Yeni Üyelik
2.
Bölüm

ESİRLİĞİN SENFONİSİ

@kahveyesilineasik

Korkunun ecele faydası yok derler ya hani... Ecelimin kucağına düşmüştüm şimdi. Bu saatten sonra yapacağım eylemler konusunda kendime dikkat etmeli ve daha olgun davranmalıydım. Bunu kendim için olmasa da tek varlığım, kız kardeşin için yapmak zorundaydım. Ona zarar gelmesi şu dünyada en çok korktuğum şeydi. Fakat şu an ecelimin kucağında bile olsam korkmayacaktım.

 

Uyanıktım ama gözlerim kapalıydı. Kendi kendimi içimden teselli ediyordum. Arabanın uzun süredir yol almadığını, sol tarafımda oturan mafya liderinin çoktan uyandığını ve arabayı dolduran güneş ışınlarının soğuk sıcaklığını tenimde hissedebiliyordum.

 

Gözlerimi tereddütle araladığım sırada arabanın sağ kapısı açıldı. Büyük bir sarsıntı ile arabaya binen adamın elindeki torbada ne olduğunu merak ediyordum. Merakla adama baktığım sırada sol tarafımdan Celil'in sesini duydum:

 

- Sonunda gelebildin.

 

Adam nefes nefese cevap verdi:

 

- Ne yapayım abi, az ileride dediğin benzinlik 2 kilometre ötedeymiş.

 

Yerimde sabit durmaya devam ediyor, kucağımdaki ellerimi izliyor ve aynı zamanda da Celil'in öfkeli sesine tanık oluyordum:

 

- Mızmızlanmayı kes. Anladık, iki dakikalık yol yürüdün diye incilerin dökülüvermiş hemen.

 

Sanki kendisi her gün 1 kilometre yol yürüyor. Belki yürüyordur, nereden biliyoruz?

 

Adam, Celil'in keskin sesindeki öfkesinden dolayı sustu ve elindeki torbayı kucağıma bırakırken ekledi:

 

- Buyur.

 

Kucağımdaki poşete saf saf bakmaya başlayışımın belki de 30. saniyelerindeydim, Celil'in bana seslendiğini duyana kadar:

 

- Hadisene. Bir de biz mi yedireceğiz sana poğaçaları?

 

Gözlerine bakmamaya çalışarak kucağımdaki poşeti koltuğun boş yanına iterek söylendim:

 

- Aç değilim, istemiyorum.

 

Öfkesini belli edecek şekilde hırıltılı bir nefes aldıktan sonra tekrar sesini duydum:

 

- Sana aç mısın, ya da ister misin diye sormadım. Ye diyorum.

 

İnat etmekte haklı mıydım, değil miydim bilemiyordum ama, gözlerimi ürkekçe bana bakmayan yüzüne çevirip inatlaşmaya karar verdim:

 

- İstemediğimi söylemiştim.

 

Başını yavaşça yüzüme çevirdi. Göz bebeğinin tamamını saran siyahın en koyu tonunu, kahverengi lekeler çevreliyordu. Kahverengi lekelerin etrafını çevreleyen yeşil ise en az öfke yüklü sesi kadar koyuydu:

 

- Sadece söylediklerimi yap ve ye.

 

Gözlerimi biraz evvel koltuğun yan tarafına ittirdiğim poşete kaydı. İçinden aldığım ve neli olduğunu bilmediğim poğaçayı nazik bir şekilde ikiye bölüp yavaşça bir ısırık aldım.

 

Bir süre sonra son ısırığımı aldığım poğaça parçasını çiğnerken, sol tarafımdan sorgulayan tınıdaki sesini duydum:

 

- Dün gece kiminle konuşuyordun?

 

Kurduğu cümleyle şok içinde ona baktım. Şeyma ile konuşmalarımızı duymuş muydu? Daha kötüsü ona zarar verebilir miydi? Sesimin tonundaki korkuyu saklayamayarak araladı dudaklarımı:

 

- Sen nereden biliyorsun?

 

Bu sorumdan sonra gözlerimi bana bakmayan suratına kilitlemiştim. Başını telefonundan kaldırmadan konuşmaya başladı:

 

- Burada soruları ben sorarım. Ama çok merak ettiysen bir kereye mahsus anlatayım; kulaklığım kulağımda, işlerimle uğraşırken senin o sinir bozucu telefonunun titreşimini hissettim. Aramayı onayladığının farkına varınca sesi kısıp seni dinlemeye başladım. Evet, açıklamam bu kadar. Seni dinliyorum.

 

Boğazımı temizledikten sonra burada soruları onun sorma gerçeğini yok sayarak konuşmaya başladım:

 

- Bir şey daha soracağım; Ne hakla konuşmamı dinledin?

 

Hırıltılı bir nefes alırken başını geriye doğru attı. Nefesini geri bırakır bırakmaz tekrar yüzünü yüzüme çevirdi:

 

- Esirimsin. Dün geceden itibaren esirim olmaya başladın ve esirim olmaya devam edeceksin. Kız kardeşinle konuşurken yanlış bir şey söyleme ihtimalin oldukça fazlaydı. Ama akıllı kızmışsın, hiçbir şey belli etmedin.

 

Birkaç saniye kucağımdaki ellerime odaklandım. Şeyma'ya onu bugün arayacağımı söylemiştim. Belki sabahın bu vaktinde aramam ona garip gelebilirdi ama ne olacağını bilmiyordum. Polisi aramayı mı denesen Melek? Hazır telefonun şu anlık bacaklarının arasındaki çantandayken. Hayır, hayır, hayır! Bu riski asla göze alamam! Adam bir kız kardeşimin olduğunu biliyor ve bana olmasa da Şeyma'ya zarar verebilme olasılığı vardı. Şeyma'yı arayacaktım. Onu üstü kapalı bir şekilde uyarmam lazımdı.

 

Tekrar sol tarafa döndüm ve beni izleyen gözlerine bakarak konuştum:

 

- Şimdi, hiçbir şey belli etmemek şartıyla kız kardeşimi tekrar arayabilir miyim?

 

Tüm hislerimle ağzından çıkacak cevabı beklerken soruma cevap verdi:

 

- Hayır.

 

Bu tek kelimelik cevap bile gözlerimin dolmasına yetmişti. Yalvarmaktan başka çarem yok gibiydi:

 

- Lütfen, onunla bir daha ne zaman konuşabileceğim bile belli değil sözlerine bakılırsa. Yalvarıyorum.

 

Gözlerini birkaç saniyeliğine kapayıp açtıktan sonra dudaklarını araladı:

 

- Sadece 5 dakikan var Gazeteci.

 

Söylediklerinden sonra başımı hızla aşağı yukarı sallayıp çantamın içindeki telefonumu aldım. Rehbere girip Şeyma'nın numarasına tıklamam saliselerimi almıştı.

 

Telefonumu kulağıma götürdüm. Aramanın onaylandığını ve hemen ardından da Şeyma'nın sesini duydum:

 

- Efendim?

 

Sesindeki yorgunluk bile uykudan yeni uyandığını ispatlıyordu. Konuşmaya başladım:

 

- Şeyma, uyandırdım mı?

 

- Sayılır. Niye bu saatte aradın?

 

Gözlerim birkaç saniyeliğine Celil'in kolundaki saate takıldığında saatin 07.54 olduğunu gördüm ve vakit kaybetmeden telefona seslendim:

 

- Hiç, merak ettim. Kahvaltıya iniyordum, arayım dedim.

 

- Hımm, iyi.

 

- Okulu asmıyorsun değil mi?

 

- Yok be abla, ne asması. Fizikçi burnumdan getiriyor, sözlü yapacakmış, ona çalıştım biraz dün gece.

 

- İyi yapmışsın. Bak kapıyı kimseye açmıyorsun, kimseyle kavga falan da etme. Arkana düşman ekleyince uğraşan ben oluyorum.

 

- Hayır, gayet iyiyim ben. Kimseyle kavgam yok, bitki gibiyim anlayacağın. Bi' fotosentez yapmadığım kaldı!

 

- Tamam, bir şey olursa ara.

 

- Sen dee! Neyse ben uykumu tam alamadım, yatışa geçiyorum.

 

Son sözlerinden sonra telefonu yüzüme kapatması hiç hoşuma gitmemişti. Kız nereden bilsin senin şu an mafya tarafından esir alındığını ha? Bilse yerinde duramaz zaten! O da doğru.

 

Telefonumun elimin altından kaydığını hissettim. Başımı sola doğru çevirince de telefonumu Celil'in elinde gördüm. Dudaklarım hayretle aralanmıştı:

 

- Sen n'apıyorsun?

 

Elindeki telefonumu ceketinin iç cebine koyarken konuştu:

 

- Sana demiştim. Bu saatten sonra esirimsin. Artık telefonunu sadece insanların şüphelenmemesi için kullanacak ve dikkat çekmeyen paylaşımlar yapacaksın.

 

Ne diyebilirdim ki... Tek yapmam gereken inkarı bırakıp, kabullenip ona ayak uydurmaktı. Bunu istemeyerek de olsa yapacaktım...

 

𓆩𓆪

 

Aradan bir saat ya geçti ya geçmedi. Şu an içinde bulunduğum araba büyük ve görkemli bir köşkün önünde durdu.

 

Şoförün arabayı park etmesiyle önce Celil indi sol kapıdan ve sonra ben indim aynı kapıdan. Büyük ve görkemli köşkün dibindeydim şimdi.

 

Sağım, solum, önüm, arkam demeden etrafı incelemeye başladım. Köşkün avlusunda yuvarlak bir süs havuzu ve havuzun tam ortasında da kanatlanmış bir kartal figürü duruyordu. Her ne kadar yakından inceleme isteği içinde bulunsam da şu anki korku ve kaygımdan dolayı vazgeçtim.

 

Celil köşkün açılan kapısından içeri girerken bana baktı kısa bir süre. Sanırım gelmemi bekliyordu. Ne bekliyordun Melek, ömrünün sonuna kadar burada put gibi dikilmeyi mi? Hayır tabii ki İçses!

 

Celil'in girmem için açık bıraktığı kapıdan içeri girerken bu sefer de kapının girişindeki melek figürlü semboller dikkatimi çekmişti. Demek esir olan tek melek biz değiliz ha Melek?

 

Girişteki 4 basamaklı merdiveni tırmandım. Az ileride büyük ve gösterişli bir salon olduğunu gördüm fakat salona gitmeden önce evin iki duvar kenarında da yukarı kata doğru çıkan sarmal merdivenler dikkatimi çekmişti. Ağır ağır yürüyüp sadece girişe odaklanmışçasına bakınırken salondan Celil'in bana seslendiğini duydum:

 

- Gazeteci!

 

Sesi ilerideki büyük salondan geliyor olmalıydı. Gözlerimi incelediğim biblo ve heykellerden ayırırken seslendim:

 

- Geliyorum.

 

Yavaş yavaş salona doğru ilerlediğimde buranın girişteki görünümünden çok daha fazla büyük olduğunu anımsadım. Celil salondaki koltuklardan birine oturmuş bana bakıyordu. Çok geçmeden emir verdi:

 

- Otur.

 

Sözünü dinleyip oturduktan sonra benimle göz teması kurdu. Dayanamayıp gözlerimi kaçırdığım sırada şömine ile bakışmaya başladım. Beyazdı, etrafında tuğla detayları, içinde ise yanan bir odun parçası vardı. Şahsen bu şöminenin elektronik olduğunu düşünüyordum.

 

Ve şu an... Sanırım salondaki diğer dikkatimi çeken diğer eşyalara uzun uzun bakacak kadar rahat değildim. Üzerimde hissettiğim bir çift göz istemsizce tedirgin ediyordu beni. Ne kadar zaman daha böyle ölüm sessizliğine maruz kalacağımı düşünürken Celil'in sesi doldurdu salonu:

 

- Esirimsin. Bu saatten sonra bu evden dışarı çıkmayacaksın. Evin üst katında, sağdaki oda hariç hepsini kullanabileceksin. Ama o bahsettiğim odaya hiçbir şekilde girmeyeceksin. Anladın mı?

 

Her ne kadar beni o oda konusunda neden sıkıca uyardığını merak etsem de son sorusuyla başımı 'tamam' anlamıyla salladım ve ekledim:

 

- Anladım. Peki ya... Adamların ve sen... Burada ne kadar kalacaksınız?

 

Sorduğum soruya cevap verirken sesi sert geliyordu:

 

- Bu seni ilgilendirmez. Yüzümü ancak yemeklerde göreceksin zaten. Zamanının geri kalanında istediğini yaparsın.

 

- Peki, anladım.

 

Verdiğim cevaptan sonra yine ölüm sessizliği hakim olmuştu buraya. Ta ki o tekrardan söz alana kadar:

 

- Durma burada daha fazla, odana çık. Merdivenden çıkınca hemen solda. Öğle yemeği için 2 saat 48 dakika sonra mutfakta ol.

 

Söylediklerinden sonra oturduğum yerden ayağa kalkıp salonun çıkışına doğru ilerlediğim sırada arkamdan sesini duydum:

 

- Bu arada, kaçmaya falan kalkışıp zahmete girme Gazeteci. Evin çevresinde bir sürü koruma var. Anında kurşuna dizilirsin, tabii ölmek istiyorsan orası başka.

 

Kelimeleri karşısında olduğum yerde durdum ve arkamı dönüp koltuktaki bedenini izledim bir süre. Bana değil, önündeki şömineye bakıyorken konuştum:

 

- Melek. Adım Melek.

 

Hiçbir şey söylemeyip sessiz kalışının yirminci saniyelerinde tarif ettiği odama doğru ilerlemiştim.

 

𓆩𓆪

 

Şu an en az salon kadar geniş olan, renk olarak siyah, beyaz ve grinin hakim olduğu mutfakta titreye titreye hazırlanan yemeği yemeye çalışıyordum. Diğer adamlara bakacak olursam gayet rahatlardı. Acaba her zaman böyle topluca mı yemek yiyorlardı? Bize ne Melek?

 

Bundan iki buçuk saat önce Celil'in bana açtığı odaya dinlenmek için gitmiş ve biraz uyuduktan sonra adının Emre olduğunu öğrendiğim bir adam tarafından uyandırılıp mutfağa getirilmiştim.

 

Tabaktaki et yemeğini çatalımla didiklemeye başladığım sırada Celil'in sesini duydum ancak bu seslenişinin bana değil, masadaki diğer adamlara olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi:

 

- Beyler, gerekli hazırlıkları yapın. Bu puştun nasıl geleceği belli olmaz. Hasar istemiyorum, anlaşıldı mı?

 

Masadakiler başlarını sallarken bir ağızdan cevap verdiler:

 

- Anlaşıldı abi!

 

Az sonra Celil bu sefer de bana döndü:

 

- Sen, odana çıkıyorsun ve sana çıkabilirsin diyene kadar çıkmıyorsun. Ayrıca telefonunu aramaya çalışma, bulamayacağın bir yerde ve güvende. Şimdi çıkabilirsin.

 

𓆩𓆪

 

Odamda geçirdiğim 20 dakikanın sonunda kendimi İçsesimin düşünceleri ile baş başa bıraktım.

 

Hasar istemiyorum dedi, Bu puştun nasıl geleceği belli olmaz dedi ve bana 'çıkabilirsin' diyene kadar çıkmayacaksın dedi.

 

Kendi kendime bunları düşünürken odamın köşkün avlusuna bakan camından yabancı bir arabanın gelip kartal figürlü havuzun yanında durduğunu gördüm. Ayağa kalkıp camın önüne dikildim ve yabancı arabanın içinden çıkacak kişileri beklemeye başladım.

 

Nihayet arabanın şoför koltuğundan bir adam inmiş ve arka kapıya doğru yönelmişti. Bense bu arada adamların beni görebileceği bir şekilde perdeyi aralamış, şoför olduğunu anladığım adamı inceliyordum. Arabanın arka koltuğundan en az Celil kadar kaslı vücutlu, sarı saçlı, mavi gözlü ve orta yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir adam indi.

 

Biraz sonra Celil ve Emre köşkün kapısından çıkmış o sarı saçlı adamla karşı karşıyalardı. Birbirlerini her an öldürebilecek gibi bakıyorlardı ikisi de.

 

Onları izleyişimin bir süre sonrasında sarı saçlı adamın mavi gözleri köşkün her bir zerresinde dolaşmaya başlamıştı ve ben her ne kadar beni görmemesi için dua etsem de görmüştü beni. Tam şu an o bana ve Celil de ona bakıyordu.

 

Bittim ben! Bittim ben! Bu sefer beni kesin öldürecek!

 

Telaşla perdeyi çekiştirmeye başlıyordum ki bu kez de Celil'in ela gözleri benimkileri buldu. Bana o kadar öfke dolu bakıyordu ki korkudan her an ölebilirdim.

 

 

Loading...
0%