Yeni Üyelik
5.
Bölüm

FIRTINANIN KOPUŞU

@kahveyesilineasik

Celil'in elimi tutmasının üzerinden uzun zaman geçmişti. Eğer delirmiyorsam arada bir kulağıma boğuk gelen inilti sesleri duyuyordum fakat bu sesi arabadaki diğer adamların alakasız konuşmaları bastırıyordu.

 

Arbadaki gergin ortam canımı acayip sıkıyor, istemsizce moralimin bozulmasına sebep oluyordu. Sadece bana şans getirecek bir fırsat kollamam lazımdı. Bu şans için elimi Celil'in elinin arasından kurtarıp, diğerlerine çaktırmamaya çalışarak tırnaklarımı bileğimdeki ipe sertçe sürtmeye başlamışken içimden sayıyordum;

 

Bir... İki... Üç... Dört...

 

Birkaç dakika içinde amacıma ulaşmış ve bileğimdeki ipin düğümünü gevşetmiştim. Tam o sırada tekrardan boğuk bir inleme sesi kulağıma değmişti.

 

Celil'in bana sorgulayan bakışlarını gördüğümde duyduklarımın halüsinasyon olmadığını anladım. Ona dudaklarımı bilmiyorum anlamında büzerek cevap verdim.

 

Biraz sonra kulağıma eğildiğinde, fısıltı halinde konuşurken nefesini boynumda hissetmiştim:

 

- İplerini mi çözdün sen?

 

Geri çekildiğinde bu sefer ben onun kulağına fısıldamaya başladım:

 

- Evet. Sende bıçak yok muydu?

 

Celil sıkıntılı sesiyle fısıldayarak cevap verdi:

 

- Kulübeden çıkınca düşürmüş olmalıyım.

 

Şoföre çaktırmadan Celil'e muzip bir ifade ile bakıp göz kırpınca kaşlarını çattı ve gözlerini şaşkınlıkla açtı. İlk şoku atlattığındaysa kulağıma eğilip fısıldadı:

 

- Başlarda hakkında çok farklı şeyler düşünüyordum ama akıllıymışsın.

 

En azından bende bir bıçak olduğunu anlamasına sevinmiştim.

 

Ona gözlerimi devirmekle yetindiğim sırada bir kez daha arabaya hâkim oldu inleme sesi.

 

Bunun üzerine Korhan şoför koltuğundaki adama döndü:

 

- Ali, müsait bir yerde çek sağa, birlikte aşağı inip bakalım bir şuna.

 

Adının Ali olduğunu öğrendiğim şoför başını aşağı yukarı sallarken arabayı durdurdu.

 

Hemen arkasından ikisi birlikte arabadan inip bagaja doğru ilerlediler. Bu sırada inleme sesleri biraz daha çoğalmıştı.

 

Yan tarafımda oturan kilolu adam elindeki telefonu ile ilgileniyordu. Elim yavaşça cebimdeki bıçağa gittiğinde, Celil'in de yanındaki adama kafa atması bir oldu. Benim tarafımdaki adam elindeki telefonu bırakıp müdehale edeceği sırada elimdeki bıçağı göğsüne saplamıştım. Adam kanlar içinde koltuğa yayılırken, bıçağı sapladığım yerden çıkardım ve önce Celil'in el ve ayaklarındaki ipi kestim, sonra kendiminkilerden kurtuldum.

 

Arabanın içinden olabildiğince sessiz bir şekilde çıkmayı başarınca önümüzdeki toprak yolda hızla koşmaya başladık. Fakat bu koşuş on saniye bile sürmeden arkamızdan duyduğumuz ardı arkası kesilmeye silah seslerini duymamızla sona erdi.

 

Arkamızı döndüğümüzde Korhan sinirden kıpkırmızı olmuş bir şekilde bize bakıyordu. O sırada Celil'in kafa attığı adam da elindeki silahı bize doğrultarak indi arabadan ve hemen Korhan'ın yanıbaşına geçti.

 

Korhan hâlâ bize baktığı sırada öfkeli sesi ile şoföre seslendi:

 

- Ali, getir bagajdakini!

 

Bagajdaki şeyle bizim ne alakamız olabilir diye düşünürken bir elim Celil'in elinde merakla bahsettikleri şeyin getirilmesini bekliyordum.

 

Kısa süre sonra adam, uzun kahverengi saçları dağılmış, elleri ve gözleri bağlı bir kızın koluna girmişti.

 

Bu kızın kız kardeşim Şeyma olduğunu anlamamla ağzımdan koca bir çığlık çıktı:

 

- Şeyma!

 

Benim sesimi duyduğu an gözlerindeki kumaş parçasına rağmen etrafına bakınarak sesimin geldiği yöne doğru dönmüştü. Hemen arkasından duyduğum sesinde endişe ve korku bir aradaydı:

 

-Abla! N'oluyor?

 

Bu kez gözlerim Korhan'ın mavi gözlerini buldu:

 

- Nasıl buldun kardeşimi?! Sen nasıl bir pisliksin Allah'ın cezası!

 

Şimdi ise gözlerinde kızgınlıktan çok alay vardı:

 

- Seni ilk gördüğüm gün... Bir anlaşma yapma bahanesiyle Celil'in köşküne gelmiştim. Ama asıl niyetim Celil'in silah kasasını patlatmaktı. Ben ve adamlarım Celil ve adamlarını oyalarken tuttuğum kiralık hırsız evin içinde Celil'in kasasını arıyordu. O gün kasayı alıp eve götürdüğümde senin telefonunu da tesadüfen gördüm. Telefonu açtım, amacım ailene ulaşabilmekti. Rehberindeki *KARDEŞİM* diye kaydettiğin kişinin adresini bulduğumda bu kız çıktı karşıma.

 

Çarpılmış gibiydim. Bitti... Bittim...Bittik...

 

Gözlerim tekrardan konuşmaya başlayan Korhan'a gitti:

 

- Yoksa Celil sana söylemedi mi?

 

Bu cümlesinden sonra Celil'e baktım. Kasılan çenesi ile birlikte gözleri de eş zamanla sıkıca yumulmuştu. Bu hâli beni oldukça endişelendirirken tekrar Korhan'a döndüm:

 

- Ne-Neyi? Neyi söylemedi?

 

Alaylı sesini tekrardan duydum:

 

- Kasasını patlattığımı, onun silahlarıyla birlikte senin telefonunu da ele geçirdiğimi...

 

Sinirden dolan gözlerim Celil'in yüzüne nefret dolu bakıyorken zihnim yeni yeni güvendiğim bu adamın üzünden kardeşimin hayatının tehlikede olduğunu düşünüyordu. Elini tutan elimi hınçla kendime çektim.

 

Ortamdaki bir sürelik sessizliği Korhan bozdu:

 

- Pot kırdım sanırım?

 

Sonra belinden silahını çıkardı ve tekrar ekledi:

 

- Ama artık bunun bir önemi yok.

 

Silahını Şeyma'ya doğrultup iki el ateş ettiğinde, göğüsüne ve karnına yediği iki kurşunla yere yığılan kardeşime seslendim:

 

-Şeyma!

 

Korhan ve adamları bu olaydan sonra arabaya binip hızla uzaklaşırken, ben dizlerimin üzerine çöküp emekleyerek yerde acıyla kıvranan Şeyma'nın yanına gelmiştim. Gözlerindeki bezi ve ellerindeki ipi çözüp rahatlamasını sağladım.

 

- Şeyma! Ablacım dayan n'olursun! Bak, geçti!

 

Ben Şeyma'ya yalvarırken Celil'in omzumdaki elini hissettim. Onun bu hareketi üzerine Şeyma'nın gözleri bu sefer Celil'i buldu:

 

- Ablam sana emanet...

 

Sonra başı sol tarafına düştü... Kan bedeninden çekildi... Kucağımda buz gibi oldu Şeyma...

 

 

 

𓆩𓆪

 

(1 HAFTA SONRA)

 

1 Hafta... Şeyma öleli, onun öldüğü gün kriz geçirip hastaneye düşeli kocaman 1 hafta oluyor.

 

Hastanedeyim... Yani hastanedeyiz...

 

Şeyma'nın öldüğü gün ufak çaplı bir kriz geçirip bilincimi kaybetmişim. Celil bir şekilde telefon bulup ambulansı aramış. Sağlık ekipleri önce Şeyma'ya bakmışlar ama onlar gelmeden önce Şeyma zaten kucağımda son nefesini vermişti. Sonra beni hastaneye kaldırmışlar.

 

Olayın etkisiyle ateşimin yükseldiğini ve şekerimin düştüğünü öğrendim.

 

1 Haftadır da hastanedeyim işte...

 

Yaklaşık 3 gündür uyanıktım. Sabah kalkıp zorla kahvaltı yapıyor, öğlen olduğunda yine zorla yemek yiyordum. Ardından akşam olduğunda, yine zorla yemek yiyip uyuyordum. Arada bir hemşire çağırıp lavaboya gitmek dışında yataktan kalkamıyordum.

 

Bugünse gözkapaklarımın gözlerime ağır gelmesiyle uyandım. Koskoca bedenim gözkapaklarımı taşıyamıyordu. Ama bir şekilde kendime gelmem lazımdı. Toparlanmalıydım.

 

Yatağımdan kalkmak için doğrulup bileğimdeki serumu çıkarırken yan koltukta oturan Celil bu yaptığımı görünce şaşkınlıkla doğruldu, ayağa kalkıp sendeleyen bedenimi tutarken konuşuyordu:

 

- Melek, nereye?

 

Pili bitmiş bir oyuncak gibi kısık sesimle ona cevap verdim:

 

- Tuvalete.

 

- Hemşire çağıralım?

 

- Kendim gitmeliyim.

 

Nedense Celil'e kızmak gelmiyordu içimden. Her ne kadar bu olayda onun da parmağı olsa da kızamayacak, hesap soramayacak kadar yorgun ve kırgındım.

 

Odanın kapısını açıp koridorun başında bekledim. Celil'in korumaları buradalardı. Emre bekleme koltuğuna sızmış, yanındaki iki adam da telefonları ile ilgileniyorlardı. Beni görmediklerinden emindim.

 

Sonunda şansıma boş olan tuvalete atmıştım kendimi. Lavaboya eğilip yüzümü birkaç defa buz gibi suyla buluşturdum. Aynaya baktığımda ise bir an karşımdaki yansımanın gerçek olup olmadığını sorguladım.

 

Bu ben miydim?

 

Tükenmiştim...

 

Tüketilmiştim...

 

İlk önce şişmiş ve kızarmış gözlerime baktım. Sonra eskiden dolu dolu olan elmacık kemiklerimin zayıflığına, kuruyup çatlamış dudaklarıma ve daha fazlası...

 

Bu hale gelmemin sebebi Korhan'dı. Alacak mıydım kardeşimin intikamını? Öldürür müydüm Korhan'ı?

 

Öldürürdüm... Öldürecektim... Öldürmekten beter edecektim onu...

 

İçimi vahşice bir hırs bürümüştü. Kendime gelmek için yüzümü tekrar yıkadıktan sonra tuvaletten çıtım.

 

Odaya gelince Celil'i oturduğu koltukta uyurken buldum. Üç gündür başımda beklemekten yorulmuş olmalıydı. Bunu fırsat bilip üzerimdeki hastane kıyafetlerini bile çıkarmadan koridora yöneldim. Emre hâlâ uyuyor, yanındaki adamlar da çay içiyorlardı. Yanlarına yaklaştım ve uyuyan Emre'yi birkaç kere dürttüm.

 

Sonunda uyandı ve uykulu gözlerle bana bakarak konuştu:

 

- N'oldu? Sen niye ayaktasın?

 

- Benimle beş dakika bahçeye gelmen gerek.

 

 

 

𓆩𓆪

 

Emre ile hastanenin bahçesindeki bir bankta otururken ortamımız bayağı sessizdi. Onu bahçeye kendim çağırmama rağmen tek kelime çıkmamıştı ağzımdan. Ta ki o konuşmaya başlayana kadar:

 

- Eee? Neden çağırdın beni buraya?

 

Kanlanmış gözlerimi ona çevirdim:

 

- İş birliği yapmalıyız, Celil'in haberi olmamalı.

 

Çattığı kaşlarının yanı sıra sorgulayan bakışlarla cevap verdi:

 

- Ne konuda?

 

- İntikam.

 

- Anlamıyorum, açık ol.

 

- Kardeşimin intikamını alacağım. Bana acilen silah ve en güçlü adamları göndermen lazım. Korhan'ın köşkünü başına yıkacağım.

 

- Ama bu çok tehlikeli. İki üç tane korumayla olacak iş değil.

 

Yardım etmeyeceğini düşünmeye başlamıştım. Ama üstelemem gerekliydi. Belki bir ümit...

 

- Tamam, biz önden gideriz, eğer iki saat içinde hastaneye geri dönmezsek siz gelirsiniz arkamızdan.

 

Kurduğum son cümleden birkaç saniye sonra yerinde hareketlenmeye başladı. Cebinden çıkardığı telefonu bana uzatırken ekledi:

 

- Telefon bana ait. Şifresi 2608, içinde Celil'in de telefon numarası var. Birşey olursa ararsın. WhatsApp'ta Kendime mesaj gönder bölümünden Korhan'ın ev adresine ulaşırsın.

 

Telefonu elinden alırken başımı sallarken dudaklarımı araladım:

 

- Teşekkürler Emre.

 

- Bir şey değil. Adamları birazdan gönderirim, sen burada bekle.

 

- Tamam da... Celil sorarsa ne diyeceksin?

 

- Orasını bana bırak.

 

- Sağ ol.

 

Emre'nin koyu kahve gözleri sert bakıyor, yüzündeki geçmişten kalan yara izleri hâlâ taptaze duruyordu.

 

O hastaneye tekrar girerken, ardından göndereceği adamları oturduğum yerde beklemeye devam ettim.

 

 

 

𓆩𓆪

 

Üzerimde hastane kıyafetleriyle, yanımda altı tane korumayla apar topar bir taksi tutmuş, Korhan'ın evine doğru yol alıyorduk.

 

Emre biz daha taksi tutmadan önce gönderdiği korumaların birinden bana iki tane içi dolu tabanca göndermişti. Ama onları taşıyacak bir cebim olmadığı için yanımdaki korumaya vermek zorunda kalmıştım, şimdilik.

 

Acıyan gözlerimi ovarken kucağımdaki telefon titremeye başladı.

 

Celil KAYALAR diye kaydedilmişti numara. Demek ki Celil'in de bir soyadı varmış. Diye geçirdim içimden. Tıpkı Melek İRSOY gibi...

 

Telefondaki aramayı reddetmemle bu sefer yanımdaki korumanın telefonu çalmaya başlamıştı. Adam telefonu açınca karşı telefona doğru konuştu:

 

- Efendim Celil Abi?

 

Ben telefonu açmayınca yanımdaki korumayı aramış olmalı diye geçirdim içimden. Ardından adamın elinden telefonu alıp Celil'e ben seslendim:

 

- Celil,

 

- Melek! Neredesin sen!?

 

- İşim var.

 

- Ne işi? Emre de söylemiyor bir şey! Lafı ağzından cımbızla alıyorum. Neredesin, söyle!

 

Gözlerim, taksinin az ilerisinde durduğu büyük ve ihtişamlı köşke takılmıştı. Birkaç saniyelik suskunluğumun ardından telefona doğru tekrar konuşmaya başladım.

 

- Artık çok geç Celil...

 

Sesi sert ve bir o kadar da endişeli gelmeye başlamıştı:

 

- Ne? Ne geçi? Melek, neredesin sen!?

 

Bir müddet sessizliğinin ardından savurduğu küfürle tekrar bana seslenişini duydum:

 

- Melek, sakın. Sakın birşey yapma. Bekle, geliyoruz.

 

Emre'nin, Celil'e Korhan'a gideceğini söylemiş olma ihtimalini düşünürken ekledim:

 

- Üzgünüm Celil. Oynama sırası arık bende. Hoşça kal.

 

Telefonu suratına kapattıktan sonra korumadan silahlarımı alıp arabadan indim. Bu sırada diğer adamlar taksiye ücreti ödüyorlardı. Ben silahları incelerken korumalardan biri yanıma geldi ve ne yapacağımızı sordu:

 

- Ne yapıyoruz?

 

Adamın sorduğu soruya, soruyla cevap verdim:

 

- Susturucu var mı silahlarda?

 

Siyah saçlı adam cevap verdi:

 

- Hepsinde var. Emre ne olur ne olmaz diye taktırdı.

 

- Tamam. Dış cepheyi temizleyelim ilk önce. Gerisi doğaçlama, önümüze ne gelirse halletmeye çalışacağız.

 

- Nasıl isterseniz.

 

İki silahı da elime aldım. Nasıl kullanacağım hakkında pek bilgi sahibi olamasam da denemeye çalışacaktım.

 

 

 

𓆩𓆪

 

Hedeflere karşı hiç acımadan tetiğe bastım Şeyma'nın her bir kan damlası için. Ve inanın bir intikam için başkalarının kanını akıtıyorsanız sizi kan tutsa da tutmaz, bunu öğrendim.

 

Ortalama bir sürede yedi kişi olarak dış ve iç cepheyi de taradığımızda Korhan hiç görünmemişti. Nerede saklanabileceğini düşündüğüm sırada, odanın birinden keyifli bir ıslık sesi geldi.

 

İşte akıtacağım kanın son damlası...

 

Adamlara döndüm:

 

- Siz burada kalın. Birşey olursa harekete geçersiniz.

 

Adamlar başlarını tamam anlamında salladıktan sonra ıslık sesinin geldiği odaya doğru yürüdüm.

 

Kapıyı açtığımda büyük bir pencerenin önünde, aşağıdaki ölü adamların cesetlerini izleyip keyifle ıslık çalan Korhan'ın çıplak isırtı ile karşılaştım.

 

Odaya iyice girip kapıyı kapatmamla Korhan yüzünü bana döndü. Önce alayla güldü, sonra konuşmaya başladı:

 

- Tahmin ettiğimden erken geldin. Gün geçtikçe şaşırtıyorsun beni.

 

Gözlerimi küçümsercesine kısıp cevap verdim:

 

- Gelmemi bekledin yani?

 

Başını sağ omzuna hafifçe eğerken ekledi:

 

- Dört gözle hem de. Eee öldürmeyecek misin beni?

 

Alayla gülümsediğim sırada elimdeki silahın birini ona doğrulturken konuştum:

 

- Öldüreceğim, öldüreceğim ama yavaş yavaş, can çekiştire çekiştire...

 

- Beni öldürünce ne geçecek eline?

 

İşte sorduğu bu soru iyice sinirlenmeme ve dişlerimi sıkmama sebep olmuştu:

 

- Ulan sen benim kardeşimi öldürdün de ne geçti eline?!

 

İki tarafında serbest bıraktığı ellerini açarak konuştu:

 

- Hiçbir şey...

 

Silahın emniyet kilidini açarken öfkem sesime vuruyordu adeta:

 

- Benim de elime hiçbirşey geçecek o hâlde.

 

Burnundan güldüğünü gördüğüm an sinirden daha da sıkı tutmaya başlamıştım elimdeki silahı. Gözlerini yerdeki halının desenlerine odaklandığında sesini duydum:

 

- Yanılıyorsun.

 

Sıktığım dişlerimi az da olsa gevşeterek cevap verdim:

 

- Yanılmam.

 

O ise kendinden emin bir şeklinde konuşmaya devam etti:

 

- Eğer beni öldürürsen çok büyük bir savaşın başlamasına sebep olacaksın Gazeteci... Ve bu savaş Celil'i de, seni de çok yoracak.

 

Sinirden gülmeye başladım ve ekledim:

 

- Bu... Umurumda mı sence?

 

Teslimiyetle cevap verdi:

 

- Peki... Sen bilirsin.

 

Elimdeki silahı ona iyice doğrulttum ve ekledim:

 

- Söylemek istediğin son birşey var mı?

 

Cevap verdi:

 

- Var.

 

Bu sefer alay sırası bendeydi:

 

- Ama ben dinlemek istemiyorum.

 

Sağ elimdeki silahtan çıkan iki kurşundan biri, Korhan'ın tam kalbine, diğeri de karnına isabet etmişti. Tıpkı Şeyma'ya isabet ettiği gibi...

 

Ve şimdi kendimi omuzlarımdan büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordum.

 

İntikam alınmıştı.

 

İçim oldukça rahattı.

 

 

 

𓆩𓆪

 

Yanımdaki adamların yardımına ihtiyaç duymadan Korhan'ın cesedini ayaklarından sürükleyerek bahçeye indirdiğim sırada, bir araba girdi görüş açıma.

 

Bu arabanın Celil'in arabası olduğunu anlamam pek zaman almadı.

 

O ön koltuktan inip bana doğru hızla ilerlerken aramızdaki mesafe yavaş yavaş kapanmaya başlıyordu. Tam bu sırada ayaklarımın dibindeki Korhan'ın cesedini, sol ayağımla Celil'in ayaklarının dibine doğru yuvarladım.

 

 

Loading...
0%