@kalemdendusen
|
Demir, bahçenin kuytu bir köşesindeki bankta oturmuş, sessizliği dinliyordu. Etrafında ağaçların arasından süzülen hafif bir rüzgâr, yaprakların usulca hışırdamasına neden oluyor, havuza düşen birkaç yaprak suyun yüzeyinde minik dalgalanmalar oluşturuyordu. Gözlerini bu hareketsiz dengeye dikmişti ama zihninde aynı sakinlik yoktu. Her şey bulanıktı; geçmişi, şimdiyi ve hatta geleceği ayırt etmekte zorlanıyordu.
Eylül ise biraz ötede durmuş, sessizce etrafı izliyordu. Onun huzursuzca telefonunu cebinden çıkarıp tekrar yerine koyduğunu gören Demir, içten içe bu hareketin garipliğini fark etti. Eylül’ün yüzündeki ince gerginlik, bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiriyordu. Ancak bu durumu görmezden geldi. Ona güvenmeye çalışıyordu, ya da en azından öyle yapmak istiyordu.
“Birazdan dönerim,” dedi Eylül aniden. Sesinde hem doğal bir sakinlik hem de aceleci bir ton vardı.
Demir, başını hafifçe salladı ve onun arkasından bakarken Eylül’ün adımlarının hızlandığını fark etti. Kadın, bahçenin biraz daha kuytu bir köşesine ilerledi, ağaçların arasında kaybolmadan hemen önce telefonunu tekrar eline aldı.
Eylül’ün telefonda kiminle konuşacağını tahmin edemeyen Demir, gözlerini ondan ayırmadan durduğu yerden olan biteni izledi. Sesi net bir şekilde duymak zor olsa da, Eylül’ün konuşma tarzındaki belli belirsiz gerginliği fark etti.
“Evet, her şey yolunda görünüyor,” dedi Eylül alçak bir sesle. “Şu an farkında değil. Sorun yok gibi.”
Demir, bu cümleleri duyduğu anda zihninde bir sürü soru belirdi. Ne farkında değildi? Kim farkında değildi? Ve Eylül neden bu kadar dikkatli konuşuyordu?
Telefon görüşmesi kısa sürdü. Eylül konuşmayı bitirdikten sonra telefonu hızla cebine koyup geri dönmeye başladı. Ancak yüzündeki belli belirsiz endişe ifadesi dikkatinden kaçmamıştı.
“Kimle konuşuyordun?” diye sordu Demir, lafı dolandırmadan.
Eylül’ün yüzünde, sanki bu soruyu bekliyormuş gibi bir ifade belirdi. Hafif bir gülümsemeyle cevap verdi: “Doktorunla.”
“Doktorumla mı?” diye tekrarladı Demir. Tonunda hem şaşkınlık hem de sorgulama vardı.
Eylül, cebindeki telefonun üzerine elini koydu. “Evet, ilaçlarınla ilgili bir şey danışmam gerekiyordu. Nasıl hissettiğini sordum.”
Demir bir an duraksadı. Eylül’ün bu cevabı yüzeyde mantıklı görünse de, duyduğu konuşmayı tam anlamıyla açıklamıyordu. Oysa ki, Eylül’ün sesindeki gerginlik açık bir şekilde başka bir durumla ilgiliydi.
“İlginç,” dedi Demir, gözlerini ondan ayırmadan. “Bunu bana söylemeden yapman gerektiğine nasıl karar verdin?”
Eylül, bu sorgulamayı fazla uzatmamak ister gibi davrandı. “Demir, sadece iyi olduğunu bilmek istedim. Fazla abartıyorsun. Her şey senin için,” dedi, sesine kırılgan bir ton ekleyerek.
Demir, bu konuşmayı daha fazla sürdürmenin şu an için bir faydası olmayacağını fark etti. Ama şüpheleri artıyordu. Her ne kadar Eylül iyi niyetli gibi görünse de, hareketlerindeki o açıklanamayan kaçamaklık, Demir’in ona tamamen güvenmesini zorlaştırıyordu.
Eylül, onun koluna hafifçe dokundu. “Hadi yürüyüşümüze devam edelim,” dedi yumuşak bir sesle.
Demir, başıyla onayladı ama gözlerini hâlâ Eylül’ün üzerindeydi. Eylül yeniden eski neşeli havasına dönmüş gibi görünmeye çalışsa da, Demir onun içindeki huzursuzluğu fark edebiliyordu. Bahçenin kalanında yürürlerken, içindeki şüphe iyice derinleşti. Eylül’ün gizlediği bir şey vardı ve Demir, bunu öğrenmeden peşini bırakmaya niyetli değildi.
Telefon konuşmasının yankıları, zihninde bir süre daha dolandı. Eğer Eylül gerçekten bir şey saklıyorsa, bu durumun arkasındaki gerçekleri bulması gerekiyordu. Artık sadece Eylül’e değil, kendi duygularına da güvenmekte zorlanıyordu. Demir, bahçede adım adım dolaşıyordu. Sessizlik, etrafını saran ağaçların gölgesinde daha da yoğunlaşıyor, rüzgârın hafif uğultusu dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Eylül’ün kaçamak davranışlarını aklından atmaya çalışıyordu, ama zihni onun hareketlerini tekrar tekrar değerlendirip duruyordu. Her ayrıntıyı hatırlamaya çalışıyor, ancak bir türlü mantıklı bir bütün elde edemiyordu.
Bir süre sonra bahçenin biraz daha izbe bir köşesinde eski, yıpranmış bir bank gördü. Metal kolları paslanmış, ahşap yüzeyi çatlamış olan bu bank, ilk bakışta davetkâr görünmese de, Demir kendini oraya oturmaktan alıkoyamadı. Sanki bu bank, onu çağırıyordu.
Oturur oturmaz, zihninde tuhaf bir his belirdi. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Huzurlu olmaya çalışıyordu ama beklenmedik bir şekilde, zihninin derinliklerinden bir görüntü belirdi.
Gözlerinin önünde bulanık bir sahne canlandı. Aynı bankta oturuyordu, ama yanında bir kadın vardı. Kadının yüzü tam olarak seçilemiyordu. Ancak hafifçe yana dönmüş, ona bir şeyler anlatıyordu. Sesi, rüzgârın fısıltısına benzer bir şekilde zihninde yankılanıyordu, ama söyledikleri net değildi.
Demir, bu bulanık görüntünün peşine düştü. Onu daha net bir şekilde hatırlamak istiyordu. Bankta oturan o kişi kimdi? Eylül müydü, yoksa başka biri mi? Kadının yüzüne odaklanmaya çalıştı ama görüntü bir anda karardı. Yerine sadece kaza anına dair kesik kesik sahneler geldi. Bir araba... çığlıklar... ve ardından karanlık.
Gözlerini açtığında nefesi hızlanmıştı. Kalbi, sanki anıların ağırlığı altında çarpıyordu. Kendini toparlamaya çalışarak etrafına baktı. Bahçenin sakinliği, zihnindeki fırtınayla keskin bir tezat oluşturuyordu.
Eylül, Demir’in yüzündeki rahatsızlığı fark etmiş gibi bir anda karşısında belirdi. “Demir, iyi misin?” diye sordu, sesi endişeliydi ama içinde belli belirsiz bir tedirginlik vardı.
Demir, bir süre cevap vermedi. Eylül’e dikkatlice baktı. Gözlerinde, onun bu anı hakkında bir şeyler biliyor olabileceğine dair bir ipucu arıyordu. Ancak Eylül, yüzünde hiçbir şey açığa vurmamaya kararlı gibiydi.
“Bir şey hatırladım,” dedi sonunda Demir. Sesi titrek ama aynı zamanda kararlıydı.
Eylül’ün yüzü aniden gerildi. “Ne hatırladın?” diye sordu, ama sesi fazla aceleciydi.
“Bilmiyorum… Çok net değil,” diye karşılık verdi Demir. Gözlerini tekrar bankın üzerindeki çatlaklara dikti. “Ama bu bank… Burada bir şey yaşadığımı hatırlıyorum. Yanımda biri vardı. Biri… konuşuyordu benimle.”
Eylül, yüzündeki gerginliği bir an için bastırmaya çalıştı. “Demir, bu normal,” dedi yumuşak bir sesle. “Böyle şeyler zaman zaman olabilir. Doktorun da söylemişti, hatıraların kısım kısım geri gelmesi mümkün. Ama bunlara çok fazla takılmamalısın. Seni daha fazla yormasından korkuyorum.”
Demir, onun sözlerine bir anlam veremedi. Neden bu kadar çabuk konuyu kapatmaya çalışıyordu? Şimdiye kadar onu hatırlaması için teşvik eden kişi, neden şimdi aksi yönde davranıyordu?
“Bu normal mi?” diye sordu Demir, bakışlarını onun gözlerine dikerek. “Bu kadar normalse, neden bu kadar gergin görünüyorsun?”
Eylül, kısa bir an sustu. Ardından, sahte bir gülümsemeyle ellerini Demir’in omuzlarına koydu. “Demir, gerçekten seni düşündüğüm için söylüyorum,” dedi. “Anılarını geri kazanmak zaman alacak. Ama bunun seni daha fazla üzmesine izin veremem.”
Demir, onun sözlerini dikkatle dinledi. Ancak Eylül’ün sesindeki yapmacık sıcaklık, onu rahatlatmaktan çok rahatsız etmişti. Zihninde giderek büyüyen şüpheler, Eylül’ün davranışlarındaki gariplikleri daha da belirgin hale getiriyordu.
Eylül, konuyu değiştirmeye çalışır gibi elini uzatıp Demir’in kolunu tuttu. “Hadi,” dedi. “Biraz yürüyelim. Temiz hava sana iyi gelir.”
Demir, isteksizce onunla birlikte ayağa kalktı ama gözleri hâlâ bankın üzerindeydi. Bu eski, basit bank, hafızasının derinliklerindeki bir kilidi aralamış gibiydi. Eylül’ün onu buradan uzaklaştırma çabaları, bu kilidin daha da dikkat çekici hale gelmesine neden oluyordu.
Birlikte bahçede yürümeye başladılar. Ancak Demir, her adımda zihnindeki parçaları birleştirmeye çalışıyordu. Bankta oturan kadın kimdi? Onunla ne konuşmuşlardı? Ve neden hatıraları tam anlamıyla geri gelmiyordu?
Bu soruların cevabı, Eylül’ün ona anlatmadığı şeylerde saklı gibiydi. Ancak Demir, bir şekilde tüm bu bilmecenin cevabını bulacağına emindi. Hafızasındaki bu parıltı, geçmişine açılan ilk kapıydı. Ve o kapının ardında ne olduğunu öğrenmeden durmayacaktı. Demir ve Eylül, bahçede yürüyüşlerine devam ederken aralarındaki sessizlik giderek ağırlaşıyordu. Eylül, yürürken hızla önüne bakıyor, birkaç adım ötede duraksayan Demir ise sürekli olarak ona bakıyordu. Zihnindeki sorular, daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde yankılanıyordu. Eylül’ün davranışları, söyledikleri, her şey… Sanki ona karşı bir perde çekilmişti ve Demir bu perdeyi aralamaya kararlıydı.
Bir süre sonra, Eylül’ün biraz daha hızlanarak yürüdüğünü fark etti. Demir, onun arkasından birkaç adım attıktan sonra durdu ve derin bir nefes aldı. Bu sessizliğin ona ne kadar işkence yaptığını, zihnindeki karmaşanın gittikçe büyüdüğünü fark etti. Artık susmak, daha fazla beklemek istemiyordu. İçindeki şüpheler o kadar büyümüştü ki, artık onlara göz yummak bir anlam taşımıyordu.
Bir adım daha attı ve Eylül’ün hemen önünde durdu. “Eylül,” dedi, sesi sert ve kararlıydı. “Bunu daha fazla yapamayacağım.”
Eylül, bir anda durdu ve Demir’in gözlerine baktı. Bu bakış, ona biraz daha dikkatli olma, ne söylediğine daha fazla dikkat etme ihtiyacı hissettirdi. Ama Demir’in sesindeki ton, onun ne kadar ciddi olduğunu hemen anlamasına neden oldu.
“Ne yapamayacağın? Demir, bu kadar gergin olmana gerek yok,” dedi Eylül, konuşmasını sakinleştirmeye çalışarak ama sesindeki gerilim belli oluyordu.
Demir, Eylül’ün cevabını duyar duymaz, içinde biriken öfke patladı. “Gergin olmama gerek olmadığını mı söylüyorsun?” diye bağırdı. “Seninle her şey normalmiş gibi devam edemem. Zihnimde, her şey bir yerlerde eksik. Hadi ama, bana bir şeyler anlatıyorsun ama her şeyin altında başka bir şeyler var gibi hissediyorum. Bana ne kadar gizli olduğunu anlatmak için daha fazla zaman harcayacaksın, öyle mi?”
Eylül, birkaç saniye sessiz kaldı. Gözleri Demir’in yüzünde sabitlenmişti ama hiçbir şey söylemiyordu. Şimdiye kadar birbirlerine karşı hep nazik olmuşlardı; bu tür bir tartışma, aralarındaki ilk çatlak gibi hissediliyordu.
Demir, Eylül’ün suskunluğuna dayanamayarak sözlerini devam ettirdi. “Bunu bana açıklamak zorundasın, Eylül. Neden her şey o kadar belirsiz? Bu kadar gizli bir şey varsa, neden bana bir açıklama yapmıyorsun? Neden her adımda, her cümlede bir şeyleri gizlemeye çalışıyorsun?”
Eylül, Demir’in söylediklerine karşılık vermek için bir an sessiz kaldı. Gözlerinde bir değişiklik fark etti, ama ne olduğunu anlamakta güçlük çekti. Derin bir nefes aldı, sonra sesini biraz daha alçaltarak konuşmaya başladı. “Demir, ben sana her zaman doğruyu söyledim. Gerçekten sana yalan söylemedim. Ama senin şu anki tavırların… bana hiç yardımcı olmuyor.”
Demir, bu sözlerin üzerine gözlerini kısıp bakarak, “Gerçekten mi? Gerçekten her şey doğruysa, neden bana bu kadar uzak duruyorsun? Neden bir şeylerin peşinden gitmiyorsun? Söylediğin her şey, bana bir açıklama gibi gelmiyor. Konuşmalarındaki belirsizlik… o kadar rahatsız edici ki.”
Eylül, sinirli bir şekilde başını salladı. “Demir, bir şeyler gizlemiyorum. Ama senin sürekli soru sorman, beni savunma durumuna sokuyor. Ne zaman bir şey söylesem, bunu sorguluyorsun. Bu kadar güvenme, Demir. Bir insanın güvenini kazanmak, saygısını kaybetmekten çok daha zor.”
Demir, Eylül’ün söylediklerini duyar duymaz, içindeki öfke daha da arttı. Şimdi daha fazla dayanamayacak kadar sinirliydi. “Eylül, bana güvenip güvenmemekle ilgisi yok. Burada anlatmak istediğim, her şeyin bir çıkmazda olması! Konuşmaların, sesin… her şey o kadar belirsiz ki. Ne düşündüğünü, ne hissettiğini bilmiyorum. Neden böyle gizemli oluyorsun? Neden bana her şeyi dürüstçe anlatmıyorsun?”
Eylül, gözlerini kapatarak bir süre derin derin nefes aldı. “Demir, bunun tek bir nedeni var,” dedi, biraz daha sakin bir şekilde. “Çünkü senin güvenin… benim için çok kıymetli. Seninle olan her şey, bizimle ilgili her şey, ne kadar doğru ya da yanlış olursa olsun, tek bir şeyden korkuyorum: Senin beni kaybetmenden…”
Demir, Eylül’ün bu sözleriyle ne yapacağını bilemedi. İçindeki öfkeyi bir kenara bırakmaya çalıştı ama ona ne kadar güvenmekte zorlandığını hissediyordu. “Eylül, sana güvenmek istiyorum. Ama her geçen gün daha fazla soruyla karşılaşıyorum. O kadar çok soru var ki… ve sen her zaman bir adım geridesin. Eğer bu ilişkinin bir temeli olmasını istiyorsan, bana her şeyin doğru olduğunu gösterebilmen gerek. Gizlediğin şeylerin ne olduğunu bilmiyorum, ama bunlar benim için bir sınav gibi geliyor.”
Eylül, gözleri parlayarak cevap verdi: “Sana bir şey gizlemiyorum. Ama bir insanın geçmişini sorgulamak, ona gerçekten ne kadar güvenip güvenmediğini sorgulamaktır. Geçmişim, tıpkı senin geçmişin gibi… o da bana acı veriyor. Birbirimize her şeyi anlatmak, birbirimizi yargılamadan kabul etmek zorundayız. Ancak böyle ilerleyebiliriz, Demir.”
Demir, Eylül’ün söylediklerini birkaç kez kafasında geçirdi. İçindeki karmaşa büyüyordu. Geçmişin ve günün arasında sıkışmıştı. Eylül’ün söyledikleri doğru muydu? Yoksa tüm bu söyledikleri, sadece geçmişini gizlemek için bir örtü müydü?
Eylül, yavaşça adım attı ve Demir’in gözlerinin içine baktı. “Seninle her şey doğru olabilir, Demir. Ama önce güvenmemiz gerekiyor. Gerçek güven, seni her şeyinle kabul etmek demek. Benim için de bu çok zor. Ama bunu başarabilirsek, her şey değişir.”
Demir, onu dinlerken bir an duraksadı. Eylül’ün söylediklerinde bir anlam olduğunu hissediyordu. Ancak kalbinin derinliklerinde, bir şeyler ona hala huzur vermiyordu. Tartışma devam etti, ama içindeki şüpheler, zamanla bir noktada buluşacak gibi hissediliyordu. Ve o noktada, her şeyin ortaya çıkacağına emindi. Demir, bahçenin en kuytu köşelerine doğru yürürken, aklındaki karmaşayı bir nebze olsun hafifletmeye çalışıyordu. Eylül’le yaşadığı tartışma, hala zihninde yankılanıyordu; her anı, her sözü tekrar ediyordu. Gözlerini biraz daha açtı, soğuk rüzgâr yüzünü hafifçe okşarken, adımlarını hızlandırdı. Ancak birden, bir baş dönmesi dalgası tüm vücudunu sarstı.
O anda sanki dünya aniden durdu. Başının içi boşalmış gibi hissetti, kulaklarında uğuldayan bir ses, gözlerinde bir bulanıklık meydana geldi. Birkaç adım daha attı ama yerin kaymaya başladığını hissediyordu. Ayakları, sanki yerle olan bağını kaybetmiş gibi titredi. Hızla yere doğru eğildi ve derin bir nefes almak için birkaç saniye boyunca kendini toparlamaya çalıştı.
Bir anlık dalgınlık, tüm vücudunu sarmıştı. Zihnindeki bulanık görüntüler, gerçeklikten daha uzak bir dünyaya çekiliyordu. Hangi adımı atacağını bilemezken, vücudunun kontrolünü kaybedecekmiş gibi hissediyordu. Ne yapacağını bilemeden elleriyle bir ağacın dalına tutundu.
Eylül, onu birkaç adım geriden takip ediyordu. Başlangıçta fark etmemişti ama Demir’in duraksaması ve sanki kendisini toparlamaya çalışması onu endişelendirdi. Aceleyle yanına geldi ve yüzünü inceledi. “Demir? İyi misin?” diye sordu, sesi önceki endişeden daha da kesik ve korku doluydu.
Demir, sadece birkaç saniye boyunca sessiz kaldı, o an her şeyin bulanık, her şeyin titrek olduğunu hissetti. Başındaki ağrı, geçici değilmiş gibi hissettiriyordu. "Bir şey… bir şey yok," diye mırıldandı, ama sesi, acıyı gizlemeye yetmemişti.
Eylül hemen elini Demir’in koluna koydu. "Hadi, otur bir yere," dedi, sessiz bir zorlayıcı tonla. Demir bir adım daha atmaya çalıştı ama adımları birbirine karıştı. Bu sırada, ayakları yere kaydı ve zor bela kendisini bir ağacın gövdesine yasladı.
Eylül, endişeyle onu gözlüyor, bir şeyler yapmak için adeta debeleniyordu. "Demir, gerçekten iyi misin? Yardım çağırmalıyım," dedi, gözleri biraz da korku doluydu. Demir’in gözleri yine bulanıklaşıyordu. Nehrin sularının kenarındaki o çalkantılı anılar yeniden zihninde canlanıyordu.
"Hayır, yapma…" dedi, derin bir nefes alarak. “Bunlar… geçici bir şey. Sadece biraz başım döndü. Birkaç dakika duracağım, geçer.”
Eylül, buna ikna olmuş gibi görünüp biraz geriledi, ama gözleri hala onu izliyor, her hareketini dikkatle takip ediyordu. O sırada Demir, gözlerini sımsıkı kapattı. Zihninde karmaşık bir şeyler oluşuyor, hissettiği acı bir tür gerilimle birleşiyordu.
Bir süre sessiz kaldılar. Eylül, bir an ne yapacağını bilemeden Demir’in yanından uzaklaştı. Ancak hızla geri döndü, elinde su şişesiyle. "Su iç, belki rahatlatır," dedi, yine de Demir’e yaklaşmak konusunda temkinli bir şekilde.
Demir, elleriyle su şişesini alıp birkaç yudum içti, ama midesinde bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordu. Su, sanki boğazında düğümlenmişti. Gözleri açıldığında, her şey yine aynı bulanıklıkta kalıyordu.
Eylül, bir süre sonra Demir’e dikkatlice yaklaştı. Yüzünde hâlâ endişe vardı, ama gözleri korku doluydu. “Demir, bunlar… kazadan sonra mı başladı? Yoksa, başka bir şey mi var? Bunların bir sebebi olmalı,” dedi, kelimeleri telaşlıydı.
Demir, ona bakarken uzun bir sessizliğe büründü. "Bilmiyorum," dedi yavaşça, ama o kadar zorlanarak çıkmıştı ki. "Başlangıçta hiçbir şey hissetmedim. Ama son günlerde, bazı şeyler… Gözlerim, başım, bunlar beni takip ediyor gibi hissediyorum."
Eylül, gözlerini kısıp, bir an derin derin düşünmeye başladı. "Bunlar… fiziksel bir etki olabilir mi? Yani, kazadan kalan bir şeyler… Bir darbe, ya da başka bir şey. Hala etkisi devam ediyor olabilir."
Demir, Eylül’ün bu düşüncesine bir an tereddütle baktı. "Bunu ben de düşündüm," dedi, ama sesindeki belirsizlik, ona ne kadar hâlâ cevap bulamadığını gösteriyordu. "Ama ya başka bir şeyse? Bunu bilemiyorum, Eylül."
Eylül, ona nazikçe elini uzattı. “Hadi, hastaneye geçelim. Birkaç test yapman gerekebilir. Belki bir uzmana görünmek iyi olur.”
Demir, Eylül’ün ellerini nazikçe tutarak başını salladı. "Bilmiyorum… Gerçekten bilmiyorum," dedi, sesi iyice güçsüzleşmişti. "Ama, bir şeyin yanlış olduğundan eminim. O kaza… Her şeyin arkasında bir şey var, bunu hissediyorum. Ama o anı hatırlamıyorum."
Eylül, Demir’in gözlerine bakarken, onun içindeki karamsarlığı gördü. Ne kadar güçlü görünse de, Demir de tıpkı onun gibi bu belirsizlikten korkuyordu. Zihnindeki eksik parçalar, bir anda ona çözülmesi imkânsız bir bilmece gibi geliyordu.
Birlikte, bahçede sessiz adımlarla ilerlediler. Eylül, Demir’in her adımını dikkatle izliyordu. Bir şeylerin yolunda gitmediği açıktı; Demir’in sağlığı, onun güvenini daha da sarsıyordu. Ama Eylül, artık bir şeyleri değiştirmek için bir şeyler yapma kararlılığıyla doluydu. Demir’e yardım etmek istiyordu. Onun kaybolan hatıralarını bir şekilde geri getirmek… belki de tüm bu sağlık sorunlarının cevabı, geçmişte saklıydı.
Zihnindeki karmaşa, her geçen an biraz daha büyüyordu. Ve Eylül, Demir’in geçmişine doğru ilerlerken, kendi korkuları da giderek derinleşiyordu. |
0% |