüp "Bu gece bende kalacağını söylesen izin vermezler mi?" dedi, o şeytani aklından geçen planla. Kız, kararsız bir şekilde mırıldanarak "Verirler ama... anneme de haber verirler!" diyince tüm planı alt üst olmuş gibi söylendi: "Nasıl yapsak ki?"

Cama vuran yağmur damlalarıyla, fırtınanın dinip yağmurun başlasına aldırmadan plan yapmaya hazırlanan ablam, bir şey bulamayınca bana yöneldi: "Senin aklına bir şeyler gelmiyor mu be! Hadi çalıştır şu saksıyı, başka zaman olsa ifrit kesilirsin başımıza. Bul bir yalan.. Bu işlerde iyisin!" Kollarımı can sıkıntıyla bağladığım yerden, Nihal'in sözleriyle istemsizce çözüp ağzının payını vermek üzere hazırlanıyordum ki, Sare'nin bakışlarını görünce vazgeçtim. Lafımı değiştirdim: "Bu işlerde iyisin derken?"

Nihal, gücenmenin sırası olmadığını söyleyerek bir dalavere çevirmemi istemişti. Alınganlığımı bir kenara bırakarak tavırla yüzüne baktım. Sağ olsun şeytanlarım, bütün filmi hemen yazıp çizmişti. Sare'ye dönüp "Halanı görüntülü ara! Nihal ve Kübra da yanında olsun... Biz görünmeyiz, bir köşede dururuz. Sen de, bu gece Nihal'de kalacağını söylersin!" dedim.

Nihal fikrimi küçümseyerek alay etti: "Gerçekten çok dahiyane bir fikir beyefendi sizi takdir ediyorum. Bizim hiç aklımıza gelmemişti zaten görüntülü aramak (!) Salak, kadını görüntülü arayabilsek arardık. Şebeke yok, telefon çekmiyor!"

"Madem o kadar akıllıydın sen bulsaydın o zaman ablacığım bir de senin şu DAHİYANE fikrini görseydik bakalım!" Böyle söyleyince Nihal geri adım attı: "Ben de seni gerçek bir şeytan sanırdım... Meğersem sen şeytan değilmişsin, karşındakiler salakmış!" diyerek konudan saparken fırtınanın dinmesini bekledik.

Sare telefonun çekecebileceği bir yer arıyordu. Fırtına geceye doğru dinmişti. Telefonlar çekmeye başladığında Sare, halasını arayacağını söyledi.

"Görüntülü arama sakın bütün foyamız ortaya çıkar... Her yer zifiri karanlık boş yere şüphelendirmeyelim şimdi kadını daha çok korkar." dedi Nihal.

"Işığı ben hallederim. Siz oyunu güzel oynayın yeter!" dedim. Herkes telefonun ışığıyla odayı tamamen aydınlatmıştı. Sare, hastanede gördüğümüz o cadı tipli kadınla konuşurken biz de Fırat'la telefon görüşmesinin bitmesini bekliyorduk. Adının "Pejmürde" olduğunu öğrendiğim bu kadın, Sare'nin Nihal'de kalacağına inanmıştı. Görüşme biter bitmez yukarı çıktık. Sare kapıyı açıp trabzanlardan asılarak bize seslenmişti: "Planın işe yaradı... Artık gelebilirsin!"

Planım işe yaradığına sevinerek bir ân evdeki laneti unutarak kollarımdaki ağırlıkla uyumayı düşünmüştüm. Ancak Nihal ve kızlar bütün gece ayakta duracakmış gibi beklerken bunu yapmak pek mümkün değildi.

Boş bir odaya bodrumdan halı ve birkaç minder getirerek yere oturduk.

Fırat evin lanetli olduğunu unutmuş gibi "Sorunumuzu hallettiğimize göre biz ne yiyeceğiz?" diyince bende acıktığımı fark etmiştim. Sabah tıka basa yiyen kızlar tok olsa da onlar da acıkmıştı. Yine de sabırsızlık göstermiyorlardı Fırat gibi.

"Ay her şeyi masada bıraktık, onu da kurtlar silip süpürmüştür, şansına küs!" dedi Nihal.

Fırat yemekte ısrar etti: "Ama ben açım!"

Nihal gözlerini açıp dışarı gidemeyeceğimizi çok net bir şekilde ifade etmişti: "Kurtlar da aç!" Sonra da bana dönüp "Ya beyefendi lütfedip de böreğimin tadına bakmamıştınız. Allah işte Allah!!" diyerek ilahi adaletin yerini bulduğunu söylerken haklılığına gülesim gelmişti.

Telefonumun şarjı azaldığında ışığı kapatmak zorunda kalmıştım. Bir süre sonra ötekiler de kapatarak bizi zifiri karanlıkta bırakmışlardı.

Karanlık uykumu getirirken, yerimde rahat uyuyamamıştım. Fırtına dinip kurtlar gidince, kızlar "lanet"i unutmuş gibi sohbete dalmıştı. Daha fazla dayanamayıp karşıki odaya dizdikleri yüklükten, kalınca bir yorgan getirip halıya serdim.

"Kesin şu muhabbeti de zıbarıp uyuyalım!" derken bütün dikkati üstüme çekerek ağrıyan başımı dindirmek istedim. Ancak her kafadan bir ses çıkmıştı.

Fırat:

"Ne uyuması lan?"

Nihal:

"Hiç! Başka zaman olsa beyefendi sabahlara kadar oturur!"

Kübra:

"Şu cinli evde bile uyumayı düşünüyorsun ya pes!"

Sare gülerek: "Bu nasıl bir gamsızlıktır!"

Ne düşündükleri umrunda değildi. "O zaman oturun, ben uyuyorum!" diyince herkes kendi hâline geri döndü. Fırat’ın sesi, bir yandan alaycı bir tonda diğer yandan merak doluydu: "Kim dedi lan bu ev cinli diye?"

Nihal, biraz korkak bir tavırla yanıtladı: "Köylüler! Dedem anlatıyordu. Vaktiyle bu köyde korkunç olaylar olmuş; bazıları akıllılık edip tası tarağı toplamış gitmiş! Bazıları cinleri gözleriyle görüp delirmiş… Dedem de bu yüzden delirdi diyorlar!"

Kübra, ona karşı çıkmak istedi ancak sessiz kalamadı: "Ama cinler gözle görünmez ki!"

Gecenin bir vakti, o uğursuz ağızlardan çıkan muhabbete kulak misafiri olmadan uyuyamıyordum. "Gece gece konuşacak hiç mi bir şey bulamadınız! Nedir bu sizdeki cin muhabbeti?" diye çıkışınca bir ânda bütün bakışlar üzerime kilitlendi.

İyi saatte olsunların adını destursuz anan ablama jeton yeni düşmüş gibi söylendi: "Doğru söylüyorsun kapatalım şu cin muhabbetini. Ne kadar topluca olsak da bizi dinliyor olabilirler! Yalnız olduğumuz bir ânda gırtlağımıza çökebilme ihtimallerini de düşünürsek sesimizi kesmemiz iyi olacak!"

"Saçmalama abla, cinlerin de işi gücü yok bizi mi boğazlayacak, sen de bir âlemsin!" Böyle diyince de suratıma inen yumuşak bir cisimle ablam cevap verdi. "Salak, ay Allah'ım... Bir gün bunun yüzünden fena çarpılacağız!" diyerek, cinlerin benim yüzümden hepimizi çarpacağını söyleyince dalga geçmeden duramamıştım.

"Bunca sene çarpılmamışım bundan sonra hiç çarpılmam!" Bir yastık daha suratıma indi. Onu da sağ kolumun altına koyup, ötekini de sol kolumun altında koymuş ve kollarımın ağrısını dindirmeye çalışmıştım.

Nihal, kırlentinin geri gelmediğini görünce "Biz başımıza koyacak kırlent bile bulamıyoruz, beyefendi kafasında üç yastıkla uyuyor! Bu kadar sevme bu hayatı... Sonra biz neye koyacağız başımızı?" diye söylendiğinde yastıklarını bir şartla geri vereceğimi söyledim: "Beynimin içinde mırıl mırıl konuşmayın, uyuyorum şurada!" diyerek sessiz olmalarını istedim. Sessizliğe kavuşmayı umarken "Sen de bir âlemsin! Bir de bu cinli evde yatacak mısın?" dedi Sare.

Ona karşı sert bir tavırla cevap verdim: "Bana ne kızım, ben evin cinli olduğuna inanmıyorum ki! Hem olsa bile, beni rahatsız etmeyeceklerinden eminim!"

Bir deliyle uğraşıyormuş gibi "Bu kesinlik nereden geliyor, cinlerle anlaşma mı yaptın?" dedi. Aynı tavırla cevap verdim: "Bir yerden gelmiyor, benim onlarla işim yok, onlarında benimle! Kimse kimseye bir şey yapmadığı sürece herkes güvende demektir."

Korkutabileceğini düşündüğü tonuyla sordu: "Ama ya bunlar azgın cinlerse? Ya biz bir şey yapmadığımız halde pat diye geliverirlerse?"

Engel olmadığım bir çıkışla sesimi yükselttim: "Merak etme senin onlarla bir işin olmadığı sürece, onlarında seninle bir işi olmayacaktır. Kafanı boş şeylerle doldurma!" Kendimi olur olmaz fetva veren hocalar gibi hissediyordum.

Sarılı olan tek odayı kendilerine almayı planlayan üç kağıtçı, menfaatçi, karşısındakini salak zanneden ablam sofada söylediklerini unutmuş gibi

"Aşağıdan bir kilim getirip bizde kendimize yatak serelim böyle olmayacak!" dedi, konuyu değiştirmeye çalışarak.

Üçü el ele tutuşup aşağı inerken Fırat'ta divana yatağını serdi. Kızlar, karşıki odada uyumaya karar verdiklerinde muhabbetleri kesilmişti. Üçü aynı yorganın altında titrerken bende yorganın içinde donuyordum. Fırat ayağa kalkıp "Lan sanki içeri kar yağıyor!" diyerek ısınma hareketleri yapmaya başladı. Kolumu kıpırdatmaya mecal bulamayan ben, Fırat'ın hoplayıp zıplamalarına üşenerek bakıyordum.

Karşı odadan ablamın sesi geliyordu: "Çok soğuk, donuyorum!"

Sare: "Dışarısı evden daha sıcaktır buna eminim!"

Kübra: "En azından şu yorganları götürmemişler de ısınıyoruz. Yoksa hâlimiz yamandı!"

Çok geçmeden seslerini kesip uyuduklarında bir aralık uykuya dalmış ve kulağıma gelen horlama sesleriyle gözümü açmıştım. Fırat’a seslendim: “Horlama, birader! Uyuyamıyorum!”

Fırat, gözleri tam açılmamış bir halde bana dönüp şaşkınlıkla, “Lan ben horlamıyorum ki ayığım!” dedi ve dehşetle yataktan fırlayarak ayaklandı.

"O zaman bu ses kimden geliyor?" diye sordum. Kızlar sesin bizden geldiğini zannederek karşıki odada konuşuyordu.

Kübra uykulu sesiyle sordu: "Kim horluyor?"

Nihal:

"Batudur!"

Sare:

"Batu'nun içinde biri mi var? Bu nasıl bir horultu?"

Kübra:

"Neyse uyuyun sabaha pek bir şey kalmadı!"

Nihal "Nasıl uyuyalım bu seste?" Sonra bize seslenip "Şu horlayan her kimse başka tarafına döndürün!" diyerek akıl vermeye başladı. Biz, dehşet içinde sesin kimden geldiğini düşünüyorduk. Kapının dövülmesiyle birlikte sıradan bir gece, birdenbire karanlık bir kabusun eşiğine dönüşmüştü. Fırat'ın iri gözleri biraz daha açıldı. "Burada gerçekten yatır olabilir mi?" diye fısıldanırken onu duyduğumu fark etmemiştim.

"Saçmalama lan, yatır horlar mı?" dedim ama aslında ben de kendi içimde bir yerlerde korkunun fısıldadığını duyuyordum.

Tüylerim hafiften ürpermiş, karanlığın ardındaki bilinmez duyguyu hissetmiştim.

Fırat ısrar etti: "Lan horluyor işte!"

Yatırın horladığını düşünmek ne kadar cahilce olsa da itiraz edemedim. “Bir baksak mı?” dediğimde içimdeki cesareti sorgulamak mümkün değildi. Bir tür eylemsizlik içindeki yarı uykulu zihinlerimizi zorlayarak, sesin kaynağını bulmaya karar vermiştik.

Karşılaşacağım şeyin, yatır olmayacağına inanmıyordum.

Fırat kesin bir şekilde başını iki yana sallayıp reddetmiş ve "Saçmalama lan, olmaz!" demişti. Yalnızca hayal gücünün ürünü gibi görünen bu korku, şimdi gerçekliği tehdit eden bir şekil alır gibiydi. Esrarengiz horultular eşliğinde sabahı beklemeye başladım. Soğuk odada yorganın altında titrerken Fırat nöbet tutacağını söylemiş ancak çok geçmeden uykuya dalmıştı. Uzaktan gelen havlama sesleri evdeki sessizliği bozuyor ve her ân kötü bir şey olacakmış gibi gözlerimi kapıdan ayırmıyordum. Birden sert yumruklarla kapı dövülünce kalbim hızla çarpmaya başladı. Gecenin üçünde gelen bu ses pek de hayra alamet değildi.

Loading...
0%