@kahveyesilineasik
|
- Celil Abiciğim, o silahı indirsen mi? Bak tamam her ne kadar size soğuk olsam da yardım edeceğim.
Celil duştan çıkar çıkmaz banyoda giyinmiş, benim giyinemediğimi görünce de dediği gibi silah zoruyla Fahriye'yi bana yardım etmesi için odaya getirmişti.
Fahriye'nin başına hizaladığı silahı tekrardan beline yerleştirip bana döndü Celil:
- Ben terastayım. Birşey olursa seslenirsiniz.
𓆩𓆪
Yaklaşık on dakika sonra Fahriye'nin yardımıyla yeni iç çamaşırlarımı, beyaz bol tişörtümü ve siyah eşofman altımı giydikten sonra kapının tıklatılmasını duydum. Ve hemen ardından da Celil'in sesini:
- Müsait misiniz?
Hala odaya girmediğine göre bir onay bekliyor olmalıydı. Gerekli onayı vermek için araladım dudaklarımı:
- Gel!
Hemen ardından kapı açıldı ve Celil oturduğum koltuğun hemen yanına geldi. Birkaç saniye sonra da Fahriye'nin sesini duyduk:
- Benlik bir iş kalmadığına göre çıkıyorum?
Celil, sanki Fahriye'nin bunu söylemesini bekliyormuş gibi ona cevap verdi:
- Çıkabilirsin tabii.
Fahriye odadan çıkarken kuruması için havluya sardığım saçlarımın çözüldüğünü hissettiğimde, saç havlusunun Celil'in eline olduğunu gördüm.
Elinde havluyla aynalığın önüne ilerledi. Havluyu aynalığın üzerine bırakıp çekmeceden tarağı alıp oturduğum koltuğa oturdu ve küçük dokunuşlarla saçlarımı taramaya başladı.
Aradan geçen dakikaların sonunda Celil hala saçlarımı tarıyorken tam 4 kez tıklatıldı kapı.
- Gel!
Celil'in seslenişini duyan hizmetli odaya girdi:
- Celil Bey, akşam yemeği hazır. Babaanneniz sizi bekliyor.
Arkamda olmasına rağmen başını aşağı yukarı salladığını tahmin edebiliyordum Celil'in. Kapıdan çıkmak üzere olan hizmetliye seslendi:
- Şey, biz yemek yerken yatağın çarşafını falan değiştirir misiniz?
Hizmetli hemen önünü bize döndü ve Celil'e cevap verdi:
- Tabii Celil Bey. Siz aşağı inin, dönene kadar hazır olur.
- Sağolun.
Kadın odadan ayrıldıktan sonra ayağa kalktı ve nazikçe kolumdan tutarak benim de ayağa kalkmamı sağladı.
Celil'in koluna girip merdivenleri yavaşça inmemiz yaklaşık iki dakikamızı alırken çoktan yemek masasının yanına gelmiştik.
Celil, sandalyemi çekip oturmama yardımcı olduktan sonra o da kendi sandalyesine yerleşti.
Masadakilerle selamlaştıktan sonra herkes yemeklerine odaklanmışken Mahizar Babaanne'nin Celil'e seslenmesiyle masadakilerin gözleri de, kaşığı ağzına yaklaştıran Celil'e kaydı:
- Celil,
Kaşığı tekrardan tabağa bıraktıktan sonra babaannesine baktı ve konuştu Celil:
- Efendim babaanne?
- Yavrum Melek kızımız bu haldeyken yeri zamanı değil biliyorum ama... Amcan şirketi tek başına yönetirken zorlanıyor. Diyorum ki Fırat, sen ve Melek yardımcı olsanız belki daha iyi olur. Fahriye'nin okulu daha bitince o da katılır size.
Nasıl yani? Bunların şirketi mi var? Ay vardır tabii, parayı ağaçtan mı topluyorlar! Dahası, bu bana da yapılan bir iş teklifi miydi? Sanırım evet.
Hafifçe yutkunduktan sonra cevap vermek üzere araladı Celil dudaklarını:
- Babaanne, bu holding işleri hiç bana göre değil aslında. Fırat istiyorsa o katılabilir ama ben yapabileceğimi sanmıyorum.
- Oğlum bi' düşünseydin.
- Yok babaanne, sağ ol.
-Peki, madem öyle hisseleriniz için işlem başlatılacak. İmza atmanız lazım.
- Babaanne, henüz kapısından adım bile atmaya tenezzül etmediğim şirketin hisselerini kabul edeyim? Bu hazırcılık olur.
- Yavrum, benim bir ayağım çukurda zaten. İlaçlarla ayaktayım.
Babaanne kurduğu son cümlesinden sonra gözlerini benim gözlerime dikti ve ekledi:
- Melek kızım bari sen kabul et hisseni.
Ne? Benim de mi hissem varmış? E tabii şimdi ben çok gururlu bir kız olduğuma göre hisselere ihtiyacım olmadığını söyleyeceğim. (Asla Celil reddettiği için reddetmiyorum yani.):
- Babaanne, Celil'in de dediği gibi, hazırcılık gibi olur.
Babaanne benden aldığı cevabın üzerine tekrar Celil'e döndü:
- Bak, sen kabul etmeyince karın da kabul etmedi. Vallahi ben bilmem oğlum. İki seçeneğiniz var; Ya hisseleri kabul edip şirkette işe başlarsınız, ya da ben ölüp gidince mezarıma bile gelmezsiniz. Beni tanırsın, cenazeme bile sokturmam sizi.
Babaanne'nin son cümlelerinden sonra Celil'e dönüp 'N'apıcaz?' bakışları attım. Çünkü resmen psikolojik açıdan tehdit ediliyorduk. Daha doğrusu Celil daha çok tehdit edilmiş gibi oluyordu. Sonuçta o babaannesine herkesten daha düşkün.
- Babaanne, biz bu konuyu üçümüz baş başa düşünelim. Çünkü benim için de ani oldu.
Kurduğu bu cümle dolayısıyla ben, Fırat'a minnet dolu bakışlar atarken Müezza'nın sesi duyuldu:
- Aaaa! Oğlum, düşünmesi mi var bu işin? Hazır fırsat ayağına gelmişken...
- Anne!..
Fırat'ın bu seferki sesi bıkkın ve uyarıcı bir tonda çıkınca Müezza daha fazla üstelemeyerek sustu ve sözü Mahizar Babaanne aldı:
- Tamam o zaman. Yemekten sonra üçünüz baş başa düşünün.
𓆩𓆪
Dakikalar o kadar hızlı geçmişti ki ne ara yemekler bitti de Fırat bizi bu 'düşünme' mevzusu için terasa davet etti diye düşünüyordum Celil'in kolunda yavaş yavaş terasın olduğu kata çıkarken.
Fırat terasın kapısını açıp çıkarken Celil'in sesini duydum:
- Melek, daha yeni duştan çıktın üzerine birşey alalım.
- Yok ya, birşey olmaz. Hava iyi zaten.
- Hasta olursan sorarım sana.
Kurduğu son cümlesine göz devirdikten sonra Fırat'ın ardından terasa çıkıp sandalyelere yerleştik.
- Eeee?
Fırat'ın bu 'Eee?' sine karşılık verdim:
- Ne eee?
- Diyorum ki, şirkette yalnız kalamam. Dosyalar falan yorar adamı. Sonuçta Kayalar Holding orası, kaya gibi iş vardır orada. Beni orada tek bırakmayın.
Celil suskunluğunu bozdu ve konuşmaya başladı:
- Oğlum, benim yaptığım işleri sen de biliyorsun hep merdiven altı. Şimdi hiçbirşey olmamış gibi bir de Holding'de işe mi başlayayım?
- Kuzen alışırsın ya. Bak bana, ben de bir halt bilmiyorum. Yavaş yavaş öğreneceğiz işte.
Sonra bana dönü ve yalvaran gözlerle bakarak ekledi:
- Yenge şu kocanı bi' ikna et de yalnız bırakmasın beni ha?
- Ben karışmam Fırat. Zaten hisse mevzusu için tedirginim.
- Niye yenge?
- Ya, biz şimdi üç ay sonra boşanmayacak mıyız? Ben o hisseleri nasıl onaylayayım?
- Aman be yenge. Üç ay sonrasını görebiliyor muyuz?
Ne demekti bu şimdi?
- Açık konuş Fırat.
Suskunluğunu bozan Celil'in sesi bi' tık daha sert çıkmıştı bu sefer. Fırat'sa yine Celil'den korktuğu için lafı çevirmeye çalışıyordu:
- Yanii... Kuzen hani babaannemin bir lafı vardı ya kim ölee, kim kala! Onu şey ettim.
- Attın, tuttu değil mi? Neyse bu sefer iyi kılıf uydurdun, yoksa üç aya kalmaz leşini sererdim yere.
İkisinin bu atışmalarına bir son verip asıl konuya geçebilmemiz için araya girdim:
- Artık asıl konuya mı geçsek?
Fırat aniden atladı:
- Tabii ya! Asıl konu!
Sonra duraksayıp kafasını kaşıdı ve bana göre dünyanın en saçma sorusunu sordu:
- Anaa! Asıl konu neydi lan? Ben o üç ayda kalmışım da.
- Hisseler.
Celil'in Fırat'a verdiği cevapta sabır vardı. Çünkü Fırat biraz daha şansını zorlarsa Celil niyeti bozup cinayete başvuracaktı.
Fırat ise bunu yok sayarak rahatlığını bozmadan devam etti:
-Hahh! Hisseler. Bakın abiciğim ve yengeciğim; şimdi siz babaannemin ricası üzerine Kayalar Holding'de çalışmaya başlayacaksınız. Tabii benimle birlikte... Neyse emeğinizin karşılığını da hisselerle ve kazandığınız paralarla alacaksınız. Hem yenge, sen boşanacağız falan diyorsun da bunun avukat parası var, eve geri dönüşün var, evin de kiraysa... E doğal olarak paraya da ihtiyacın olacak... Yoksa boşanamazsın bundan.
Fırat'ın son sözüne laf sokamayacak kadar içim titremişti. Gerçi Mersin'de bu günler çok sıcak ve olurdu ama suratıma doğru esen hafif rüzgar titrememe sebep olmuştu.
- Sana dedim değil mi hasta olacaksın diye.
Celil bu cümlesini kurarken oturduğu sandalyeden kalkmış, yeni giydiği siyah takım elbisesinin ceketini omuzlarıma örtüyordu. Bu sırada kocaman açtığı gözleriyle Celil'i izleyen Fırat konuştu:
- Gerçi bunun da senden boşanmaya pek niyeti yok gibi ama...
Fırat kaşınmış mıydı?
Ş-ey aslında doğruları söylemişti çocuk...
Kaşımalı mıydım?
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Geçmiş olsun Fırat'cığım.
Yanı başımda dikilip Fırat'a 'şimdi naneyi yedin' bakışları atan Celil'in belindeki ağır silahı ani bir hareketle elime alıp namluyu Fırat'ın kafasına hizaladım. Birkaç saniye içerisinde ellerini iki yanına kaldırıp ayağa kalkışını izledikten sonra namluyu bu sefer de yukarıya hizalayıp gücümün yettiğince 4 el havaya ateş ettim.
Silahla işim bitmişti. Onu tekrar Celil'e uzatırken sert bakışlarımla Fırat'ın korku dolu bakışlarını eziyordum:
- Umarım bu korku sana yeter Fırat. Birdaha da abuk subuk cümleler kurma.
Tekrar yerine otururken cevap verdi:
- Tamam yenge ya, ne gerek vardı silaha? Susardım ben.
Sonra bir eliyle çenesini kaşırken Celil'e laf vurdurdu:
- Kuzen sana da aşk olsun. Karın az önce beni öldürecekti, sesin çıkmadı.
Celil tekrardan sandalyesine otururken Fırat'a cevap verdi:
- Çıkmaz, çünkü karım haklıydı.
Ona, bana 'karım' diye hitap ettiği için kızmayacaktım, çünkü artık daha az rahatsız olmaya başlamıştım... Yok denecek kadar az...
- Sen de iyice hanımcı olmuşsun kuzen.
Fırat'ın bu 'hanımcı' cümlesine Celil şöyle yanıt verdi:
- Fırat, bazen çok dayanılmaz oluyorsun. Şeytan diyor böyle al şunu oturt Kız Kalesi'nin bayrak direğine.
- Aaa! Yanında karın varken... Yakıştı mı kuzen, yenge kızacak şimdi.
Fırat'ın dediği gibi hiç de kızacak durumda değildim. Şu an tek gayem uyumak olduğu için başımı masaya gömüp uyumaya çalıştım. Omuzlarımdan kayan ceketin iyice bir battaniye misali beni sardığını hisseder hissetmez kapandı gözlerim.
𓆩𓆪
(Yazarın Anlatımı İle)
Celil'in ceketini Melek'in üzerine iyice örtmesinin üzerinden 15 dakika geçmişti. Yüzüne çarpan ılık rüzgarı hissettiğinde, Melek'in de üşüyebileceği düşüncesiyle kalktı oturduğu sandalyeden.
Uyuyakalan Meleği bir porselen gibi dikkatle kucağına aldıktan sonra, onu izleyen Fırat'a dönüp fısıldadı:
- Fırat, terasın kapısını açsana.
Celil'in emrini ikiletmeden yerinden kalktı ve açtı terasın kapısını Fırat. Celil'in arkasından koridora çıktı. Kendi odasının katına ilerlerken iyi geceler diledi Celil'e:
- İyi geceler kuzen.
- Hadi Allah rahatlık versin.
Fırat merdivenlerden inerken dirseğilye açtı odanın kapısını Celil. Odaya girdiğinde ayağıyla hafifçe örttü kapıyı. Kucağındaki kadını yatağa bıraktıktan sonra ince pikeyi üzerine örttü. Bir elinin avuç içini Melek'in boynuna yerleştirdi. Birkaç saniye öylece bekledikten sonra şüphelerinde haklı olduğunu anladı. Melek'in ateşi vardı.
Ateşinin düşmesi için üzerine örttüğü ince pikeyi sıyırıp yatağın diğer tarafına koydu Celil. Bunun üzerine Melek sızlanarak pikeyi üzerine geri aldı:
- Üşüyorum Celil...
Melek'in bu sızlanmasına şöyle cevap verdi:
- Ateşin var ama.
- Unicornlar boynuzlarıyla bana su sıçratıyorlar. Dövsene onları.
- Unicorn mu?
- Hı hı... Hani vardır ya, kanatlı atlar, tek boynuzlu, biraz da şerefsizler.
- Şşştt. Yanında ben varım. Ne o şerefsiz falan?
- Ama öyleler. Hiç bakma öyle masum göründüklerine travma resmen. Uçan at mı olurmuş bir kere? Bir de boynuzları var. Sanki boğayla atın birleşmesi sonucu oluşmuş, diğer boynuzu da çıkmayı unutmuş gibi...
- Melek... Hayal dünyan nasıl bilmiyorum ama şimdi üzerindeki pikeyi almama izin vermezsen ateşin düşmeyecek.
Bu cümlesinden sonra Celil, Melek'in üzerindeki pikeyi koltuğa koyduğu sırada, uyku ve uyanıklık arasındaki kadının tekrar sesini duydu:
- Tamam ama ısıt beni bir şekilde. Donuyorum.
Tekrar Melek'e döndü ve ekledi:
- Nasıl olacak o?
- Sarılırsın... Belki?...
Karşısında adeta küçücük bir kız çocuğuna dönüşen kadına dayanamadı Celil, gömleğini siyah bir tişörtle değiştirdikten sonra ağır adımlarla yatağın diğer ucuna oturur şekilde uzandı. Kafasını yatak başlığına dayadı. Ellerini ensesinde birleştirdikten sonra konuştu:
- Sarılamam belki... Ama yanında beklerim.
sağ tarafından cevap geldi:
- Sen bilirsin.
Gözleri yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı Celil'in de. Uyku onu o kadar içine çekmişti ki göğüsünün solundaki ağırlığı bile hissetmemişti. Hissetseydi bile o ağırlığın sahibine birşey diyebilir miydi? Hatta belki de hissettiğinden birşey diyememişti, kim bilir? 𓆩𓆪 (Meleğin Anlatımıyla) Kulağıma gelen net nabız sesleriyle başımı koyduğum yerin inip kalkması, yastıkta olmadığımı düşündürdü bana. Peki ya başım yastıkta değilse neredeydi?
Gözlerimi merakla araladığımda gördüğüm ilk şey, Celil'in her nefes alıp verişinde inip kalkan diyaframı oldu. Ve ben de diyaframının biraz üstünde, sol göğüsünün üzerine başımı koyduğum için çok net duyuyordum kalbinin sesini.
Ben niye bu pozisyonda uyumuştum ya? Beni Celil'in tam kalbinin üzerine başımı koyduracak sebepler neler olabilirdi? Hadi oraları sonra düşünelim de... Acaba hissetmiş midir? Ay hisseder tabii, robot mu adam? Uyuyor mudur, çaktırmadan kalksam fark eder mii? Evet evet kalkmalıyım.
Başımı yavaşça kaldırıp yastığa koydum hemen. Celil, başını yatak başlığına dayamış, ellerini ensesinde birleştirmiş uyuyordu. Boynu tutulmasaydı bari.
Duvardaki saat, sabahın 09.34'ünü gösteriyordu. Kahvaltıya yetişebilmek için hemen doğruldum yataktan. Celil'e baktım, yüzünde 'hayattan nefret ediyorum' ifadesiyle uyuyordu. Uyurken bile çatıktı kaşları. Saçları dağılmıştı biraz. Onu uyandırıp uyandırmamakta kararsız kaldım. Oturduğum yerden birkaç kez dürttüğümde belli belirsiz mırıldandı:
- Hıııhh.
- Uyan artık da kahvaltıya yetişelim.
Ona uyanmasını söyledikten birkaç saniye sonra yattığı yerden doğruldu ve eliyle saçına gelişigüzel şekil vermeye başladı. Bunu yaparken bir eliyle de göz pınarlarını ovuyordu.
Ben de dikkatlice yataktan kalkmış, kıyafetlerimin olduğu dolaba ilerlerken arkamdan bana seslendiğini duydum:
- Unicornlarla aran nasıl?
Yutkundum. Unicorn ne alakaydı? Önümü ona döndüm ve sordum:
- Unicorn ne alaka?
Sorduğum bu soruyla kafasını aşağı yukarı sallarken cevap verdi:
- Hatırlamıyorsun.
Neydi hatırlamam gereken? Unicornlarla aramda ne olmuş olabilirdi?
- Neyi hatırlamıyorum Celil?
- Yok birşey, boşver.... Neyse hazırlan da geç kalmayalım kahvaltıya.
Önümü tekrar dolaba dönerken cevap verdim:
- İyi.
Dolabın kapağını açmış, kıyafet seçerken Celil banyoya girdi. Elime geçen ilk beyaz gömleği ve bol kot pantolonu seçtikten sonra banyo kapısı tekrar açılıp kapandı. Celil elindeki havluyla yüzünü kurularken bana seslendi:
- Yardım gerekirse Fahriye'yi çağırayım.
Gülümserken cevap verdim:
- Silah zoruyla mı?
Oysa ben gülümserken daha ciddiydi:
- Hayır.
Elimde seçtiğim kıyafetlerle banyoya ilerlerken konuşmaya başladım:
- Kendim hallederim. İyileştim sayılır.
Yanından geçtiğim sırada karşılık verdi:
- Bugün dikişlerine pansuman yaptırmaya hastaneye gidiyoruz.
Önümü ona dönüp alayla ekledim:
-Hayhay efendim!
Banyoya girip dikkatlice kıyafetlerimi değiştirmem 7 dakikamı almıştı. Saçlarımı tarayıp rimel sürdükten sonra çıktım banyodan. Celil yatakta oturmuş telefonla konuşuyordu. İstemsizce konuşmalarına kulakmisafiri oldum:
- Buğlem zorluk çıkarma..... Otur oturduğun yerde....... Kızım işimiz var.... Meleğin dikişlerine pansuman yaptıracağız..... Ha bir de ayağına çağırıyorsun...... O da doğru... Haber veririm. Emre'ye ver telefonu..... Buğlem dedim!..... Alo, Emre..... Buğlem'e sahip çıkın...... Lan kaç kişisiniz bi' kızı tutamıyor musunuz?..... Söyle ona kessin tırnaklarını.... Meleğin durumuna bağlı..... Tamam.... Haber veririm.
O telefonu kapatırken ben de tam yanına dikilmiştim. Ona ne olduğunu sordum:
- Ne oldu, ne diyor görümcem?
- Ne diyecek, seni özlemiş. İlla yengemi de al gel, gezelim diyor.
Gözlerine yalvararak bakarken konuştum:
- E gitsek?
- Tabii ben vuruldum ya, benim dikişlerime pansuman yapılacak.
- Ya ama Celil... N'olur biraz gezsek?
- Melek, hani dikişlerin var ya... Şu an seni hastaneye götürürken bile çok dikkat etmemiz gerek.
Olduğum yerde zıplamaya başladım birden. Her zıplayışımda bir kelime söylüyordum:
- Bak... bomba... gibiyim... ben!
Oturduğu yerden doğruldu ve kollarımdan birini tutarken seslendi:
- Kızım manyak mısın? Zıplamasana!
Aniden durdum. Ben durunca o da kolumu bıraktı. Konuşmaya başladım:
- Tamam ama hastaneden sonra beni görümceme götüreceksin.
- Birkaç şartla; Bir, ani hareket yok. İki, hızlı yürümek yok. Üç, şımarmak yok. Dört, yorulmak yok.
Neşeli bir sesle cevap verdim:
- Emredersiniz paşam!
Uyarıcı bir sesle cevap verdi:
- Melek, şaka yapmıyorum.
Onun bu ciddiliğini göz ardı ederek alaylı ses tonumla konuşmaya devam ettim:
- Peki hünkarım!
Bıkkınlıkla sesini yükseltti:
- Meleek!
- Tamam Celil! Aaaa! Ne bağırıyorsun?
𓆩𓆪
Kahvaltı yine her zamanki gibi sakin geçmişti. Hizmetliler masayı toplarken biz de Celil'le babaanneden müsaade isteyip ön bahçeye çıkmıştık. Bahçenin ortasındaki süs havuzunun tam ortasında duran kanatlanmış kartal heykelinin ayrıntılarını incelerken Celil'in telefonunun çalması bütün ilgimi dağıtmıştı.
Gözlerimi Celil'e diktiğimde aramayı onaylamış, karşı tarafla konuşuyordu:
- Şahin... Nerede kaldı?... Ağaç olduk oğlum burada..... Tamam...... İki dakika içinde burada istiyorum.
Aramayı sonlandırdığında içimden 120'den geriye saymaya başlamıştım; 119, 118, 117, 116....
Saymaya devam ederken Celil'in sesini duydum:
- Neyi beklediğimizi sormayacak mısın?
Saymaya ara verdim ve dudaklarımı araladım:
- Sadece içimden sayıyordum.
Kolundaki gümüş saate baktı ve ekledi:
- 84 saniye içinde burada olacak.
- Ne burada olacak?
- Hastaneye yürüyerek gitmeyeceğiz. E dolmuş hattının da bahçeden geçmesi imkansız olduğuna göre... Sence?
- Ha dolmuş hattı buradan geçse dolmuşla gideceğiz yani? Seni dolmuşta hayal edemiyorum!
- Niye, dolmuşa insanlar binmiyor mu?
Şaşırmıştım. Cidden dolmuşa biner miydi böyle bir adam?:
- Ya-nii... Hani sen şeysin ya...
Kaşlarını çatıp başını iki yana sallarken sordu:
- Neyim?
Şimdi dümdüz 'mafya' desem beni öldürür müydü acaba?
Verecek bir cevap ararken köşkün araç giriş kapısından giren Range Rover'ın koyu ve asil siyahlığı gözlerimi kamaştırıyordu. Ne yalan söyleyeyim böyle arabalar sadece filmlerde kullanılıyor sanırdım. Hatta araba tam yanımızda durana kadar parlak siyahlığına yansıyan kendimi bile izledim diyebilirim.
Celil'in sorusunu cevapsız bırakmamak için toparlandım ve ekledim:
- Yani senin gibi adamlar böyle iyi arabalar varken neden dolmuş kullansınlar ki? Değil mi?
- Bineriz, dolmuşa da bineriz, otobüse de, böyle pahalı arabalara da. Biz de insan sayılırız her ne kadar mafya olsak da.
Son sözlerini söyledikten sonra şoför ve ön yolcu koltuğundan inen adamlar ceketlerinin düğmelerini iliklemeye başladılar bizi görünce. Hemen ardından nikah şahitliğimizi yapan adam, Şahin konuşmaya başladı:
- Abi, diğerleri Silifke'deler. Mekanı bekliyorlar.
Celil kafasını sallayarak cevap verdi:
- Tamam. Siz buradan nereye gidiyorsunuz?
Şahin, yanındaki diğer adamı gösterdi bir eliyle ve devam etti:
- Gürkan'ın ailesi de burada ya abi, onu ziyaret edecekmiş kendisi. Ben de ne olur ne olmaz diye yanında gideceğim.
Şahin bu sözlerinden hemen sonra arabanın anahtarını Celil'e uzatırken Celil de ona cevap verdi:
- Tamam. Dikkat edin. Akşam olmadan mekanda olun. Emre'yi arayıp nerede olduğunuzu sorarım, eğer hala dönmemiş olursanız sonunuzu biliyorsunuz zaten.
Şahin'den anahtarları aldıktan sonra durdu ve Gürkan denen adama döndü:
- Selam söyle benden. Birşeye ihtiyaçları olursa Emre'ye söyle kasadan ayarlasın birşeyler.
Adam cevap verdi:
- Aleykümselam abi. Sağol.
Ardından şoför kapısını açan Celil'den hemen sonra ben de ön yolcu koltuğuna yerleştim. Araba hareke eder etmez emniyet kemeri alarmı çalmaya başlayınca kemeri takmaya çalıştım. Ama olmuyordu. Kendi kemerini tek hamlede takan Celil'in aksine ne kadar uğraşırsam uğraşayım takamamıştım kendi kemerimi. Celil bunu fark ettiğinde hemen yardım edip taktı kemerimi ve sonra hastaneye doğru yola çıktık.
𓆩𓆪
- Ağrın var mı?
Hastanenin kapısından çıkarken bana bakıp soran Celil'e yanıt verdim:
- Yok. Hatta azıcık var ama, azıcık yani. Beni görümceme götüremeyeceğin kadar ağrım yok.
Başını iki yana sallarken iç çekti ve ekledi:
- Ahh Melek... Ne görümceci çıktın.
Cevap verdim:
- Seviyorum ben Buğlem'i. İyi kız.
Celil'in kolunda yavaş yavaş arabaya yaklaştığımızda birşey dikkatimi çekti; plaka.
33 CMK 2228.
Şimdi adamın günahını falan da almayalım da acaba Celil'in C'si, Melek'in M'si ve Kayalar'ın K'si olabilir miydi plakadaki harfler?
Bunu düşünürken Celil'in sesini duydum:
- Bakma plakaya öyle. Ben yaptırdım.
Günah falan almadım şükür. İtiraf geldi zaten. Ama neden böyle birşey yaptırmıştı ki?
Ön yolcu koltuğunun kapısını açıp beni koltuğa dikkatlice oturturken sordum:
- Neden plakayı öyle yaptırdın?
Koltuğun baş kısmından destek alarak üzerime eğilip emniyet kemerimi takarken verdiği her nefes saçlarımı yerinden savuruyordu ufak ufak.
Emniyet kemerini takmıştı ama üzerime eğilmeye devam ederken gözlerini gözlerimle birleştirip konuştu:
- Hani artık formalite de olsa karımsın ya, magazin dünyası diye birşey de var ya, ondan.
Magazin ne alakaydı ki şimdi? Sordum:
- Magazin?
- Sen artık Kayalar Holding'in satış yönetmenliğinde çalışan Celil Kayalar'ın karısı Melek Kayalar'sın. Tüm magazinler bizi konuşmaya hazır. Flaşların önünde gerçeği yansıtamayız, öyle değil mi? Yoksa işin sonunda sen kadın koğuşunda olursun.
Niye bir ben kadın koğuşunda oluyordum ki? Tüm gerçekleri anlatınca sanki o hapse girmeyecekti.
Soluğu yüzüme çarparken ben de iç çekip cevap verdim:
- Yalnız... Ben kadın koğuşundayken sen hayatına devam edeceğini mi sanıyorsun? Herşeyi ben de anlatırım. Ve sen de-
Cümlemi tamamlamama izin vermeden sözümü kesti:
- Ve ben de suçumu üstlenecek tonla adamımın içinden birini seçer, ailesine ayda üç kuruş gönderir ve hayatıma kaldığım yerden devam ederim.
Bu sözleri beni susturmuştu. Üzerimden ayrılıp kapıyı sertçe kapattı, şoför koltuğuna geçip arabayı sürmeye başladı.
Ne bekliyordun Melek? Erkek milleti bunlar, her koşulda kendilerini düşünürler. Haklısın İçses. Ben Celil'in piyonundan başka neyiyim ki zaten? Gel Melek, git Melek... Bunu böyle yapacaksın, şunu şöyle yapacaksın.
Ben, onun piyonu olmaktan öteye geçemezdim. Kızım ben vurdum, sen öldürdün. Abartmaya gerek yok. Hem bazı konularda da bir dediğini ikiletmiyor. Neden ikiletmiyor biliyor musun İçses? Piyonunu kaybedemez o! Buldu benim gibi safı, salağı oynuyor işte. Eminim eğleniyordur da. N'apacaksın Melek? Hapse girmeyi göze alıyor muyuz yani? Kızım iki canın katiliyiz biz. O her türlü kurtarır kendini. Biz? Bizim kimimiz var Melek? Zengin miyiz sanıyorsun? Kızım biz işe halk otobüsüyle gidiyoruz, o özel araçlarla. Hem söylesene, Celil'in bu zamana kadar resmi bir işi var mıydı? Bilirsin merdiven altı karanlık işler diye de birşey var. Huyundan gideceksin Melek. Bazen 'he' diyeceksin, o dik tuttuğun boynunu eğeceksin. Birkaç ay kaldı az dayansan n'olur? Dayanacağım İçses... Ama andım olsun ki onu da öyle bir çıkmaza sokacağım ki... Onun piyonu olup olmadığımı anlayacak... Ona değerimi bildireceğim. Tamam, bu sefer tamamıyla sana bırakıyorum. Ama lütfen yanlış birşey yapma Melek... Bizi perişan etme... Perişan etmeyeceğim İçses... Prenses edeceğim... Gerçekten birilerinin prensesi olacağız. Ve o birileri, bir kaşımızın çatılmasından tedirgin olacak...
Melek... Ne diyorsun sen? O 'birilerine' ne yapacaksın?
Aşık ettireceğim İçses...
Ayy en sevdiğim film yeni başlıyor ve içinde biz oynuyoruz!
Neydi ki senin en sevdiğin film?
Aşk filmleri manyak, anlasana.
O zaman hazır ol İçses... Bu filmde oynamayacağız, filmi yaşayacağız... 𓆩𓆪 Kısık sesle radyodan çalan İkilem'in Aç Bu Şarkıyı adlı şarkısını saymazsak içi ölüm sessizliği dolu süren araba yolculuğunun sonunda bambaşka bir binanın önüne gelmiştik. Apartmanın hemen yanında bir gazino vardı. Gazinonun nostaljik görüntüsüne kıyasla etrafını saran beyaz binalar daha modern görünüyordu.
Celil arabayı durdurdu, el frenini çekti, anahtarı çıkardı, indi ve şu an benim emniyet kemerimi çıkarmama yardım ediyor. Evet... Herşeye rağmen bana yardım eden formalite bir kocam var(!)
Apartmanın içindeki asansöre bindiğimizde ikimiz de sessizdik. Celil -2 tuşuna basarken ben de cebimden çıkardığım açık kahverengi rujumu aynaya bakarak sürüyordum. Aynadaki yansımada Celil'le gözlerimiz kesişti birden. Birkaç saniye bana baktıktan sonra açılan asansör kapısından apartmanın içine ilerlerken, ruju hızlıca cebime koyup ben de çıktım asansörden. Karanlık koridorun sonuna doğru ilerledim.
Celil'in birkaç kez kapıyı tıklatmasıyla Emre açtı kapıyı. Bizi görünce ekledi:
- İyi ki geldiniz valla. Kardeşin başımın etini yedi.
İçeri girdikten sonra salondan bize doğru gelen Buğlem, önce Celil'e sarıldı, sonra Emre'ye ters ters bakarak cevap verdi:
- Abi bakma sen buna. Uslu uslu oturdum ben.
Sonra bana sarılırken Emre'nin sesi duyuldu:
- Aynen, asla pençelerini çıkarmadı kardeşin. Elimin üzerini de ayı tırnakladı zaten.
Emre'nin bu cümlesinin üzerine Buğlem bir hışımla benden ayrılıp Emre'ye döndü:
- Sen ayı mı diyorsun bana? Önce bi' kendine bak istersen! Öküz!
Celil araya girdi:
- Kedi- köpek gibi davranmayın birbirinize. Nereye gidilecekse gidelim bi' an önce.
Nereye gidiyorduk ki? Daha yeni gelmemiş miydik? Soran gözlerle Celil'e baktığımda konuşmaya başladı:
- Buğlem hanım gezmek istiyor.
Buğlem atıldı:
- Abi, akşam çok güzel bir mekana yakın bir yerde Serkan Kaya'nın konseri var!
Celil cevap verdi:
- Bilet aldınız mı bari? Almadım deyin.
Emre başıyla Buğlem'i göstererek yanıtladı:
- Tutamadık abi... Ön sıradan 4 bilet aldı...
Celil sıkıntılı bir nefes vererek konuştu:
- Meleğin dikişleri var ya hani... Kalabalık ortam olmaz. Biletleri iptal ettirin.
Ben söze girdim:
- Ya ben gelmesem de olur.
Celil bunu duymamış gibi Emre'ye bakarak konuşmaya devam etti:
- Kimse kimseden ayrılmıyor. Gidiyorsak konsere değil Buğlem'in bahsettiği mekana gidelim. Daha sakin olsun ortalık.
Aradan geçen dakikalarda Celil, Buğlem'i konsere değil de konserin yakınlarındaki bir mekana gitmemiz konusunda ikna etti. Buğlem'in her ne kadar hevesi kırılsa da bunu kabul etmek zorunda kaldı.
Bu sefer 4 kişi olarak tekrardan arabaya bindiğimizde Celil her zamanki gibi şoför koltuğuna, Emre yanına, Ben Celil'in koltuğunun arkasındaki koltuğa, Buğlem de yanıma oturmuştu.
- Eee? Nereye gidiyoruz?
Buğlem'in bu sorusuna ilk cevap veren Celil oldu:
- Fark etmez de... Tarsus Limanı'na gidelim bence. Akşama da o bahsettiğiniz mekana gideriz.
Celil'in bu fikri hepimizin kafasına yatınca arabanın rotası Tarsus'a çevirildi.
Arabada ilerlerken Buğlem cebinden çıkardığı telefonundan bana bazı erkek resimleri göstermeye başlamıştı. Justin Bieber'ın fotoğrafını gösterirken konuşuyordu:
- Bak, bu adama aşıktım ben. Ay televizyonda magazinlere çıkardı da nasıl heyecanlanırdım.
Resme üstün körü bakıp konuştum.
- Benlik değil. Biraz... fazla özgür ruh sanırım?
- Kız yenge deme öyle, kaç milyon kız vardı peşinde.
- Hmm...
Sonra benden telefonumu istedi:
- Telefonunu versene yenge.
Cebimden çıkarıp uzattığımda ekranı kaydırıp uygulamaları gezmeye başlarken sordu:
- İnstagram kullanmıyor musun?
Cevap verdim:
- Yani... Vardı da... Eski hesap, şifresini unuttum.
- Dur hemen açalım sana da bir tane.
- Buğlem gerek yoktu.
- Var var. Nasıl olmaz?... Imm.... Şimdi söyle bakalım.... Doğum tarihin?
Cevap verdim:
- 28 Eylül 1999.
Belli belirsiz mırıldanıyordu:
- Cinsiyet.... Kadın.... Şu.... Şu şöyle.... Hah! Hesap adı ne olsun?
Düşünmeden cevapladım:
- Melek Kayalar yaz.
Bu söylediklerimden sonra arabanın dikiz aynasından Celil'in bakışlarını üzerimde hissettim, ama inatla bakmadım aynaya. Buğlem sorana kadar tırnaklarıma bakmaya odaklanmıştım:
- Yenge, şifre koyman lazım.
Sesli düşünerek cevapladım:
- Doğum tarihim.... Olmaz.... Adım, soyadım.... Olmaz.... Şey koy.... 33 CMK 2228.
Evet arabanın plakasını şifrem olarak seçtim.
Yine Celil'in gözlerini dikiz aynasından üzerimde hissettiğimde inat etmedim bu sefer. O gözlerini tekrar yola çevirene kadar bakıştık diyebilirim. 𓆩𓆪 Celil arabayı açık alandaki bir otoparka park edene kadar camdan dışarıyı izlemiştim.
Tek tek arabadan indiğimizde korsan gemilerine doğru ilerliyorduk. Buğlem ara ara telefonundan benimle selfie çekiniyordu. Korsan gemilerini ve küçük tekneleri geride bıraktığımızda limana yakın bir alanda heykellerin yanında durmuştuk. Daha doğrusu Buğlem durdurmuştu bizi:
- Abi, yenge. Şu heykellerin yanında, deniz de arkadan görünürken bi' instagram fotoğrafınızı çekeyim mi?
Celil'in vereceği cevabı beklemeden atıldım:
- Olur. Aslında instagrama ilk bu fotoğrafı koyabilirim.
Çüş Melek! Ne bu hız? Filmi yaşıyoruz ya işte İçses. Daha ne? Bu kadar hızlı olacağını tahmin etmemiştim. Bekleyip de neden zaman kaybedeyim? Ona en büyük darbeyi vuracağım dava günü. Aman sen aşık et de boşanmayı bi' ara düşünürüz. İzle İçses... Sadece izle ve gör...
Heykelin yanında duran Celil'in sol omzuna iki elimi de koyup yan durdum, sol ayağımın parmak ucunu yere değdirirken bir elimle de Celil'in sol elini, elimin içine alıp belime yerleştirdim. Tabii bu sırada Celil'in göz harelerinin bana dehşetle baktığını düşünebiliyorken kameraya gülümsedim. Ve o da gülümsedi.... Celil yani...
Birkaç tane fotoğraf çeken Buğlem sanki bir tarihi esere bakıyormuşçasına hayranlıkla bakıyordu bize.
Celil'in elini tutan elimi belimden çekip bıraktığımda artık ikimizin de rol yapmayı bıraktığını ve eski somurtkan halimize geri döndüğümüzü fark ettim. Birkaç adımla Buğlem'in yanına ilerleyip fotoğraflara baktım. Birini seçip göstererek konuştum:
- Bunu bu akşam eve gidince paylaşacağım.
Cevap verdi:
- Takip ediyorum seni yenge. Hem 1 haftaya kalmaz ünlü olursun sosyal medyada. Takipçilerin milyonları geçer.
- Neden?
- E sen ünlü Kayalar Holding'de çalışacaksın ya.
- Haa anladım. İyiymiş. Takipçilerimin artması yani...
- E beni de paylaşırsın artık 'Canım Görümcem' diye.
- Paylaşmam mı kız? Paylaşırım tabii. 𓆩𓆪 Akşama kadar Tarsus'ta geçirdiğimiz saatlerden sonra Kız Kalesi manzaralı bir mekana gelmiştik.
Buğlem ile yan yana, Celil ile karşı karşıya oturduğumuz masada Buğlem'in sesini duyduk:
- Eee? Yemekler gelene kadar boş boş oturacak mıyız?
Emre söze girdi:
- Ne yapmamızı bekliyorsun?
Buğlem Emre'yi duymazcadan gelerek bana döndü:
- Yengecim biraz da sen anlat. Kimsin, kimlerdensin, nerelisin?
Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım:
- Melek İrsoy... 24 yaşınd-
Cümlemi bitirmeme izin vermeden Celil konuştu:
- Baştan anlat.
Neyi baştan anlatacaktım ki? Bir kez daha araladım dudaklarımı:
- Melek İrsoy, 24 ya-
Cümlem yine Celil yüzünde yarım kalmıştı:
- Tekrar dene.
Ne demek istiyordu bu adam? Beni benden daha mı iyi tanıyacaktı? Soyadını diyor aptal kız. İyi be. Melek Kayalar'ı deneyelim bir de.
Yeniden nefes alıp konuştum ve bu sefer bastıra bastıra adımı ve soyadımı söyledim:
- Melek Kayalar. 24 yaşındayım. İki yıl Gazetecilik ve iki yıl Fotoğrafçılık okudum. Terazi burcuyum ve önceki hayatımda işe veya bir yerden bir yere dolmuşu kullanarak gidiyordum. Özel ve lüks arabalarla değil.
Son cümlem Celil'i sessizce güldürmüştü. Halbuki ben o cümleyi gülmesi için değil, laf sokmak için kurmuştum. Eşek hoş laftan ne anlar? Aaaa! Kocamıza Melek... Eşek demeyelim lütfen. Yanardönersin İçses!
Celil hala sırıtırken ona ters bakışlar atıyordum. Bir süre bakıştıktan sonra Buğlem'e döndüm:
- Sen anlat görümcem.
Buğlem sahte bir öksürük ile boğazını temizledikten sonra konuşmaya başladı:
-Ben Buğlem Yöndel. Soyadımdan nefret ediyorum. 20 yaşındayım. Bir tane yengem var onu çok seviyorum. Sonra yengemin biraz odun bir kocası var onu da seviyorum. Sonra yengemin biraz odun olan kocasının sağ kolu var ondan nefret ediyorum.
Buğlem'in bu sözleri Celil'le benim aramdaki gergin ortamı yumuşatırken Emre'ye döndüm:
- Sen, görümcemin odun abisinin sağ kolu? Kimsin?
Emre sanki bu soruma cevap vermek istemiyormuş gibi konuştu:
- Emre ben... Bu kadar.
Neden bu kadar kestirip atmıştı ki? Üsteledim:
- Hiç mi bir hikayen yok?
Bu sorumu sorduktan sonra Celil'in bana bakan gözleriyle kesişti gözlerim. Celil kaşlarını havaya kaldırıp indirdi iki kez. Emre'ye soru sormamamı istiyordu. Ama inattım ben. Emre'nin beni duymazcadan gelmesine ve Celil'in uyarısına rağmen yine üstelemiştim:
- Emree? Hiç mi anlatacak birşeyin yok?
Emre buna dayanamıyormuşçasına ayağa kalkıp Celil'e baktı ve ekledi:
- Ben siparişlere bakayım.
Emre hızlı adımlarla birkaç adım ötemizdeki kapalı restorana girerken gözüm hala ondaydı. Sonra Celil'in sesiyle ona döndük Buğlem'le ikimiz:
- Anne ve babasını öldürdü 19 yaşında. Ve şimdi de vicdan azabı çekiyor. Al işte hikayesi.
Celil'in bu sözleri kafamın içinde yankılanırken tek tük konuşuyordum:
- Bilmiyordum...
Ama Celil biraz kızgındı hâlâ bana:
- Sana kaşlarımı kaldırıp sormaman gerektiğini işaret ediyorum, inadına soruyorsun Melek.
Yüzüm düşerken sessizce söylendim:
- Merak etmiştim. Tamam, sormam birdaha.
Az sonra aramıza geri dönen Emre sanki az önceki konular hiç konuşulmamış gibi herşeyi unuttu ve yanımıza oturdu tekrar. Ardından konunun tamamen kapatılması için konuştu:
- Siparişler hazırlanıyormuş. İkisi bitmiş, ikisi kalmış.
Uzun zamandır sessizliğini koruyan Buğlem Emre'ye ilk defa laf sokmayarak cevap verdi:
- Tamam bekleriz.
Yaklaşık 15 dakika sonra gelen tantunilerimizi yerken sessizdik. Mekanın radyosundan Kahraman Deniz'in Piraye şarkısı yükseliyordu. Buğlem tantunisinin yarısındayken Celil'e baktı ve konuşmaya başladı:
- Abi, konsere gideriz değil mi?
Celil cevap verdi:
- Kalabalık ortam olmaz. İçeri fazla girmeyelim.
Ağzımdaki lokmayı mideme yollar yollar Celil'e bakarak cevap verdim:
- Ama ne anlamı kalır ki konserin?
Kararlı olduğu sesinden belliydi:
- Melek, yaran enfeksiyon kaparsa n'olcak?
O sırada arkadan çalan şarkının nakarat bölümü dikkatimi çekti,
Belli ki nazım geçmiyor sana,
Onun da bu şarkıyı duyduğunu bildiğim için cevabımı şu şekilde verdim:
- Belli ki nazım geçmiyor sana.
Derin bir iç çekti ve bana cevap verdi:
- Melek, konsere gideceğiz, ama fazla içeri sokamam. Tamam?
Eğer daha fazla üstelersem konsere götürmekten vazgeçeceği geldi aklıma. Üstelemeyecektim:
- İyi, tamam. 𓆩𓆪 Yemeklerimizi bitirmiş, konserin olduğu yere yola çıkmıştık. Açık alandaki büyük konser alanının önüne yaklaşınca Emre bir Tekel Bayii'ye uğrayıp içki almıştı iki şişe. Evet baya baya içeceklerdi. Sağ tarafında yürüdüğüm Celil'e bakıp sordum:
- Sarhoş olacak mısın? Yani olur musun?
Melek? Adama ne izlemini vermeye çalışıyorsun? Yanlış anlaşılacak şimdi!
Bana baktı ve cevap verdi:
- Ben kolay sarhoş olmam. 4-5. şişede ancak çift görmeye falan başlarım.
- E ikiniz de içerseniz arabayı kim kullanacak?
- Sen kullanırsın.
Ben mi? Arabayı bana mı emanet edecekti o durumda? Konuşmaya başladım:
- Ya ben de içersem?
Melek! Cidden içecek misin? Saçmalama kızım! Yapamazsın! İçsesciğim, sözümüzü unutmayalım istersen. Sen bana bırak ben halledeceğim. Bak aklıma kötü kötü şeyler geliyor. Adamı kendime aşık ettireceğim diye de ileri gitme! Tamam, bende. Herşey kontrolüm altında.
Celil küçümseyen bakışları altında bana bakarken konuştu:
- Sen?... İçeceksin?
Ciddi bir yüz ifadesiyle cevap verdim:
- Evet. Senden eksik yanım neresi benim? Sen yaparsan ben alasını yaparım.
- Melek, ilk deneyeceğin için... Hani bünyen de alışık değildir senin... İki yudumdan sonra kör kütük sarhoş olursun.
- Yok, birşey olmaz.
- İyi sen bilirsin. Ama ben içmeyeceğim.
Benim içeceğimi duyunca mı vazgeçmişti? Sordum:
- Niye?
- Sen kör kütük sarhoş olacağın için birinin seni zapt etmesi gerek.
- Niye öyle dedin ki? En fazla ne yapabilirim?
- Bıçak çekme, silah doğrultma da... Gerisinde seni önlerim ben.
Celil'in diğer tarafında yürüyen Buğlem araya girdi:
- Geldik!
Konser alanına girer girmez Emre'nin Tekel Bayii'den aldığı içki poşetinden bir şişe aldım. Kapağını açmak için tüm gücümü kullansam da açamamıştım. Bunu gören Celil şişeyi elimden aldı ve kolaylıkla açtı. Şişeyi bana vermesini beklerken önce kendi koca bir yudum aldı ve sonra bana uzattı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Celil'in yanında, Buğlem ile birlikte ellerimizdeki şişelerden yudumlarca alarak sallana sallana şarkılara eşlik ediyorduk.
Sanırım yavaş yavaş aptallaşmaya başlıyordum. En son hatırladığım şey Buğlem'le 'Zor Bela!' diye bağırışımız, ve Celil'in ikimizi de ısıtan kollarıydı.
𓆩𓆪
(Celil'in Anlatımıyla)
Kollarımda sarhoş olup sallana sallana şarkı söyleyen iki kadından biri karım, diğeri kızkardeşimdi. Melek hemen sarhoş olmuştu tahmin ettiğim gibi. Tabii Buğlem de öyleydi.
- Gidelim Celil! Uykum geldi!
Meleğin bu seslenişi üzerine Emre'ye döndüm:
- Emre hadi.
Başını sallayıp çıkışa yöneldiğinde iki elimi de Buğlem ve Meleğin bellerine dolayıp yavaş yavaş yürümeye başlarken onlarsa hala şarkı söylüyordu.
Kalakaldım kışın ortasında yine!
Arabaya gidene kadar sesleri kısılmış, sızmak üzerelerdi ikisi de. Yani Meleğin kahkaha sesini duyana kadar ben öyle sanıyordum. Buğlem ile birbirlerine sözde espri yapıyorlardı:
- Bak bak, bi' adam intihar etmek istemiş, ama ölmemiş. Neden?
- Neden?
- Çünkü adı Yaşar'mış!
Ve kalabalığın ortasında kahkahalarla gülmeye başladılar.
Önce Buğlem ve Emre'yi mekana bıraktıktan sonra Melek ile köşke gitmek için yola çıkmıştık. Melek ön koltukta sızıp sızmamak arasındaydı. Arabadan inip onun koluna girdikten sonra yavaş yavaş köşkün kapısına ilerledik. Hala yanan ışıklar evdekilerin uyumadığını anlatıyordu.
Köşkün bildiğim bir arka kapısı vardı. Oradan içeri girdiğimizde Melek hala saçma sapan şeylere gülüyor, cansız heykellerle diyaloglar kuruyordu. Tam odamızın olduğu kata çıkacaktık ki Melek bir anda salona doğru yürümeye başladı. Arkasından ona yetişmek için hızlanmam birşeyi ifade etmemişti. Çünkü salondakilerin gözü kör kütük sarhoş olan Meleğin üzerindeydi.
- Herkese iyi akşamlar!
Melek bu seslenişiyle gözümde her ne kadar komik görünse de bu olaya bir son vermek için kolunu tuttum. O ise umursamadan amcama döndü:
- Amcacım bıyıklarınız fazla mı uzamış? Ne zamandan beri tıraş olmuyorsunuz?
Amcam Meleğin bu sözlerinin üzerine bıyıklarını kaşırken ben de Meleği çekiştirmeye çalışıyordum:
- Melek hadi odaya çıkalım.
Beni duymuyormuşçasına bu sefer de Müezza yengeme dönüp konuştu:
- Saçlarınız yapay boya mı? Kızılcık ekşisi gibi duruyor da.
Müezza yengem çattığı kaşlarının ardından bir eliyle saçlarına dokunurken söyleniyordu:
- Aah! Ne diyor ayol bu?
Meleği çekiştirmem devam ederken o da Fahriye'ye dönüp saçmalamaya devam etti:
- Amanınn! İlk okuldan Fahriye! Kız pembe olmuş mu saçına hiç? Yeşile boyasaydın daha birşeye benzerdi...
Fahriye kocaman açtığı gözleriyle Fırat'a bakarken, Melek de Fırat'a döndü birden:
- Kaşlarını inceltsen mi? Maaşallah iki parmağım kadar! Amazon yağmur ormanları gibi!
Fırat'sa en pozitif tepkiyi veren kişi olarak gülüyordu.
Melek, Fahriye'nin yanındaki Dicle'ye dönüp ekledi:
- Sen var ya sen... Seni hiç gözüm tutmadı!
Onu çekiştirip birlikte bir adım attığımızda son olarak, olayları şok içinde izleyen babaanneme döndü Melek ve ekledi:
- Ve siz... Her zamanki gibi çok zarif ve gecenin en güzelisiniz.
Babaannemin kızmasını, bağırıp çağırmasını beklerken Melek'e teşekkür edip gülümsemekle yetindi:
- Teşekkür ederim kızım.
Melek ile karşılıklı gülüşürlerken Melek birden bana döndü:
- Ama! Gecenin en yakışıklısı kocam yani!
Gülmemek için zor tutuyordum kendimi. Onu kendime çekip bana sarılmasını sağlarken salondakilere bir açıklama yapıyordum:
- Yemekte bünyesi alışık olmadığından ilk kez alkol aldı da. Kusura bakmayın.
Babaannem gülümserken cevap verdi:
- Yok oğlum ne kusuru.. Olur öyle. Hadi siz yukarı çıkın.
Mahçup bir şekilde iyi akşamlar diledikten sonra hala bana sarılı olan Melek'le merdivenlere yöneldim. Basamakları çıkamayacağını anladığımda kucağıma alıp odaya kadar taşıdım.
Yatağa bırakıp üzerine pikeyi örterken kapalı gözleriyle konuştu:
- Gerçekten... Gecenin en yakışıklısı sendin...
Ona tebessüm edip yatağın diğer tarafına üzerimi bile değiştirmeden uzandım.
Selam benim minnak hayaletleriimmmmm ben geldimmmm
Şu sıralar baya yoğunum bu bölüm biraz geç kaldı kusura bakmayınnnn Bir dahaki bölüm sürpriz ona göreee VE VE VE VE VE LÜTFEN YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİN LLLLÜÜÜÜTTTTFFEEEEEĞĞĞNNNNN
ÖPTÜMM
|
0% |