@kalemdendusen
|
Sabahın ilk ışıkları konağın ağır ahşap kapılarından içeri süzülürken Elif, yatağın köşesinde sessizce oturuyordu. Gözleri, bir noktaya odaklanmış ama zihni düğümlenmiş düşüncelerle meşguldü. Gece boyunca tek bir an bile uyuyamamıştı. Davut’un yanında geçirdiği her saniye, onun için birer ceza gibiydi. Vücudu yorgun, ruhu daha da yorgundu. Dün gece yaşananlar zihninde dönüp duruyor, Davut’un zorbalığını ve soğuk yaklaşımını her an yeniden yaşıyordu. Kendine ait olan tek şey, içindeki bitmeyen öfkeydi.
Sabah olduğunda, onun için her şey çoktan sona ermiş gibi hissediyordu. Kalkıp aynaya baktığında, gözlerindeki boşluk ve solgun yüzü ona hayatının gerçeklerini hatırlatıyordu. O, sadece bir kuklaydı. Bir babanın onurunu kurtarmak için satılmış, bir erkeğin egosunu tatmin etmek için alınmış bir kadın.
Kapı yavaşça aralandı. İçeriye hizmetçi kızlardan biri girdi. Başını eğip sessizce Elif’e baktı, ses tonunda tedirgin bir alçaklık vardı. "Hanımım, ablanız Zeynep sizi avluda bekliyor. Sizinle konuşmak istiyor."
Elif’in gözleri kısaca parladı, Zeynep’in varlığı her zaman ona biraz olsun teselli olurdu. Onunla konuşmak, belki de içinde büyüyen bu öfkeyi biraz olsun hafifletebilirdi. Sessizce başını salladı ve yataktan kalktı. Üzerine sade bir elbise geçirip avluya yöneldi.
Konağın taş avlusuna çıktığında Zeynep, bir bankta oturmuş onu bekliyordu. Ablası her zaman güçlü ve olgundu. Onun yanında Elif kendini biraz daha güvende hissederdi. Ama bu sabah Elif, Zeynep’in yüzünde alışık olduğu o güçlü ifadeden eser görmüyordu. Zeynep, endişeyle kardeşine bakıyordu.
“Elif, nasılsın?” diye sordu Zeynep, sesinde bir parça kırılganlık vardı. Kardeşinin yaşadığı her şey, onun da yüreğini sızlatıyordu.
Elif, derin bir nefes alarak yanına oturdu. Gözlerini ablasının yüzüne dikti ama cevap vermedi. Ne söyleyebilirdi ki? İyi değildi, asla da olmayacaktı. Boğazındaki düğüm çözüldü ve sessizce gözleri doldu. Sonra, hıçkırarak ablasının omzuna yaslandı. Zeynep, onun başını okşayarak sarıldı, kardeşini sakinleştirmeye çalıştı.
“Elif, dayanmak zorundasın,” dedi Zeynep, yavaşça. “Bu evlilik bir kaderse, onu kabul etmek zorundayız. Ama sen güçlü olmalısın. Her ne yaşarsan yaşa, seni ayakta tutacak olan kendi gücün.”
Elif, ablasının sözlerini duyuyordu ama içindeki öfke, Zeynep’in teselli dolu sözlerine kulak vermesini engelliyordu. "Dayanmak mı?" diye fısıldadı Elif, gözyaşlarını silmeye çalışarak. "Ben artık dayanamıyorum, abla. Bu adamla bir ömür nasıl geçer? Bana zorla sahip olmak istedi dün gece… Ona hayır dedim ama dinlemedi." Sesi titriyordu. "Ben buna nasıl dayanırım?"
Zeynep, derin bir nefes aldı. Kardeşinin sözleri onu da derinden sarsmıştı ama bu dünyada kadınların her zaman zor seçimlerle karşı karşıya kaldığını biliyordu. Elif’in isyanını anlıyor ama onu da bu kaderle barışmaya zorlamak zorunda olduğunu hissediyordu.
"Elif, bu çok zor biliyorum," dedi Zeynep, gözlerini kardeşine dikerek. "Ama bazen hayatın bize verdiği kartları oynamak zorundayız. Senin yapabileceğin tek şey, bu evliliği kabullenmek ve zamanla belki de Davut’u değiştirmek."
Elif, bu sözlere inanmak istemiyordu. Davut asla değişmeyecek bir adamdı. Onun umursamazlığı, soğukluğu, zorbalığı Elif’in hayatını karartmıştı. "O değişmez, abla. O beni hiçbir zaman sevmeyecek. Beni sadece bir eşya gibi görüyor. Babam da öyle…" dedi, gözyaşları tekrar yanaklarından süzülürken.
Zeynep, kardeşine sarılarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Bu evliliğin Elif için ne kadar büyük bir acı olduğunu biliyordu ama elleri bağlıydı. Ailelerinin baskısı, Elif’in kaçabileceği hiçbir alan bırakmamıştı.
Elif, ablasının omzuna yaslanmış halde sessizce ağladı. Bu, onun kaderiydi ve bu kaderi değiştirecek gücü henüz kendinde bulamıyordu. Ama içindeki öfke büyüyordu. Ne Zeynep, ne Davut, ne de babası onu gerçekten anlayabiliyordu. Herkes kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyordu ve Elif bu baskının altında eziliyordu.
Bir süre sonra Zeynep, Elif’in saçlarını okşayıp sessizce kalktı. "Ben her zaman buradayım bir süre İstanbul'a dönmeyeceğim, Elif. Unutma bunu. Ne olursa olsun, seni yalnız bırakmayacağım."
Elif, ablasının gitmesine izin verdi. Onun yanında bile kendini yalnız hissediyordu. Gözleri konağın soğuk taşlarına dikildi. Bir çıkış arıyordu ama bu çıkışın ne olduğunu bilmiyordu. Zeynep’in adımları avludan uzaklaştığında Elif, sessizce iç geçirdi. O an, içindeki karanlık bir karar verdi: Bu evlilik, bu hayat onun sonu olacaktıysa bile, asla bu şekilde pes etmeyecekti. Davut’a ve ailesine karşı bir yol bulacak, bu zorbalık dolu hayattan kurtulacaktı. Ama nasıl?
Elif, derin bir nefes alarak içindeki öfkeyi kontrol altına almaya çalıştı. Henüz ne yapacağına dair net bir planı yoktu, ama bir gün bu hapsolmuşluktan kurtulacağına dair içindeki inanç büyüyordu. O sırada, konağın ağır kapıları yeniden açıldı. İçeriye, Halit Bey ve Davut’un babası giriyordu. Elif, onları görünce hızla ayağa kalktı ve odasına dönmek üzere adım attı.
Ama Halit Bey, Elif’i fark etti. "Elif, kızım. Gel buraya," dedi sert bir ses tonuyla. Elif, içten içe babasına duyduğu öfkeyi yutkunarak, ağır adımlarla yanına gitti. Halit Bey, kızına soğuk gözlerle baktı. Kulagına eğilerek "Bu evlilik senin son şansındı. Eğer buna ayak diremeye devam edersen, seni daha beter bir yere kapatırım."
Elif, babasının tehdidini duyunca içindeki öfke yeniden alevlendi ama bu kez sessiz kaldı. Babasının ona karşı acımasızlığına alışmıştı. Gözlerini babasının gözlerinden kaçırdı ve "Anladım, baba," dedi sadece.
Halit Bey, Elif’in bu boyun eğişini gördüğünde memnuniyetle başını salladı. "Aklını başına topla. Yoksa seninle işim bitmez," diyerek konağın iç tarafına yöneldi.
Elif, babasının arkasından bakarken içindeki isyan artık daha da belirgin hale gelmişti. Bu adamın baskısından bir gün kurtulacak, hayatını kendi ellerine alacaktı. O gün gelene kadar ise, ne yapması gerektiğini düşünecekti. Dönüşü muhteşem olacaktı.
|
0% |