Yeni Üyelik
1.
Bölüm

FOTOĞRAF MAKİNESİ

@kahveyesilineasik

Elimdeki fotoğraf makinası ile gecenin bir vakti önümdeki manzaranın fotoğrafını çekiyordum. Bir yandan da korkudan yerinden sökülecek kalbimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Ben Melek. Sırf işinden olmasın diye olay bir haber bulmak için mafya adamlarının gözlerinin önünde işlediği cinayete elinde tuttuğu fotoğraf makinasıyla şahit olan Melek... Ormanın derinliklerindeki Melek...

 

Elimdeki fotoğraf makinası açık kumral saçlı, ela gözlü sert ve donuk bakışlı bir mafya liderinin elinde tuttuğu silah ve yüzüne sıçrayan kanlara odaklandığında 'KLİKKKK!' diye bir ses böldü ölüm sessizliğini. Bu sesle beraber bir elimdeki fotoğraf makinasına bir de cinayet alanındaki mafya adamlarına baktım. Başta mafya lideri adam olmak üzere hepsi de bana dönmüşlerdi.

 

Bense ölüm korkusuyla ormanın derinliklerine doğru hızla koşmaya başladım. Arkamdan bağıran mafya liderinin sesini duydum:

 

- Yakalayın şu pis paparazzi'yi!

 

Kurduğu cümleyle büyük bir öfkeyle koşmayı bırakıp arkamı döndüm. Ben durunca peşimden koşan adamlar da durdu. Adamlardan biri belinden silahını çıkarıp bana doğru tutunca daha da korkmaya başlamıştım.

 

Korktuğumu anlayan mafya lideri bana silah doğrultan adama seslendi:

 

- Sadi Abi yavaş! Ceylan gibi, ürktü bak nasıl da titriyor.

 

Adının Sadi olduğunu öğrendiğim adam gözlerini benden ayırmadan silahını tekrar beline koydu. Ben de az önce bana korktuğumu ima eden mafya bozuntusunun tam karşısına geçip konuşmaya başladım:

 

- Bana bak mafya bozuntusu birincisi; ben paparazzi değil gazeteciyim. İkincisi; birbirine karışmış sigara ve alkol kokunla sen pissin! Üçüncüsü; ben senden mi korkacağım be!?

 

Dalga geçiyormuş gibi bir yüz ifadesiyle konuşmaya başladı:

 

-Emin misin?

 

Ve sonra belinden parlak bir silah çıkardı. Bu kadarına artık dayanamıyordum. Tam karşımda duran yaşlı bir ağacın dalındaki baykuşa odaklandı gözüm ve bir anlık deli cesareti ile konuşmaya başladım:

 

-Aaa! bakın bir baykuş!

 

Kurduğum cümle ile beraber hepsinin kafası benim elimle işaret ettiğim yaşlı ağacın dalına çevrildi. Fırsat bu fırsat diye düşünerek hızla ormanın diğer tarafına doğru koşmaya başladım.

 

Koşuyordum... Nefes nefeseydim... Ama bu koşuş fazla uzun sürmedi. Arkamdan duyduğum tek el havaya ateş ile arkamı döndüm. Mafya lideri elindeki silahı havaya doğrultmuş tek el boşa sıkmıştı. Bana tek şey söyledi:

 

- Bin arabaya.

 

- Neden?

 

- Sen bizim görgü tanığımızsın. Polise gitmeyeceğin ne malum?

 

- Ya yemin ederim gitmem. Hatta şu andan itibaren gazeteci değilim.

 

- Zaten mesleğine geri dönemeyeceksin.

 

-Evet bak bu bana ders oldu. Hadi salın beni n'olur!

 

- Yok ya, itersen bir de karakola bırakalım.

 

- Ya abiciğim gitmeyeceğim diyorum. Anlasana!

 

- Az önce Mafya Bozuntusuydum? Ne bu abiciğim falan?

 

Sabrım taşmıştı bir kere durduramadım kendimi ve yerden aldığım orta boy bir taş parçasını Mafya liderinin kafasına fırlattım.

 

Kafasına fırlattığım taşla beraber iki eli de alnının kanayan noktasına gitti. Bense bu arada yaptığım hatayı anlamaya çalışıyordum. Bu sırada adamlarından ikisi kollarıma girdi. Sol kolumu tutan adam mafya bozuntusuna doğru seslendi:

 

- Celil abi! N'apalım bu kızı?

 

Demek ismi Celil'di... Ama harbi tam bir mafya ismiydi. Gözlerimi yüzündeki kan damlalarına odakladım. Az önce öldürdüğü adamın kanına kendi kanı karışmıştı. Gözleri bana öldürücü bir şekilde bakarken konuşmaya başladı:

 

- Arabaya götürün. Ben de geleceğim birazdan.

 

Kolumdaki adamlar beni siyah bir arabanın arka koltuğuna bindirip kendileri dışarıda bekledi bir süre. Sonra başka bir adam bagajı açtı. Ne aldığına bakmak için başımı cama doğru çevirdim. Elinde bir kutu vardı, küçük bir kutu. Ardından bagaj kapağını sertçe kapattıktan sonra hızlı adımlarla kafasını kanattığım liderin yanına ilerledi. Kutudan bazı kremler ve yara bandı çıkardıktan sonra kremin kapağını açıp mafya bozuntusunun kanayan yerine sürdü. Elinde tuttuğu sargı bezini de kanlı yerin üzerine bastırdı. Şimdi de mafya bozuntusu yanında üç adamla beraber buraya doğru geliyor. Diğer adamlar da öndeki bir diğer arabanın içine doluştular.

 

Arabanın sağ kapısını açan adam yanıma, sol kapıyı açan mafya bozuntusu da diğer yanıma oturdu ve önümüzdeki araba ile virajlı orman yolundan anayola ilerlemeye başlamıştık.

 

 

𓆩𓆪

 

Yola çıkalı tam yarım saat oldu. Sağ tarafımdaki adam ve şoför koltuğunun yanında oturan adam çoktan uyumuştu. Sadece şoför, ben ve kafasını kırdığım mafya bozuntusu uyanık kalmıştık. Ben elimde tuttuğum fotoğraf makinasındaki resme bakarken o mafya bozuntusu çekip aldı makinayı. Ona anlamsız bir bakış attıktan sonra konuşmaya başladım:

 

- Ne yaptığını sanıyorsun?

 

-Fotoğrafı siliyorum. Hatta sildim bile.

 

Bu adam aptal mıydı? Ben kapı gibi bir görgü tanığıyken o nasıl bu kadar rahat olabiliyordu? Bunları düşünerek konuşmaya başladım:

 

-Peki ben?

 

Yüzüme anlamsızca bakarken konuştu:

 

- Sen?

 

Yok bu adam düpedüz 'SAF!'.

 

- Hani ben 'bir numaralı' görgü tanığıyım ya.

 

- Hmm bir gün her şeyi anlatacağını ima ediyorsun.

 

Şükür! Jeton yeni düştü:

 

- Evet tam da onu ima ediyorum.

 

Gözlerini gözlerime bakacak şekilde yüzüme doğru eğildi ve konuşmaya başladı:

 

- O zaman kaçmayı da düşünüyorsun sen...

 

- En kısa zamanda hem de.

 

- Madem öyle.

 

Sonra hemen şoför koltuğundaki adama seslendi:

 

- Yunus! Durdur arabayı!

 

Şoför koltuğundaki adam bir bana, bir Celil'e bakıyordu. Benim gözlerim Celil'in gözlerine, onunkiler de bana kitlenmişti sanki. Ağzından çıkacak kelimeyi merak ederken o an söyledi duyduğumda şok olacağım kelimeleri:

 

- Gazeteci Hanım inecek. Durdur arabayı.

 

Hemen lafa daldım:

 

- Sen manyak mısın ya? Gecenin bu vakti kurda kuşa yem mi edeceksin beni?

 

O sırada araba durdu. Celil arabadan indi ve benim inmemi bekledi:

 

- İnsene. Karakol kaçmasın, koş hadi.

 

Ona ne kadar gözümün karardığını göstermek için indim arabadan. Yüzüme alaylı bir bakışla bakıyordu. Sinirlerim bozulmuştu:

 

- Ne bakıyorsun ya?! İşine git! Otostop çekerim ben!

 

- Harika o zaman. Ama gecenin bu vakti otostop çekecek araba bulmak zor. Neyse sana bol şans.

 

Arabaya tekrar bindi ve hızla uzaklaştı...

 

Şimdi MAL gibi kalmıştım ortada ne yapacağımı bilemez bir şekilde kenardaki bir kayanın üzerine oturup otostop çekecek bir arabanın geçmesini beklemeye başladım.

 

 

𓆩𓆪

 

Koskocaman 5 dakikadır hiçbir araba geçmedi! Ay hayır kimsenin canı gezmek istemedi mi? Karısı hamile olup aşerip de kocasını karpuz aldırmaya kimse göndermedi mi? Demek ki bu gün şanssız günümüzdeyiz ha Melek? Nasıl iş bu İçses! Aklımı kaçıracağım, hem ne vardı ki ormanın derinliklerine gitmemde aptalım ben! Yok canım, Estağfurullah.

 

İçsesimle verdiğim sözlü savaşın ardından önümden üçüncü kez geçen arabaya otostop çekmiştim. Araba az evvel indiğim siyah arabanın aynısıydı ve üçüncü otostopumu da reddetmişti!

 

Tam ümidi kesmiş bir şekilde yürümeye başladım ki hayat ışığımı gördüm beyaz bir Tofaş'ın farlarında. Hemen arabanın önüne atladım. Üç tane adam vardı içinde. Beni görünce ön camı açtı biri ve konuşmaya başladı o konuşurken arka koltuktaki adamın ıslığını duydum:

 

- Ooo güzellik cennetten mi düştün sen?

 

- Ha yok ben yolumu kaybettim de şehir merkezi kaç kilometre buraya acaba?

 

- Senin keman kaşların kadar güzel olsaydı şehir merkezi cennette olurdu bebişim.

 

'Bebişim' mi!? Melekciğim, kaçsak iyi ederiz. Kurda kuşa yem olmak bunların eline düşmekten iyidir!

 

- Bana bak yavşamayı kes yoluna bak!

 

Adam gülerek başını arka koltuğa çevirdi. Kör kütük sarhoş olduğu ağzını yayarak konuşmasında belliydi:

 

- Taha bu kız tam senlik haa.

 

Kurduğu cümleyle deliye dönmüştüm:

 

- Yoluna dön arkadaşım! Etme yardım falan!

 

- Taha bak saçları da koyu kumral tam senin istediğin gibi.

 

İşte bu cümle bir anlık öfkeme yenik düşüp yerden aldığım taşı bu yavşağın kafasında kırımama neden olmuştu. Adam arabada acı ile inlerken arka koltuktan inen diğer bir adam kolumdan tutup beni arabaya çekiştirmeye başladı. İşte tam o sırada yanımızdan geçen siyah arabanın farını gördüm. İçinden inenleri görünce şokla mutluluğu aynı anda yaşıyordum.

 

Bu Celil ve Celil'in adamlarıydı. Adamlarından biri benim koluma girdi. Diğerleri de arabanın içindeki diğer yavşakları dövmeye başladı. Benim kolumdan tutup arabaya sokmaya çalışan yavşağı ise Celil dövüyordu. Sonra belinden silahını çıkardı. Beni tutan adamının elinden kurtulup tam yanına koşup silahını tutan koluna sarıldım:

 

- Tamam, bırak!

 

Beni dinlemedi. Kendine çekip gözlerimi eliyle kapadı ve adamı bacağından vurdu.

 

Kısa süre sonra arabadaki diğer çocukları döven adamlarına seslendi. O konuşurken başımı yasladığım göğüsünden boğuk boğuk duyuyordum sesini:

 

- Bunlar derslerini almıştır. Arabaya...

 

Başımı göğüsünden çektim ve konuşmaya başladım:

 

- Tamam yeter artık!

 

Jest ve mimiklerini kullanmamaya yemin etmiş gibiydi. Sol kolumdan tutarak beni adeta arabaya sürüklemeye başlamıştı. Ne kadar sinirli oluğunu anladığım için sesimi çıkaramamış ve beni arabanın içine sokmasına izin vermiştim. Aksi takdirde bana yapacağı şeyleri düşünmek bile istemiyordum.

 

 

𓆩𓆪

 

Tam uykuya dalmıştım ki varlığını unuttuğum telefonumun titreşimini hissettim bacaklarımın arasındaki çantamın içinden. Sahi ya, nasıl unuttum telefonumu?

 

Sol tarafıma baktım. Celil telefonuyla ilgileniyordu. Kulağında kulaklık olmasını fırsat bilerek telefonuma baktım. Arayan kız kardeşim Şeyma'ydı. Açıp açmamak arasında kararsız kaldım bir süre. Tek varlığım olan kişiye de zarar gelmesini istemiyordum çünkü. Ama bir yandan da önemli olup olmadığını merak ediyordum. En sonunda aramayı onaylarken telefonu kulağıma götürdüm:

 

- Abla! Hele şükür! Neredesin sen?

 

Sesindeki endişe kendimi suçlu hissettirmişti bana. Her şey yolundaymış gibi rol yapmaya başladım:

 

- Uçaktaydım o yüzden...

 

- Ne uçağı, niye haber vermedin? Öldüm meraktan!

 

Yalan söylemekten başka bir çarem var mıydı? Hayır, yoktu.

 

- Şeyma'cım, aniden gelişti zaten durumlar. Bileti ilk uçağa aldım, o yüzden haber veremedim. Özür dilerim.

 

Telefonun diğer ucundan sıkıntılıca iç çektiğini duydum, hemen sonra da sakinleşen sesini:

 

- Peki... Neredesin şimdi?

 

Neredeyiz şimdi?

 

-Boston'dayım. Ben seni yarın arasam olur mu, şimdi kanaldan bir sürü mesaj geliyor onlara bakmam lazım.

 

Tabii artık çalıştığım bir kanal kaldıysa... İşten kovulma olasılığımın ne kadar yüksek olduğunu düşünmeme bile gerek yoktur sanırım.

 

- Unutma beni, ara olur mu?

 

Bunları düşünürken sorusuna cevap verdim:

 

- Unutmam, buz dolabının orta bölümünde makarna var. Acıktığında ısıt onu, yersin.

 

Burnundan nefes vererek güldüğünü işittim, hemen arında da sesini:

 

- Gördüm, teşekkür ederim.

 

Son cümlesinden sonra aklıma gelen tüm uyarıları bir bir yapmaya başladım:

 

- Ocağı açık unutma, tüpü kontrol et ve yokluğumdan faydalanıp okulunu asma, gebertirim.

 

- Tamam abla, çocuk bırakmıyorsun evde!

 

Yüzüme yayılan buruk tebessümle konuşmaya devam ettim:

 

- Seni seviyorum...

 

- Ben de abla. Neyse, sesin bayağı yorgun gelmeye başladı senin. Bir an önce işlerini hallet de uyu.

 

- Tamam, iyi geceler. Dikkat et.

 

- Sana daa! Sen de dikkat ett!

 

Telefonu kapatırken hala uyanık olup da telefonuyla ilgilenen Celil'e çaktırmamaya çalışarak telefonumu tekrardan çantamın içine attım. Şu saatten sonra başıma gelecekleri düşünmek yapabileceğim en mantıklı veya en mantıksız şeydi. Ben ne düşündüm, ne düşünmedim. Sadece kucağımdaki çantama daha sıkı sarılarak kendimi uykunun kollarına bıraktım.

 

 

Loading...
0%