@kalemdendusen
|
Atakan “Bana bu kadar macera yeter Fatih. Biraz dinleneceğim.” Dedi yorgun bir sesle. Fatih “Tamam Atakan, bende Elif’i yanlız bırakmayayım.” dedi ve merdivenlerden yukarıya acele bir şekilde çıktı. Odaya girdiğinde Elif düşünceli bir şekilde pencereden dışarıya bakıyordu. Fatih odaya girdiğinde şaşkın bir ses tonuyla “Ablam gitti mi?” diye ekledi. Fatih kararlı bir ses tonu ile “ Evet.” Dedi. Fatih, Elif’in gözlerine baktığında, içinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Elif’in neşesi ve pozitif enerjisi, onun karamsar düşüncelerini dağıtıyordu. Bütün bu olanlar Fatih’in Elif’e yaklaşmasını zorlaştırıyordu. Ama o an, Elif’in gülüşü ve samimiyeti, her şeyi unutturdu. Gözleri parıldıyor, ona derin bir sevgi beslemesine neden oluyordu. “Gerçekten çok güzel bir kız,” diye düşündü. Elif’te Fatihe boş değildi ama şuan doğru zaman değildi. Bir anda aniden başı dönmeye başladı. O anki mutluluğu, içindeki huzur dolu duygular, birden bire yerini rahatsız edici bir huzursuzluğa bıraktı. Kalbi hızla çarpıyor, gözleri bulanıklaşıyordu. Fatih, Elif’in yüzündeki değişikliği fark etti. “Elif, iyi misin?” diye sordu, endişeyle. Elif, başını hafifçe sallayarak, “Evet, sadece biraz başım dönüyor,” dedi ama sesi titrek çıkıyordu. Fatih, Elif’in gözlerinin derinliklerinde bir şeylerin yolunda gitmediğini hissediyordu. İçinde bir şeylerin ters gittiğini anlamak için aniden Elif’in elini tuttu. “Hadi, biraz hava alalım,” dedi ve onu yanına alarak balkona çıkmaya karar verdi. Ancak daha birkaç adım atmadan, Elif’in yüzü bir anda solmaya başladı. Gözleri, çevresindeki her şeyi kaybetmeye başlamıştı. Fatih “Elif! Kendine gel, lütfen!” diye bağırdı. Ama Elif, artık onu duymuyordu. Bir anlık boşluk, Elif’in tüm gücünü almış gibiydi. Sanki dünyası kararmış, her şey onun etrafında dönmeye başlamıştı. O an içindeki sıcaklık kaybolmuştu. Düşüncelerinin karıştığı, zihninin bulanıklaştığı bir boşlukta kaybolmuştu. Fatih, Elif’in düşeceğini anlayınca hızla onu kollarıyla tuttu. “Elif!” diye haykırarak onu kucakladı. Elif, Fatih’in kollarında yavaşça aşağıya kaymaya başladı. Yüzü tamamen bembeyazdı, parmaklarıysa soğuk ve titriyordu. Fatih, Elif’in durumunu görünce korkuya kapıldı. “Beni bırakma, Elif! Lütfen!” diyerek onu daha sıkı bir şekilde sarıldı. Elif’in göz kapakları ağırlaşmış, yavaşça kapandı. Zihnindeki düşünceler, kaybolmuş ve sadece karanlık bir sessizlik kalmıştı. Fatih, Elif’i daha iyi desteklemek için onu yavaşça yere indirdi. Kalbi hızla atıyor, duyguları bir fırtına gibi içinde savruluyordu. “Birine haber vermem lazım,” diye düşündü. Ancak Elif’in başına gelenler, onu daha da tedirgin ediyordu. En sonunda Zeynep’e haber verdi. Ve onu dikkatli ve kimseye görünmeden villadan çıkararak arabasına bindirdi. * Zeynep kardeşine olanları duyunca hemen hazırlanıp evden çıktı. Davutta tam bu anı bekliyordu. Zeynep’i takip etmeye başladı. Elif’i bulunca tekrar Urfa’ya gideceklerdi. Arabasını çalıştırdı ve Zeynep’i takip etti. En sonunda Zeynep durdu ve bir hastanenin otoparkında durmuştu. Elif’in gözleri yavaşça açıldığında, etrafındaki her şeyin bulanıklaştığını hissetti. Kendine geldiğinde Fatih ve Zeynep’i yanında buldu, ama her şey hâlâ baş dönmesine neden oluyordu. Zeynep, Elif’in elini sıkıca tutarken, Fatih endişeyle ona bakıyordu. Hastanenin steril kokulu koridorlarında zaman adeta durmuş gibiydi. Elif, Fatih ve Zeynep, sessizce bekleme odasında oturuyorlardı. Elif’in başı hala dönüyordu, kalbi hızlı atıyordu. Fatih, gözlerini Elif’ten ayırmıyordu, derin düşüncelere dalmıştı. Zeynep ise kardeşinin yanına oturmuş, onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama Elif’in içinde bir huzursuzluk vardı; bayılmasının nedenini bilmek istiyor ama aynı zamanda cevaptan da korkuyordu. Bir süre sonra, doktor yanlarına geldi. Yüzündeki gülümseme her şeyin yolunda olduğunu işaret ediyordu. “İkiniz de çok iyisiniz, merak etmeyin,” dedi doktor. Fatih, kaşlarını kaldırarak şaşkınlıkla doktora döndü. “İkiniz?” diye sordu, cümlede bir şeylerin eksik olduğunu hissederek. Doktor, Fatih’in tepkisine hafif bir tebessümle karşılık verdi. “Evet,” dedi sakin bir sesle. “Anne ve bebek, ikisi de iyi. Endişelenecek bir şey yok babası.” O an oda bir anda sessizleşti. Zeynep’in gözleri kocaman açıldı, Fatih adeta nefes almayı unutmuştu. Elif’in yüzü bir anda soldu, gözleri dolmaya başladı. Şaşkınlık ve karmaşa üçü arasında sessizce yankılanırken, herkesin yüzünde farklı bir ifade belirdi. Elif, gözyaşlarına hakim olamadan yere bakıyordu. “Bebek mi?” diye fısıldadı kendi kendine. İçinde Davut’a ait bir parça taşıdığını bilmek, bütün kaçış planlarını alt üst etmişti. Davut’tan kopmaya, onun karanlık gölgesinden kurtulmaya çalışırken şimdi içinde ona ait bir hayat filizleniyordu. Bu, onu adeta bir mahkumiyet gibi hissettirmişti. Zeynep, kardeşinin elini sıktı ama ne diyeceğini bilemedi. Gözleri dolmuştu, hem Elif için üzülüyor hem de bu yeni durumun onları nasıl etkileyeceğini düşünüyordu. Kendi ailesinin baskısı altında büyüdükleri hayatın yeni bir evresiyle karşı karşıya olduklarını fark ediyordu. Fatih ise şok içindeydi. Elif’e olan ilgisi ve derin hisleri bu durumu daha da karmaşıklaştırmıştı. Elif’in başına gelenler onu fazlasıyla üzmüş ve bu hamilelik durumu işlerin daha da karmaşık hale geleceğini hissettirmişti. Ama Elif’in gözyaşlarını gördüğünde bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. “Elif,” diye fısıldadı Fatih, yavaşça yanına yaklaşarak. “Her şey yoluna girecek, tamam mı? Yalnız değilsin.” Ama Elif, kendini daha da büyük bir çıkmazda hissetti. Fatih’in sözleri kulağına ulaşsa da, içindeki karmaşa çok daha derindi. Davut’tan kurtulmak için verdiği savaş, şimdi bambaşka bir boyut kazanmıştı. Onun varlığı hâlâ içinde, bu sefer fiziksel olarak, bir bebek şeklinde var oluyordu. Elif, bu gerçekle nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Hastane çıkışında soğuk bir esinti Elif’in yüzüne çarptı. İçinde kopan fırtınaları biraz olsun dindiren bu serin hava, o an ihtiyacı olan tek şeymiş gibi geldi. Fatih ve Zeynep sessizce onun arkasından yürüyordu, herkes ne yapacağını ya da ne söyleyeceğini kestiremiyordu. Zihnindeki karmaşa Elif’in yüzünden okunuyordu, ama artık bu dört duvarların içinde daha fazla kalamayacaklarını biliyorlardı. Fatih, hastane çıkışında arabayı park etmişti ama Elif yürümek istedi. Hemen ilerde, küçük bir park vardı. Ağaçların yeşilliği, kuşların cıvıltısı ve rüzgarın hafifliği, şehirde olsa da insanı bir anlığına uzaklara götürecek türdendi. Üçü de sessizce parka doğru yürüdüler. Elif, zihninde biriken düşünceleri temizlemek için sık sık derin nefesler alıyordu. Zeynep, bir bankın ucuna oturdu, kardeşini gözlemleyerek ne zaman konuşacağını kestirmeye çalışıyordu. Fatih ise onların biraz arkasında durmuş, Elif’in yüzündeki ifadeyi çözmeye çalışıyordu. Elif, nihayet bankın kenarına oturup başını avuçlarının içine aldı. “Böyle hissetmek istemiyorum,” diye mırıldandı. “Davut’un hayatımda bir iz bırakmasına izin vermemek için o kadar çok çabaladım... Ama şimdi…” Zeynep, kardeşinin yanına oturup omzuna hafifçe dokundu. “Bu senin kararın, Elif. Kimsenin seni zorlayacağı bir durum yok,” dedi, sesi şefkat doluydu. Fatih, biraz daha yaklaştı ve cebinden bir paket çıkarıp, üçüne de kahve ısmarlamak için yan banktaki kafeye yöneldi. Dönüşünde, Elif’e hafifçe gülümsedi. “Biliyorum, şu an her şey karmakarışık görünüyor ama... Zamanla düzelir. Ayrıca iyi bir kahve her şeyi biraz olsun hafifletebilir, ne dersin?” dedi, bir kahveyi ona uzatırken. Elif, Fatih’in bu naif yaklaşımına gülümsemeye çalıştı, ama yüzündeki gülümseme biraz buruk kaldı. “Teşekkür ederim,” diye cevap verdi. Kahveyi eline alıp derin bir nefes aldı, bu koku ona belki de bir anlığına bile olsa huzur verebilirdi. ** Parktaki sakinlik bir anda dağıldı. Elif, Zeynep ve Fatih, gökyüzündeki hafif rüzgarın altında huzurlu anlarını yaşıyorlardı ki, aniden arkalarından gelen bir ayak sesi duyuldu. Herkes başını çevirip sesin kaynağına baktı, nefesler bir an tutuldu. Karşılarında Davut’u gördüler. Kirli bir gülümsemeyle onlara bakıyordu, gözlerinde tehlikeli bir parlaklık vardı. “Hahaha, buldum sizi,” dedi alaycı bir kahkahayla. Gözlerini Elif’ten ayırmadan adım adım yaklaştı. “Ne kadar kaçarsan kaç, Elif. Benden kurtulamazsın.” Elif’in kalbi göğsünde patlarcasına çarpmaya başladı. Fatih ve Zeynep hemen ayağa kalktı, ama ne yapacaklarını bilemeden donup kaldılar. Davut, bir an bile tereddüt etmeden belindeki silahı çıkardı. Güneşin altındaki çelik namlu, parktaki ağaçların gölgesinde soğuk bir parıltıyla ışıldıyordu. Fatih bir adım öne atıldı, “Davut, saçmalama! Bunu yapmana gerek yok. Konuşabiliriz…” Ama Fatih’in sözleri daha bitmeden Davut’un parmağı tetiğe gitti. Gözlerinde karanlık bir öfkeyle tetiği çekti. Bir silah sesi parkın dinginliğini yırtarak yankılandı. Kuşlar ürkerek göğe doğru havalandı. Fatih, göğsünden vurulmuştu. Elini yarasına götürdü, kan avuçlarına dolarken dizlerinin üzerine düştü. Elif çığlık attı, Zeynep olduğu yerde donup kaldı. Fatih’in gözleri yavaşça kapanırken, Elif onun yanına çöktü. “Hayır, hayır, hayır…” dedi boğuk bir sesle. Ellerini Fatih’in kanıyla kaplanmış göğsüne bastırarak onu tutmaya çalıştı, ama gözyaşları arasında gerçekliği reddediyordu. Davut, elindeki silahı Elif’e doğrulttu. Yüzündeki o alaycı ifade gitmiş, yerini soğuk bir kararlılık almıştı. “Benden kaçamayacağını anlamışsındır artık,” diye fısıldadı. Tam o sırada, Zeynep refleksle yerdeki bir taşı eline aldı ve tüm gücüyle Davut’un başına fırlattı. Taş Davut’un şakağına isabet etti ve bir anlığına sendeledi. Silah elinden düştü. Zeynep ve Elif hızlıca fırsatı değerlendirip Fatih’in başında Davut’tan uzaklaştılar. Ama Davut çabucak toparlandı, yüzünde daha tehlikeli bir öfkeyle tekrar ayağa kalktı...
|
0% |