Yeni Üyelik
3.
Bölüm

DENİZİN SIFIR NOKTASINDA

@kahveyesilineasik

- Yardım edeceğim... Ama öncelikle şunu bilmeni istiyorum Gazeteci; Düne kadar sen benim görgü tanığımdın ve bu saatten sonra da ben senin işlediğin cinayetin görgü tanığıyım. Yanlış bir hareketinde 155 bir telefon uzağımda olur. Ha sen dersen ki ben de seni polise ihbar ederim, şöyle anlatayım; Suçumu üstlenecek birden fazla adamım var.

 

Söyledikleri adeta şimşek misali çakıyordu beynimin içinde. Oysa ben birinin hayatını kurtarmak için öldürmüştüm diğer kişiyi. Ama bunu yaparak kendimi onun kapanları arasına iyice sıkıştıracağımı nereden bilebilirdim ki?

 

Ona boyun eğmekten başka seçeneğim yoktu.

 

Başımı birkaç saniye geriye atıp tavanı izledim. Sonra gözlerine bakarak konuştum:

 

- Peki... Ne yapmamı istiyorsan... Yapacağım...

 

Gözlerini kısarak küçücük bir tebessüm ederken ilk defa görmüştüm sol yanağındaki hafif çukuru. Ve hemen ardından da sesini duydum:

 

- Oyunu nasıl oynayacağını biliyormuşsun, kapasiten varmış aslında.

 

Ona gözlerimi devirdiğim sırada dudaklarımı araladım:

 

- Ne yapmamı istiyorsun?

 

Bir elinin işaret parmağı ile bahçeyi göstererek cevap verdi:

 

- Bahçeye çıkacaksın. Ama ondan önce yukarıdaki odalardan cesedi sarmamız için birşeyler bulman gerekecek. Ben de cesedi bahçeye çıkaracağım.

 

Başımı aşağı ve yukarı sallarken ekledim:

 

- Tamam.

 

 

𓆩𓆪

 

Kısa süre içinde odamdaki uzun ve beyaz kilimle birlikte Celil'in yanına, bahçeye inmiştim. O, cesedi kilime sarmaya başladığı sırada ben de salondaki kan gölünü zar zor temizlemeye başlamıştım. Bu o kadar zordu ki öğürmemek için zor tutuyordum kendimi. Nihayet işim bittiğinde ben de bahçeye çıktım. Kan kokusu burnumda yer edinmişti sanki. Islak toprak kokusunu içime ne kadar çekersem çekeyim rahatlamama neden olmuyordu.

 

Yanına geldiğimi fark eder etmez işinin bittiğine dair bir cümle kurdu:

 

- Tamam, hazır bu. Cesedi garaja taşımamız gerek. Ben omuz bölgesinden tutarım. Sen ayakucuna geç.

 

Onu başımı sallayarak onayladığım sırada cesedin ayaklarından tutup zar zor sürüklemeye başlamıştım. Ellerimle sıkıca kavradığım nesnenin ölü bir bedene ait ayak bilekleri olduğunu düşündükçe midem bulanıyor ve burnuma psikolojik olarak düşündüğüm kan kokusu geliyordu.

 

Yaklaşık 5 dakika içinde ikimiz de zar zor cesedi garaja taşımıştık ve burada çok araba vardı. Acaba her gün farklı bir arabayla mı geziyorlar diye düşünmeden edemedim.

 

- Bak en köşede siyah renkli 33 MRS 033 plakalı siyah bir araba göreceksin. Sana anahtarların yerini tarif edeceğim, arabanın bagaj kapağını açacaksın.

 

Celil'in konuşmaya başlamasıyla gözlerim en köşedeki siyah arabayla buluştu. Anahtarın yerini sordum:

 

- Tamam, anahtarlar?

 

Cesedi yere bırakırken burnundan hızlı hızlı nefes alıyordu. Birkaç saniye sonra sesini duydum:

 

- Tarif ettiğim arabanın sol ön tekerinin altında.

 

Koşar adımlarla Celil'in tarif ettiği arabanın yanına doğru ilerledim, anahtarları aldım ve bagaj kapağını açtım. Bu sırada Celil cesedi omuzlarından sürükleyerek arabanın yanına getirmişti bile. Bagaj bayağı genişti ve sanırım cesedi gizlemeye çalışırken zorluk çekmeyecektik. Bunları düşünürken çoktan cesedin ayakucundan tutmaya başlamıştım. Bu sırada Celil'in konuşmasını tekrardan dinledim:

 

- 'Üç' deyince.

 

Başımla onu onayladıktan sonra birden üçe kadar saymaya başladı:

 

- Bir... İki... Üç!..

 

Ani bir hareketle kucakladığımız cesedi hemen bagaja koyduktan sonra Celil cesedi kamufle etmek için, onu bagajın en arka bölümüne sakladı. Önünü de araba temizleme jelleri ve bezlerinin olduğu bir kutuyla kamufle etti.

 

Bagaja, kapağı henüz açıkken ufak bir göz attım. Şu an polis olduğumu düşünecek olursam bu arabanın bir ceset taşıyor oluşu aklımın ucuna gelmezdi.

 

 

𓆩𓆪

 

Şu an anayoldan topraklı bir orman yoluna sapmıştık. Sık ağaçların, içinde bulunduğumuz arabayı gizlediğini düşünmeye başlamıştım. Gece ise bitmek bilmiyor, gökte alev alev yanan ay hala sönmüyordu.

 

Araba soğuk olduğu için Celil klimayı açmıştı. İstanbul bu günlerde daha sert rüzgarlar estiriyordu yeryüzüne.

 

Ön yolcu koltuğunda oturduğum için radyodan gelen kısık sesli müziği az da olsa duyabiliyor ve klimanın sıcak havasını hissedebiliyordum. Başımı arabanın sağ camına doğru çevirip geceyi düşünmeye başladım... Bu günün gecesini... Katil olduğum geceyi... İlk cinayetimi işlediğim geceyi...

 

Gözlerimi kamaştıran mavi ve kırmızı ışığı görünce içimi öyle bir korku sarmıştı ki titremeye başladığımı bile fark etmemiştim.

 

İleride çevirmenin olduğu gibi bal gibi bir gerçek daha vardı; İçinde bulunduğumuz bu arabada ceset taşıyorduk!

 

Telaşla Celil'e baktığım sırada korkumu sesimde de hissetmiştim:

 

- Celil! Çevirme var!

 

Bu işlerde profesyonel olmalıydı ki bana cevap vereceği sırada bu kadar sakin davranıyordu:

 

- Tamam, sakin ol. Birşeyler yapacağız artık. Kemerini tak.

 

'Kemerini tak.' derken? Son sürat polisten kaçamazdık herhalde? Melek hani 'emniyet kemeri takmak' diye bir kural var ya. Takmazsan cezai işlemler başlatılıyor ya. Adam senin yüzünden pisi pisine neden ceza parası ödesin? Ondan istedi kemerini takmanı. Hadi ya, ceza parası dokunur muydu ki bir garaj dolusu lüks arabası olan adama?

 

Bunları düşünürken git gide çevirmeye yaklaştığımızı fark ettim. Diğer arabalar gibi polisin yönlendirmesiyle Celil arabayı sağa çekti ve nihayet suskunluğunu bozdu:

 

- Kimlik kontrolü var. İnsanları şüphelendirme.

 

Ona korkuyla bakarken hafif yüksek çıkan sesimle cevap verdim:

 

- Söylemesi kolay tabii. Nasıl olacak o iş?

 

Gözlerini devirirken ekledi:

 

- Derin nefes alıp vermeyi denesen her şey daha kolay olacak aslında senin için.

 

Söylediğini dikkate alıp derin derin solumaya başlamışken, Celil'in tarafındaki kapının camını bir kadın polis tıklattı. Bunun üzerine Celil sanki normal bir çiftmişiz gibi davranarak camı açtı ve ekledi:

 

- Buyurun komiserim.

 

Kadın elindeki tabletten gözünü ayırdığı sırada Celil'i kıstığı gözleriyle süzmeye başladı. Yakalandığımızı düşünürken kadının gözleri hiç beklemediğim bir anda şaşkınlıkla açıldı ve sesi duyuldu:

 

- A ah! Celil, sen misin gerçekten?! Uzun zaman olmuştu seni görmeyeli, canım ya. Nasılsın?

 

Canım mı? Aralarında ne tür bir samimiyet vardı bunların?

 

Celil yapmacık olduğunu tahmin ettiğim bir gülümsemeyle cevap verdi:

 

- İyi Cansel ne yapalım, memleketi ziyaretten dönüyoruz. Senden naber?

 

Adının Cansel olduğunu öğrendiğim bu kadın tekrardan konuşmaya başlamıştı:

 

- İyidir. Laf aramızda uyuşturucu taşımacılığı yapan bir arabanın olduğu ihbarını aldık. Malum, İstanbul burası. Sarhoşu, berduşu çok.

 

Celil başını sallayarak konuşmaya başladı:

 

- Tabii ya. İçkilisi, kaçakçısı, sapığı, katili... Derken işte böyle olumsuzluklar oluyor, gece gece yoruyorlar sizi.

 

'Katili' derken bize mi laf vurdurdu o?

 

Şu an Celil'in bir diğer yüzüyle karşı karşıyaydım. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi bu kadar rahattı anlamıyordum. Üstelik bu rahatlığını bir polisle konuşurken sürdürmesi de başka şaşırmalık durumdu.

 

Kadın polis iyice camdan içeriyi süzdüğü sırada tekrar dudaklarını araladı:

 

- Bu hanımefendi kim?

 

O sırada Celil beni komaya sokacak bir hareket yaptı; Önce bacağımın üzerindeki sol elimi tuttu, ve sonra ekledi:

 

- Karım.

 

Ne? ne? ne? ne? 'Karım' mı?

 

Celil'in yalanını bozuntuya vermeden kadına istemeyerek de olsa tebessüm ettim. Ama kadın fena halde halde bozulmuş olacak ki suratı bir anda asılıvermişti.

 

Celil tekrar konuşmaya başladığında elinin altındaki elimin terlediğini hissediyordum:

 

- Açalım mı barajın kapağını, bakacak mısınız?

 

Yüzümün alev aldığını hissediyordum. Tutuşmuştum resmen. Kadın 'hayır' desin diye yalvaracaktım az daha.

 

- Gerek yok. Siz geçebilirsiniz.

 

Kadının kurduğu cümle ile Celil gaza batı ve hızla çevirmeyi arkamızda bıraktık. Celil hâlâ elimi tutuyordu. Bu hareketi beni rahatsız etmiyordu fakat elimin daha az terlemesi gerekliydi. Konuşmaya başladım:

 

- Artık elimi geri alabilir miyim?

 

Elini elimden çekerken söylendi:

 

- Pardon.

 

Aklımda hala onun dudakları arasından çıkan 'karım' kelimesi varken konuşmaya başladım:

 

- Kardeşim demek veya başka bir şey söylemek varken... Neden öyle dedin?

 

Gözleri ara ara dikiz aynasına kaysa da sonra hemen yola bakmaya devam ediyordu. Cevap vermek için açtı ağzını:

 

- Çabuk kurtulalım diye, ve de arkamda açık kapı bırakmak istemedim.

 

Açık kapı da ne demekti, sordum:

 

- O da ne demek?

 

Gözleri tekrar dikiz aynasına ve sonra yola çevrilirken cevapladı:

 

- Eğer başka bir şeyim olduğunu söyleseydim bu gecenin sabahında bana mesaj atardı ve inan şu sıralar herhangi bir kadınla ilişki yaşayacak durumda değilim.

 

Söyledikleri karşısında başımı bilmiş gibi aşağı yukarı sallamaya başladığım sırada ettiği küfür dudaklarının arasından çıkıp kulaklarıma değmişti:

 

- Siktir!

 

Şaşkınlıkla ona baktığım sırada o da dikiz aynasına bakıyordu. Oturduğum koltukta hareketlenerek arkaya baktığımda bir araba gördüm. Yerime geri yerleşirken sormadan edemedim:

 

- N'oldu?

 

Gaza iyice yüklenirken yanıtladı sorumu:

 

- Sanırım takip ediliyoruz ve yanımdaki 3-4 tabancadan başka cephanem yok.

 

Arkama bir daha döndüğümde, az önce arkamızda gördüğüm araba orman yolunda başka bir sapağa girmişti. Gazı köklemeye devam eden Celil'e seslendim hâlâ arkaya bakarken:

 

- Tamam, yavaşla istersen. Araba başka bir yola girdi.

 

Tekrar koltuğa yerleştiğim sırada gözleri yine dikiz aynasındayken ekledi:

 

- Yavaşlayamayız. Bir an önce bu cesetten kurtulmamız gerek. Hep yakalanma korkusuyla yaşayamayacağımıza göre acele etmeliyiz.

 

Acele işe şeytan karışır derler... Burada ben gibi bir melek varsa şeytan yanımıza uğrayamaz İçses. Umarım Melek'ciğim. Umarım.

 

 

𓆩𓆪

 

Yolculuk, Celil arabayı ıssız bir yerde durdurana kadar sesiz geçti. Ormanın içindeydik ve birkaç metrelik uzağımızdaki denize bakan uçurumdan sert dalga seslerini, Celil'in bana seslendiğini duyana kadar dinleyebilmiştim:

 

- Burası ideal, hadi bitirelim şu işi.

 

Başımı sallayarak cevap verdim:

 

- Tamam.

 

Arabadan inip bagajı açtık ve kazma-kürek takımını çıkardık. Celil bir taşa oturdu ve bana emir yağdırmaya devam etti:

 

- Yorulana kadar kaz. Sonra ben kazarım.

 

Ona elimdeki kazmayı yağmurdan yumuşayan toprağa sertçe vurarak cevap verdim.

 

 

𓆩𓆪

 

Saat gecenin üç buçuğunu geçmiş olmalıydı. Yarım saattir çukur kazıyordum, Celil de oturduğu büyük kayadan beni izliyordu.

 

Elimdeki küreği kazdığım geniş çukurun hemen yanına bıraktıktan sonra iki elimi de belime yerleştirdim. Bu hareketi yaparken hamile kadınlara benzediğimi düşünüyorken bilmem kaçıncı sigarasını içen Celil'e seslendim:

 

- Celil ben çok yoruldum. Biraz da sen devam etsen?

 

Dudaklarının arasındaki sigaradan son nefesini çektiği sırada izmariti toprağa bastırdı ve yanıma geldi. Gözleri birkaç saniye kazdığım çukurda dolaştıktan sonra sesini duydum:

 

- Tamam, sığar buraya. Gerisini ben hallederim.

 

İlerleyen dakikalarda Celil'in biraz evvel kalktığı kayalığa ben oturmuş ve dakikalar içinde cesedi çukura yerleştirip üzerine toprak atışını seyretmiştim.

 

 

𓆩𓆪

 

(Celil'in Anlatımıyla)

 

İşim bittiğinde elimdeki küreği, cesedi gömdüğüm yerin yakınına bıraktım. Büyük kayanın üzerine oturup beni izleyen Meleğe baktığım sırada telefonuma gelen bildirim sesiyle bir elim cebime gitti. Özel numaradan bir tane fotoğraf ve bir tane de mesaj gelmişti. Fotoğrafın üzerine tıkladığımda Meleğin ve benim şu anki halimi gördüm. Mesajda ise şunlar yazıyordu:

 

Mesaj (1):*En sağlam adamım buraya gömülmeyi hak etmiyor. Sen söyle; ben yanındaki güzelliği öldürüp buraya gömsem ne yapardın?*

 

Bu kişinin Korhan olmasını gerçeğinin yanı sıra yeterli silahımın olmadığı gerçeği ile de karşı karşıyaydım şimdi.

 

Gözlerim bir çıkış yolu ararken patikanın sonunda denize açılan uçurumu gördüm. Arabaya bindiğimiz an taranırdık. Başka çarem yoktu.

 

 

𓆩𓆪

 

(Melek'in Anlatımıyla)

 

Celil'in bir sağa bir sola tedirgince bakması beni de tedirgin etmişti. Oturduğum yerden ona selendim:

 

- Celil!

 

Seslendim ama cevap vermedi. Yüzünü bana döndü önce. Sonra oturduğum kayaya doğru iyice yaklaştı ve konuştu:

 

- Ayağa kalk.

 

Şüpheyle ona bakarken ayağa kalktım. Sonra dudaklarını tekrardan araladı:

 

- Yüzme biliyor musun?

 

Sorduğu soru bana anlamsız gelmişti beni bu havada denize atmazdı değil mi? Gecikmeden sorusuna cevap vermek üzere araladım dudaklarımı:

 

- Hayır.

 

Bu cevabı vermemle birlikte Celil'in beni kucağına alıp uçuruma doğru koşması bir oldu. Ona ne yaptığını soramıyordum. Çünkü Celil'in, beni kucağına alır almaz koşmaya başlamasıyla arkamızdan bizi hedef alan silahların gürültüyle patlamaya başlaması tüm düşüncelerimi paramparça etmişti.

 

Az sonra uçurumun sonuna yaklaşıyorken Celil'in uyarısına kulak verdim:

 

- Derin nefes al!

 

Ve ben de derin, çok ama çok derin bir nefes aldım...

 

Bedenlerimiz buz gibi suyla buluşmadan önce hatırladığım tek şey, kollarımı Celil'in boynuna sımsıkı doladığımdı.

 

 

Loading...
0%