Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM 2 : ÇATLAKLARIN GİDERİLMESİ

@kalemdendusen

Demir, Eylül’ün gözlerindeki kararlılığı sorgularken kahvaltısına odaklanmaya çalıştı. Peynirin tadını aldı, ama bu tat bile zihnindeki bulanıklığı dağıtamıyordu. Kaşığın metal sesi, odanın sessizliğinde yankılanıyordu. Sessizlik, aralarındaki görünmez duvarı daha da belirginleştiriyordu.

 

“Eylül,” dedi, sonunda bu sessizliği bozmaya karar vererek. “Bana geçmişimizden biraz daha bahset. Sadece güzel şeylerden değil. Zor anlardan da.”

 

Eylül, elindeki çay bardağını masaya bıraktı. Yüzündeki sıcak gülümseme, bir an için donuklaştı. “Neden bunu istiyorsun?” diye sordu, sesi sakindi ama içinde hafif bir gerginlik vardı.

 

“Çünkü hatırlamıyorum,” diye yanıtladı Demir. “Ve hatırlamadığım bir şeyi hissedemem. Beni buraya bağlayan bir şey bulmaya ihtiyacım var.”

 

Eylül, birkaç saniye sessiz kaldı. Sonunda derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. “Bir yıl önce zor bir dönemden geçiyorduk,” dedi. “Sen işinde çok yoğundun, ben de kendi işlerimle meşguldüm. Birbirimizle yeterince ilgilenmiyorduk. Birkaç kez tartıştık. Hatta bir ara ayrı kalmayı bile düşündük. Ama sonra toparladık. Beraber bir tatile gittik. O tatilde her şeyi yeniden inşa etmeye karar verdik.”

 

Demir, onun söylediklerini dinledi, ama bu sözler yine de zihnindeki boşluğu doldurmadı. “Ne işle meşguldüm?” diye sordu, bir şeyler yakalamak istercesine.

 

Eylül tereddüt etti, ama sonunda cevap verdi. “Bir danışmanlık firmasında çalışıyordun. Çok fazla seyahat ediyordun, uzun saatler çalışıyordun.”

 

Demir, bunun doğru olup olmadığını tartmaya çalıştı. Ama hiçbir şey netleşmiyordu. Eylül’ün anlattıkları mantıklıydı, ama bir şeyler eksikti. Bu boşluk, içinde bir huzursuzluk yaratıyordu.

 

Tam o sırada, kapı aniden açıldı ve içeri orta yaşlı bir adam girdi. Üzerinde beyaz bir önlük vardı, ama doktor gibi görünmüyordu. Adamın kendinden emin duruşu, odaya hakim bir enerji yaydı.

 

“Ah, Demir Bey, sonunda sizi ayakta görmek ne güzel,” dedi, geniş bir gülümsemeyle. “Ben Selim. Fizyoterapistiniz. Bugün sizinle küçük bir egzersiz yapacağız.”

 

Demir, adamın enerjisine şaşırdı ama bir yandan da bu aniden gelen değişiklik hoşuna gitmişti. Sessizlik ve kafa karışıklığından uzaklaşmak istiyordu. “Tabii,” dedi kısaca.

 

Eylül, Selim’e hafif bir baş selamıyla yanlarından ayrıldı. “Ben dışarıda olacağım,” dedi, çıkarken kapıyı yavaşça kapattı.

 

Selim, odadaki bir sandalyeyi Demir’in yanına çekti ve oturdu. “Peki, Demir Bey,” dedi, sesindeki enerjiyi koruyarak. “Size biraz kendinizi nasıl hissettiğinizi sormama izin verin. Fiziksel olarak nasıl durumdasınız?”

 

Demir, omuzlarını silkti. “Fena değil. Ama biraz zayıf hissediyorum.”

 

“Bu normal,” dedi Selim, not alır gibi yaparak. “Ama asıl mesele, zihinsel olarak nasıl hissettiğiniz. Hafıza kaybı kolay bir şey değil. Özellikle sizin durumunuzda.”

 

Demir kaşlarını çattı. “Benim durumumda derken?”

 

Selim duraksadı, sonra biraz daha yumuşak bir sesle devam etti. “Korkmayın, her şey yolunda. Ama kazanız oldukça ciddi bir travmaydı. Beyninizi korumak için vücut bazen böyle tepki verir. Geçici bir durum.”

 

Demir, onun sözlerini dikkatle dinledi. “Kazanın tam olarak nasıl olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu, yüzünde ciddi bir ifadeyle.

 

Selim, bu soruya hemen cevap vermedi. “Bu konuda size en doğru bilgiyi doktorunuz verir,” dedi sonunda. “Benim işim, sizi fiziksel olarak eski formunuza döndürmek.”

 

Demir, bu cevapla tatmin olmadı ama daha fazla zorlamamaya karar verdi. Selim, onunla birkaç hafif egzersiz yaptırmaya başladı. Ayakta durmasını, birkaç adım atmasını sağladı. Demir, hareket ederken vücudunun zayıflığını hissediyordu, ama aynı zamanda bu egzersizler, kafasındaki karmaşayı bir an için bastırıyordu.

 

Yaklaşık yarım saatlik bir çalışmanın ardından Selim, Demir’i tekrar yatağına oturttu. “Bugünlük bu kadar yeter,” dedi. “Yavaş yavaş güçleneceksiniz. Yarın görüşmek üzere.”

 

Demir, onun ardından kapının kapanışını izledi. Odaya tekrar sessizlik çöktü. Eylül’ün dönmesini bekledi, ama kadın bir süre gelmedi. Bu bekleyiş, zihnindeki soruları daha da artırdı.

 

Birden, gözleri odadaki çerçeveye takıldı. İçindeki fotoğrafı tekrar aldı ve dikkatlice inceledi. Fotoğrafın arkasındaki tarihe baktı: 12 Ağustos 2019. Bu tarih neden bu kadar tanıdık geliyordu? Bir şeyler hissetti, ama bu his, bulanık bir gölge gibiydi.

 

Birden, odanın dışında bir ses duydu. Fısıltılar. Kapının arkasında konuşan iki kişi vardı. Seslerden biri Eylül’e aitti. Diğerini tanımıyordu, ama bir erkek sesiydi.

 

Kapıya doğru yaklaşıp dinlemeye çalıştı.

 

“Onun hiçbir şey hatırlamaması bizim için daha iyi,” dedi erkek sesi.

 

Eylül, alçak bir sesle cevap verdi: “Ama ya hatırlarsa? Planımız tehlikeye girer.”

 

Demir’in kalbi hızlandı. Bu konuşmalar, zihnindeki bulanıklığı daha da karmaşık hale getirdi. Sanki bildiği her şey, ya da bildiğini sandığı her şey, yavaşça çözülüyordu.

Demir, duyduğu konuşmaların etkisiyle kapının yanında hareketsiz kaldı. Fısıltılar azalmış, koridor sessizleşmişti. Ancak içinde yükselen huzursuzluk, yerini ağır bir ağırlığa bırakıyordu. Kapının kolunu tuttu, bir an için açmayı düşündü. Ama sonra duraksadı. Ya yanlış anlamışsa? Ya duyduğu şey, zihninin ona bir oyunuysa?

 

Bir süre yerinden kımıldamadan bekledi. Derin bir nefes aldı, odanın içine döndü ve pencereye doğru yürüdü. Oda artık daha küçük, daha boğucu hissettiriyordu. Zihnindeki sorular, karışık bir ağ gibi birbirine dolanmıştı.

 

“Beni neden kandırıyor olabilirler?” diye düşündü. Eğer Eylül ve o adam bir şey saklıyorsa, bunun sebebi neydi? Daha da önemlisi, onu hatırlamasını istemedikleri şey neydi?

 

Tam o sırada kapı yavaşça açıldı. Eylül, her zamanki sakinliğiyle içeri girdi. Elinde küçük bir tepsi vardı; içinde bir tabak çorba ve yanında birkaç dilim ekmek. Yüzündeki ifade, sanki biraz önce başka birini tehdit eden bir kadın değilmiş gibi masumdu.

 

“Demir, sana biraz çorba getirdim,” dedi. Sesindeki yumuşak ton, onun dikkatini dağıtmak ister gibiydi. Tepsiyi masanın üzerine koydu, ardından sandalyesini çekip oturdu.

 

Demir, ona baktı, ama hiçbir şey söylemedi. Şüphelerini dile getirmek istemiyordu, en azından şimdilik. Onun yüzündeki rahat ifadeyi izlerken, gerçek niyetlerini çözmeye çalışıyordu.

 

“Bugün nasıl hissediyorsun?” diye sordu Eylül, onun sessizliğini bozmaya çalışarak.

 

“Fena değil,” dedi Demir, kısa bir yanıtla. Çorba tabağını aldı, birkaç kaşık içti. Ama boğazından geçen sıcaklık bile içindeki huzursuzluğu bastıramıyordu.

 

Eylül, bir süre sessizce onu izledi. Sonra hafifçe gülümsedi. “Yarın seni dışarı çıkarabiliriz,” dedi. “Hastane bahçesine. Belki biraz temiz hava almak iyi gelir.”

 

Demir, başını salladı. Ancak zihni, başka şeylerle meşguldü. “Eylül,” dedi aniden, onun yüzündeki gülümsemeyi bir anda silerek.

 

Kadın, dikkatle ona baktı. “Evet?”

 

“Biraz önce odanın dışında birini duydum,” dedi. Sesi sakindi ama gözleri Eylül’ün yüzündeki ifadeyi analiz ediyordu. “Seninle konuşuyordu. Kimdi o?”

 

Eylül’ün yüzündeki rahat ifade, kısa bir an için kayboldu. Ama hemen ardından kendini toparladı. “Ah, o mu? Selim’di,” dedi, sesi sakin ve kontrol altındaydı. “Bugünkü fizyoterapi seansını konuştuk. Seni çok zorluyormuş gibi görünmek istemiyorum, o yüzden programı biraz hafifletmek için tartıştık.”

 

Demir, bu açıklamayı kabul eder gibi başını salladı. Ancak içindeki şüpheler azalmamıştı. Eğer gerçekten Selim’le konuştuysa, neden bu kadar gergin görünüyordu?

 

Çorbasını bitirdikten sonra tepsiyi kenara koydu. “Teşekkür ederim,” dedi kısaca. Ardından yatağına geri döndü, ama oturduğu yerden gözlerini Eylül’den ayırmadı.

 

Eylül bir süre odada kalıp kitap okumaya başladı. Ancak Demir, onun dikkatini dağıtmak için bir şeyler yapmadı. Zihnindeki sorulara cevap aramakla meşguldü.

 

Gece olduğunda, Eylül odadan ayrıldı. “Dinlenmeye çalış,” dedi, ona kısa bir öpücük vererek. “Yarın uzun bir gün olacak.”

 

Demir yalnız kaldığında, odanın sessizliği ona tekrar yük olmaya başladı. Gözlerini kapatmaya çalıştı, ama uyuyamadı. Duyduğu o konuşma, zihninde sürekli dönüp duruyordu.

 

Yatağından kalktı, kapıyı açtı ve koridora çıktı. Hastanenin ışıkları loştu, ortalıkta kimse görünmüyordu. Sessizce ilerledi, adımlarını dikkatle attı. Kulaklarını dört açarak herhangi bir ses arıyordu.

 

Koridorun sonunda, hafifçe aralık bir kapı gördü. İçeriden belli belirsiz bir ışık sızıyordu. Yavaşça kapıya yaklaştı, içeridekilerin seslerini duyabilmek için dikkatle dinledi.

 

“Eğer her şeyi hatırlarsa, işler karışır,” dedi bir erkek sesi. Bu ses, gündüz Eylül’le konuşan adamın sesine benziyordu.

 

“Hatırlamaz,” dedi Eylül’ün sesi. Ama bu kez sesinde bir tür tedirginlik vardı. “Doktorlar, bu durumun geçici olabileceğini söyledi. Ancak onun zihni geçmişle bağ kuramazsa, bizim hikayemiz gerçek olarak kalır.”

 

Demir’in kalbi hızlandı. Eylül’ün anlattıkları doğru değildi. Kendini geriye çekip duvara yaslandı. Artık olan biteni anlamaya başlıyordu. Ona anlatılan hayat, gerçek değildi. Ama neden? Eylül, neden böyle bir oyunun içindeydi?

 

İçindeki öfkeyi bastırmaya çalışarak odasına geri döndü. Kapıyı kapattı ve yatağına oturdu. Şimdi plan yapması gerekiyordu. Eylül ve diğer adamın niyetlerini anlamadan bir hamle yapamazdı. Ama bir şey kesindi: Burada güvende değildi.

 

Gece boyunca zihni bu düşüncelerle doluydu. Uyuyamadı. Sabah olduğunda, Eylül odasına girdiğinde ona bir şey olmamış gibi davranmaya karar verdi. Ama artık her hareketini sorgulayacaktı.

 

Eylül ona gülümsedi, “Hazır mısın? Bahçeye çıkıyoruz,” dedi.

 

Demir başını salladı, ama içindeki huzursuzluk daha da büyümüştü. Bahçeye çıkmak, bir fırsat olabilirdi. Buradan kaçmanın, gerçekleri öğrenmenin bir yolunu bulmalıydı. Şimdi, sabırlı olma zamanıydı. Ama sabrının tükenmesine çok az kalmıştı.

Loading...
0%