@kalemdendusen
|
Halit Bey, Elif’in direnişi karşısında o kadar öfkelenmişti ki, hiç tereddüt etmeden kızını odasına kapatma kararı aldı. Elif’in gözlerindeki yaşlar babasını etkilemiyordu. "Götürün onu odasına!" diye emretti. Melis ve Sema, Elif’e acıyarak baksa da hiçbir şey yapamadan durdular. İki adam Elif’i kollarından tutarak odasına götürdü ve kapısını dışarıdan kilitlediler.
Elif, odasının dört duvarı arasında yalnız başına kalmıştı. Öfkeyle gözyaşlarına boğulmuş, babasının sert tutumunu düşünüyordu. Bir süre sonra odadaki sessizlik, açlık ve susuzlukla birleşti. Zaman ilerledikçe Elif'in bedeni zayıflıyor, başı dönüyordu. Saatler geçti ama ne bir yemek ne de bir damla su geldi. Gözlerini tavana dikmiş halde, olan biten her şeyi düşündü. Ailesinin ona uyguladığı bu baskı, hayatını nasıl kontrol etmeye çalıştıkları ve Davut’un umursamaz tavırları, Elif’in zihninde yankılanıyordu.
Bir gün böyle geçti. Elif neredeyse bitkin düşmüş, başını ellerinin arasına almış halde otururken kapı birden açıldı. Sema içeri girdi, yüzü endişe doluydu ama yine de sesinde hafif bir sertlik vardı. "Kalk Elif," dedi. "Misafirler yeniden geldi. Bu defa uslu duracaksın, anlamıyor musun?"
Elif’in yorgun gözleri annesine dikildi ama karşılık vermedi. Onun sözleri, içinde kalan son direnişi de zayıflatıyordu. Konağa yeniden konuklar gelecekti; Davut ve ailesi bir kez daha Elif’i istemek için kapıdaydı.
Konağın avlusunda bu sefer her şey daha ciddi ve ağır bir hava içinde hazırlanmıştı. Elif’in karşı çıkışına rağmen aileler bir araya gelmiş, bu evliliği kesinleştirmek için son adımı atacaklardı. Halit Bey, Elif’in direnişini kırmak için elinden geleni yapmıştı ve bunu göstermekten çekinmiyordu.
Elif, yavaşça avluya indirildi. Yüzü solgundu, bitkin ama gözlerinde hala sönmeyen bir ışık vardı. Onu görenler, bu defa farklı bir Elif ile karşı karşıya olduklarını hissettiler; hem fiziksel hem de duygusal olarak yıpranmıştı ama içindeki isyanın tamamen kırılmadığı açıktı.
Davut ve ailesi tekrar masanın başına oturmuş, yeniden resmi bir isteme töreni başlatmışlardı. Davut’un annesi yine aynı soğuk, mesafeli tavırla konuşmaya başladı: “Elif kızımızı Allah’ın izniyle bir kez daha oğlumuz Davut için istemeye geldik. İnşallah bu sefer hayırlısı olur.”
Halit Bey, kızına göz ucuyla bakarak, neredeyse tehditkar bir tonda: “Bu sefer bu iş bitecek, Elif,” dedi.
Davut, yine aynı kayıtsızlıkla oturduğu yerden Elif’e bakıyordu. Onun için bu evliliğin hiçbir anlamı yoktu; sadece aile baskısı yüzünden buradaydı. Elif, Davut’un boş bakışlarına karşılık vermemeye çalıştı, ama içindeki öfke büyüyordu.
Davut’un annesi söze devam etti: "Bu sefer işimizi sağlam yapalım, Halit Bey. Kızımızın gönlünü alalım, evimizi şenlendirelim." Ardından, büyük bir gümüş kutu çıkarıldı. Kutunun içindeki takılar masaya bir bir dizilmeye başlandı. Altın bilezikler, kolyeler, yüzükler… Avlunun ortasında sergilenen bu zenginlik, adeta bir gövde gösterisiydi. Elif’in gözleri masaya doğru kayarken, bu sahne ona daha da dayanılmaz geldi. Bu takılar, onun satıldığını hissettiren bir simgeydi. Onun değerini parayla, altınla ölçüyorlardı.
Halit Bey, gülümsedi ve başını Davut’un babasına eğerek teşekkür etti: “Allah razı olsun, bu hediyeler kızım için büyük bir lütuf.”
Elif’in kanı donmuştu. Babasının onu bu şekilde satılığa çıkarması, ona yapılabilecek en büyük hakaretti. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Onun dünyasında her şey paranın ve itibarın üzerine kurulmuştu. Ama o böyle bir hayat istemiyordu. İçindeki isyan her ne kadar bastırılmış olsa da, o takılar masaya konduğunda, Elif’in içindeki tüm umutlar sonsuza dek sönmüştü.
Davut, tüm bu gösteriye kayıtsızca bakıyor, annesinin altınları sergilemesiyle bile ilgilenmiyordu. Onun umurunda olmayan bu evlilik, Elif’in hayatını karartacaktı. Elif, o an kendisine bir söz verdi. Ne olursa olsun, bu evliliği yapmayacaktı. Gerekirse bu hayattan kaçar, ama asla bu baskıya boyun eğmezdi.
İstemeden de olsa Elif’i masaya oturttular. Başını eğmiş, babasının verdiği kararın geri dönülmezliğini kabullenmeye çalışıyordu. İçinde fırtınalar kopsa da bedeni yorgun ve bitkin düşmüştü, direnecek gücü kalmamıştı. Davut ise hala umursamaz bir tavırla masada oturuyordu. Onun için bu tören bir formaliteden ibaretti. İkisi de birbirine bakmadan, zoraki bir şekilde bu anın geçip gitmesini bekliyordu.
Davut’un annesi altınlarla süslü kutuyu açarak yüzükleri çıkardı. Kalabalık avluda herkesin gözleri Elif ve Davut’un üzerindeydi. Kadın, gülümseyerek yüzükleri eline aldı ve yavaşça önce Davut’un, sonra Elif’in parmağına geçirdi. Bu sırada herkes alkışlamaya başladı, sanki herkes mutluluktan payını alıyordu ama Elif’in yüzünde bir an bile tebessüm yoktu.
Halit Bey, memnun bir tavırla oturduğu yerden doğruldu ve herkese dönerek, “Haydi bakalım, gözünüz aydın!” dedi. Yüzünde zafer kazanmış bir komutanın ifadesi vardı. Onun için kızını zengin bir aileye vermek büyük bir başarıydı.
Elif’in parmağına takılan yüzük, bir ağırlık gibi hissediliyordu. Yüreğinde derin bir boşluk oluşmuştu. Yüzük parmağında durdukça, ona dayatılan bu hayattan ne kadar uzak olduğunu daha iyi anlıyordu. İçinde ne aşk vardı ne de huzur. Herkes sevinirken o sessiz bir isyanın içindeydi. Bu yüzük, onun boynuna geçirilmiş bir prangaydı adeta. Parmaklarında hissedilen soğuk metal, ruhuna da işliyordu.
Davut, bu sırada Elif’e kısacık bir bakış attı ama onda da bir duygu izi yoktu. Elif için bu bakış, her şeyin üzerine bir mühür vuruyordu. Bu adamın gözlerinde ne sevgi ne de sıcaklık vardı. Onunla geçireceği bir hayat, sadece bir boşluktan ibaret olacaktı. Elif, içindeki nefretin yavaş yavaş kök saldığını hissetti.
İnsanlar etraflarında sevinçle yüzüklerin takıldığını kutlarken, Elif kendi içinde bu evliliğin bedelini hesaplıyordu. Ailesi ve toplum ona dayatmıştı bu hayatı. Ne kadar kaçmak istese de şu an için bir çıkış yolu bulamıyordu. Fakat bir şeyden emindi: Bu yüzük onun kaderini değiştirecekti ama Elif asla boyun eğmeyecekti.
|
0% |