
Bu kurguda geçen her şey hayal ürünüdür. Gerçek kişi ve kurumlarla herhangi bir ilgisi yoktur.
🐺
(Yazarın Anlatımıyla)
(Van)
Saat sabahın 10.30'una geliyorken Barlas hariç timinin tüm üyeleri kışlanın bahçesinde komutanlarını bekliyordu.
Nihayet askeriyenin bahçesine giriş yapan siyah arabanın sürücü koltuğundan indi Barlas. Eline sardığı havlu kanına boyanmıştı artık. Tim üyelerinin bulunduğu yere ağır adımlarla yaklaşırken Poyraz koştu önüne.
"Komutanım, iyi misiniz?" dedi endişeyle. Aldırmadı Barlas, ona yaklaşan tim üyelerinin kalanına seslendi,
"Toplanın Lâl Timi, albayın odasına gidiyoruz."
Timin sorgu dolu bakışları bir Barlas'ın sargılı elinde, bir Poyraz'daydı. Barlas önden binaya girmiş, arkasında onu takip eden Lâl Timi'nin konuşmalarına hakimleşmişti.
"Bana ne bakıyorsunuz amına koyayım? Ben mi yaraladım adamın elini?" dedi Poyraz.
"Geri zekalı ondan mı baktık sanki, belki neden yaralandığını sana söylemiştir diye düşündük." dedi Ömer.
"Yok söylemedi falan," dedi Poyraz isyanla. "Abiciğim ben bugün tersimden hortladım. Bana soru moru sormayın, vallahi küfür edesim geliyor."
"Etsene sıkıysa," diye araya girdi Mustafa. Bunun üzerine Poyraz tam ağzını açmışken arkasına dönen Barlas'ın sert bakışlarıyla karşılaştı. Ellerinden birini Mustafa'nın omzuna götürüp sıvazlamaya başlarken "Benim güzel ahiretliğim, kurban olayım sana." diye söylenmeyi ihmal etmemişti.
Gözlerini Poyraz ve Mustafa ikilisinden ayıran Barlas, önüne dönüp yanındaki kapıyı tıkladığında timin kalanı arkasında sıralanmıştı. İçeriden gelen 'gel' komutuyla kapıyı açtı ve timle beraber girdi odaya.
Saniyeler sonra Lâl Timi 'rahat' komutunda Albay Özgür Demir'in karşısındaydı.
"Kararlı oluşun her zamanki gibi hoşuma gitti Korlu. Aynı zamanda timinin de öyle. Her neyse, on kişilik aracınız hazır. İhtiyacınız olan her şey arabada mevcut. Hakkari’den Irak'a helikopterle geçeceksiniz. Hikmet albaya karşı yüzümü kara çıkarmayacağınızdan eminim. Tek bir pürüz istemiyorum."
Albayın bu sözlerine hep bir ağızdan "Emredersiniz komutanım!" yanıtını verdi tim.
"Hakkım varsa, hepinizden yana helal olsun." dedi Albay bu sefer. Hemen ardından ekledi, "Görev başına Lâl Timi, size güveniyorum."
Saniyeler sonra odadan çıkan tim, yine o ezbere bildikleri askeriye koridorlarında sohbete dalmışlardı.
"Ben helal etmiyorum komutanım hakkımı," diye söze başladı Burak. "Dün gece öyle bir rüya gördüm ki kalbim götümde attı resmen!"
"Ne gördüm lan?" diye sordu Hayrettin.
Mustafa, Ömer ve Poyraz'a baktı Burak, gözlerini kinle kısarak konuşmaya başlamışken, "Herhangi bir Çavuş... 'Pisuvara sıçtı' diye adımı çıkartmış. Albay da Sahra Çölünde götümden ter akıta akıta kırk tur koşturdu beni. Artık hangi zortopoz söylediyse."
"O zortopoz ben değilim komutanım," dedi Ömer, Burak'a. "Sizi ispiyonlamak gibi bir zortopozluğu ancak Poyraz yapabilir."
"Ne alaka Ömer Allah aşkına?" dedi Poyraz."Burak komutanım pisuvara falan sıçmaz, nereden çıkartıyorsunuz bunları?"
Burak'ın tepesi atmıştı bu konudan. Hemen yükseldi sesi, "Kesin lan! Üçünüze zortopozsunuz bu saatten sonra." dedi konu ile hiçbir alakası olmayan Mustafa'yı da araya katarak.
Mustafa, başını telefonundan kaldırdıktan sonra aval aval baktı diğer iki çavuşa ve ekledi, "Ben ne yaptım da anlamını bile bilmediğim bir kelimenin eş anlamlısı oldum?"
"Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar hesabı olmasın diye," dedi Poyraz ve hemen ciddileşti. "Hem sana mı kaldı Burak komutanımın yaratıcı kelimelerini sorgulamak, Zortopoz!"
Mustafa daha fazla üstelememek adına ağzına gizli bir fermuar çekti ve telefonuna geri döndü.
Koridorları aşıp tekrar bahçeye gelenlerimi önlerinde duran zırhlı siyah Transporter'ı görünce şaşkınlıklarını gizlemediler.
"Lan, altı üstü Hakkari'ye gidecektik." dedi Murat.
"Ya sonunda Batı'ya sürgün ediyorlarsa bizi?" diye fikrini sundu Baturalp.
"Yok ya, o kadar da bezdirmemişizdir," dedi Hayrettin.
"Umarım." diye ekledi Gülşah.
Timin geri kalanı da arabayı göz hapsine almış düşüncelerini kelimelere dökerken, ön yolcu kapısını açıp koltuğa yerleşen Barlas seslendi time,
"Hadi bakmayın öyle, atlayın."
Böylece komutanlarından aldıkları emirle beraber Lâl Timi, son kez baktı ardında bıraktıkları koca binaya ve hemen sonra sırayla arabaya bindiler.
🌙
(Hilal'in Anlatımıyla)
(Kerkük)
Öğle vaktini neredeyse geçmiştik. Akşamki büyük kutlama için gazino şimdilik müşteriye kapalıydı. Merkezden gelen özel temizlik şirketi gazinonun dört bir yanını özenle temizlemeye başlamıştı çoktan. Bu durum işime gelmişti.
İki gün önce, akşam tanıştığım David'in evine gitmek için uygun bir zamandı. Gora örgütünün lideriydi David. Taş çatlasa altı kişilik küçük Gora ile uzun zamandır dağlarda olduğunu öğrenmiştim. Masasında oturmaya başladığım andan itibaren Türk Askerinden dert yanmaya başlamıştı. Örgütünden dört kişi, Türk Askeri ile girdiği çatışmada ölmüş. Bu durum onu öyle çok üzmüş ki anlaşılan ölenler en iyi adamlarıymış. Ona kendin sağ çıktığına dua et demeyi çok isterdim ancak kimliğimi riske atamazdım.
Horat'ın odasına girdim kapıyı çalmadan. Her zamanki mavi kadife kumaştan olan koltuğunda, kucağında oturan kadınla oynaşıyordu. Beni görünce duraksadı ve kadına bir takım işaretler verdi. Kadın kucağından kalkıp yanımdan geçti ve çıktı odadan.
"Bir dahakine kapıyı çal." dedi Arapça konuşarak.
"Kusura bakmayın," dedim sahte bir mahçubiyetle. "İzin almak için gelmiştim." diye ekledim onun gibi Arapça konuşarak.
"Nereye gideceksin?" diye sordu masadaki bardağından bir yudum viski alırken.
"Bay David," dedim. "İki gün önce buraya gelen adam. Pahalı kırmızı bir arabası vardı, belki hatırlarsınız."
Cümlemi bitirir bitirmez parlayan gözleriyle öne atıldı, "Hatırladım, ona mı gidiyorsun?"
"Evet efendim." dedim sanki çok utanmış gibi. "O gece beni evine davet etti. Ama siz izin vermemiştiniz." Ve bu yüzden o lanet olası şerefsizi öldürememiştim.
"Bay David'in çağırdığını söyleseydin gönderirdim." dedi ve ekledi, "Hadi o zaman, çok geç kalma."
Sahte bir gülümsemeyle kapıya dönüp çıkışa yöneldiğim sırada arkamdan seslenerek durdurdu beni,
"Lana, bin euro almadan sakın yatağına girme!"
Önümü ona dönmeye gerek duymadan başımı salladım ve onu arkamda bırakıp gitmeden önce cevap verdim, "Nasıl isterseniz efendim." dedim sıktığım dişlerimin arasından.
Sonuçta Bay David derin bir ölüm uykusuna dalarken ben de üşümemesi için üzerini kanla örtecektim.
🐺
(Yazarın Anlatımıyla)
(Hakkari)
Yaklaşık iki buçuk saatin ardından Hakkari kışlasının bahçesinde durdu büyük siyah araba. Önce Barlas bastı ayaklarını zemine, sonra sırayla Lâl Timi...
Önlerine gelen iki adamdan birinin saçları bembeyazdı, omzundaki rozete bakılacak olursa rütbesi albaydı. Diğeri biraz daha gençti. Rütbesi yüzbaşıydı.
Yan yana sıralanan tim üyelerine döndü Albay Hikmet Dikmen.
"Lâl Timi," dedi ve derin bir nefes alarak devam etti albay. "Irak-Kerkük'e gizli bir görev için askerimi gönderdim altı ay önce. Dört ay oldu ondan haber almayalı. Şebekelerin terör örgütleri tarafından kesildiği bilgisine ulaştık. Askerim, en iyi askerim. Ancak şu an yardıma ihtiyacı var. Sizden doğunun en güçlü timi olarak yardım istiyorum."
Albay sözlerini bitirdiğinde Barlas'ın gür sesi duyuldu kulaklarla,
"Tim olarak emrinizdeyiz komutanım. Tek bir pürüz bile çıkmadan askerimizi alacağız. Şüpheniz olmasın."
"Size güveniyorum Lâl Timi," dedi ve arkasını döndü albay. O, askeriye binasının içine girerken, diğer yüzbaşı tim üyelerinin yanında kalmıştı.
"Yüzbaşı Gökhan Özdağ," dedi adam, sağ elini Barlas'ın eline uzatırken. Barlas o eli tuttu ve aynı şekilde tanıttı kendini, "Yüzbaşı Barlas Korlu."
"Hazırsanız helikopterin kalkış alanına gidelim," dedi Gökhan. Usulca başını aşağı yukarı sağlayan Barlas, Gökhan'ın yanına geçmişken timin geri kalanı çifterli sıra halinde arkalarından geliyordu. Alana gitgide yaklaşırken Barlas sordu,
"Nasıl bir asker?" dedi Gökhan'a. "Kaç yaşında, genç mi, yaşlı mı, tam olarak nerede?" sorularında beraberinde sıraladı.
Gökhan, mahçup bir gülümsemeyle cevap verdi, "İnanın bilgim yok."
Barlas'ın kaşları çatıldı. "Nasıl yani? Siz bu kışlada görevli değil misiniz?"
"Beş yıldır bu burada, görevdeydim. Ama inan gizlilik şartları dolayısıyla hiçbir şey bilmiyorum. Sadece ben değil, kimse bilmiyor. Tabii Hikmet albay hariç." dedi Gökhan.
Barlas, kafasını olumlu anlamda sallarken "Anladım," dedi sessizce. "Ama en azından bir iki şey bilseydik daha etkili olurdu görev açısından."
Gökhan burnundan güldü usulca. "Daha cinsiyeti bile bilinmeyen bir askerden bahsediyoruz yüzbaşım," dedi. "Diğer özelliklerinin bilinmemesi normal değil mi sizce?"
Bir süre duraksadı Barlas. Timinin adını aldığı Lâl'i onca terör örgütünün içinde nasıl bulacaklarını düşünürken Gökhan'ın sesi ile sıyrıldı düşüncelerinden.
"Eliniz kötü görünüyor Yüzbaşım. Helikoptere sıhhiye göndereceğim size yardımcı olacaktır."
Barlas, elindeki sargının altında beliren kırmızılığa bakarken ekledi, "Arabada gelirken pansuman yaptırmıştım askerime. Hallederiz biz, sağ ol."
"Nasıl isterseniz," diye ekledi Gökhan.
Helikopterin açılan kapısına yöneldi Lâl Timi. Barlas hariç herkes yerine yerleşmişken o Gökhan ile konuşmaya devam ediyordu.
"Size nasıl ulaşacağız?" diye sordu Gökhan'a. "Şebekeler kesik demişsiniz, herhangi bir özel ağ kurmaya gerek var mı?"
"Yok." dedi Gökhan. "Askerimiz sizi bulacaktır. Özel ağ hattı onda. Oradan albayımız ile iletişim kurabilirsiniz."
Gökhan'ın Bu sözlerine ufak bir baş selam vererek helikoptere yöneldi Barlas. Kapılar kapatıldı, pervaneler çalıştırıldı. Lâl Timi son kez baktı ülkesinin topraklarına, sanki son bakışlarıymış gibi doya doya baktı...
🌙
(Hilal'in Anlatımıyla)
(Kerkük)
Arabamın sürücü koltuğunda üzerimdeki mini kırmızı elbiseden kurtuldum. Siyah uzun kollu deri tulumu üzerime geçirip göğüs hizamdaki fermuarı boğazıma kadar çektim. Kırmızı saçlarımı tepeden atkuyruğu şeklinde bağladım ve tulumumun kapüşonuyla başımı kapattım. Torpidodan çıkardığım siyah rujumu dudaklarımın her milimi ile buluşturduktan sonra teker teker siyah deri eldivenlerimi ellerime geçirdim. Deri çizmelerimin bağcıklarını da bağladığımda ve gözlerimin açık kalacağı şekilde siyah peçemi suratıma geçirdiğimde işlem tamamdı.
Arabadan çıktığımda yürüme mesafesindeki uzaklıkta görmüştüm iki katlı ahşap köşkü. Eski bir yer gibi duruyordu. Adımlarımı hızlandırıp kapının önüne geldiğim sırada tulumumun belindeki kemerde asılı duran susturuculu silahımı elimle kavradım. Kapıdaki birkaç korumayı sessizce etkisiz hale getirdiğimde hiçbir şey olmamış gibi zile bastım. Kapıyı açan ellili yaşlarında bir kadın hizmetçiydi. Beni gördüğünde şaşkınlıktan dili tutulmuş gibi kekelemeye başladığında Arapça'yı kullanarak uyardım onu,
"Sakın sesini çıkarma, yanlış bir hareket yapacak olursan gırtlığını sökerim. Sadece burayı sessizce terk et.”
Telaşla başını olumlu anlamda salladı ve yanından hızlıca çekip gitti. Köşkte başkalarının da olabileceğini düşünerek silahımı ileri doğrultup salona doğru ilerledim.
David, yanan şöminesinin karşısındaki koltukta yayılmış, şarabını yudumlarken silahın namlusunu kafasına dayadım. Önce ürktü, sonra hızla oturduğu yerden kalkıp tam karşıma dikildi.
"Lana!" dedi şaşkınlıkla. "Seni küçük fahişe!" diye eklediğinde orta sehpadaki silahına yöneldi.
İzin vermedim.
Uzanmaya çalıştığı eline ateş ettiğinde acıyla inlemeye başlayıp öne doğru büktü bedenini.
"Lana değil, Lâl diyeceksin." dedim ve devam ettim. "Ayrıca saçma sapan hamleler yapma. Vücudunu kurşunu doldurmak istemiyorum. Seninle daha farklı şeyler yapacağız."
🌙
Aradan geçen yarım saatin sonunda David'i ormanın içindeki eski bir fabrikaya getirmiştim. El ve ayakları bağlı olduğu için onu kontrol altına almam pek zor olmamıştı.
Sandalyeye bağlı bedeni bana yalvarırken, önceden keşfini yaptım fabrikanın ortasında volta atıyordum.
"Lütfen," dedi Arapça konuşarak. "Sana yalvarıyorum bırak beni! Para veririm, ev alırım, araba çekerim altına! Yeter ki bırak beni!"
Önümü ona döndüm. Sırıttığım sırada aklıma gelen fikirle konuşmaya başladım,
"Bin euro istiyorum." dedim Arapça olarak. "Gerçi beş kuruş bile etmezsin ama Horat puştuna götürmem lazım. Hem merak etme, yakında o da gelecek yanına. O Solaris denen kancığı da bulacağım. Onun da kökünü kurutacağım."
Pantolonumun cebinde mücevher bir kolye var!" dedi inlercesine. "Bin eurodan fazlasını karşılar!"
Bu sözleriyle ona doğru yaklaştım. Oturduğu yerden ceplerini kontrol ettim. Elime gelen sert cisimi merakla cebinden çıkardım. Kırmızı bir elmas kolyeydi bu. Altından zinciri ve elmas kenarındaki işlemeler ustacaydı. Kolyeyi incelerken "Tasarım mı bu?" diye sordum.
"Özel tasarım," dedi. "Evime geleceğini söyleyince sana özel yaptırmıştım." Birkaç saniye sessizce parmaklarımın arasındaki kolyeyi inceledim. David ise bu sırada yalvarışlarını sürdürüyordu.
"Yalvarırım bırak beni! Ağzımı bile açmam, susarım." dediğinde alaylı bakışlarım yüzünü buldu. "Seni öldürmeyeceğim," dedim onu omuzlarından sıkıca kavrarken. Benim önderliğimde ayağa kalkan bedenini biraz ilerideki balya makinesine doğru yönlendirmeye başladım. Bana ayak uydurup bağlı olan ayaklarıyla hafifçe sekerek ilerliyordu.
"Çöz ayaklarımı haydi," dedi. Ancak kimseden emir almadığımı bilmiyordu.
"Çözeceğim, sabret." dedim makineye git gide yaklaşırken.
Makinenin yanı başına dikildiğimizde el ve ayakları bağlı bedenini sert bir tekmeyle yere yatırdım ve ayaklarını makinenin giriş kısmına yerleştirdim.
"Ne yapıyorsun sen!?" diye bağırdığında tekrar sırıtmaya başladım. "Hani öldürmeyecektin beni?!"
"Öldürmeyeceğim dedim ama parçalamayacağım demedim." dedim makinenin açma tuşuna bastığım sırada.
Büyük bir gürültünün beraberinde makinenin mekanizmalarından çıkan parçalama sesi David'in inlemelerine karışıyorken akan kanın her bir zerresini izledim. Önce ayakları parçalandı, sonra bacak ve dizleri. Makinenin sert kesici aletleri bel ve üzerini parçalamaya başladığında artık yarısı lime lime edilmiş bir cesetti sadece.
Makineyi kapatma gereksinimi duymadan çıkışa yöneldiğimde bu sefer Türkçe konuşarak arkamdaki cesede seslendim,
"Oyun bitti David. Kaybettin."
Fabrikadan çıktığımda hâlâ İçeriden gelen katır kutur seslerini duyabiliyordum. Elimdeki mücevher kolyeyi tulumunun cebine sıkıştırırken bir hareketlilik sezdim. Arabamı, hemen arkasına park ettiğim meşe ağacının arkasına gizlendim. Beyaz bir minibüs, ilerideki ağaçlığın ortasındaki boşlukta duruyordu. Bir grup peçeli ve silahlı adam, sağına soluna bakınarak etrafı inceliyordu. Giyimlerine bakılırsa terörist olmalıydılar. Aklıma David'in adamları olması ihtimali gelince silkindim. Kimliğimin açığa çıkması için çok erkendi.
Rüzgardan geriye düşen kapüşonumu tekrar kafama geçirdim. Kızıllarımın beni ele vermesi istemediğim bir durumdu. Seri bir hareketle arabamın sürücü koltuğuna geçtim ve biraz evvel nefes almak için çeneme indirdiğim peçemi burnuma kadar çekip kontağı çalıştırdım.
Olay yerine yeni takviye edilen teröristleri incelemek için minibüsün yakınlarından geçmediydim. İlerleyen arabanın direksiyonunu hoyratça kullanarak tümsekleri aştığımda beyaz minibüsü görebiliyordum. Çevresinde gördüğüm birkaç adam ve minibüsten henüz yeni inen kadınla birlikte fazla kalabalık değildiler. Arabayı yavaşça durdurdum ve izlemeye devam ettim. Eli sargılı olan bir adamı incelediğim sırada, diğer iki kişi dikkatimi dağıtmıştı. Biri diğerinin sırtına binip boğuşurlarken, liderleri olduğunu düşündüğüm eli sargılı adamla göz göze gelip hareketlerine çeki düzen vermişlerdi.
"Bunlar ne biçim terör örgütü amına koyayım?" dedim kendi kendime. Altı aydır terörist havuzunda yüzüyordum ama böylesine şakacı ve komik türüne rastlamamıştım. Saniyeler sonrasında bakışlarımı tekrar liderlerine çevirdiğimde donup kaldım.
Yüzünün yarısını örten peçesinin üzerindeki amberleri esmer teni yüzünden normalden bir tık daha belirgindi. Gözlerindeki keskinlik yakalandığımı yüzüme vuruyordu sanki. Bu durum hiç hoşuma gitmemişti. Beni nasıl fark ettiği sorusunu zihnimde yanıtsız bıraktım ve gözlerimi gözlerinden ayırmadan arabayı yeniden çalıştırıp hızla gaza bastım.
🐺
(Yazarın Anlatımıyla)
(Kerkük)
"Komutanım, işinize karışmak haddime değil ama biz neden mis gibi yeşil entarilerimiz yerine bu escort elbiselerinin bile bin bastığı çulları giyindik?"
Barlas, birkaç metre uzağındaki yeşil gözlerin hızla kaybolmasıyla ona seslenen Murat'a cevap verdi.
"Tanınmamak için." dedi. Gözleri hâlâ az önceki siyah arabanın olduğu boş alandaydı. "Yakalanmamamız için de avantaj." diye ekledi.
"Komutanım,” diye seslendi bu sefer Hayrettin. "Şuradaki ağaçlığın içinde bir mekan var. Tangır tungur sesler geliyor. Bi' baksak mı?"
"Bakalım Paşam," dedi Barlas nihayet gözlerini boş alandan ayırdığında. "Türkçe konuşmak yok, Arapça bilmeyenlerin ağzını bıçak açmayacak."
"Emredersiniz komutanım," sesi yükseldiğinde on kişilik tim, tedbirle eski fabrikanın olduğu yöne çevirdi adımlarını.
"Escort elbisesiymiş," dedi Cevahir alayla. "Kaç kere escort gördün lan hayatında?"
"Hayatında kaç kez escort çağırdın diye sorsak daha mantıklıydı." dedi Burak sırıtırken. Bir yandan da elindeki silahın dürbünüyle etrafı kolaçan ediyordu.
"Pislik yapmayın ya anasını satayım." dedi Murat isyanla. "Yani hayatımda hiç görüp çağırmadım ama şu an üzerimizdekilerden daha konforlu kıyafetler giyindikleri kesindir."
Mustafa burnundan gülerek "Ne konfor ama komutanım," diye araya girdiğinde Murat da "Bunu Mıstey söylüyorsa net konforludur." diyerek ona katıldı.
"Murat, escort konforunu tatmak istiyorsan önce kıçının hizasında kırmızı bir mini etek, kırmızı sütyenin üzerine de dar ve beyaz bir crop giymen lazım kardeşim." cümlesiyle olaya dahil oldu Hayrettin.
Mustafa, Burak, Murat ve Cevahir beklemedikleri yerden cevap gelince 'sen nereden biliyorsun' bakışlarını Hayrettin'in üzerine yönelttiler.
"Bakmayın öyle bok yemiş tavşan gibi," dedi Hayrettin ve devam etti. "Bizim apartmana neredeyse her gün geliyor bir tane. Oradan biliyorum."
"Şeytan diyor, hepsine de mezdeke kıyafeti giydir," dedi Barlas dişlerin arasından ve Gülşah'a döndü. "Sen hariç Örgülü." Gülşah usulca baş selamı verip, "Sağolun komutanım," dediğinde çoktan fabrikanın önüne gelmişlerdi.
"Sesler içeriden geliyor komutanım," dedi Poyraz. "Giriyor muyuz?"
"Tedbirli olun," dedi Barlas yere doğrulttuğu silahını daha sıkı kavrarken. "Giriyoruz."
Baturalp ve Cevahir önden, Barlas ve Gülşah arkalarından, timin geri kalanı ise en arkadan sırayla geçtiler girişten.
"Eski bir yem fabrikası komutanım," dedi Gülşah.
"Farkındayım," dedi Barlas. Paslanmış aletleri incelerken Burak'ın sesi duyuldu,
"Bok gibi bir şey kokuyor komutanım," diye fısıldadı peçesinin üzerine elini kapatırken.
Hemen ardından bir böğürme sesi duyuldu kulaklarda. Tim, adımlarını hızlandırıp ilerlemeye başladıklarında tam karşılarında bir adet kanlı bir balya makinesi ve makinenin hemen yanındaki kolonun dibine kusan Cevahir ile karşı karşıya geldi.
Yere çömelip içinde ne varsa dışarı akıtan Cevahir'in yanı başındaki Baturalp, Barlas'a seslendi,
"Komutanım, adamın biri makineye kaptırmış kendini, gelmemenizi tavsiye ederim."
Barlas, Baturalp'in son kelimelerini üzerine alınmadan makineye yaklaştı. Paramparça olan uzuvların bulunduğu kan gölünü görünce yüzünü ekşitti. Gözlerini oradan çekip biraz ileriye baktığında devrilmiş bir ahşap sandalye ve halat parçaları gördü. Fabrikanın diğer kapısından sandalyeye doğru uzanan iki farklı ayak izleri de devreye girince bunun kaza değil, cinayet olduğunu anladı.
"Kaza değil," dedi, sandalye, halat ve ayak izleri üçlüsüne bakarken. "Cinayet." diye ekledi.
Timin merak dolu bakışları Barlas'ın üzerindeyken açıklama yapma gereği duydu Yüzbaşı,
"İki kişi... Biri diğerini sandalyeye bağlayıp sorguya almış. İstediği cevaba ulaşamayınca da makineye vermiş olmalı." dedi. Aklına sadece birkaç dakika önce gördüğü yeşil gözler ve peçeli surat geldiğinde konuşmaya devam etti. "Büyük terör grupları ve küçük terör grupları arasında her zaman bir güç savaşı vardır. Büyük grup nüfusunu artırmak için küçük gruba teklifler sunar. Red yiyince de küçük grubun liderini öldürür ve bunu fırsat bilip grubunu büyütür. Demek ki sadece dakikalar önce burada bir güç çatışması olmuş."
Tüm tim pürdikkat ona kulak vermişken, Barlas, bu güç savaşının galibinin bir kadın olabileceği durumunu hesaplıyordu. Ayak izlerine yaklaşırken Gülşah'ı yanına çağırdı. İkisi de yan yana iki farklı ayak izlerinin olduğu yere baktığında Barlas konuştu,
"İnceleyebilir misin?"
Kıstığı gözleriyle dikkatlice inceledi Gülşah. Bir süre sonra araladı dudaklarını, "Sağdaki ince ve küçük olan bir kadına ait komutanım. Soldaki iri ve büyük olan parçalanan adamın olmalı."
Barlas bunları kafasına kazıldığında Baturalp'in sesi ortama hakim oldu tekrardan "Komutanım, biz elimizden geldiğince kafasını birleştirmeye çalıştık ama ağzı burnu Tövbe estağfurullah bir tuhaf oldu."
Barlas, geriye dönüp yerdeki kafaya baktı bir süre. Yuvalarından taşmış koyu gözler, yarısı olmayan burun, üst kısmının yarısı kayıp bir baş ve paramparça olmuş dudaklarıyla mide bulandırıcı bir görüntü vardı.
"Bu şekilde kim olduğunu bulmamız mümkün değil." dedi Barlas sıkıntıyla iç çekerken. "Suratı tanınmaz haldeyken yüz tanıma cihazının algılaması çok zor."
"Parçalardan birini alıp DNA dokularına baksak?" diye araya girdi Mustafa.
"Ya da parmak izi kimliği falan?" dedi Poyraz ve devam etti "Tabii sağlam parmağı kaldıysa."
Barlas kafasını olumsuz anlamda iki yana sallarken cevap verdi,
"Uzun sürebilir, başka bir yol bulmalıyız. Ya da onu burada bırakıp gideceğiz."
Tim, kendince bir çözüm yolu ararken fabrikanın arka girişinin olduğu yerden Cevahir'in sesi yükseldi,
"Komutanım! Yettim komutanım!"
Barlas, Cevahir'in bu seslenişi ile bakışlarını o yöne çevirmişken, Cevahir çoktan içeri girmiş, koşarak time doğru yaklaşıyordu.
"Bu ne koşuyor deli dana gibi?" diye sordu Burak yanındaki Hayrettin'e.
"Cesedi görünce götü alev attı garibin. Yazık, beynine oksijen gitmeyince de en sonunda kafayı yedi galiba." diye cevap verdi Hayrettin.
Onlar bu konuyu aralarında tartışırken, Cevahir çoktan nefes nefese Barlas'ın yanına gelmiş, elindeki zarfı yüzbaşının ellerine tutuştururken konuşmaya devam etmişti,
"Komutanım ben cesedi öyle görünce kötü oldum galiba, orman havası iyi gelir diye düşünüp arka kapıdan dışarı çıktım. Bu zarfı buldum yerde. İçinde Arapça bir şeyler yazıyor."
Barlas zarfı açtığında dörde katlamış bir kağıdın beraberinde bir de fotoğraf geçti eline. Önce mektubu okumaya başladı.
Gora Örgütü'nün Lideri Sayın David Miller,
On yıl önce bu gün, yani 03.03.2014 yılından bu yana diğer örgüt liderleri ile yaptığınız anlaşma sona ermiştir. Anlaşmayı tazelemek adına sizi bu akşam saat 20.30'da örgütler ve liderlerinin belirleneceği seçim mekanına davet ediyorum.
Örgütlerbirliği Başkan Yardımcısı
Rihan Diemor
Adres: Anastasia Casino
İçinde yazan Arapça kelimeleri teker teker Türkçe'ye çevirdiğinde metindeki sır bütünü çözülmüştü. Timi onu merakla izlediği sırada mektup kağıdını katlayıp zarfın içine geri koydu. Hemen ardından elindeki fotoğrafı incelemeye başladı.
İki adam tokalaşıyordu. Lacivert takım elbiseli adamın yüzünde mutluluk varken bordo takım elbiseli olan gayet ciddi bir şekilde bakmıştı kameraya. Fotoğrafın arkasını çevirdi ve oradaki küçük notu da okudu.
Sevgili David,
On yıl önceki anlaşmayı imzalamanızın şerefine aynı renkte (lacivert) takım elbise giymeniz, Örgütlerbirliği Başkanımızın emridir.
Resimdeki adamlara uzunca baktı. Hemen ardından yerdeki yamuk suratla karşılaştırdı. Cesedin sahibi kesinlikle lacivertli adam diye geçirdi içinden. Gözlerini dikkatle onu izleyen timine diktiğinde şu kelimeler döküldü dudakların arasından,
"Hazırlanın Lâl Timi, örgüt lideri seçimlerine gidiyoruz."
Dokuzu da şaşkınlıkla birbirlerine bakarken, Barlas kendinden emin bir şekilde yerdeki et parçalarına odaklıydı.
Bu ceset sayesinde güçlü bir terör örgütünün kadın liderine ulaştığını, bu akşamki seçim gecesinde o kadını karşılaştıkları ilk an alacaklarını düşündü ve istemsizce sinsi bir tebessüm dudaklarına yerleşti.
🌙
(Hilal’in Anlatımıyla)
Gözlerimi ortaya çıkaran siyah makyajımı keskin bir eyeliner ile tamamladım. Gazinoya gelir gelmez Horat’ın sorduğu soruları cevaplamıştım evet, ama benim kafamın içindeki soruları kim cevaplayacaktı?
Buraya gelmeden önce David’in evine onun ağzından yazılmış, Amerika’ya gideceğine dair bir mektup bırakmıştım. El yazılarını kopyalamak en büyük yeteneklerimden sadece biriydi. Bu durum, nüfusu oldukça azalmış Gora’yı bir süre oyalardı. En azından burayı yok edene kadar… Kapıdaki korumaların cesetlerini ormanlık araziye gömmüştüm. Böylece herkes David’i korumaları ve adamlarıyla beraber Amerika’ya gitti olarak bilecekti.
Herkesi kandırabilirdim. Yeri geldiğinde saf ayağına yatarken bile kendi yalanıma inanacak seviyeye geliyordum.
Aklımı kurcalayan şeyler ise bugün karşılaşmış olduğum amber gözlerdi. Her ne kadar onları atlatsam da istemsizce açığa çıkma korkusu sarmıştı içimi. O lanet olası gözlerin plakayı görmüş olabileceğini düşünerek gazinoya gelmeden önce acil durumlar için bagajda bulundurduğum yedek sahte plakalardan birini montelemiştim. Arabanın içinde kıyafetlerimi değiştirip kırmızı, çiçek desenli elbisemle yola devam etmiştim. Tenha bir çöp kenarında durup siyah tulumum ve diğer tüm delilleri ateşe verdiğimde soluğu gazinodaki odamda almıştım.
Saçlarımın kızıl dalgalı tutamlarını her zamanki gibi belime bırakmıştım. Siyah mini saten elbisemin ince askılarına düzen verdikten sonra hazırdım.
Meşe kapıyı açıp sahneye inen merdivenleri tek tek indiğimde sahneye ulaşmıştım. Metal direğin etrafında yavaş yavaş döndüğüm sırada ıslık ıslığa bağıran insanların yüzlerinde gezdirdim gözlerimi. Hiçbir gözün bana şüpheyle bakmadığından emin olduğumda siyah topuklu ayakkabılarımı kullanarak tırmandım direğe. Islık ve alkışlar daha da artarken direğin üzerinde bildiğim tüm figürleri gerçekleştirmeye başladım.
Gözlerim arada bir gazinonun girişine ve tek tük boş olan masalara takıldığında şüpheden ziyade hayranlık bakışlarıyla karşılaşınca şükür ediyordum.
Direkte geçirdiğim dakikaların ardından aşinası olduğum tezahürat ve iğrenç iltifatlarla indim yere. Öne eğilip izleyicilere baş selamı verip tekrar doğruldum ve sahnenin solunda kalan bara yöneldim. Sonya, elindeki kadeh dolu iki tepsiyle yanımdan geçerken bana seslendi,
“Lana, bu gece bara sen baksan olur mu? Benim müşterilerle ilgilenmem gerekiyor.”
Başımı olumlu anlamda sallarken “Hallederim,” dedim Arapça.
Minnet dolu bakışları altında yanımdan ayrılırken tezgaha geçip boş kadehlerin tozunu almaya başladım. Ağzım kapalı, Türkçe bir şarkı mırıldanmaya başladığım sırada gözlerim bir anlığına gazinonun girişine kaydı.
Üç adam… Üçünü de ilk kez görüyordum bu gazinoda. Sağdaki peçesini iyice yukarı çekiyorken etrafı inceliyordu. Soldaki peçesinin altından bir şeyler mırıldanırken belini kaşıyordu. Hayır, kaşımıyordu. Silahlıydı ve kimseye çaktırmamaya çalışarak beline gizlediği silahını kontrol ediyordu. Ortadaki yapılı vücutlu olan dimdik bana bakıyordu sadece amber gözleriyle. Sanki yıllar öncesinde bir yere sakladığı nesneyi şak diye bulmuş gibi, sinsi bir alayla bakıyordu. Bu gözler o gözlerdi. Yakalanmaktan kaçındığım gözler…
Sert ve keskin bakışları beni korkutmuyordu ama rahatlatmıyordu da. Bu zamana kadar çoğu kez son anda paçayı yırtmışlığım vardı. Yine öyle olacaktı. Halledecektim. En azından halletmeye çalışacaktım.
Sarı harelerin içindeki yangın gözlerime vurmayı sürdürürken başını hafif öne eğerek selam verdi. Ona karşılık olarak otuz iki diş gülümseyerek selam verdiğimde dikkat çekmemek için çaba gösteriyordum. Nihayet başka örgütün üyeleri önlerinden geçti ve göz temasımız sona erdi. Arkamı dönüp viski şişeleriyle göz göze geldiğim anda yüzümdeki gülümseme yerini telaş ve öfkeye bırakmıştı.
Birkaç dakikalık arkamda delil bırakıp bırakmadığımı düşünüşüm, arkamdaki bar sandalyesinin gıcırtısını duyana kadardı.
“Bir bardak viski lütfen,” dedi sesin sahibi Arapça olarak.
Önümü o yöne dönme gereği duymadan başımı salladım ve “Derhal efendim,” dedim onunla aynı dili kullanarak.
Saniyelerin ardından elimdeki viski dolu kadehle arkamı döndüğümde bir an duraksadım. Bar sandalyesine yayılarak rahat bir şekilde oturmuş, sargılı elini siyah eldivenleri ile kamufle ettiğini düşündüğüm, yüzünün yarısı peçe ile sarılı sert bir çehre ile karşılaşacağımı ummamıştım.
“Korkuttum mu?” dedi ben viski dolu kadehi önüne koyarken.
“Dalgındım, kusura bakmayın.” dedim geri çekilirken.
“Önemli değil.” dedi ve hemen ardından ekledi, “Eşlik etmek ister misin? Ben ısmarlayacağım.”
“Olabilir,” dedim tezgahtaki başka bir kadehe kendim için viski doldururken. Bakışlarının bedenimi göz hapsi altına aldığının farkındaydım. Ona doğru baktığımda göz göze geldik. Sahte ama içten görünümlü bir şekilde araladım dudaklarımı,
“Ne oldu, neden bakıyorsun öyle?”
Dirseklerimi barın mermerine dayayıp avuç içlerimi çeneme yasladığımda sesini duydum,
“Hangi örgüttensin sen?” dedi kısılan amberlerinin ardından.
“Örgüt tutmam ben,” dedim gözlerimi aynı onun gibi kısarak. Amacım onu etkileyip bulduğum ilk fırsatta ortadan kaldırmaktı. “Ama seviyorum buraları, rahatlatıcı geliyor.”
Başını aşağı yukarı salladığında “Anladım,” diye mırıldandı. Viskisinden bir yudum daha aldı ve ekledi, “Sen de haklısın, sonuçta hepsi de birbirinden zengin örgütler. Seçim yapmakta kararsız olman normal.”
Konunun zenginlikle ne alakası vardı?
“Örgütler ve zenginliğin kesişim noktasını anlayamadım?” dedim.
“Bilmem,” dedi kaşlarını kısa bir anlığına çatarken. “Ben güçlü bir örgüt olsam ve seni tek geceliğine kiralamak istesem… Saat başı kaç dolar istersin?”
Bana orospu muamelesi yapıyordu pezevenk. Oynadığı oyunu anlamıştım. Bu oyunu sürdürmekse kulağa eğlenceli geliyordu. Öyle de yapacaktım.
“Sadece para miktarına bakmam ben.” dedim dudaklarımdaki sırıtışla. “Karakter ve davranışlar da önemli.”
“Harika,” dedi ve devam etti, “O zaman seçimlerden sonra uygun bir zamanda görüşebiliriz.”
Başımı olumlu anlamda sallarken “Olur,” diye mırıldandım. Masadan kalkıp kalabalığın içinde kaybolmaya başladığında henüz bitiremediğim viskimi hızla kafama diktim. Önümü tekrar içki şişesi ve kadehle dolu raflara döndüğümde kısa bir süre sonra gerçekleşecek kanlı buluşmayı hayal ediyordum. Avım bana kendi ayağıyla gelmişti.
Çok değil, iki dakika sonra tüm gazinonun içi zifiri karanlığa gömüldüğünde şaşkınlıkla masalardan gelen isyan seslerini dinliyordum.
“Tam da oy sırasında olacak iş mi bu şimdi?” dedi biri Arapça kullanırken.
“Horat! Şalterleri kontrol ettir hemen!” dedi aynı dilde.
“Sonya! Anahtarlar nerede?”
“Mum yok mu mum?”
Bar tezgahında şamdan ararken iri bir el sıkıca kavramıştı kolumu. Elime geçirdiğim şarap şişesiyle kendimi korumaya çalıştığım sırada diğer el ağzıma kapanmıştı. Ne olduğunu anlamadan zifiri karanlıkta başka bir beden tarafından sürükleniyordum.
Seçimlerin yapılacağı alandan ayrıldığımızı ancak başka bir odanın duvar dibine sertçe fırlatıldığımda anladım. Duvardan tutunarak zar zor ayağa kalktığımda elim bir butona çarpmışı. Jeneratör yardımıyla anlık olarak yanıp sönen renkli ışıkların altında karşımdaki silueti seçmeye çalıştı gözlerim. İri bir beden hızla bana yaklaşıp sert bir yumruk çaktığında tekrardan duvara dayanmıştım. Gözlerimi kamaştıran ışığın sayesinde yeniden kalkan yumruktan hızla kaçmayı başarmıştım. Arkası henüz dönük olan bedenin sırtına atlayıp bacaklarımı beline dolarken bir yandan da ellerimle arkadan boynuna sarılmıştım. Rakibimin benden güçlü çıkması hoşuma gitmemişti. Benden kurtulmak istercesine iri elleri boynundaki kollarımı sardığında ikimiz de sırt üstü yere uzanmıştık. Bacaklarımın arasındaki bedeni üzerime oturup boğazımı sıkmaya başladığında, sağ elimle yanı başımdaki sandalyeye sandalyeye uzanıp sertçe üzerimdeki bedenine indirdiğimde yan tarafıma devrildi. Bunu fırsat bilip üzerine oturur oturmaz art arda yüzüne yumruklarımı indirmeye başladım. Ellerini belimin iki tarafına yerleştirip cüssemi yere geri ittirdiğinde yeniden üzerime çıkmış, kollarımı başımın üzerinde birleştirip eliyle tutmaya başlamıştı.
Yanıp sönen ışıkların altında burnumdan ve dudağımın altından akan kanla nefes nefeseydim. Renkli ışıklar yerini beyaz floresanın ışığına bıraktığında elektrikler yeniden gelmişti. Aydınlık odada, üzerimdeki simanın öfkeden alevlenen keskin amberleriyle karşılaştım. Ardından boynundan sarkan yıldız-hilal figürlü gümüş kolye takıldı gözüme. Peçesinin altından görünen, boynundaki pençe izleriyle de göz göze gelince anımsamıştım; küçük Kurtçuk büyümüştü.
Hepinize merhaba tatlı hayaletlerimmmm size taptaze yeni bir bölüm getirdimmmm
Yeni bölümü nasıl buldunuz?
Şu zamana kadar sevdiğiniz/ısındığınız bir karakter oldu mu?
Hilâl hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sizce Barlas nasıl biri?
Tim içerisindeki sıcaklık sizin de içinizi ısıtmaya yetiyor mu?
Bir sonraki bölümlerde okumak istediğiniz sahneler neler?
Bu bölümü yorum ve eleştiri yağmuruna tutarsanız yazarınızı çok mutlu edersinizzzz
Bölümü okurken önerilerde bulunursanız, en azından kendi düşüncelerinizi yorumlara yazarsanız aramızdaki aktifliğin daha da güçleneceğine inanıyorum. Yaptığınız her yorum, eleştiri ve sorulara şüphesiz cevap vereceğimden emin olabilirsiniz.
Sizleri seviyorum
Yıldızlar sizinle olsun🌙✨
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |