2. Bölüm

1. BÖLÜM

Kahveyeşilineaşık
kahveyesilineasik

 

 

Bu kurguda geçen her şey hayal ürünüdür. Gerçek kişi ve kurumlarla herhangi bir ilgisi yoktur.

 

🐺

 

Yazarın Anlatımıyla

 

(1 HAFTA SONRA)

 

Gelen gidenin eksik olmadığı evden Kur'an nağmeleri yükseliyordu hâlâ.

Barlas ve Mihri'nin evinden...

 

Hamile olduğunu söylemek için karargaha geldiği anlaşılmıştı. Ama bu haberi daha eşine veremeden karnındaki çocuğuyla toprağa verilmesi çok yakıyordu Barlas'ın canını.

 

Neredeyse bir haftadır giremiyordu evine. Biliyordu çünkü gözlerinin boş ve haddinden fazla sessiz mutfakta onu arayacağını. Yatağında uyumayı da istemiyordu, çünkü biliyordu ki uyanır uyanmaz onun soyutlaşan bedenini arayacaktı. Sesini arayacaktı, kokusunu, evin içindeki adım seslerini, sarı saçlarını... Her şeyiyle arayacaktı onu.

 

Gecenin karanlığına bir sigara daha yaktı. Oturdukları binanın bahçesindeki çardak bir haftadır ev hizmeti veriyordu ona. Komutanlığını yaptığı timden askerleri geliyordu her akşam. Ya eve girmesini, ya da kışlada hep beraber kalma fikirlerini sunuyordu askerler ona. O ise iki seçeneği de reddetmekten bıkmıyordu.

 

Bahçe kapısı aralandığında, yanına bir grup insanın yaklaştığını hissetti Barlas. Anlaşılan Lal Timi bu gece de seçenek sunmaya gelmişti. Dokuz kişi sırayla girdiler çardağa.

 

Teğmen Hayrettin,

Teğmen Murat,

Asteğmen Gülşah,

Astsubay Üstçavuş Cevahir,

Astsubay Başçavuş Burak,

Astsubay Kıdemli Üstçavuş Baturalp,

Uzman Çavuş Ömer,

Uzman Çavuş Mustafa,

Uzman Çavuş Poyraz,

 

Onlar Lâl Timi olarak onurlandırılmışlardı.

 

Hepsi birden oturdu komutanlarının yanıbaşına. Yapacakları destek konuşmaları da ikna çabaları da ezberindeydi artık.

 

''Yüzbaşım, bu hızla giderseniz yengeye kavuşmanız yakındır,'' dedi aralarında en patavatsız olan.

 

Hayrettin, kurduğu bu saçma cümle dolayısıyla Ömer'i kalın parmaklarıyla dürterken yapılan imayı anladı Yüzbaşı. Bakışlarını önce yerdeki sayısız izmarite, sonra Ömer'e çevirdi.

 

''Merak etme Çavuş, intikam almadan ölüm yok bana. Rahat ol.'' dedi duygusuzca.

 

''Komutanım siz bakmayın şu sineğe, aklınca kafa ütülüyor.'' dedi Cevahir, Ömer'e ters bakışlar atmaya devam ederken.

 

Umursamadı Barlas. ''Siz bir haftadır boşsunuz. Gidin görevlerinizin başına.'' dedi.

 

''Komutanım, sizi yalnız bırakmayız biz.'' dedi Murat.

 

''Merak etmeyin yıllık iznimizi kullanıyoruz.'' dedi Hayrettin.

 

Yarıya gelen sigara izmaritini işaret ve baş parmaklarının arasına kıstırdı ve yanan ucunu diğer elinin avuçiçine bastırdı. Avucundaki acı hemen geçmiş, ama içindeki acı hala geçmemişti.

 

''Defolun,'' dedi. ''Hepiniz görev başına hiç değilse diğer timlere hayrınız olsun.''

 

''Aman komutanım etmeyin eylemeyin!'' dedi Poyraz. ''Siz ne zaman toparlanır dönerseniz biz de o zaman döneriz görev başına.''

 

Poyraz'ın bu cümlelerine karşın istemsizce sesini yükseltme gereği duymuştu:

 

''Gülşah, sen Allah'ın izniyle, diğerleri, siz de siktir olup gidin görev başına!''

 

Asteğmen Gülşah hariç hepsi de Barlas'ın bu çıkışına karşın ''Emredersiniz komutanım!'' cevabını vererek önce çardaktan, sonra bahçeden çıkmışlardı.

 

''Gülşah, sen de.'' dedi. Kız kardeşi gibi gördüğünden kıyamıyordu ona.

Genç kadının yukarıdan atkuyruğu yaptığı saçları esen rüzgarla savrulurken yanına oturdu abisi gibi gördüğü adamın.

 

''Size ilk 'abi' dediğim günü hatırlıyor musunuz komutanım?'' dedi usulca. Evet bu cümleyi usulca kurmuştu belki ama içinde barındırılan anlam çığlık çığlığaydı. Gözlerini karanlık gözlere çevirdi Barlas. Acı doluydu gözler. Ne eksik ne fazla, hala yıllar önceki acıyla bakıyordu.

 

🐺

 

(21 MART 2017/VAN)

 

"Lan, Damat Ferit!" Ferit, ona seslenen Hayrettin'in yaklaşan silüetine çevirdi bakışlarını.

 

"Ne var lan Paşa Hayrettin?" dedi Ferit, elindeki ultrason fotoğrafını okşarken."Şurada iki oğlumla dertleşeceğim, sıçıp sıvadın duygusal anıma ha!"

 

Hayrettin kuru bozkırda bağdaş kurmuş oturan Ferit'in yanına çömeldi ve fotoğrafı eline aldı hızla.

 

"Oy canım yerim senin! Aynı senden lan bu!"

 

Ferit, fotoğrafı Hayrettin'in elinden çekip aldı ve hayran bakışlarını tekrar fotoğrafa yöneltti.

 

"Tabii ben oğlum! Aslanım benim! Bir büyüsün bizim time alacağım onu."

 

"Senin Güllü bir doğursun hele, bakarsın Genelkurmay Başkanı yaparız başımıza." dedi Hayrettin ve ekledi: "Sahi ya dokuz ay oldu, niye doğurmadı hâlâ? "

 

"Günü var paşam," dedi Ferit. "Dokuzuncu aya girdiği gibi zank diye doğuracak hali mi var?"

 

"Doğru," dedi Hayrettin. "Gülşah nazlıdır, onuncu aya anca doğurur bebeği."

 

Ferit Kaşlarını çattı "Ulan dallama, madem nazlı, niye Asteğmen benim karım?"

 

"O da doğru, şeytanı sulu dereye götürür, orada boğar atar valla." diye cevap verdi bu sefer de Hayrettin.

 

Birlikte gülüştükleri sırada önce uzaktan bir ıslık sesi duyuldu, ardından peş peşe gelen silah sesleri...

 

🐺

 

"Ay Gamze," dedi Gülşah karşısındaki kız kardeşine, "Bu eşek sıpası durduğu yerde durmamaya başladı. Yavaştan yola çıktı galiba."

 

Gamze, ellerinden birini Gülşah'ın şişkin karnına koydu: "Bilmem ki ben abla. Geliyor mu dersin?"

 

Gülşah dudaklarından sancılı bir inleme firar ederken "Vallahi gümbür gümbür geliyor hem de! Ne biçim tekmeliyor baksana!" diye söyleniyordu.

 

Gülşah koltukta sızlanmaya devam ederken Gamze, telefonunu çıkarmış, aradığı taksiye evin adresini veriyordu.

 

Dakikalar sonra iki kadın da yan yana, hızla hastaneye yol alan taksideydiler.

 

"Yok, açmıyor." dedi Gamze telefonunu umutsuzca kapatırken. Defalarca Ferit'i aramış ama ulaşamamışlardı.

 

Hissettiği ıslaklıkla elini bacak arasına götürdü Gülşah. "Suyum!" diye inledi. "Gamze, suyum geldi!"

 

Artık panik olan sadece Gülşah değildi. Gamze ve taksi şoförü de aynı telaşı paylaşıyordu.

 

🐺

 

"Komutanım," dedi Ömer telsize doğru. "Güneybatı yönünde yaklaşık yüz elli kişilik bir ordu var, yaklaşıyorlar!"

 

Üçe ayrılmış Lâl Timi ayrı yerlerde aynı sözleri dinliyordu telsizlerinden. Bu ordu planlarına dahil değildi, onlara sürpriz olmuştu. Ancak bu durum vatanlarını koruyamayacakları anlamına gelmezdi.

 

"Eğer öldürmeden ölen olursa bir tane de ben sıkarım kafasına! Elinizden geleni yapacaksınız Lâl Timi!" dedi Barlas telsize doğru.

 

Hep birazdan duyulan "Emredersiniz komutanım!" sesi yükseldiğinde Lâl'in üç farklı kolları orduyu taramaya çoktan başlamıştı.

 

Ferit, bir leş indirdi ve siperin arkasına geçip telsizle seslendi.

 

"Ulan Taş Yürek!" dedi Burak'a. "Siz en son Ömerlerle tuvalete diye gittiniz, orada mı yakalandınız yoksa?"

 

Burak'ın konuşmasına fırsat vermeden Ömer atıldı, "He valla komutanım, herifler bokumuzun üzerinde yakaladı bizi. Poyraz'la Mıstey de arkamızda, mermi biterse taze bok fırlatacaklar arkadan."

 

Hayrettin tüfeğin şarjörünü yenilerken yanındaki Ferit'e döndü,

 

"Usta, hani seninle ilk çatışmamızda yine yalnız kalmıştık. Bi'oyunumuz vardı, hatırladın mı?"

 

"Siktirmeyin oyununuzu amına koyayım, " dedi Murat telsizle. "Daha 40-45 tane şerefsiz var vurulacak!" diye ekledi Poyraz.

 

Ferit bunları duymazdan geldi ve sırıtarak nişan aldı. "Oynayalım paşam, oynayalım ama ilk önce sen başla. Darılırım."

 

Hayrettin, nişan aldığı teröristin birini leşe çevirdi ve ekledi, "Bu senin içindi Damat!"

 

Ferit ise bir başka teröristin bacak arasına nişan almış, tetiğe basarken "Tüh, çocuğu olmayacak!" dedi sahte bir hüzünle. Tam o sırada telsizlerinden bu sefer de Burak'ın sesi yükseldi,

 

"Ulan bırakın çocuğu mocuğu da şu insan atıklarını temizleyin bir an önce!"

 

Ferit ve Hayrettin Burak'ın bu sözlerine yine aldırmazken ikisi de aynı anda birer leş daha serdi toprağa. "Gülşah'ım için," dedi Ferit. Bir leş daha serdi, "Zeynep'im için," dedi. Bir tane daha vurdu, "Aslan oğlum için," dedi.

 

Bir kere daha ateş etmek istediğinde ise sol göğüsüne giren kurşunla yığıldı sert bozkıra. Hayrettin onu henüz fark etmezken telsizle seslendi zar zor.

 

"Komutanım,"

 

Yüzbaşı Barlas çok geçmeden "Söyle Damat," cevabını verdi. Hâlâ kimse farkında değildi vurulduğunun.

 

"Hani öldürmeden ölen olursa bir tane de ben sıkarım kafasına demiştiniz ya,"

 

"Eeee?"

 

"Ben ona yakın öldürdüm galiba... İndirim uygulayıp topuğuma sıkar mısınız diyecektim..."

 

Hayrettin bu sözleri cızırtılı telsizinden işittiğinde hızla arkasına döndü, kan gölünün ortasında kıvranan arkadaşına baktı dehşetle.

 

"Ulan çulsuz vuruldun mu?!" dedi şokla yanına sürünürken.

 

Hayrettin, Ferit'i siperin arkasına sürünerek taşıdığında bir yandan yarasına tampon yapıyordu. Telsizi eline aldı, "Komutanım," dedi. "Vurulmuş bu, yarası derin, tampon yapacağım."

 

"Ulan Ferit, eğer ölürsen doğan çocuğuna seni çulsuz diye anlatırız ha, ona göre, " dedi Barlas telsizden.

 

Ferit kesik kesik gülümserken "Gülşah, Zeynep, oğlum size emanet," dedi. "Onlara yokluğumu hissettirmeyin, olur mu?"

 

"Ulan köpek, varlığın bitti de yokluğun kaldı sanki! Az dayan!" dedi Hayrettin.

 

Ferit, Hayrettin'i duymadı. "Gülşah," dedi bu sefer. "O diyor Mehmet, ben diyorum Efe, koyalım... İnatlaşırdık boyuna... Vasiyet ediyorum, oğlumun adı Efe olacak. İnadım inat vallahi! Oğlumun adı Efe oldu oldu, olmadı küs giderim!"

 

"Siktir oradan!" diye çıkıştı Murat telsizden. "Var mı lan işine dostuna küs gitmek? Hem gitmek ne, nereye gidiyorsun?"

 

"Daha leş kellesiyle maç yapacağız," dedi Burak.

 

Ferit zorlukla gülümserken Baturalp'in sesi yankılandı telsizden,

 

"Biraz daha dayanın lan, bitiyor, az kaldı."

 

Ancak merminin kovandan ayrılırken çıkardığı ses ve ardı arkası kesilmeyen patlamaların şiddeti sırasında kimse Ferit'in sessiz sedasız şehadet getirdiğini duymamıştı.

 

🐺

 

Yarım saat önce biri hamile iki kadını hastaneye getiren taksinin yerini şimdi büyük bir hızla ambulans doldurmuştu. Yarım saat önce doğumu başlayan kadını tekerlekli sandalyeyle taşıyan acil servis hemşireleri, bu sefer durumu ağır olan bir bordo bereliyi kurtarmak için zamanla yarışıyordu. Birinci katta doğumhaneden gelen kadın inlemelerini hemşirelerini sesleri karışıyordu:

 

"Lütfen, biraz daha ıkının." dedi genç hemşire.

 

"Yeterince açılmış, birkaç kez daha kırmanız gerekli." dedi diğer orta yaşlardaki olan.

 

Gülşah, bu teorilere kulak verip arkasında getirdiği inlemelerle biraz daha ıkınırken elini tutan kardeşi Gamze'nin eline daha sıkı sarıldı.

 

Doğumhanenin bir üst katındaki ameliyathanede ise zamanla yarış vardı. Hemşirelerden biri Ferit'in asker üniformasını boydan boya keserken doktor olan adamın, "Acele edin, süremiz tükeniyor!" deyişi duyuldu.

 

"Hocam, nabız düşüyor!" dedi bir hemşire telaşla.

 

Ameliyathane makinelerin çığlıklarıyla dolup taşarken doktorun, "Elektroşok cihazını hazırlayın!" emri duyuldu yeniden. Saniyeler sonra hemşirenin getirdiği cihazı eline alan doktor, etkisi yüze ayarlanmış aleti askerin göğüsüne bastırdı. Cevap olumsuzdu.

 

"Bebeğin başı göründü!" dedi alt kattaki doğumhaneden bir ses. "Lütfen biraz daha gayret edin," tavsiyesine kulak verdi Gülşah ve ıkınmaya devam etti.

 

"İki yüz!" diye bağırdı doktor. Saliseler sonra tekrar eline aldığı cihazı tekrardan çıplak göğüse bastırdı. Cevap yine olumsuzdu.

 

"Canım yanıyor!" diye inledi Gülşah. "Merak etme, az kaldı." sözcüklerini sıraladı hemşire. Ancak bilemezdi ki Gülşah'ın acısı fiziksel değildi.

 

"Son kez," dedi doktor. Olması gereken en yüksek evreye ayarlanmış olan cihazı son defa değdirdi Ferit'in kanlı bedenine. Fakat cevap olumsuzdu. Cihazı hemşireye verdi.

 

"Şehidin ölüm saati," dedi zorlukla yutkunurken. Kelimeler boğazına dizilmişti. "20.04."

 

"İşte geldi!" dedi doğum hemşiresi ayaklarından tuttuğu bebeğin poposuna hafifçe şaplak atarken. Artık sadece Gülşah'ın gözyaşları akmıyordu sedyeye, hayata acıyla açtığı gözleriyle bir bebeğin tiz çığlığı da eklenmişti.

 

Aynı hastanede, aynı günde, aynı dakika ve saniyede bir ölüm ve bir doğum gerçekleşmişti. Kader, oğulun doğumunu babanın ölümüne bağlamıştı.

 

🐺

 

(21 OCAK 2018/VAN)

 

"Komutanım, susturamıyorum." dedi Gülşah ağlamaklı bir ses tonuyla. O akşam Lâl Timi'nden başka insanlar da vardı Gülşah'ın evinde.

 

"Ver bakayım kızım sen onu kucağıma," dedi Rüftane Nine. "Şimdi ben ona bir Kureyş okurum susuverir."

 

Gülşah, bir yaşındaki oğlu Efe'yi ninenin kucağına bırakırken iki elini yüzüne kapatmış ağlamamak için teselli ediyordu kendi kendini. Oğlu ağladıkça içi gidiyordu.

 

"Kızım," dedi Rüftane Nine, "Bu bebek babasını ister." diye ekleyince Lâl Timi birbirine baktı sırayla. Gülşah, ellerini yüzünden çekip çaresizce ninenin kucağındaki oğluna baktı. Bir süre sonra daha fazla dayanamadı ve salondan balkona açılan kapıyı araladı. Dışarısı soğuktu, üzerindeki kıyafet ise ince... Aldırmadı Gülşah, yanağına akın eden sıcak gözyaşlarıyla ısındı.

 

Çok geçmeden balkonun kapısı açıldı tekrar. Barlas, elindeki bordo püsküllü şalı Gülşah'ın omuzlarına bıraktı usulca. Sonra da aynı Gülşah gibi balkonun demir korkuluklarına yaslandı ve dışarıdaki hayatı izlemeye başladı. Saat akşamın onu olmasına rağmen sokaktaki çocuklar neşeyle kartopu oynuyorlardı. Onların bu denli şeyle oynaması, vatanları uğruna canını feda eden kahramanlar sayesindeydi.

 

Barlas cebinden çıkardığı paketten bir dal sigarayı yakarak dudaklarıyla buluşturduktan sonra, paketi gözyaşları yanaklarında donan Gülşah'a uzattı.

 

"Kullanmayacağım komutanım." dedi Gülşah.

 

Bunun üzerine Barlas paketi tekrar cebine koydu.

 

"Biliyor musunuz komutanım, o benim tek dayanağımdı." dedi bu sefer.

 

Dudaklarının arasındaki sigarayı İki parmağın arasına aldı Barlas. Gözleri hâlâ kartopu oynayan çocuklardayken konuşmaya başladı,

 

"Sen de onun tek dayanağıydın Örgülü. Ama ondan kalan iki çocuğunun da tek dayanağısın, unutma. Güçlü duracaksın kızım, sabredeceksin. İki tane yavrun için dayanmak zorundasın."

 

Gülşah kırmızı gözlerini Barlas'ınkilere diktiğinde tek bir cümle döküldü dudaklarından,

 

"Ama nasıl, Komutanım?"

 

"Komutan değil, abi diyeceksin" dedi Barlas." Ferit seni Lâl'e emanet etti. Aslan gibi dokuz tane abin, kardeşin var. Birlikte sabredeceğiz. Yanındayız."

 

Gülşah yarım bir tebessümle "Sağ ol abi," dedikten sonra ,yeniden açıldı balkonun kapısı.

 

"Komutanım, bu sıpa Hayrettin'in bıyıklarına elleşince susuyor. Çözdük olayı." dedi Murat.

"Güllü, ben senin yerinde olsam Hayrettin'i dadı olarak çoktan işe almıştım vallahi!" diye ekledi Baturalp.

 

Gülşah, Hayrettin'in bıyıklarını minik elleriyle avuçlayan oğlunu görünce ufak bir kahkaha attı. Hayrettin Efe'yi annesinin kucağına vermişti ancak küçük çocuğun rahat durmaya niyeti yoktu. Gülşah'ın kucağındayken bile Hayrettin'in bıyıklarını uzanmaya çalışıyordu.

 

O Gece Lâl Timi hep birlikte balkondan ayın hilal halini seyretti kısa bir süre. Ardından yağan kar şiddetini yavaş yavaş artırmaya başladığında dağıldılar Gülşah'ın evinden.

 

Murat, Hayrettin, Cevahir ve Poyraz kışlada, altlı üstlü ranzalarında uykuya dalmayı bekliyor,

 

Baturalp ve Burak ailelerinin yanında hasret gideriyor,

 

Mustafa ve Ömer sabaha kadar nişanlılarıyla mesajlaşmak üzere bir oyun parkının banklarında,

 

Barlas ise karargahın avlusunda ayın en güzel halini seyrediyordu.

 

🐺

 

(GÜNÜMÜZ/VAN)

 

"Hatırlıyorum" dedi Barlas. Yaşananlar bir film şeridi misali gözünün önünden geçmişti. Duyguları darmadağındı.

 

Ellerini boynuna götürdü. Hiç çıkarmadığı ay yıldız figürlü kolyesine dokundu. Sanki o kolyeye dokununca geçiveriyordu acıları. Ama şimdi ilk defa geçmedi acısı.

 

Tekrar Gülşah'a döndü,

 

"Sen nasıl dayandın bu acıya?" diye sordu sancılı bir sesle.

 

"Benim yanımda," diyerek söze başladı Gülşah. "Benim yanımda dokuz tane abim vardı komutanım. Ben o acıya onlarla birlikte dayandım."

 

Suskun kaldı Barlas. Konuşmadı. Hatta Gülşah evine gitmek için müsaade isterken bile kafasını sallamakla yetinmiş, sessizleşen gecede aklındaki tek kelimeyle bir başına kalmıştı: İntikam.

 

🐺

 

Üzerinden hiç çıkarmadığı yeşil kamuflajlı ve dağılan kahverengi saçlarıyla askeriye koridorlarında ağır ağır yürüyordu Barlas Korlu.

 

Dün gece vermişti kararını, alacaktı intikamını.

 

Koridorun sonundaki odanın önünde durdu. Kapalı kapının yanındaki yazıda gezdirdi gözlerini.

 

Albay Özgür DEMİR

 

Tereddüt etmeden kapıyı tıklattı birkaç kez. İçeriden gelen gel komutuyla seri bir şekilde odaya girip kapıyı kapattıktan sonra asker selamında durdu.

 

"Yüzbaşı Barlas Korlu, Van." dedi duruşunu bozmadan. Masada oturan kır saçlı adama bakarken hazırol komutunda durmaya devam ediyordu.

 

Elli dört-elli beş yaşlarındaki adam uzunca baktı Lâl Timi'nin komutanına.

 

"Korlu... " dedi kısık gözlerinin ardından. "Oğlum sen izinli değil misin, ne işin var burada?"

 

"Erkenden dönmek istedim komutanım, timimdeki askerlerimin bana ihtiyacı var."

 

"Anlıyorum, ama mazeret iznindesin Korlu. Görev başına bu kadar çabuk gelmemeliydin. Biliyorsun, askerlerin psikolojileri bizim için önemli."

 

"Biliyorum komutanım, şu an fiziksel olarak dağınık olduğumun farkındayım ama görevimin başına ne kadar erken dönersem o kadar iyi olacağını tahmin ediyorum."

 

Albay, günler öncesinde eşini kaybeden bir yüzbaşının kendinden emin bir şekilde konuşmasına güvenmek istedi.

 

"Emin misin Korlu? Ülken için her türlü fedakarlığı yapabilecek misin?" dedi ve ekledi: "Sen ve timin... "

 

"Söz konusu vatan komutanım. Timime kefilim." diye cevap verdi Barlas. Lâl'e güveniyordu.

 

Albay kıstığı gözleriyle karşısındaki yüzbaşını biraz daha süzdükten sonra masanın üzerindeki telefondan bir numara tuşladı. Araması onaylandığında ise karşı tarafa "Odama gel." emri verdi ve telefonu kapattı.

 

Saniyeler sonra kapı tıklatıldığında genç bir er odaya girdi.

 

"Emredin komutanım!"

 

Albay gözlerini yüzbaşından çekmeden araladı dudaklarını.

 

"Lâl Timi'nin kalanını buraya getir."

 

Er, gür bir sesle "Emredersiniz komutanın," dedi ve odadan çıktı.

 

"Bıkmadın değil mi Korlu?" dedi Albay sigarasını yakarken.

 

"Af buyurun komutanım, anlamadım." dedi Barlas. Hâlâ olduğu yerde dikilmeye devam ediyordu.

 

Dudaklarının arasındaki sigaradan derin bir nefes çekerken, "Canın her yandığında yaralarını kapatmak için dağlarda temizlik yaptın bu zamana kadar. Vazgeçmeyeceksin değil mi bu destursuz davranışlarından?" dedi Albay.

 

"Siz," dedi Barlas yüzündeki beton ifadesi ile "Siz olsaydınız ne yapardınız Komutanım? Karargahın bahçesine pusu kuruluyor, lazer ışıkları sizi hedef alırken karınız size siper oluyor ve karnında daha küçücük bir bebeği varken can veriyor. Kanını yerde mi bırakacağım komutanım?"

 

Albay yarım sigarasını küllüğe bastırarak ezerken araları dudaklarını,

 

"Ben sana bırak demedim Yüzbaşı. Sadece fevri davranıyorsun ve bazı kararları aldığın için ileride pişman olacaksın. Önceden haber veriyorum."

 

"Ben, vatanım ve şehitlerin intikamı için karar aldıysam pişman olmam komutanım." dedi en sonunda ve ekledi "Ben ve timim, her şeye hazırız."

 

Tam o sırada kapı çalındı ve Albay'dan gelen gel komutuyla Lâl Timi tam kadro odadalardı. Dokuzu da Barlas'ın sağ ve sol tarafında yerini almışlardı. Dokuz bordo berelinin de birbirlerine attığı sorgu dolu bakışlar, albayın sesiyle yarım kaldı:

 

"Lâl Timi..." dedi ve devam etti, "Bu zamana kadar hiçbir engel tanımayan ama görevlerinde oldukça üstün başarı sağlayan tim... Ara ara ufak baş kaldırılarınız yüzünden sizi batıya sürgün edebiliriz, ama bunu yapmıyoruz. Çünkü doğunun size ihtiyacı var."

 

Barlas ve Albay'ın bakışları birbirine kitlenmişken Lâl Timi askerleri birbirine kaş göz işareti yaparak ne oluyor bakışları atıyorlardı. Çok geçmedi, Albay bakışlarını nihayet Barlas'tan başka her bir çift gözün üzerine gezdirmeye başlamışken konuşmaya devam etti,

 

"Komutanınız size kefilmiş Lâl Timi. Güveniyormuş size. Az önce konuştuk, ben ve timim her türlü fedakarlığı yapmaya hazırız dedi. Hazır mısınız?"

 

Kısa süren sessizliğin ardından ilk cevap Baturay’dan geldi,

 

"Barlas Komutanım bizim yapacağımız eylemi önceden bildirmiş. Fazla söze gerek yok, ben de tim arkadaşlarıma ve komutanımıza kefilim."

 

"Her şeye hazırız komutanım." dedi Murat.

 

"Murat’a aynen katılıyorum." cevabını verdi Hayrettin.

 

Mustafa, Cevahir, Ömer, Burak ve Gülşah da bu gibi cevaplar verdiklerinde Albay, ağzını bıçak açmayıp öylece yeri izleyen Poyraz’a döndü:

 

"Uzman Çavuş Poyraz Çakar," demesiyle aniden atılıp yerdeki dalgın bakışlarını az evvel ismini sayıklayan Albay’a çevirdi Poyraz ve "Emredin Komutanım!'' diye ekledi.

 

"Sen bayağı sessizsin bu konuda. Yoksa göreve katılmayacak mısın?"

 

Poyraz, Lâl'in ona diktiği öfkeli bakışlara manyak mısınız bakışıyla cevap verdi. Tabii ki timini bırakmayacaktı.

 

"Allah korusun komutanım. Diğer arkadaşlar havalı cümlelerle cevap verdikleri için ben de iyi bir şeyler uydurma amaçlı düşünüyordum." yanıtını verdi tek nefeste.

 

Timin öfkeli bakışları yerini ifadesizliğe bırakırken, "Eeee, buldun mu bari havalı bir şey?" diye sordu Albay.

 

"Havalı sayılmaz ama ben sorduğunuz o soruya yola ne zaman çıkıyoruz cevabını veririm komutanım." dedi Poyraz.

 

Albay aldığı bu yanıtla tim komutanı Barlas'a döndü.

 

"Timinin bu kadar hevesli olacağını bilseydim İlk başkaldırınızda sizi bu göreve gönderirdim Korlu. Yarın ilk önce Hakkari'ye gideceksiniz. Oradaki askeriyede meslektaşım var. Albay Hikmet Dikmen. Onu bulacaksınız. O size görevinizle ilgili tüm detayları verecek."

 

Barlas başını ağırca aşağı yukarı salladı. "Emredersiniz Komutanım," ardından duraksadı ve devam etti "Peki görev içeriğini de öğrenebilir miyiz?"

 

"Tabii," dedi Albay "Orada bir kahraman arayacaksınız. Timinizin adını aldığı kahramanı. Kendisinden dört aydır haber alınamıyor. Dediğim gibi ayrıntıları Hikmet komutanınız verecektir. Çıkın hadi artık. Ne de olsa yarın iş başı, hazırlıklarınızı yapın."

 

Hepsi birden asker selamı verip sırayla çıktılar odadan. Koridorda ilerlerken tim askerlerinden Ömer'in sesi duyuldu,

 

"Ulan Poyraz, seni öyle görünce dedim bu kesin bizi sattı," dedi yarım ağız gülümserken.

 

"Babamı satarım, timimi satmam oğlum ben!" diye yükseldi Poyraz. "Hayır bir de öyle bir bakışınız var ki gören bilen hain çıktım sanacak!"

 

Baturalp, "Babanı satarsın ona şüphemiz yok da bir tencere kuru fasülyeye de beni atmıştın, hatırlatırım." sözleriyle devreye girdi.

 

"Komutanım, satmasaydım yenge benden kuru fasülye yapardı size!" diye savundu kendini Poyraz bu sefer de.

 

"Hadi lan ağzının suyu akıyordu Bade sana kuru fasülye teklif ederken. Hem ben demedim mi ne olursa olsun eski nişanlımdan Bade'nin yanında bahsedilmeyecek diye?" dedi Baturalp.

 

"Dokunmayın Şaban'ıma," diye araya girdi Ömer. "Gelmeyin üzerine, Ayça'sızlıktan ne yaptığını bilmiyor bu aralar."

 

Poyraz, Ömer'in ensesinde bir şaplak patlatırken Barlas'ın sert sesi duyuldu:

 

"Didişmeyin be oğlum! Hadi dağılın evlerinize, toparlanın. Ailelerinize de haber verin."

 

Hepsi birazdan "Emredersiniz Komutanım," cevabını verirken çoktan askeriye binasından çıkıp otoparkına varmışlardı.

 

Murat, eski tip beyaz Murat 131 arabasının şoför koltuğuna yerleşirken yanına Baturalp'i, arka koltuklara da Burak ve Cevahir'i almıştı.

 

Barlas ise kendi Audi a3'ünün şoför koltuğuna geçmiş, yanına Gülşah'ı, arka koltuklara da Hayrettin, Ömer, Mustafa ve Poyraz'ı almıştı.

 

Bu yolculuğa çıkmadan önce kimi eşiyle, kimi nişanlısıyla, kimi anne babasıyla, kimi çocukları ile vedalaşacaktı.

 

Barlas ise sadece beyaz bir mermerden ibaret olan mezar taşı ile vedalaşmaya mahkumdu.

 

🌙

 

Hilal'in Anlatımıyla

 

(GÜNÜMÜZ/KERKÜK)

 

Kolumdaki saatime yedinci defa göz attım, 13.55.

 

Bulunduğum ortamın ıssızlığına bakılırsa Kerkük bugünlerde daha sakindi. En azından artık tank görmüyordum. Ancak bu sessizliğin bir gün çığlığa dönüşeceğini biliyordum. Bunun için asla cephanesiz dolaşmazdım.

 

Göğüslerime dökülen dalgalı kızılları omzumun arkasından sırtıma attım. Sadece gözlerimi açık bırakacak şekilde yüzüme taktığım siyah peçeyi burnumun oksijenle buluşması için boynuma kadar indirdim.

 

Sert rüzgarla istemsizce irkildim. Kış aylarındaydık ve ben sadece acı yeşil rengindeki tişört ve tişörtün rengindeki taytım ile bir kışı daha atlatmaya yön tutmuştum. Üzerimdeki siyah deri cekete daha sıkı sarıldım. Şu sıralar hasta olmak en büyük korkumdu.

 

Siyah uzun çizmelerimin kalın topuklarıyla yerdeki toprağı oyarken duyduğum sesle gri gökyüzüne çevirdim yeşil gözlerimi. Her zamanki gibi beklediğime değmişti.

 

Belimi ön kapısına yasladığım siyah arabamdan birkaç adım uzaklaştım. Gri helikopter tam önüme inmişti. Birkaç saniye sonra açılan kapıdan tanıdık bir sima bastı ayaklarını toprağa.

 

Celil Kayalar bana doğru ağır adımlarla yaklaşmaya başlamışken elleriyle arkadaki adamlarına bir takım işaretler veriyordu. Tam önümde durduğunda yüzündeki derin tebessümle öne uzattığım elimi eliyle karladı ve dostça selamlaştı benimle.

 

Ellerimizi birbirinden ayırdıktan sonra kabaca yüzünü inceledim, yılların yorgunluğu yüzüne bir çizgi daha eklemişti.

 

"Erken geldin," dedim tebessümümü saklamadan. "Saatin 14.00 olmasına üç dakika var daha."

 

Biraz önce işaret verdiği adamlardan biri yanıma büyük bir çanta bırakırken cevap verdi:

 

"Kardeşimin acil takviyeye ihtiyacı varmış, üç dakikanın lafımı olur?" diye ekledi.

 

Kardeş değildik. Ama öyle gibiydik. Üniversite yıllarımda ek iş bulmama yardım eden yakın arkadaşlarımdandı Celil Kayalar.

 

Ona içtenlikle gülümsedim ve konuşmaya devam ettim.

 

"Şerefsizler şebekeleri kesti. Askeriyeye de özelden haber veremedim yakalanma korkusuna. Aklıma sen geldin." dedim yerdeki çantaya bakarken.

 

"Her zaman yanındayım deli kadın." dedi.

 

Bakışlarının benimkiler gibi çantaya kaydını hissettiğimde "İçinde el bombaları, üç tane M16, iki tane MPT-76, yedi tane PKM, beş tane de MG3 ve mermileri var. Dört kilo pudra şekerini de unutmamak lazım tabii." cümlelerini sıraladı.

 

Gözlerim ışıldarken hayranlıkla baktım yüzüne.

 

"Aslansın sen var ya! Vallahi bak, bizim gazinodaki adamların taşaklarını toplasak bir sen etmez şart olsun." dedim. Mutluluktan ne yapacağımı şaşırmıştım resmen.

 

"Eyvallah. Eyvallah da sen gerçekten ne yapıyorsun bu pudra şekerleriyle?" diye sorduğunda "Bazen votkanın içine katıyorum, bazen hayranlarıma özel kek yapıyorum, anlarsın ya." diye cevap verip göz kırptım.

 

Gerçek pudra şekerinden değil, uyuşturucudan bahsediyorduk.

 

Celil Kayalar mafyaydı. Evet, belki aynı zamanda acımasız bir katildi de ama onun sayesinde ülke, terör örgütlerine yardım ve yataklık yapan şerefsizlerden kurtuluyordu.

 

"İşe yarıyor mu bari?" sorusunu üç kelime ile yanıtladım,

 

"Hem de nasıl..."

 

Gözlerini gözlerimden ayırıp sağı solu incelemeye başlamıştı.

 

"Evlenmişsin sende. Emre söylemişti, bayağı oluyor." dedim.

 

"Öyle oldu," dedi yarım ağız gülümserken. "Senin pek niyetin yok galiba daha?"

 

"Evliyim ya oğlum ben," dedim hınzır bir gülümsemeyle. Taytımın bel lastiğine sıkıştırdığım altın kaplama silahı çıkarıp ona doğru uzattığımda uzunca bir ıslık çaldı.

 

"Pahalıdır kız bu. Altın mı?" Sorusuna başımı aşağı yukarı sallayarak cevap verdim.

 

"Arap bunlar, altına düşkünler. Bunu alana kadar böbreğimi veriyordum neredeyse." dedim kıkırdarken.

 

"Gümüşü daha iyidir bunun." dedi. Silahıma burun kıvırıyordu şerefsiz.

 

"Daha iyisini sen al da kullanayım," dedim aynı şekilde burun kıvıran bir edayla.

 

"Borcum olsun," dedi. "Söz, bir dahaki gelişime getireceğim."

 

"Getirme," dedim. "Kocamdan başkasının tetiğini çekmem ben."

 

Kınarcasına cıklarken "Bekarlıktan kafayı bozmuşsun sen," diye cevap verdi. "Bak bana, ilkbaharımı yaşıyorum paşalar gibi."

 

"İyi çekiyor senin kahrını o zaman," dedim gülümserken.

 

"O mu, ben mi?" dedi yüzünde buruk bir tebessümle. "Yavaş yavaş bana benzemeye başladı."

 

"Eli silah istiyorsa sana avantaj," dedim kollarım göğsümde birleştirirken.

 

"Tutuyor tutmasına da arada korkutuyor beni," dedi.

 

"Seni korkutuyorsa iyi," dedim. "Sonunda sana değer veren, ders verecek biri çıktı karşına."

 

"Vallahi ne yalan söyleyeyim bazen ben bile tanıyamıyorum kendimi onunlarken," dedi aynı buruklukla.

 

Deli oğlan, mal gibi âşık olmuş...

 

"Bir de bana dersin bekarlıktan kafayı bozmuşsun diye," dedim ve ekledim, "Sen evlenmişsin de ne olmuş? Karından bahsederken bile gözlerinin içi parlıyor."

 

"Sus kız," dedi sahte bir öfkeyle. "Şu işlerimi bir hafifleteyim evereceğim seni. Yoksa başıma kalacaksın."

 

"Eksik kalsın mümkünse," dedim. "Hem ben şimdi çok merak ettim yengeyi. Normal şartlarda olsa bir çay kahveye çağırırdım ama malum... Hayaller Türkiye kafeleri, gerçekler Irak pavyonları."

 

"Kahve içmeye gazinoya gelemeyiz belki ama pasta yemeye düğününe seve seve, koşa koşa," dedi hınzırca gülümserken.

 

"Tamam, anladık, evlilik çok güzel bir şey. Allah bana da geçinden ve hayırlısından versin." dedim alayla.

 

"Amin," dedi ciddiyetle.

 

Gitmeye karar verdiğinde son kez araladım dudaklarımı:

 

"Her ne olursa olsun yanındayım," dedim.

 

"Ben de." dedi sadece.

 

Vedalardan nefret ettiğini hâlâ hatırlıyordum. Helikoptere bilmeden önce son kez seslendi,

 

"IBAN'a da aktarma yaptım biterse söyle gönderirim." dedi.

 

Başımı sallamakla yetindim. Vedalardan ben de hoşlanmazdım.

 

Yavaş yavaş yükselen helikopter kuzeye doğru gözden kaybolurken yerdeki çantayı arabanın arka koltuklarına bıraktım. Şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdığımda bu akşamki hedefimin kim olacağını düşünmeye başladım.

 

 

Bölüm : 08.12.2024 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kahveyeşilineaşık / KIZIL KURŞUN | Askeri Kurgu / 1. BÖLÜM
Kahveyeşilineaşık
KIZIL KURŞUN | Askeri Kurgu

625 Okunma

123 Oy

0 Takip
6
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...