Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@kalemdendusen

Yıldıray kardeşi Rüzgar ile sabah uyandıklarında her şey normaldi. Taaki işten çıkarıldıklarını öğrendiğinde işler Karışmaya başlamıştı. Ailelerini tam 12 yıl önce çıkan bir yangında kaybetmişlerdi. Yıldıray, kardeşini kimseye muhtaç etmemek için çalışmaya başlamıştı. Şimdi bu işten çıkarma hiç sırası değil di. Yıldıray kendini kötü hisseti. Evlerinin önündeki parkta biraz vakit geçirdi. Sonra arkadaşı Selim’in yanına gitti. Meğerse Selim’ de işten çıkarmışlar. İkisi dertleşirken zamanın nasıl geçtiğini anlamışlar. Yıldıray geç kalmamak için Selim ile vedalaşıp dairesine döndü.

Yıldıray Yüksel, karanlık dairesinin kapısını açtığında, içerideki sessizlik ona garip gelmişti. Kardeşi , genellikle her zaman evde olurdu. Saat geç olmuştu ama odalar bomboştu. İlk başta bir yere çıkmış olabileceğini düşündü, fakat mutfak tezgahında dikkatini çeken bir şey vardı: Üzerinde tanımadığı bir kart ve aceleyle yazılmış bir not. Kalbi hızla atmaya başladı.

 

Notta Rüzgar’ın el yazısıyla, kısa ama endişe verici bir mesaj yazılıydı:

 

"Abi, başka bir şansımız yok. Bu oyunlara katılmam lazım. Beni merak etme. Her şey yolunda olacak, söz veriyorum. Anlaman zor ama yakında anlayacaksın. Lütfen peşimden gelme."

 

Yıldıray gözleri kısıldı. "Bu ne demek şimdi?" diye mırıldandı. Peşimden gelme mi? Rüzgarın başınıın belaya sokmuş olabileceği fikri aklına geldi. Birkaç derin nefes aldı ve notu daha dikkatli inceledi. Kardeşinin tanımadığı bir şeyle uğraştığı belliydi.

 

Notun hemen yanında duran kart, Yıldıray'ın daha da tedirgin olmasına sebep oldu. Kartın ön yüzünde garip semboller vardı: 🔥, 💧, 🌬️, 🪨. Her biri bir elementin simgesi gibiydi—ateş, su, hava ve toprak. Arkasına baktığında ise soğuk bir şok dalgası vücudunu sardı. Sadece bir telefon numarası vardı.

 

Yıldıray eline telefonu aldı, kafasındaki binbir soruya rağmen numarayı çevirdi. Birkaç saniye sonra, telefonun diğer ucundan soğuk, mekanik bir ses duyuldu:

 

"Merhaba, Element Oyunları’na hoş geldiniz. Katılmak için isminizi ve soy isminizi söyleyin."

 

Yıldıray kaşlarını çattı. "Ne? Hayır, bakın! Kardeşim nerede? Rüzgarı arıyorum!" diye sinirle çıkıştı, ama telefondaki ses hiç değişmeden devam etti:

 

"Merhaba, Element Oyunları’na hoş geldiniz. Katılmak için isminizi ve soy isminizi söyleyin."

 

Yıldıray derin bir nefes aldı. Sesin tonunda hiçbir insani duygu yoktu. Cevap almak için başka bir yol yok gibiydi. İçindeki öfke ve endişe karışımıyla sonunda pes etti. "Yıldıray ... Yıldıray Yüksel," dedi, boğuk bir sesle.

 

Bir tıklama sesi duyuldu ve ardından telefon aniden kapandı. Yıldıray, elindeki telefonun ekranına bakarak kaldı. Kalbi hızla çarpıyordu. Bu ne tür bir oyun olabilir? Rüzgar neden böyle bir şeye katılmıştı?

 

O an fark etti ki bu iş basit bir gençlik heyecanından çok daha büyük bir şeydi. Kardeşini bulmak istiyorsa, bu "Element Oyunları"na dahil olmak zorundaydı. Ancak nasıl bir dünyaya adım attığını henüz bilmiyordu.

Yıldıray, telefonu sinirle kapattıktan sonra bir süre sessiz kaldı. Kafasındaki soruların her biri birbirine karışıyordu. Rüzgar nereye gitmişti? Bu “Element Oyunları” denen şey neydi? Kardeşi neden böylesine tuhaf ve gizemli bir olayın içine çekilmişti? Daha önemlisi, Rüzgarın güvenliği tehlikede miydi?

Yıldıray kartı tekrar eline aldı. Üzerindeki sembollere—🔥, 💧, 🌬️, 🪨—baktıkça bir şeylerin ters gittiğinden emin oluyordu. Bu basit bir oyun olamazdı. İçinde bir korku belirmişti ama kardeşini bulmak için her şeyi yapmaya hazırdı. Tereddüt etse de, başka bir seçeneği olmadığını biliyordu.

Rüzgar’ı kurtarmak için bu oyunun bir parçası olmalıydı.

Az bir süre sonra telefon çaldı. Yine o kişiydi. Ses tonunda hiçbir değişiklik olmadan, aynı monoton ses devam etti: “Başvurunuz kabul edildi. Talimatlarınız yakında size ulaştırılacak. İyi şanslar.”

Bu kez telefon kapanmadan önce bir süre sessizlik oldu, sanki başka bir şey bekliyordu. Yıldıray nefesini tutmuş, ne olacağını anlamaya çalışırken, hat birden kesildi. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. İşte o an fark etti; geri dönüş yoktu. Kardeşi için bu oyunun içine çekildiğini hissetti.

Bir saat sonra, cebindeki telefon titremeye başladı. Tanımadığı bir numaradan bir mesaj gelmişti. “Hazır mısınız?” yazıyordu. Altında ise bir adres verilmişti. Yıldıray, telefon ekranına baktı. Adres, şehir dışındaki terk edilmiş bir sanayi bölgesini işaret ediyordu. Kararını vermişti. Hızla ceketini kaptı ve adresin bulunduğu yere doğru yola koyuldu.

Sanayi bölgesine vardığında, gözüne çarpan ilk şey sessizlikti. Terk edilmiş binalar, paslı çitler ve sokak lambalarının loş ışıkları arasında neredeyse hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Yıldıray, mesajda verilen adrese doğru yürüdü. Terkedilmiş bir fabrikaya yaklaştığında, içeriden birkaç kişinin sessizce bir araya toplandığını gördü. Hepsi aynı yerde buluşmuş gibi görünüyordu. Kafasındaki sorular artarken, kapıya yaklaştı.

Kapıda siyah takım elbiseli, yüzünde soğuk bir ifade olan bir adam duruyordu. Kimseyle göz teması kurmadan, gelenlerin isimlerini alıyordu. Yıldıraya yaklaştı ve adam ona döndü.

“İsim?” dedi kuru bir sesle.

 

“Yıldıray Yüksel,” diye yanıtladı Yıldıray, kalbindeki hafif gerginlikle.

 

Adam, listeye hızlıca göz gezdirdi ve başını sallayarak kapıyı açtı. “İçeri gir. Ve al bu içeceği iç.”

Yıldıray kararlı bir şekilde içeceği içip içeri girdi.

 

Yıldıray içeri girdiğinde, geniş ve karanlık bir oda ile karşılaştı. Biranda başı dönmeye başladı ve yere yığıldı.

Kendine geldiğinde hâlâ karanlık odada olduğunu fark etti. Derin boğucu bir karanlık. Zihni bulanıktı. Hafızası bir sisin ardında saklanmış gibiydi. Zihnini toplamaya çalıştı ama her şey flu ve uzak görünüyordu. Yavaşça oturdu. Elleri titriyordu. Soğuk ve metalik bir yüzeye oturduğunu hissetti. Göğsündeki yavaşça fark etti; kalbi hızla çarpıyordu. Gözlerini ovuşturdu ve etrafını anlamaya çalıştı. Karanlığın içinde yavaş yavaş, zayıf bir ışık belirmeye başladı.

“Neredeyim?” diye fısıldadı kendi kendine, sesi boğuk ve yabancıydı. Biraz bekledi, ama cevap yoktu.

Yavaşça ayağa kalktı. Vücudunda garip bir ağırlık hissi vardı, sanki uzun bir süre uyumuştu. Üzerinde sadece, gri bir üniforma ve üniformanın üzerinde yazan sayı 11. Ellerini üzerinde gezdirirken cebinde sert bir nesneye çarptı parmakları. Elini cebine soktu ve küçük, metalik bir disk buldu. Diskin üzerinde parlak mavi bir ışık yanıp dönüyordu. Tam diske daha yakın bakmak için diski kendisinde yaklaştırırken, karanlık odanın içi ansızın beyaz bir ışıkla aydınlandı.

Yıldıray gözlerini kısmak zorunda kaldı; ışık o kadar güçlüydüki gözlerini yakıyordu. Odanın beyaz duvarları artık rahatça görünebiliyordu, boş ve steril. Odanın tam karşısında ise büyük bir ekran beliriyordu. Ekstradan bir kapı ya da pencere yoktu. Sadece o ekran.

“Hoş geldin.” diye yankılandı bir ses. Soğuk, mekanik ve duygusuz. Sesin geldiği yeri bulmaya çalıştı ama ses her yerden geliyordu, yankılanıyor ve odada döneniyordu.

“Bu oyunun bir parçası olmak için seçildin.”

Yıldıray şaşkın bir şekilde etrafına bakındı. Ne oluyor? Ne seçimi?

“Seçim yapman gereken bir şey var.”dedi ses. “Burada hayatta kalmanın tek yolu, Element gücünü seçmek. Sadece birini seçebilirsin. Ve seçim yaptıktan sonra geri dönüşü yok. 10 Element ten birini seç.”

Bir seçim mi? Yıldıray’ın zihninde bir dizi düşünce birbirine giriyordu. Oyun? Element? Rüzgar nerede? Kaçışı olmadığını hissetti. İçgüdüsel bir baskı, ona bu ‘seçimi’ yapmaya zorlayacak gibi.

Birden ekranın üzerinde Element sembolleri belirmeye başladı. Ateş, su, hava, toprak ve diğerleri... Dairesel döngüde dönmeye başladılar. Her biri yavaşça parlıyor lardı,dikkatini çekmeye çalışıyor gibiydi. Ancak en belirgin olanı, en şiddetli şekilde parlayan ateşi. Alevler ekranın içinden çıkıp ona ulaşacak gibi görünüyordu. İçinde bir kıvılcım hissetti;bir çağrı. Ateşin yakıcı ama çekici günü onu içine çekiyordu.

Belkide gerçekten geçmişte ailesine yaptıklarından ona hesap sormak istiyordu.

“Ateş” dedi Yıldıray, neredeyse içgüdüsel bir şekilde. Dudaklarından bu kelime dökülmuştü, sanki onu kimse zorlamamıştı ama aynı zamanda başka bir seçenekte yoktu.

Ekran, Yıldıray’ın seçimini onaylarcasına birden kırmızıya döndü. Odanın sıcaklığı yükselmeye başladı. Havada keskin bir yanık kokusu belirdi ve Yıldıray’ın nefesi hızlandı. Kalp atışlarını artık göğsünde değil, kulağında hissediyordu. Ateş elementini seçmek, ona güç verirken aynı zamanda bir korku yaratmıştı.

 

“Ateş gücünü seçtin. Artık geri dönüş yok.” Sesin tonunda hala hiçbir duygu yoktu, ama Yıldıray , söylediklerinin ağırlığını hissetti. “Bu gücü kontrol etmek zorundasın. Aksi takdirde, sadece kendini değil, çevrendekileri de yok edersin.”

 

Sözcükler Yıldıray’ın zihnine işledi. Ateşin gücü çok büyük, çok yıkıcıydı. İçinde bir korku doğdu; ya bu gücü kontrol edemezse? Ya bir hatası her şeyi mahvederse?

 

Loading...
0%