Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Kalana Zor

@kalbimcinayet

Küçüklükten beri dram filmleri izlemeyi severdim. Kavuşamayan aşıklara o kadar filmler çekilmişti ki çocuk aklımla onların hikayelerini romantik bulurdum. Sonunda kavuşmak varsa sevmenin ne anlamı vardı? İnsan zaten birini severken acı çekeceğini anlamaz mı? Eninde sonunda taraflardan biri gider veya gitmek zorunda kalır. Ben mutsuz sonları hep severdim.


Acaba bu yüzden mi hep terkedilmiştim? Yolun sonunda sevdiğim kişilere sarılamayacağımı en başından biliyordum halbuki. Çünkü çocukken sevdiğim o filmler gibiydi benim sonlarım. Biri gider, hayatını yaşar. Geride kalan her gün onu hayallerinde yaşatmaya çalışır.


Annem beni bırakıp giderken ilk mutsuz sonumu yaşadığımı farkettim. Daha o günden beri annemi hayallerimde yaşatmaya devam edeceğimi biliyordum. Tıpkı şu an olduğu gibi, annem mutfakta yemek yaparken yanına gidip ona sarılıyordum. Notlarım iyi olduğu için annem yanağıma kocaman bir öpücük konduruyordu. Sonra tüm hayaller sise dönüşüp kayboluyordu. Hiçliğin ortasında, annesiz kalmış bir kızın silüeti gözüküyordu.


Annem gideli bir yıl olmuştu bile. Zaman onsuz akmak bilmiyordu. Bana onsuz geçen bir yıl bir asır gibi gelmişti. Babamın annemi umursadığı yoktu. Hatta annem gider gitmez yeni biriyle görüşmeye başlamıştı. Daha annemden boşanmadan o kadınla evlenmeyi planlamaya bile başlamıştı. Benim ne düşündüğünü bir önemi yoktu. İlla o kadın ve kızı bu eve gelecekti. Parası kendimizi geçindirmeye zor yeten babam o kadına hediyeler alacak parayı her nasılsa buluyordu.


Okuldan eve döndüğüm zaman salondan gelen kıkırdama sesleri sinirimi bozmuştu. Kim bilir annem şu an nerelerde hangi acılarla boğuşuyordu ama babam burda başka bir kadınla gülüp eğlenebiliyordu. Benim zavallı, güzel annem... "Sera," diye seslendiler bana. Hiç gitmek istemiyordum ama yine iki saat 'hayırsız evlat' laflarını dinlemeye tahammülüm yoktu.


"Efendim." Babam masadan bir kutu aldı ve bana uzattı. Açmamı söylediğinde birkaç saniye donup kaldım. Babam kaç yıl sonra ilk kez bana hediye alıyordu.


İçinden fırfırlı bir beyaz elbise çıkmıştı. Şaşkınlıkla babama baktım. "Düğünde giymen için aldım." Elimdeki kutu parmaklarımdan kayıp düştü. Evlilik?


"Bu kadınla gerçekten evlenecek misin yani? Annemden boşanmadan?"


"Annen bizi terk edip gitti." Elimdeki elbiseyi sinirle yere fırlattım ve odama doğru koştum. Gerçekten bu evde benim fikirlerimin hiçbir önemi yok muydu yani? Annemi aramaya bile çalışmamıştı. Bir kere olsun ne aramış ne de mesaj atmıştı ona.


"Hemen buraya gel Sera," diye bağırmıştı arkamdan. Ama ben odama girip kapıyı sinirle çırptım. Annemi bu kadar çabuk unutmuş olamazdı. Her ne olursa olsun bir zamanlar birbirlerini sevmişlerdi, değil mi? Peki nasıl oldu da gider gitmez yeni birini buldu? İnsan sevdiğinden bu kadar çabuk vazgeçebilir mi sahiden?


"Sen beni duymuyor musun?" Babamın gözlerinden resmen alevler çıkıyordu. Annem gittiğinden beri yaptığım en ufak haraket onun aşırı derecede sinirlenmesine neden oluyordu. "Ne zamandan beri babana cevap vermez oldun?" Babam beni kızı olarak görmeyi bıraktığından beri.


"O kadını bu evde istemiyorum."


"Öyleyse bu evden defolup gideceksin." Beni kolumdan tutup çekiştirmeye başladığında dehşete uğramıştım. Hiçbir zaman bu kadarını beklemezdim.


"Ne yapıyorsun Orhan?" diye sordu o kadın. Ama babamın gözü şu an onu bile görmüyordu. "Kızı nereye götürüyorsun?"


"Gidip annesiyle kalsın."


"Annesiyle mi?" Annemle mi? Babam annemin nerede olduğunu biliyor muydu yani?


"Reyhan'ı buldum. Sera'yı ona götüreceğim, ben baş edemiyorum artık."


"Bekle." Babamın kolundan tuttu ve durmasını sağladı. Babam sonunda kolumu bıraktığında kurtulduğuma sevinmiştim. Kolumu çok acıtmıştı. "Ben Sera'nın burda kalmasını istiyorum." Beni mi istiyordu?


"Bu şımarık velete ihtiyacımız yok!" Babam tekrar kolumdan tutmak isteyince kadın ondan hızlı davranıp beni arkasına almıştı. Neden beni koruyordu ki şimdi bu? Ayrıca ben anneme gitmek istiyordum.


"Bırak bundan sonra ona ben annelik edeyim." Bu kadına bugün bir haller olmuştu.


"O zaman tüm sorumlulukta sana ait bundan sonra. Bu kızın hiçbir şeyiyle ilgilenmeyeceğim." Babam sinirle ceketini alıp evden çıkarken olanları hala kavrayabilmiş değildim. Annemin yerini öğrenmem gerekiyordu. Babam bunca zaman benden saklamış mıydı yani?


"Ah zavallı! Benden uzakta olursan sana işkence edemem ki." Kadın sinsice gülünce dehşet içerisinde ona bakmıştım. Beni bu yüzden mi kurtarmıştı? "Ne o? Yoksa sana gerçekten annelik edeceğimi mi sandın? Baban o kadar aptal ki, onunla sırf annenden intikam almak için birlikte olduğumu hala anlamadı."


"Annemden ne istiyorsun? Annem nerde?"


"Korkarım cevapları öğrenmen için henüz çok erken. Şimdi defol git odana!" Tekrar kanapedeki yerine geçip dergisini eline aldığı zaman, ben hala olduğum yerde donakalmıştım. Sanki hayatımın ortasında koca bir çukur kazmışlardı ve ben gittikçe onun dibine doğru çekiliyordum. Umarım ışık çokta uzakta değildir.


Odamda birkaç saat ders çalışmıştım. Matematikten nefret ettiğimi söylemiş miydim? Normalde de hiçbir şey anlamazdım zaten, birde öğrendiğim o kadar şok edici bilgi üzerine çalışmak daha bir zordu. Benim beynim matematik denen şu illeti çözmeye yetmiyordu işte. Ne yapmamı bekliyorlar? Beyin nakli yaptırmamı falan mı? Evdeki kargaşayı mı çözmeye çalışayım yoksa sayıları mı? Bence matematik kapatılmalı.


"Merhaba," dedi çok gıcık olduğum bir ses. Matematik çözmek o kızla konuşmaktan çok daha iyi bir aktivite gibi geliyordu şu an. Kafamı defterimden kaldırıp kapıya döndüm. İşte ordaydı. Babamın metresinden sonra en nefret ettiğim insan.


"Merhaba Leyla. Neden geldin?" Kız kendinden emin adımlarla odama girdi ve yatağıma kuruldu. Babasının evi sanki. Gerçi cici babasının evi şu an. Ah baba, ikimizi de yaktın ama haberin yok.


"Seninle oynamaya." Yüzündeki sinsi gülümseme tıpkı annesinin gülümsemesini benziyordu. Ne demişler; annesine bak kızını al.


"Şu an ders çalışıyorum, seninle oynayamam. Yarın sınavım var."


"Ben senden ricada bulunduğunu hatırlamıyorum. Sana benimle oyna diyorum!" Sakinliğimi korumaya çalışarak tekrar oynamak istemediğimi belirttim. Ama iki dakika sonra yine benim yerime mıhlanıp kalmama neden olan başka bir olay gerçekleşmişti. Matematik defterim gözümün önünde yırtılıp yere atılmıştı. Bu kadarı da fazlaydı artık!


"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" dedim bağırarak.


"Sana söylediğim şeyi yapmazsan cezasını da çekersin, köle!" Bu kız aklını mı kaçırmıştı?


"Sen ne cüretlr bana hakaret edersin?! Şu an benim evimde ve benim odamdasın!"


"Baban tek bir lafımla seni bu evden gönderir," diye bana diklenmeye başladı. Artık öfkemi kontrol edemiyordum. Üstüme yürümeye başladığı an çok değerli saçlarını tutup çekiştirmeye başlamıştım. Leyla bağırmaya ve annesini çağırmaya başladığında bile durmamıştım. Bir yıl, tam bir yıldır ben bu kızın şımarık hallerine katlanıyordum. Babam yüzünden hiçbir zaman ses etmemiştim. Ama madem ki beni anneme göndermeyi kafasına koymuş, o zaman istediğimi yapabilirdim.


Çok geçmeden Selin denen kadın odamda belirmişti. Kızını elimden almaya çalıştı ama ben çok yüksek sesle bir çığlık attığımda şaşırmış halde bana baktı. "Senden de bu veletten de bıktım artık."


"Hemen şimdi babanı arıyorum, seni küçük şeytan." Şeytan onları görse mesleği bırakırdı ama kadının bana dediğine bak. Saçı başı dağılmış Leyla'ya bakıp eserimle gurur duydum. Hala içim soğumamıştı ama onu bu halde görmek biraz da olsa beni rahatlatmıştı.


"Babama çok değerli, biricik üvey kızının defterimi yırttığımı da söylersin o halde." Yerde duran yırtılmış defteri aldı ve hemen ortadan kayboldu. Leyla'yı odamda bırakarak onun peşinden gittim. Ne yapıyordu bu deli yine? Defterimi yanan şömineye attı ve tüm emeklerimin iki dakikada yanıp küle dönüşmesini izledim. Tam üç saatim o hiçbir şey anlamadığım sayıları hesaplamaya gitmişti ve şimdi ortada onların hiçbirinden eser kalmamıştı.


"Ortada kanıt olmadığına göre baban sana inanmaz, küçük şeytan. Şimdi git ve kızımdan özür dile. Senin istediğin ne biliyorum. Annene döneceksin aklınca, değil mi? Seni gönderir miyim sanıyorsun? Hadi ikile." Eliyle bana odama çekilmemi işaret etmişti. Sanırsın o Hürrem Sultan, ben de cariyesi.


"Benden özür dilemesi gereken senin kızın!"


"Of annen bitti şimdi de seninle mi uğraşacağım ben velet?!" Kolumdan tutarak beni odama doğru çekiştirfi. Ondan kurtulmaya çalıştım ama kolumu o kadar sıkı tutuyordu ki, kurtulmam mümkün değildi. Beni yatağa atıp kızıyla birlikte odadan bıltı ve kapıyı yüzüme kapattı. Çok geçmeden kilit sesini duydum. Harika(!) Bir odaya kilitlenmediğim kalmıştı. Galiba artık tam bir külkedisiydim. "Orda kal da aklın başına gelsin."


Hayatım ne ara bu hale gelmişti? Küçükken, çok küçükken her şey yolundaydı oysaki. Birbirini seven ebeveynlerim vardı. Beni çok seven akrabalarım vardı. Ama şimdi herkes dağılmıştı. Hayatımda ne yakınlarımın desteği ne de anne desteği kalmıştı. Gerçekten annem bana bunu nasıl yapabilmişti? Beni hiç mi sevmemişti?


Düşüncelerimle boğuşurken akan gözyaşlarımın verdiği hissiyatı bile algılamamıştım. Kendime geldiğimde boğazıma kadar gelmiş olan gözyaşlarımı sildim ve hıçkırıklarımı bastırmak için kendimle savaş verdim. O kadını mutlu etmek istemiyordum. O benim ailemin evinde, kızıyla beraber, mutlu bir şekilde dergi kapağı yorumlarken ben burda ağlayamazdım. Güçlü olmak zorundaydım. On iki yaşımın bana öğrettiği bir diğer özellik de buydu.


Kaç saat uğraştığım ödevime en baştan başlamak tam bir işkenceydi. Ama zaten bu küçücük odada yapacak pek bir şeyde yoktu. Telefonum salonda kalmıştı. Ders çalışmak ve oyuncaklarımla oynamak dışında aktivitem yoktu. Oyuncaklarının çoğu bana annemi hatırlattığı için onlara bakamıyordum bile. Ayrıca artık büyümüştüm. Barbie oyuncaklarına ayıracak vakti daha değerli şeylere harcamalıydım. Mesela annemi bulmak ve hesap sormak gibi.


Lanet olası matematik! Senin yüzünden şu an annemin yerini araştıracak zamanım yok. Fizik hakkında konuşmak bile istemiyorum. Yeteri kadar zor hayatım yokmuş gibi ders çalışmak zorundaydım. Babama kalsa bir geleceğim yoktu zaten. Daha küçük yaşından tek başına hayatta kalma mücadelesiydi benimki.


Dersleri bitirip kitabı kapattığımda karnım guruldadı. Aşırı derecede acıkmıştım. Sabah yediğim tost ile duruyordum, şu an saat yedi olmuştu. Bir umut gidip kapı tokmağını çevirdim ama hala kilitliydi. Bir insan bu kadar kalpsiz olabilir miydi?! Bari kuru ekmek verseydi. Babamın eve gelme saatine az kalmış kapıyı açacağını biliyordum. Aslında bunu yapmasa bile babam ona hiçbir şey demezdi; beni kızı olarak görmeyi bırakalı çok olmuştu. Yine de babamın onu bırakmasından korkuyordu.


Umutsuzca yatağıma doğru giderken kapı açılmıştı. Gülümseyerek arkamı döndüm. Ama karşımdaki kadının yüzü o kadar ifadesizdi ki, gülümsemem anında solmuştu. "Baban gelinceğe kadar yemeği hazırla." Sadece bunu söyleyip gitmişti. Size söylemeyi unuttuğum bir şey daha var. Annem gittiğinden beri tüm ev işlerini ben yapıyorum, yemek de dahil. Başlarda zorlanmıştım ama teknoloji dünyasında hiçbir şeyi bulmak zor değildi. Deneyerek birkaç yemek tarifinde ustalaşmıştım bile.


"Leyla bugün makarna yemek istediğini söyledi." Şimdide Leyla ne isterse onu mu yiyecektik yani? Ne güzel ya (!)


Babam işten geldiği zaman Leyla önüne koşmuş ve yanağına öpücük kondurmuştu. Babam ona sarılarak elindeki poşeti verdi. Poşetin içinde birkaç abur cubur vardı. Leyla mutlulukla onları masaya götürdü. Babam da arkasından gitti, benim yüzüme bile bakmadan. İçimde fırtınalar kopuyordu ama dışımdan belli etmemek zorundaydım. Kimse benim mutsuz olmamı umursamıyordu bu evde. "Günün nasıl geçti bakayım, kızım?" Kızım? Ona böyle mi hitap edecekti yani? Öz kızına bile demiyordu bunu.


"Sofrayı hazırla," dedi Selin yanımdan geçerken. Üçünü mutlu şekilde izlemek bana annem, babam ve benşm mutlu hallerimi hatırlatmıştı. Yüzümde buruk bir tebessüm belirdi. Ama şu an orda oturan kadın annem değildi, o kız ben değildim. O kadar çok şey değişmişti ki. Benim artık mutlu aile tablosunda yer almam neredeyse imkansızdı. Ama hala anneme kavuşabilirdim. Belki benim bırakıp gitmesinin iyi bir açıklaması vardı.


Mutfağa geçip sofrayı hazırladım ve onları çağırdım. Ben hiçbir zaman onlarla aynı sofraya oturmazdım, o yüzden kendi yemeğimi çekip odama gitmek için kapıya yöneldim. Ama o sırada mutfağa doğru gelen babamın sözleri beni durdurdu. "Sofraya otur!"


"Odamda yiyeceğim," diye itiraz ettim, ama babam beni kolumdan tutup kendisiyle birlikte sofraya oturmamı sağladı. Tabağı az kalsın yere düşürecektim. Bu deli kadın babamı da kötü yönde etkilemişti. Artık ikisininde çekiştirme hastalığı vardı. "Ama neden odamda yiyemiyorum?"


"Biz artık bir aileyiz. Aileler sofraya birlikte oturur."


"Bir kızın olduğunu şimdi mi hatırladın yani?" Bu sözlerim onu sinirlendirmişti. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış, cidden.


"Bana yemeği zehir etme de sessizce otur!" Karşı çıkmayı bırakıp makarnamı yemeğe başladım. Leyla hanımın özel isteği üzerine yapılmış makarna.


Ah be anne, neden beni bu insanların elinde bırakıp gittin ki? Oysa o seninleyken yediğim dondurma hayatımda yediğim en güzel şeydi. Seninle geçirdiğim o son gün, benim en güzel günümdü. Umarım hala bir kızın olduğunu hatırlıyorsundur.


Yemek bittikten sonra, sofrayı topladım ve bulaşıkları yıkadım. Ben bunları yaparken diğerleri salona geçmiş, bir şeyler konuşup kırkırdıyorlardı. O kadının kahkahaları kulaklarımı doldururken her bir hücremde akan siniri hissedebiliyordum. O yer annemin haklıydı. Şu an o salonda ve bu sofrada o kadın değil, annem olmalıydı.


"Canım tatlı bir şeyler çekti."


"Ne istiyorsan hemen hazırlayalım, birtanem." Sera hazırlasın demek istemişti sanırım. Ne de olsa Sera demek köle demekti artık. Ayrıca babam o kıza 'birtanem' mi demişti?


"Elmalı turta." Yok artık! Onu yapmak en az iki saatimi alır. Umarım dışarıdan söylerler.


"Yapabilirsin, değil mi?" Babam bana dönerek sormuştu bu soruyu. Kafamı 'hayır' anlamında salladım. " Ne demek hayır?"


"Bildiğin," dedim sadece. Odama gitmek için ayaklandım ama bir el kolumu tuttu.


"Leyla elmalı turta istediğini söyledi."


"Leyla'nın bunu yapacak elleri yok mu? Ben onun kölesi miyim? Ayrıca annesi neden yapmıyor?" Babam kolumu sıktığında acıdan yüzümü buruşturdum. Tımarhanede yaşıyordum resmen. Herkes ruh hastası.


"Senin dilin çok büyümüş anlaşılan, koparmamı ister misin?" Yüzüm korkuyla gölgelendi. Az önce duyduğum şey yanlış değildi, değil mi? Babam gerçekten bunu söylemişti. Karşımda gördüğüm bu adam artık benim tanıdığım babam değildi. O kadın ve kızı babamdan bir canavar yaratmıştı. Kendi kızını ve karısını her fırsatta ezmeye hazır biri olmuştu artık.


"Kolumu acıtıyorsun," diyebildim sadece kısık sesimlr.


"Bana karşı gelmeye devam ettiğin sürece daha canın çok yanacak." Kendimi zorla kolundan kurtardım ve ağlamaya başladım.


"Kafamı şişiriyorsun!" diye bağırdı Selin. "Lütfen onu sustur Orhan." Babam bana ilk kez o gün tokat attı. Ama o tokat yanağımdan çok kalbimi acıtmıştı.


Loading...
0%