@kalemdendusen
|
Gün henüz ağarmıştı ama Elif için gece boyunca uyumak imkansız hale gelmişti. Uykusuz gözlerle tavana bakıyor, zihninde dönen düşünceler bir türlü dağılmıyordu. Bugün onun düğün günüydü. Yüreği, içindeki öfke ve çaresizlikle dolup taşıyordu. Bu düğünü istemiyordu, Davut’u sevmiyordu, hatta ondan nefret ediyordu. Ama kaderi, ailesinin baskısıyla çizilmişti ve onun direnişi, bir sonuç vermemişti. Yüreğindeki isyan artık sadece sessiz bir çığlığa dönüşmüştü.
Odada hafif bir tıkırtı duyuldu. Kapı aralandı ve içeri ablası Zeynep girdi. Zeynep’in yüzünde duygusal bir ifade vardı; onun da bu düğünden pek hoşnut olmadığı belliydi, ama elinden bir şey gelmiyordu. Yavaşça Elif’in yanına oturdu.
“Kardeşim…” diye fısıldadı. “Biliyorum, bunu istemiyorsun. Ama… bir yol bulacağız. Dayan, ne olur.”
Elif, gözlerini ablasına çevirdi. Zeynep’in sözlerinde teselli aramıyordu. Çünkü bu düğün artık kaçınılmazdı. Sadece acı bir gerçekti. Elif’in gözlerinden bir damla yaş süzüldü, ablasının elini sıktı. “Bir çıkış yok abla. Kaçamam artık. Bugün, hayatım sonsuza dek mahvolacak.”
Zeynep’in gözleri de doldu ama sessiz kaldı. Elif’in saçlarını okşadı. "Ben hep senin yanındayım, unutma bunu. Ne olursa olsun seni yalnız bırakmayacağım."
Bu duygusal an, odaya giren anneleri Sema’nın sesiyle kesildi. “Kızım, hazırlanmamız lazım. Gelinliğin getirildi. Artık her şey hazır.”
Elif, gelinliği görünce kalbi daha da sıkıştı. Gelinliğin beyazlığı ona, kendi kararan dünyasını hatırlatıyordu. Bir zamanlar her genç kızın hayali olan bu elbise, Elif için bir hapsin sembolü haline gelmişti. Zeynep, kardeşine son bir kez sarıldı ve yavaşça odadan çıktı.
Saatler hızla ilerliyordu. Elif istemeye istemeye gelinliği giydi, yüzüne zoraki bir makyaj yapıldı. Herkes onun etrafında koşuşturuyordu, sanki mutlu bir gün yaşanıyormuş gibi bir telaş vardı. Ama Elif’in içinde bir fırtına kopuyordu. Kalbi, attığı her vuruşta bu evlilikten nefret ettiğini haykırıyordu.
Salonun kapıları açıldığında, tüm gözler ona çevrildi. Misafirler toplanmış, davul ve zurnalar çalmaya başlamıştı. Elif, büyük bir kalabalığın içinde kendini kaybolmuş hissetti. Gözleri, davetlilerin arasından babasını aradı. Halit Bey, her zamanki gibi gururlu ve sert bakışlarıyla ona bakıyordu. Elif’in yapabileceği hiçbir şey yoktu. Babası bu düğünün olmasını istemişti ve bu düğün gerçekleşecekti. Halit Bey’in baskısı Elif’i susturmuştu, onu tamamen çaresiz bırakmıştı.
Davul sesleri eşliğinde, Elif yavaşça koridora doğru ilerlemeye başladı. Ayakları ona ihanet ediyordu sanki; yürümek istemiyordu ama yürümek zorundaydı. Her adım, onu hayatının en büyük hatasına doğru sürüklüyordu. Davut ise kürsüde bekliyordu, yüzünde hiçbir duygu belirtisi yoktu. Elif’e bakışları bile boştu, bu düğün onun için sadece bir formaliteden ibaretti.
Elif, kürsüye ulaştığında, Davut ona hiç dokunmadı. Elif, bunun farkında bile değildi. Gözleri sadece bir noktaya odaklanmıştı. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki, etrafındaki dünya bulanıklaşıyor, sesler anlamsız bir uğultuya dönüşüyordu.
Nikah memuru konuşmaya başladığında, Elif’in kalbi hızla çarpmaya başladı. “Elif Karadağ, kendi rızanızla Davut Yüksel'i ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”
Elif’in gözleri, bir an için Zeynep’e kaydı. Ablası, kalabalığın arasında ona bakıyordu, gözlerinde hüzün vardı. Elif, ablasının desteğini hissetti ama bu desteğin onu kurtarmaya yetmeyeceğini biliyordu. Derin bir nefes aldı, kelimeler boğazında düğümlendi. Kısa bir an için zamanı durdurmak istedi, ama hayat öyle acımasız ki, hiçbir şey durmuyordu. Gözlerini kapatıp acıyla, "Evet," dedi.
Davut, aynı umursamazlıkla, “Evet,” dedi. Onun için bu düğün, sadece bir görevdi. Hiçbir duygusal bağlılığı, beklentisi yoktu. Nikah memuru "Bende bana verilern yetkiye dayanarak sizi karı- koca ilan ediyorum." Davut bomboş bir şekilde Elif'i alnından öptü. Onun gözünde Elif sadece bir sorumluluktu. Nikah kıyıldı, alkışlar yükseldi. Elif, hayatının sonsuza dek değiştiğini biliyordu. Ancak bu değişim, onun kabusu olacaktı.
Yüzükler takıldı. Elif, parmağına takılan altın yüzüğe baktı. Bu yüzük, onun hayatını bir kilit altına alıyordu. Parmakları titredi, gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü ama kimse fark etmedi. Herkes mutluydu, herkes bu evliliği kutluyordu, ama Elif’in içindeki fırtına kimsenin umrunda değildi.
Düğün boyunca Elif, kendini adeta bir kukla gibi hissediyordu. Davut ise her şeyin normalmiş gibi devam etmesine izin veriyordu. Misafirlerle kısa kısa konuşmalar yapıyor, ama Elif’in gözlerine bir kez bile bakmıyordu. Davut’un umursamaz tavırları, Elif’in içindeki öfkeyi daha da büyütüyordu. Bu evliliğin başından beri bir yanlışlık olduğunu biliyordu ama şimdi o yanlışlığın ortasındaydı.
Düğün bittiğinde, Elif ve Davut büyük bir konvoyla konağa getirildi. Elif, Davutun konağın kapısından adım attığında içini bir ürperti kapladı. Bu ev, onun için bir cezaevi gibi görünüyordu. Hayatı burada, bu soğuk ve kasvetli duvarlar arasında geçecekti. Davut, onun yanında sessizce yürüdü. Elif’in ona karşı ne hissettiği umurunda bile değildi.
Odaya girdiklerinde, Davut kapıyı kapattı. Elif, yatağın kenarına oturdu. Artık tek başınaydılar. O an, Elif’in kalbi daha da hızlı çarpmaya başladı. Davut’un gözlerindeki sertlik ve soğukluk, ona bir tehdit gibi geliyordu. Davut, yavaşça Elif’e yaklaştı.
“Bu iş de bitti,” dedi Davut, soğuk bir sesle. “Şimdi karımsın. O yüzden ne desem onu yapacaksın.”
Elif, gözlerini Davut’tan kaçırdı. Onun yaklaşmasını istemiyordu. Ama Davut, Elif’in çenesini tutup zorla ona bakmasını sağladı. “Bana karşı çıkma Elif. Artık her şey bitti. Bu geceyi de benimle geçireceksin.”
Elif, gözlerindeki yaşları tutamıyordu. Davut’un zorbalığına karşı direnmek istiyordu ama bedeni ona ihanet ediyordu. O an, Elif’in içinde sadece bir istek vardı: bu hayattan kurtulmak, bu evlilikten kaçmak. Ama kaçacak hiçbir yeri yoktu.
Davut, Elif’e doğru eğildi ve zorla onu öpmeye çalıştı. Elif’in bedeni titredi, istemediğini belli etti. Ama Davut, onu bırakmıyordu. “Sen benim karımsın,” diye fısıldadı, "Direnmek faydasız."
Elif, hayatının kabusunu yaşamaya başlamıştı.
|
0% |