Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm: Ölü Bir Kimlik

@kahverengiajanda

Bohem tarzda döşenen ev çok kalabalık görünse de aslında öyle değildi. Çoğu yeri bitkiler ve sarmaşıklar ele geçirmişti ve doğayla iç içe bir yaşam vardı burada. Yerde renkli kilimler seriliydi, kapıların girişlerine ise boncuklar asılmıştı. Bazı duvarlarda ise aile fotoğrafları vardı ve bir ara çok dikkatli incelemek istiyordum o fotoğrafları. Eski yayla evi gibi değildi ve en güzel yanı da bu ev bütün havayı içine alabiliyordu. Her yerde ardına kadar açılmış kapı ve pencereler vardı. Dışarıdan soğuk görünen bu taştan ev aslında sıcaktı. Samyeli yaylasındaki evimden katbekat iyiydi ama burayı iyi yapan Alpay abiydi. O olmasa burada kalamazdım. Alpay abi olmasa ben hayatta da kalamazdım...

Üst katta nasıl oluyor anlayamasam da bana bir oda verilmişti. Evet, bu evde bir odam vardı ve içerisi oldukça güzel dekore edilmişti. Geniş mi geniş, ferah mı ferahtı. Bu oda sevdiğim tarzda dekore edilmişti ne gariptir ki. Odaya ilk girdiğimde sol tarafta neredeyse çift kişilik gibi duran, üzeri küçük büyük yastıklarla donatılmış ve haddinden fazla rahat bir yatak vardı. Duvarlarda çeşitli ışıklar ve bohem havasından vazgeçmeyen tasarımlar vardı. Odanın duvarları ise bej rengine boyanmıştı hep. Sağ tarafımda geniş bir kitaplık duvarı boydan kaplıyordu. Duvarın en sonunda ise çalışma masası ve bitişiğinde geniş, beyaz çerçevelerle süslenmiş bir pencere vardı. Perde cereyanla sürekli bir yere savruluyordu ve doğrudan denize bakıyordu.

Her yer hemen hemen bejdi ve tüm mobilyalar ahşaptan yapılmıştı. Odanın ortasında bir de pofuduk bir berjer vardı ki en sevdiğim koltuk olacaktı. Alpay abi buranın ait olduğum yer olduğundan sanırım o kadar emindi ki bana bir oda hazırlattığını anlamıştım. Kapıyı ardımdan kapatıp yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına ittirerek odaya biraz daha girdim. Yerde kilim tarzında bir şey vardı ve pencereden içeriye sıcak bir hava esiyordu. Bu havadan rahatsız olarak pencereyi kapatmaya gittiğimde aşağıda fark ettiğim kadınla duraksadım.

Başına hasır şapka almış ve arka bahçedeki oturma grubunda tek başına oturuyordu. Bir şeyler içiyordu denizi seyrederken. Sessiz ve sakindi. Pencereyi kapatmayı tamamen unutarak kadına öylece bakarken kapımın tıklatılması ile aşağıdaki kadına bakmayı kesip arkama döndüm. Giren olmamıştı. Sanırım benden bir cevap bekliyordu ve umarım gelen Alpay abi ya da Beyza olurdu.

“Gel!” diye bağırdım cılız bir sesle. Endişeyle kapıya baktığımda kapı yavaşça aralandı ve içeriye Alpay abi girdi.

Tuttuğumu fark etmediğim nefesimi rahatlıkla verdiğimde Alpay abi düz bakışları ile “Girebilir miyim?” diye sordu. Ona başımı sallayıp pencereyi kapattım ve bu kadına olan merakımı erteledim. Küçük adımlarla yatağa yaklaşıp sanki benim değilmiş gibi, bir yabancıdan farksız tavırlarla yatağın ucuna oturdum. Alpay abi ise pofuduk berjeri altından tutup çekti ve hemen karşıma geçip oturdu.

“Beğendiniz mi odanızı Küçük Hanım? Kitaplık ve çalışma masasını seviyorsunuz diye özellikle istedim yapmalarını,” dedi arka tarafını işaret ederek. Kitaplığa kısa bir bakış atıp gülümsedim. Kitaptan çok dekoratif ürün doluydu ve daha incelemeye pek fırsat bulamamıştım.

“Sevdim tabii ki ama gerek yoktu. Zahmet etmişsin. Çok teşekkür ederim beni düşündüğün için,” dedim buruk bir his içimi kaplarken. Başımı kaldırıp odanın duvarlarına göz attım ve küçük bir kahkaha savurdum. “Yani, pek duvarlar tarzım olmasa da önemli değil. Farklılık güzeldir dersin sen hep,” dedim. Açık renkli kahverengi gözleri kısıldı hafif tebessümü ile. Acaba Alpay abi ne zaman doyasıya kahkaha atacaktı karşımda? Hep bu vakur tavırları ve tetikte oluşu beni üzüyordu.

“Alpay abi, bu insanlar ailen mi acaba?” dedim merakla. Bana anlatacağından emin olmasam da şansımı denemekten zarar gelmezdi.

Alpay abi kısa bir süre düşündü ve içinden bana verecek bir cevap aradı eminim ki. Ailesi değilse kimdi bu insanlar? Ailesi gibi sıcak karşılamışlardı Albay abiyi. Hatta garip bir şekilde beni ve Beyza’yı da sıcak karşılamışlardı. Rahatsız olmamışlardı bizden. Bu zamanlarda Alpay abiye olan güvenim hep daha da sağlamlaşıyordu zira bana yalan söylemediğini hep bu zamanlarda verdiği cevaplarda hissediyordum.

Düşünceli gözlerini kaldırıp gözlerime baktı nihayetinde.

“Sizin için hayatım hep bir gizem olarak kaldı öyle değil mi Küçük Hanım? Bu zamana kadar hakkımda pek de bir şey öğrenemediniz ama biliyorum ki bunu hep merak ettiniz,” deyince söylediklerindeki doğruluk payı ve hatırı sayılır ciddiyetiyle kafamı salladım.

“Merak ettim ama anlatmadın bana hiçbir zaman. Zorlamak anlamsız geldi. Biliyorum çünkü…” dedim birkaç gün önceki dört duvara sıkışan hayatımı düşününce. “Bir şeylere zorlanmanın ne demek olduğunu benden daha iyi kimse bilemeyeceği için ben de sana aynısını yapmak istemedim. Çünkü sen benim için aklının hayalinin alamayacağı kadar değerlisin ve ben seni kaybedemem. Beni ne zaman gerçekten kardeşinmişim gibi görürsen ve bana Küçük Hanım demeyi bırakırsan işte o zaman bir şeyleri öğreneceğimi zaten biliyorum.”

Verdiğim bu cevap karşısında bir hayli şaşkına uğrayan Alpay abinin savunmasız yakalanışına derinden tebessüm ettim ve yatakta bağdaş kurdum. Herhangi bir kan bağımın olmadığı bu adam öz abim olsa ancak bu kadar severdim. Zira öz abimin yüzünü de pek hatırlamıyordum. Kardeşlerim Alpay abinin aksine benimle hiç ilgilenmezlerdi.

“Annemin evi burası,” dedi birdenbire. Ondan beklemediğim bu cevap karşısında savunmasız hissetme sırası bana geçmiş gibiydi. Şaşkınlık içerisinde gözlerim irileşirken daha da dikkat kesildim. Kambur oturuşum dahi düzeldi bu sözler üstüne.

“Annen mi?” dedim daha çok merak ederek. İlk kez bana annesinden bahsediyordu. İlk kez kendisinden bahsediyordu sadece adını bilip abim yerine koyduğum bu adam.

“Evet, aşağıdaki kadın öz annem. Adı Nilüfer ve biz maalesef uzun zamandır görüşmüyoruz onunla. Beni dokuz yıl sonra ilk defa karşısında görünce duygulandı. Serpil teyze de onun çok yakın arkadaşıdır. O kadar yakın arkadaşlar ki hatta teyze diyorum ben direkt. İstersen sen de diyebilirsin teyze, amca…” dediğinde sözlerinde en çok dikkat ettiğim şey bana ilk defa sen diye hitap ediyor oluşuydu.

Kalbim delicesine atarken heyecanla ve sıcak bir hisle kucaklandım sanki. Bu ilkler bana birdenbire fazla gelse de sevmiştim. Şimdi gerçekten abim gibiydi işte.

“Şey… Ben… Teşekkür ederim!” dedim birdenbire ellerimle oynayarak. Ne tepki vereceğimi kestirememiştim ve saçma sapan tepkiler veriyordum ama elimde değildi. Alpay abi bu duruma anlayışlı davranarak gözlerimin içine bakmayı sürdürdü.

“Endişelerin var, biliyorum. Korkuyorsun bunu da biliyorum. Hata mı yaptın doğru mu yaptın bunu kafanda düşünüyorsun, biliyorum ama her şeyi zamana bırakma vakti geldi. Burayı da zamanla benimseyeceksin. Sadece şunu bil ki, yabancı bir yerde değilsin tamam mı? Buradaki insanlara koşulsuz şartsız güvenebilirsin. Yeni hayatına sen de alışacaksın ve buradan ayrılmak istemeyeceksin. Buradan ayrılmak istemeyeceğin zamanlar da gelecek ve eski günlerini, yani şimdiki haline güleceksin. Buna inanıyor musun?” diye sordu. Kurumuş dudaklarımı yaladım ve belirsizlik içerisinde omuz silktim. Bu söylediği oldukça imkânsız geliyordu kulağa.

Nasıl olur da hiç tanımadığım bir avuç insana koşulsuz şartsız güvenirdim? Bunu kim yapabilirdi?

“Sen inanıyorsan ben de inanırım Alpay abi,” dedim başımı sallayarak ama güven meselesinde hala tereddütlerim vardı. “Bana kaçacağız dediğinde inanmamıştım ama şimdi o evden kaçtım. Buna bile hala inanamıyorum ama şu an gerçek, en azından bunu biliyorum. Benim için zor olacak ama…” Dudaklarımı büzdüm omuzlarım düşerken. Alpay abi gözlerime uzun sayılmayacak bir süre öyle baktı baktı ve dudaklarını benim aksime sıcacık bir gülümseme sardı. İçim ısındı ve rahatladığımı hissettim.

“Ben yanındayım, korkma ufaklık,” diyerek oturduğu yerden ayağa kalktı ve yanıma oturup kollarını zayıf bedenime doladı. Kalp atışlarını hissettiğimde gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Güvenli limanımdaydım hala ve Alpay abi her zamanki gibi elimi tutmayı bırakmamıştı. Sanırım hayatımın dönüm noktası işte tam olarak burasıydı…

Alpay abi benden ayrılıp saçlarımı okşadı gözlerimin içine bakarak. Annem bu saçları çok çekerdi ve Alpay abi kopan her saç telimi iade edercesine okşardı.

“Aç mısın?” diye sorduğunda arsızca gülümsedim sorusuna.

“Evet,” diyerek kafamı salladığımda verdiğim cevaba gülümseyerek ayağa kalktı.

“Hadi o zaman, size çok güzel bir yemek yapayım.” Beklediğim cevabı aldığımda gülümsemem daha da büyüdü çehremde.

Oyunbaz bir tavırla, “Tatlı ekşi soslu tavuğundan mı yapacaksın yoksa?” diye sorarken çoktan yatağımdan kalkıp kapıya yönelmiştim. Alpay abi önüme geçip elini uzattı.

“Küçük Hanım ve arkadaşı ne isterse onu yapacağım tabii ki!” dediğinde dilimle dudağımı yalayıp ellerimi birbirine sürttüm zevkle.

“Pekâlâ, o zaman Beyza’ya bakıyorum hemen. Mutfak nerede?”

“Aşağı katta merdivenin direkt karşısında kalıyor. Beyza’yı da çağır gel.” Alpay abiye başımla cevap verip benim hemen yan odamda kalan Beyza’nın kapısına vurdum. İçeriden uzun bir süre ses gelmeyince kapıyı hafifçe açarak kafamı uzattım ancak geldiğim bu oda biraz garipti.

Bej rengi duvarlar solgun duruyordu ve köşede tek kişilik bir bazanın dışında oda neredeyse boştu. Yanlış odaya gelmiş olmanın ihtimali ile sessizce odadan çıkmayı düşündüm ve kapıyı kendime doğru çektim ancak kapının arkasından birisi kapıyı açmaya kalkınca sendeleyerek öne savrulmam kaçınılmaz oldu. Tökezleyerek odaya girdiğimde yere kapaklanacağımı düşünürken birinin kolunu belimde hissettim. Korkuyla bu yabancı kollardan uzaklaşıp geriye gittim. Karşımda o adam duruyordu. Adı Oğuz olan. Zaten başka genç de yoktu evde.

“Şey… Ben… Öz-özür dilerim…” diyerek başımı eğdim. Onun odasına girmiştim yanlışlıkla. O kadar utanıyordum ki çok kısa bir süre yüzüne bakıp daha sonra fayansları seyretmeye başladım. Kolumu sıvazlayarak kapıya yönelirken Oğuz konuştu:

“Neden özür diliyorsun? Buraya girmeyecek miydin zaten?” diye sorunca başımı hızla iki yana salladım. Amma rahat ve konuşkan birisiydi. Ben onun odasına neden girecekmişim üstelik?

“Yok hayır… Ben sadece… Beyza’nın…” dedim elimle bir o tarafı bir bu tarafı gösterirken. Kafam allak bullak olmuştu. İnsanlar neden beni bu kadar rahatsız ediyordu?

“Beyza’nın odası mı sandın burayı?” diye sordu birdenbire. Cevap vermek yerine başımı salladım hızlı hızlı. “Yere bir şey mi dökülmüş?” diye sorunca kaşlarım hayretle kavislendi ve fayansa daha dikkatli baktım ama yerler tertemizdi. Kafamı kaldırdım bir anda.

“Yok, temiz,” dediğimde Oğuz’un yüzündeki ukala gülüşle tek kaşım kalktı ve kapının kolunu tuttum. Müthiş bir kuvvetle kahkaha atıyordu ve eminim ki bu kahkahası her yerden duyuluyordu. Dalga geçiyordu benimle! Bu kalbimi kırsa da alışık olduğum bir his olduğundan çok üzerinde durmadım. Çekimserliğim katbekat artarken yutkundum. “Gitsem iyi olacak. Özür dilerim tekrar,” diyerek odadan hışımla çıktım. Oğuz arkamdan adımı bağırınca bir garip hissetsem de merdivenleri bulup paldır küldür inerken yolda o kadınla karşılaştım.

Nilüfer idi adı. Alpay abinin annesi olan kadın. Bu kadarı da fazla değil miydi? Bu ev çok kalabalıktı, her gittiğim yerden biri çıkıyordu ve hepsi de beni süzüp inceliyordu! Kafama torba geçirip yaşayacaktım artık. Anın şokuyla duraksadığımda gözlerimiz kesişti. İçli içli bakan hareleri beni gördüğünde durgunlaşmıştı adeta. Ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı araladım. Ellerim titriyordu gerilmekten.

“Aç mısınız?” dedim saçma bir şekilde. Oğuz’un adımı bir kere daha bağırıp merdivenlerin başına gelmesinden sonra gözlerimi yumdum sıkıntıyla ve Nilüfer teyzeye döndüm tekrardan. Elimle aşağıyı işaret ettim sonra. Elimi takip ediyordu gözleri. “Alpay abi güzel yemek yapar… Yani açsanız…” Cümlemi tamamlayamadığım sırada kadın kafasını aşağı yukarı salladı.

“Açım güzel kızım,” dediğinde gözlerimi kırpıştırarak yüzüne bakakaldım. Bu kadar sıcak bir sesi olmasına şaşırıp kalmıştım. Çok naif ve dokunsam kırılacak kadar nazikti. Bana öyle bir ses tonu kullanmıştı ki sanki merhametin vücut bulmuş haliydi bu kadın.

İç çekerek başımı sallarken Oğuz bir kere daha bana seslendi ama duymazdan geldim. Onun yerine Nilüfer teyze cevap verdi Oğuz’a.

“Oğuzcuğum neden yemekte bize eşlik etmiyorsun? Hem Samyeli…” Adımı söyledikten sonra duraksadı ve bana hitaben konuştu. “İsmin Samyeli değil mi?” diye sordu teyit etmek ister gibi. Arkama dönmeden başımı salladım.

“Evet. Samyeli,” dediğimde Nilüfer teyze devam etti sözlerine.

“Samyeli buraları bilmiyor. Belki daha sonra sahile gezmeye gidersiniz ya da kasabada bisiklet sürersiniz?”

Yüzüm düştü söyledikleriyle. Ben bu adamla hiçbir şey yapmazdım. Ben öyle bir insan değildim ki. Bu bahsettiklerini normal insanlar yapardı ve ben bu hayattaki en anormal insandım. Öyle aktiviteler yapmaktansa uyumak daha iyi bir seçenekti.

“Olur,” dedi, Oğuz keyifli keyifli. Dünden razıydı sanırım ama ben bu aktivitelerin hiçbirinin içinde yoktum.

Titrek bir nefes alıp mutfağa girdim. Daha fazla onları dinlemek yerine mutfak tezgâhında biberleri doğrayan Alpay abinin yamacına iliştim bir çocuk gibi.

“Ben Oğuz’la dışarı çıkmak hatta konuşmak da istemiyorum ve Beyza’nın odası her neresiyse bana iyice tarif eder misin, yanlışlıkla Oğuz’un odasına girdim ve tekrar yanlış bir odaya girmek istemiyorum.” Tek nefeste sessizce konuştuktan sonra Nilüfer teyzenin ve Oğuz’un ayak sesleri mutfağı doldurdu.

Onlara kaçamak bir şekilde bakıp iç çektikten sonra tezgâha döndüm hemen.

“Ben de tavukları doğrarım,” diyerek tezgâhın bir köşesinde duran tavukgöğsüne uzandım ve paketini açmaya başladım. Evde kaldığım süre boyunca en iyi bildiğim şey yemek yapmak olmuştu. Beceriksiz sayılmazdım ama Alpay abi gibi mükemmel de değildim bu konuda. Benim en iyi yapabildiğim şey düşünmek ve bolca okumaktı sanırım. Kitaplar benim yaşayamadığım hayatımdı.

“Oğuz, Küçük Hanım ile aranızda bir şey mi oldu koçum?” Alpay abinin otoriter sesini duyunca bıçak aramak için sürekli açtığım çekmeceyi kapatıp doğruldum. Şimdi durup dururken neden Oğuz’u sorguluyordu ki? Bunu kastetmemiştim ben.

“Bir şey olmadı…” dedi Oğuz belirsiz bir sesle. Yüzümü ona döndüğümde şüpheyle bana bakıyordu. Alpay abiye baktığımdaysa soğanlara öyle odaklanmıştı ki yüzünde kas oynamıyordu.

Keskin bir sesle, “Emin misin?” dediğinde derin bir nefes aldım.

“Alpay abi…” dedim dişlerimin arasından. Beni duymazdan geldi ve bıçağı bırakıp masada oturan annesine ve Oğuz’a döndü. Sonra göz ucuyla bana baktığında yapma dercesine kafamı salladım. Beni dikkate alacağını bildiğimden yüzüne inatla bakmayı sürdürdüm.

“Küçük Hanım biraz hassastır,” dedi diğerlerine dönerek. “Daha dikkatli davran ona olur mu koçum?” dedi ve Oğuz’un bir şey söylemesine fırsat vermeden önüne dönerek bana başıyla yan tarafını işaret etti. “Biberleri soteler misin?” Bu konuyu kapattım demekti.

Alpay abi bu zamana kadar bana hiç adımla seslenmediği gibi aramızdaki resmiyeti kaldırsa bile adımı kullanmamakta ısrarcı davranırdı. Bunun sebebini çok anlayamasam da bana bir keresinde adımı sevmediğini ve saçma bulduğunu söylediğinden beridir çok sorgulamıyordum. Bana göre de saçmaydı adım. Yaşadığım kasabanın adını taşıyordum çünkü.

Dediğini yaparak ocağın başına geçtim ve az yağda biberleri sotelemeye başladım. O sırada Oğuz kendi kendine konuşmaya başladı. Sanırım bana bir şeyler anlatıyordu ama bundan emin olamıyordum.

“Burada bisiklet sürmek çok yaygındır. Zaten genelde de yerli halkın dışında turistler vardır ama öyle kalabalık bir kasaba değil. Sahili var, çok güzel hem de. O yüzden ilk rotamız bence yarın sahile gitmek olsun?” dedi sorarcasına. Dudaklarımı büzdüm. Bana mı anlatıyordu sahiden? Cevap vermek istemiyordum çünkü.

“Dışarı çıkmak şimdilik tehlikeli,” diyerek Oğuz’un önünü kesti Alpay abi. İfadesizce tavuğu doğruyordu karşımda. Burnumu kırıştırıp sotelenen biberlerin içine minicik doğranan soğanları ekleyip tavayı salladım.

“Sahil sessiz sakin olur Alpay abi. Şafak vakti gidersek eğer güzel bir manzarası oluyor.” Bunlar geçersiz şeylerdi Alpay abi için.

“Şafak vakti çok erken. Uykusunu almadan uyanmamalı Küçük Hanım,” deyince omuzlarımı düşürüp yüzümü buruşturdum. Bebek de değildim canım. Esir hayatı yaşarken bile bana bu kadar dikkat etmezdi şimdi buraya gelince ne değişmişti?

“Ben bir yere gitmek istemiyorum,” diyerek arkama döndüm ve dudağımın içini kemire kemire Oğuz’a baktım. Bir umut taşıyordu gözlerinde ancak o umut kimeydi, neyeydi bilmiyordum. “Ben sadece yalnız kalsam bir süre daha iyi olacak,” dedikten sonra arkama dönüp keyifsiz bir şekilde Alpay abiyi dürttüm işaret parmağımla. Bana döndüğünde sessizce, “Odama gitmek istiyorum. Uykum geldi,” dedim ve tavayı bırakıp hızla mutfaktan çıktım. Koşarcasına merdivenleri tırmandıktan sonra odama girdim ve kapıyı kapattım.

Çantamdan üzerime giyeceğim rahat bir şeyler aradım ve bulduğum ince pijama altını ve uzun kollu bluzu giyerek yatağın içine girdim. Yatak buz gibiydi ancak buz gibi oluşu beni pek de etkilememişti. Samyeli yaylasındaki evimden daha sıcaktı ve orada geçirdiğim geceleri düşününce bu yatak harikaydı. Gözlerimi yumduğumda uyumak öyle kolay olmamıştı. Yatakta düşüncelerimle boğuşa boğuşa uykuda inat ederken havanın kararması ile bir süre sonra içim geçti ve ancak öyle uyuyabildim.

***

Kâbusların peş peşe geldiği bir gecenin sabahına gözlerimi öyle yorgun açmıştım ki sanki dün gece hiç uyumamışım gibi uyanmıştım. Bazı sesler kulağımı tırmalarken rahatsız bir şekilde yastıklara sarılıp tekrar uyumaya çalışmıştım ama başarılı olamamıştım. Hem çok üşüyordum hem de çok terliyordum. Titremelerim de artıyordu ve beni asıl uyandıranın bu olduğunu anlamıştım. Aşağı kattan ya da koridordan gelen bağırma seslerini daha net algılamaya başladığımda yutkunarak doğruldum ve sersem bir şekilde etrafa baktım. Yeni odama alışmak zaman istiyordu. Nerede olduğumu hatırlayıp dün akşamı da kafamda bir kere daha yaşadıktan sonra yatağımdan kalktım ve yüzüme gelen saçlarımı elimle hemen toplayıp yatıştırdım.

"Salak salak konuşma İpek! Bu saatte nereden geliyorsun sen?" diye bir ses duyduğumda bu konuşmanın hemen kapımın arkasında yapıldığını düşünmeye başladım. Gözlerimi ovalayıp kapıma kadar gittim ancak kapının kolunu çevirmeden öylece bekledim. Kemiklerim ağrıyordu ve bu sanırım ilaç almadığımdandı.

Genç bir kız, "Ya abi bıraksana! Sana ne? Nereden geliyorsam geliyorum. Sanki sen geceyi dışarıda geçirmiyorsun hiç?" diye yükseldi. Başım çatlıyordu ağrıdan ve bu sesin kime ait olduğunu kafamda düşünürken Oğuz’un sesini işittim.

"Beni örnek alacak akılda mısın kızım sen? Gece eve gelmemek ne demek? Kafayı mı yedin sen? Bak bir daha sormam, cevap ver bana İpek!" Sesi hiç olmadığı kadar sert geliyordu. Tıpkı Alpay abi gibi…

Korkunç bir hissin pençesine düşmüş gibi hemen geri çekildim ve duvara sindim. Bu evde kaç kişi yaşıyordu, bu insanlarla kalmak zorunda mıydım bilmiyorum ama o kadar uzun süre yalnız kalmıştım ki bunca insana alışmak zor olacaktı benim için. Şimdi dışarı çıksam mı bir türlü karar veremiyordum ama Oğuz’un sesi çok sinirli geliyordu. Üstelik bu gürültüyü kafam kaldırmıyordu. Alpay abiyi çağırsam iyi olacaktı ama bu tartışmanın da ortasına düşmek istemiyordum.

"Ya abi saçmalama daha fazla!" diye bağırdı genç kız ince bir sesle ve bu defa sesi beni korkutmaya yetti. Eklemlerim ağrıyordu ve bu ağrı yüzünden ağlayacaktım sanırım.

"Bağırma be, bağırma!” diye fısıldadı Oğuz hiddetle ve ekledi, “Yürü içeriye İpek!" dedikten sonra bir kapı sesi işittim.

Yapamazmışım gibi geldi bir an. Ellerimle kulaklarımı örttüm hafifçe. Ben bu evde, bu gürültüde, bu yabancılıkta nasıl yaşayacaktım? Başıma saplanan ağrı ile birlikte ayağa kalkma isteğim son buldu. Yüzüm buruştu birdenbire. Tam şakaklarımdan saplanan ağrı artınca tiz bir ses yayıldı beynime.

"Üff..." Gözlerimi sımsıkı kapatarak kitaplığın rafından tutunduğumda kapıdan gelen gürültüler saniyelik olarak aklıma kazındı.

"Dur oraya gir-"

Oğuz henüz cümlesini bitirmemişti ki birinin çat diye odaya dalması şiddetle irkilmeme sebep oldu. Kafamı kaldırıp kısık gözlerle karşımdakilerin yüzüne baktığımda genç bir kızın ve Oğuz'un kapıda bana baktığını gördüm. Oğuz alt dudağını ısırarak alnını sıvazlarken genç kız şok içinde gözlerini irileştirmiş bana bakıyordu.

"Yuh be!" dedi sessiz bir nidayla. Usulca kalkmaya çalıştığım kitaplığın dibine çöktüğümde baş ağrım hafiflemeye yüz tutuyordu. Biraz daha şakaklarıma bastırdım belki tamamen geçer umuduyla çünkü ilaç almak istemiyordum. Yüksek seste hep yaşardım bu durumu. Başıma inceden bir ağrı saplanırdı ve uzun süre tahammül edemeyip asabileşirdim. Eğer ilaç da almıyorsam bu benim için biraz daha eziyetli olurdu, şimdiki gibi.

"Bu kız..." diye mırıldandı adını bilmediğim genç kız. Karşısında henüz beni gördüğünde yaşadığı manasız şoku atlatamamıştı ki Oğuz yanıma gelip bileğimden tutmaya kalktı ama kendimi geri çekmem onun da durmasına sebep oldu. Gözlerini sabırla yumduğunu gördüm bir ara ve hızla nefesini verdiğine şahit oldum. Bunları umursamayarak baş ağrıma odaklandım. Kademe kademe azalmaya başlamıştı ve bedenimi saran gerginlik gevşemeye yüz tutmuştu.

"İyi misin sen?" dedi merakla. Sessizce başımı sallayıp emekleyerek ondan uzaklaştım ve bir köşeye sindim yeniden. Üstüme üstüme geliyorlardı ve görmelerini istemiyordum. "İpek, çık dışarı," dedi Oğuz, bağırmadan lakin kelimeler ok gibi saplanıyordu sahibine. Yutkundum ağır ağır. Gözlerimi kapattığımda adı İpek olan genç kızdan şaşkın bir cümle işittim.

"Ekim abla mı yoksa?"

Ekim mi, diye düşündüm içimden. Ekim abla da kimdi?

"İpek çık!" diye yükseldi Oğuz sabırsızca. Demek ki sinirlendiğinde böyle korkulacak birisi oluyordu. O esnada karanlık perdelerin indiği zihnimde bir ses yankılandı yüksek sesle. Yerden tutundum bir elimle ama zihnimde yankılanan o sese engel olamadım.

"Ekim abla koş, koş bu taraftan uçuyor!"

"Uçuyor mu?" diye mırıldandım zihnimdeki sesle. Ellerimi artık tamamen yere dayayıp gözlerimi açtığımda Oğuz vardı karşımda bir tek. Kuruyan dudaklarımı ıslatarak bir şeyler düşünmeye çalıştım. Az önce zihnimde avaz avaz bağıran o çocuksu ses de neyin nesiydi? Delirmeye mi başlamıştım artık? Ekim abla da kimdi? Bu ses kime aitti bir türlü çıkaramıyordum ama çok tanıdık geliyordu. Bu gözler, bana bakan bu kayıp gözler haddinden fazla tanıdıktı ama zihnim ona bakarken bomboştu.

"Neyin var? Nasıl yardımcı olabilirim sana? İyi görünmüyorsun."

Burnumdan titrek bir şekilde nefes aldım ve geriye doğru gittim. Göğsüm şiddetle inip kalkıyordu zihnimim oyunları yüzünden. Ondan biraz daha uzaklaştığımda Oğuz ister istemez bana yaklaşmaya bir son verdi. Orada kaldı ve gözlerimin içine bakmaya devam etti. O kadar yoğun bakıyordu ki kesmesini isteyecektim artık bana bakmasını. Kafam bir anda o sesle o kadar çok karışmıştı ki gözlerimi kapatıp açarak nefeslenmeye çalışıyordum karşısında. Ekim diye yankılanıyordu bir ses ancak ekimin ne olduğunu bilmiyordum.

Zayıf bir sesle, "Alpay abi nerede?" diye sordum. O benim çaremi bilirdi ve beni bu cendereden kurtarırdı.

Oğuz tek eliyle yüzünü sıvazlayıp arkasına baktı bir müddet. Ne yapacağını o da bilmiyor gibiydi sanki. Başımdaki ince sızı ince ince artarken dişlerimi usulca birbirine bastırıyordum. Birkaç gündür ilaçlarımı almıyordum. Aniden bıraktığım için miydi bu kadar baş ağrısı anlayamıyordum.

"Çağırıyorum hemen, bekle burada," diyerek yerinden kalktı. Gidebilecek haldeydim sanki. Sonra bir saniye bile durmadan odadan çıktığında sindiğim yerden ayrılıp emekleyerek yatağa çıktım ve tekrar uzandım. O kadar anlamsız bir korku sarmıştı ki bedenimi durmadan ürperiyordum. Burası sıcak değildi ve asla da olmayacaktı. Burayı yadırgıyordum. Yatak ne kadar rahat ve yumuşak olursa olsun bir şey eksikti ve o eksiklik yaylada kalmıştı. Sıcak sıcak nefesler alırken gözlerim kapıya odaklanmış haldeydi.

İçimden saymaya başladım.

Bir, gelmedi.

İki, gelmedi.

Üç, ayak sesleri geliyor.

Ve dört, kapı açıldı.

Alpay abi, birkaç adımda yatağın yanına çökünce yüzümde sersem bir gülümseme hissiyle ona baktım. Dört saniye kuralını yine başarıyla uygulamıştı ve tahmin ettiğim gibi, pijamalarıyla değildi. Öyle uyumuştu.

"İyi misin? Nasıl hissediyorsun kendini?" diye sordu telaşla. Başımı korkak bir şekilde salladım ama ne kadar anladı bilemiyorum. Alnımı kontrol ediyordu elinin tersiyle ama hasta değildim ya da ateşim yoktu.

Kurumuş dudaklarımı aciz bir hisle araladım, "Başımda bir sürü ağrı var Alpay abi. İlaç... İlaçlardan dolayı galiba," deyiverdim. Annemin beni maruz bıraktığı, ne olduğu bilinmez ilaçları kaç gündür almıyordum. Bağımlılık yaptığını, onların içinde aslında tehlikeli şeyler olduğumu öğreneli birkaç hafta olacaktı. Buraya gelirken de en çok bu durumdan korkmuştum. Annemden kurtulabilirdim belki ama bu ilaçlardan asla kurtulamazdım. Bu ilaçlar ağırdı ve hastane süreçlerimde beni hep çok zorlayan ilaçlar olmuştu.

Alpay abi omzumu hızlı hızlı sıvazlayarak, "Sakin ol," dedi. Arkasında endişeyle suratıma bakan Oğuz'a döndü. Elini beline koymuş bir şeyler yapmak arzusuyla bekliyordu. "Abicim benim odamda yatağın altında siyah, deri bir çanta olacak. Onu kap gel hemen. Acil!"

Oğuz, başını sallayarak odadan çıktığında tekrar bana döndü. Bir elini yanağıma koyup acıyan gözlerle yüzüme baktı. Bana veya halime acımıyordu. Ne çekiyorsam o da hissediyordu sanki. Ne kadar canım yanıyorsa onun da canı yanıyordu. Acı öyleydi işte. Gözlerinde bir çaresizlik vardı, keşke görmeseydim diyeceğim türden ve ilk defa şahit olduğum.

Çenem üşümekten titrerken, "Alpay abi, kötü bir şey değil değil mi?" diye sordum. Geçmesini umut ettim çünkü umudun ta kendisi karşımdaydı.

Alpay abi kafasını iki yana salladı kendinden emin bir halde. "Yok yok hayır. Kötü bir şey yok. Sen de biliyorsun ki aldığın ilaçlardan böyle baş ağrısı ve üşümeler yaşaman normal. Zehra Hanım'ın sana verdiği ilaçlardan biraz temin etmiştim ben. Onlar yanımda. Sana şimdi aldığın ilaçlardan daha az bir dozda vereceğim ki baş ağrın geçsin. Zaten birkaç gün içinde doktora da götüreceğim seni korkma. Kötü hiçbir şey yok. İyileşeceksin," diyerek defalarca saçlarımı okşarken bir gürültü duydum. İçim az da olsa rahatlamıştı.

Alpay abi iyileşeceksin diyorsa iyileşirdim.

Odaya bodoslama dalan Oğuz, "Getirdim abi!" diyerek siyah çantayı Alpay abiye verdiğinde Alpay abi ne yapacağını bilir gibi çantayı açıp içinden şeffaf bir tüple paketli iğne çıkardı. O saniyelerde gözüm doldu çünkü bu ilacı aldığımda midem fazlasıyla bulanıyor, aptal bir ruh haline bürünüyordum ve iğne canımı yakıyordu. Kafamın içi bomboş bir tenekeden farksız oluyordu ilaçtan sonra. Böyle olmaktan nefret ediyordum.

“O ne iğnesi abi?” dedi Oğuz nefes nefese. Göğsü şiddetle inip kalkıyordu ve pür dikkat bana bakıyordu. İlacın gitgide bana yaklaştığını hissederken Alpay abi iğneyi hazır edip gözlerime baktı. Çenem titriyordu, iğneyi gördüğüm içinse ağlıyordum. Başımı tavana çevirdim ve taş kesilen kolumu açtım.

“Tutun beni,” dedim gözyaşları içinde. Gözlerim Oğuz’a kaydığında gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Neden böyle bir şey istediğimi anlamıştı çoktan. İstemsizce çırpınacaktım ve birisi beni tutarsa daha hızlı bitiyordu.

“Oğuz sıkı tut,” dedi Alpay abi tek solukta. Oğuz anlayamasa da yatağın öteki tarafına geçip kollarıma tereddütle dokununca gözlerimi ona çevirdim. Şafak sökerken odam sabahın soğuk mavisine boyanmıştı. İçim kararmıştı yaşanacaklardan.

“Çok sıkı tut,” dedikten sonra kollarımdaki sıcak parmakları elektrik akımı gibi dolaştı vücuduma. Kalbim titrerdi tüm vücudumla ve parmakları sıklaştı. Nefes aldım ve nefesimi tuttuğum sırada Alpay abi iğneyi omzuma batırdı. Başım otomatikman geriye çıktı ve boğazımdaki damarlar üç saniyede patlayıverdi acıdan.

“Bir çeşit sakinleştirici bir madde. Küçük Hanım için gerekli bir şey. İzle sen de öğren, sen de yapmak zorunda kalabilirsin. Küçük Hanım kendisine iğne yapamaz. Acı veriyor,” diye hızlıca açıklarken iğnenin demirini içimde hissediyordum ve bacaklarımı yatağa vuruyordum.

Dudaklarımdan acı dolu inlemeler firar ederken Oğuz daha sıkı tuttu beni. Başımı sağa sola savurmaya başladım ağlayarak. İğnenin keskin acısı ve ilacın yakıcı hissiyatı usulca yok olurken gözlerimi açtım nefes nefese. Oğuz burnumun dibindeydi. Kaşları çatık halde yüzüme bakarken burnumdan derin derin nefesler alıp yutkundum. Çok geçmeden mide bulantımı hissetmeye başlamıştım.

“Oğuz, bastır omzuna,” diyerek ayağa kalktı Alpay abi. Bedenimin yavaşça uyuştuğunu hissederken hücrelerim usulca kasılmaya bir son verdi. Oğuz beni tutmayı kesti ve omzuma bastırdı pamukla. Bastırdığı yeri de hafifçe ovmaya başladı ve bu acıyı dağıttı. Yanıma oturunca sakince gözlerimi açıp kapatmaya başlamıştım.

“Alpay abi nereye gidiyor?” dedim sessizce. Şimdi de uykulu çıkıyordu sesim ya da bayılacaktım. Bu acıyı kaç gündür hissetmediğim için mutluydum ama mutluluğum her zamanki gibi kısa sürmüştü.

“Geleceğim az sonra, biraz dinlen. Oğuz başından ayrılma abicim geliyorum beş dakikaya,” diyerek odamdan ayrıldı Alpay abi. Kapı ardına kadar açık kalırken dalgın gözlerle Oğuz’a baktım. Bu ana şahit olmasa iyiydi ama şu anda umurumda değildi.

“Daha iyi misin?” diye sordu gözlerimin içine bakarken. Tıpkı Alpay abinin gözlerindeki merhamet gibi bakıyordu bana. İç çekerek gözlerimi kırptım. Bu ilacı aldığımda öylesine sakinleşiyordum ki bir nevi antidepresan gibi bir ilaçtı bu. Annem bunu psikiyatri seanslarımda bana verirdi çünkü psikiyatra gitmek istemezdim ve beni her seferinde oraya zorla götürüp unuttuğum geçmişimi kurcalardı.

Hatırlamıyordum ama. Ben gözlerimi açtığımda on bir yaşındaydım ve ömrümün ilk sekiz yılı da bir yayla evinde hapsedilmekle geçmişti. Ben hayatıma dair, benliğime dair hiçbir şey bilmiyordum. Nasıl bir çocuktum hiç bilmiyordum. Güler miydim, oyun oynar mıydım, okula gitmiş miydim hiç bilmiyordum bunları.

Ben aslında kim olduğumu hatırlayamıyordum. Karmakarışık, ölü bir kimliğe sahiptim.

.

.

.


Yeniden merhaba güz yaprakları. Bu arada yazmayı unuttum ben görsel eklenmiyor galiba buraya. Instagram hesabımdan Koyu Kestane ile ilgili görsellere de ulaşabilirsiniz. Takipleşelim. :)

Instagram: kahverengiajanda / Kişisel: wferideyildiz

Loading...
0%