Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Dağ Keçisi

@kambersizyazar

Hoş geldiniz :))

__________


"Komutanım, komutanım, komutanım."


"Ne var ulan ne var." Revirdeki yataktan kalkmadan esnedi komutan.


"Beni bir salın. Çok fazla adam öldürdüm dinlenmem lazım." Er, revirden çıkıp çıkmamak konusunda kararsız kalıp tekrar etti.


"Komutanım!"


"Ne yavrucuğum ne kardeşim ne..." diye bağırıp öfkeyle soludu. Gözleri uyumaktan şişmiş, kızarmış yanağında elinin izi kalmıştı. Aniden kalktığı için başı az da olsa dönüyordu.

"On beş saniye! Başla!" demesiyle er panikle aldığı emirleri bildirmeye başladı.

"Bugün yapılacak idmana siz eşlik edecekmişsiniz."

"Niye?" Saniye bitmesin diye cevap vermeden devam etti.

"Sünnet varmış hazırlıkları kontrol edecekmişsiniz." Gözlerini devirdi.

"Yok anasını satayım."

"Mehmet komutan sizi odasında bekliyor." Son duyduğu sedyeden fırlamasını sağladı. Er'i arkasında bırakıp postallarını eline alarak çıplak ayaklarla koşarak çıktı. Toprak yolda ayağına batan taşlar hafif canını sıkıyordu aldırış etmeden koşmaya devam edip ana binaya girdi.

Kapının önünde postalları giyip üstünü düzeltirken kapı sonuna kadar açılıp Üsteğmen Bedir elindeki dosyalarla dışarı çıktı.

"Yazman gereken onlarca dosya var. O kadar adam öldürdükten sonra Ankara'nın seni bırakacağını mı düşündün?" Yaramaz bir çocuk gibi dudağını kıvırdı.

"O dosyalar beni benden alıyor. İşe yaramayan adamları öldürdüm birde hesap veriyorum. Onlar bana dosya yazmalılar seni hak edecek ne yaptık diye. Arkadaş ölmek istediler yardımcı oldum ne var bunda. Kaç gündür içim şişti herkese bilgi vermekten."

"Yüzbaşı Emre kapıda lak lak yapma içeri gir." Kapalı kapının ardından gelen ses ile hizaya geçip Bedir'i iterek kapıyı vurup birkaç saniye bekleyip içeri girdi.

Masanın üstünde onlarca sıralı dosya arasında mavi gözleriyle Emre'ye bakan Albay Mehmet burnundan soluyarak kolunu sandalyeye yasladı.

"Bu dosyalar ne biliyor musun?"

"Hayır komutanım." dedi, yalan söylediğini ikisi de biliyordu.

"Ankara bizden açıklayıcı bir şekilde olayın iç hatlarını istiyor. Sen ne yapıyorsun?" Sessizlik oluştu.

"Öküz gibi yatıyorsun, asker." Öküz dediğinde ilk hatırladığı şey kızın çehresi ve buruşturduğu alnı olmuştu. Kaşlarını istemsiz çatıp iç geçirdi.

'Mendebur sıçan, teröristlerin kadın kollarında en üstte olmalı. Beni hor gördüğüne göre başka açıklaması yok. Kadın her yerde aynı erkek sinek gördü mü üstüne basıyor. Gudubet.'

"Ben ne anlatıyorum?" dedi Albay.

"Çok şey komutanım." Emre iç düşüncesini bir kenara bırakıp hazır ola geçti.

"Her dediğiniz anlaşıldı komutanım."

"Ne anlaşıldı dinledin mi ki, asker! Ceza almayı mı özledin? Siciline işlenmiş cezaların az mı geldi.?"

"Hayır komutanım."

"Dosyaları yarın sabah masamda istiyorum, sünnet düğünü var sabahtan köye gidip etrafın güvenliğini sağlayın. Aileye kimse zarar vermesin."

"Bize ne köydeki aileden. Asker, terörist mi korur?" dediği gibi Albay'ın öfkeli bakışlarıyla karşılaşıp başını indirdi.

"Emredersiniz komutanım."

Dosyalar nihayet bitmişti. Gözlerini kapatıp açarak gözlerindeki ağrıyı dindirmeye çalıştı. Hafif başı ağrıyor boynu eğilmekten tutulmuştu. Duvardaki saat sabaha doğru dört buçuğu gösteriyordu. Kollarını esneterek yatağına baktı. Dün sabah düzenlediği yatağı ona o kadar güzel bakıyordu ki, uyusa bir iki saat sonra uyanmama tehlikesi vardı. Uykusunu açmak için biraz yürüyüş yapmak iyi gelebilirdi. Yürüyüş boyunca nöbette olan askerlerin hayran bakışları arasında atış talimi yapmaya gitti. Herkes on iki adamı nasıl kafalarından vurup öldürdüğünü konuşuyordu. Onbaşı Faruk her şeyi en ince ayrıntısına kadar yemekhane de anlatmış duyan duymayana söyleyip herkesin haberi olmuştu.

Atış talim yeri çeşitli terörist afişleri ile yapılıyordu. Kapı aralarında, ağaç arkasında, kuyu da çıkan terörist resimlerini vuran kişi iyi atıcıydı. Emre hepsinin başına nişan alarak ıskalamadan vurduğu resimlerin birinde kaldı, vurmadan kaybolmasını bekledi. Kadın terörist resmi vardı erkek kadın ayırt yapmadan vurduğu resim de ilk defa tereddüt ediyordu.

"Allah'ın cezası." Silahı elinden bırakıp gözlerini yumdu.

"S*ktir olup gitmene ikinci defa göz yumdum. Umarım bir daha karşıma çıkmazsın." Gözlerini açıp çıkan resimleri vurmaya devam etti.

Sabahın ilk ışıklarında on kişilik ekip toplanmış Yüzbaşı Emre'yi bekliyordu. Genç adam sırt çantasını yerdeki diğer çantaların arasına atıp rahat pozisyonuna geçti.

"Asker rahat! Birkaç günlük görevde birlikte uyum içinde çalışacağımız için mutlu olacağımı umuyorum." Volta atmaya başladı .

"Gideceğimiz Deligölü köyünde ters giden bir şey olursa hemen bana bildiriyorsunuz. Emirler dışında kimseyle yakın temas kurmuyorsunuz. Bir hafta herkes kurallara uysun. Onların potansiyel düşman olduğunu sakın unutmayın. Hepsinin bir yakını dağda veya öldürdüğümüz için toprakta. Bizden nefret edecekler sakin ve sükunetli olun. Anlaşıldı mı?" Hep bir ağızdan bağırdılar.

"Anlaşıldı komutanım."

İki araba yetecek kadar mühimmat ile yola koyuldular. Ekip istediği gibi seçilmemişti ama güçlüydü. Engebeli yoldan geçip köy kendini gösterdi. Uzaktan gördükleri evler çamurdan yapılmış gibiydi yakınlaştıkça on dört evden oluşan kerpiç evlerdi. Küçük bir cami ve okulu vardı. Araba köy meydanında durunca derme çatma kahveden insanlar ayaklanıp uzaktan gelen askerleri izlediler.

"Selamün aleyküm." Emre'nin selamını kimse almadı. Yüzleri gördükleri askerler yüzünden mutsuzlukla buruşmuştu. Eşyaları indirirken Emre adamlardan birinin genç çocuğa bir şeyler fısıldadığını gördü. Çocuk duyduklarını yetiştirmek için dağ yoluna koşmaya başlamıştı ki, Emre tüfeğini omzuna alıp nişan aldı.

"Güzel geçinelim." Kimsenin ciddiye almadığını düşününce koşan çocuğun ayağının dibine sıktı. Çocuk yere düşüp korkuyla çığlık attı.

"Geçinmeye gönlünüz var mı? Bir daha ki mermi ayağına gelir. Ya da başına..."

"Raşit gel." diye bağırdı çocuğu yollayan adam. Tüfeği omzuna alıp üstünü silkeledi.

"Sünnet düğününe geldik. Düğün bittiği gibi de gideceğiz. Bu kadar basit. Dağdan adam gelirse beşikten itibaren düşmanlığınızı kabul ederiz. Ve biz düşmanımıza sabır göstermeyiz." Herkes pür dikkat Emre'nin dediklerini korkmuş dinliyordu.

"Biz düşman olmaya gelmedik."

"Küçücük çocuğun ayağından ne diye vurdun? Bunu düşman yapar." diye atıldı otuz sekiz yaşındaki kahvenin sahibi. Gözleri nefretle bakıyordu.

"Küçücük çocuğu tek başına dağa gönderirken düşünecektiniz."

"Bence herkes sakin olsun." Sandalyesinden ayağa kalkmayan tek bir adam kalmıştı. Sardığı tütünü sararmış bıyıkları arasında içine çekip kasketini çıkardı. Saçları yaşına göre fazlasıyla siyahtı.

"Seydi oğlanın sünnetine gelmişler. Nazmiye yenge üç hafta önce bahsetmişti ama geleceğinizi ummuyorduk." Ayağa kalkıp yanlarına giderek elini Emre'ye uzattı.

"DeliGöl'e hoş geldiniz. Muhtar Said."

"Deli köyün tek akıllısı sen değilsindir umarım." Uzak bir tokalaşmadan sonra kalmaları için tahsis edilen caminin kullanılmayan konuk evine gittiler. Kimse evlerine misafir etmek istememiş. Cami imamı bile isteksizlik ile bu durumu kabul etmişti.

Akşam üzeri yemek gelmeyeceğini anlayan askerler getirdikleri konserveleri yiyip dinlenme moduna geçtiler.

"Mutlaka adam göndermişlerdir." Bedir'in cümlesiyle Emre kahkaha attı.

"Geç bile kaldılar. Gece baya uzun olacak. İlk nöbet benim herkes yatıp dinlensin silahlarınıza sarılıp uyuyun."

Gece dediği gibi baya uzun olmuştu. Hepsi en kötüyü düşündüğü için uyumamışlardı. Ne silah sesi ne de insan sesi olmamıştı.Emre sabahın ilk ışıklarında ezan sesiyle ayağa kalkıp küçük pencereden dışarıya baktı. Sokakta iki köpek haricinde canlı yoktu. Yine de boş bulunup rahat etmek istemiyor bu köydeki kimseye güvenmiyordu. Dışarıyı izlerken kapının tıklatılmasıyla panikle yerinden zıpladılar. Silahlarına dayanıp Emre'nin komutunu beklediler.

"Kimsin?"

"Benim Seyfi!" Sesindeki heyecan kapı arkasında anlaşılıyordu. Temkinli bir şekilde kapıyı açıp karşısında duran saçlarını iki yana ayrılmış çilli yanakları kel kafasıyla sekiz yaşındaki Bedir göründü. Burnu akıyordu rahatsız ediyor gibi de görünmüyordu.

"Hoş geldiniz. Annem dedi ki hoş geldiniz dersen mutlu olurlar."

"Ödümüz patladı çocuk. Mutluluktan kalbime inecekti." dedi Bedir, çocuğun önüne çöküp cebindeki çikolatayı uzattı.

"Ne için buraya geldiğimizi biliyor musun?"

"Önce pipimi ucundan kesecekler. Sonra da düğün yapacak ablam."

"Annen olmasın o?" Seyfi itiraz ederek dilini damağına bastırıp ses çıkardı.

"Annem yapamaz ki ama ablam yapar. Onun babası dağda..." Elleriyle ağzını kapadı.

"Terörist." Çocuğun konuşması hepsinin dikkatini çekmişti.

"Ablam adamlarının yanına gidip köye asker getireceğim dağdan inerseniz hepinizi kurşuna dizsinler demiş onlarda gelmeyecek."

"Hikaye mi anlatıyorsun? Yalancı çocukları kimse sevmez biliyorsun değil mi?" Başını salladı.

"Vallahi yalan söylemiyorum. Ekmek musaf çarpsın. Annem evden çıkmıyor korkudan. Ablam her şeyi hallediyor. Herkesle kavga ediyor."

"Ablan deli mi?" dedi Emre her şeyin gereksiz olduğunu düşünmüştü.

"Babam sünnetim olsun çok isterdi öldü kimse bana sünnet yapmıyor. Bende ablamdan istedim."

"Senin ablan kim kız, dağdaki babasına karşı geliyor?"

"Şilan sen tanımıyor musun?" diye sordu.

"He tanıyorum askerlik arkadaşım. Senin gerçekte neyin oluyor?" Dalga geçer gibi oldu ama toparladı. Küçük çocuğu üzmek de istemiyordu.

"Ablam."

"Gerçekte anne baba ayrı ya."

"Amcamın kızı."

"Babasının adı ne?"

"Zeynel." Adamın ismini duyduğu gibi irkildi. İki yıl önce üç şehit verdikleri operasyonda başı çeken kişiydi. Telsiz konuşmaları emirleri onun verdiğini gösteriyordu. Emre çattığı kaşlarını çocuğa çevirmiş öfkeyle bakıyordu. Çocuk ise hala anlatmak ile meşguldü.

"Hadi dinleneceğiz evine git."

"İyi de sabah oldu."

"Eeee köye teftişe mi çıkalım?" Çocuk istemese de somurtarak oradan çıktı.

Öğlene kadar dışarı adım atmamışlardı. Emre ekip ile birlikte geri dönmeyi bile düşünüyordu. Albay Mehmet'i arayıp olan biteni anlatmaya karar verdi. Tüm ekibin emirlere uymadığı için ceza almasını istemiyordu.

"Komutanım bir maruzatım var."

"Söyle Asker."

"Burada sünnet düğünü var ama organizasyonu yapan kızın babası..."demeye kalmadan Mehmet komutan susturdu.

"Ne olmuş? Baba terörist, kızı değil. Şilan bana ulaşmak için günlerce uğraşıp amcasının isteğini söyledi."

"Şehit edilmiş askerlerin kanını yerde bırakmayacağız dedik, terörist ailelerini koruyacağız demedik."

"Asker!" diye bağırıp bekledi.

"Seyfi'nin babası köy koruyucusuydu. Karakol saldırısını seksen kurşunla ölerek engelledi. On beş dakika oyalamasa onlarca asker şehit olmuştu. Bizim görevimiz aileyi korumak. Başka bir şey istemiyorlar. Anlaşıldı mı asker?"

Anlaşıldı komutanım." Telefonu kapatıp nefes aldı.

"Hadi bu lanet köyü gezelim."

Yol boyunca akan dere dışında etrafta gezilecek bir yer yoktu. Kadınlar bulaşıklarını derenin içinde yıkıyor. Askerleri görünce öcü görmüş gibi içeriye kaçışıp kapılarını kapatıyorlardı. Halen ne Nazmiye hanımı ne de Şilan'ı görmemişlerdi. Güler yüzle onlara doğru gelen kırmızı yanaklı toplu bir kadın yaklaştıkça kadının gülümsemesi yüzüne dağıldı. Basma çiçekli etek, bol siyah bir penye arkadan bağladığı iğne oyalı tülbentiyle önlerinde durup utanarak başıyla selam verdi.

"Kusura bakmayın sizi karşılayamadım."

"Estağfurullah Nazmiye hanım mı?" dedi Emre gözleriyle etrafı tarayıp kadına soğuk bir şekilde gülümsedi.

"He Nazmiye de derler vatan haini de." Gülümsemesi acı çığlığını ele veriyordu. Göz altları ağlamaktan morarmış yüzü solgundu.

"Şilan olmasa cesaret edemezdim. Yapmama izin de vermezlerdi zaten. Sağolsun hepsinin ağzını kapadı. Küçük ama cengaver gibi. Koca köy bir ona sözünü geçiremiyor."

"Babası olacak Zeynel iti ne diyor?"

"Şilan haber yolladı asker kollayacak diye babası gelsin tutuklansın ister ama gelmez. Bilir en büyük rakibi kızı olur." dediği gibi gözü uzağa takıldı.

"Ha o da geliyor." Bütün askerler kadının gözüyle işaret ettiği tarafa baktı. At üstünde saçlarını rüzgarla savaşan kızı görüp Emre gözlerini kıstı. O kız olup olmadığını anlayamayacak kadar at hızlı koşuyordu. Siyah at yaklaştıkça yavaşladı ve durdu. Siyah beyaz papatyalar ile çevrilmiş dökümlü bir elbise, saçlar üstten toplanmış ama rüzgarda birbirine karışmış yüzü yorgunlukten pembe dudakları vişnenin kırmızı tonuna dönmüştü.

"Hoş geldiniz." Terli elini üstüne sürüp kuruttuktan sonra tek tek tokalaştı. Sıra Emre'ye gelmişti ki gözleri genç adamın gözlerine kitlendi. Yutkunarak geri adım atarak yüzünde mimik oynatmadan elini sıktı.

"Hoş geldiniz." Emre de genç kadının tavrını sürdürdü elini uzatıp tanımamazlıktan geldi.

"Bizi buraya sürükleyen Şilan sen miydin? Terör estiren ama terörist olmayan."

"Hee bendim." diye dağılan saçını üstün körü topladı.

"Ne oldu asker bey halkını korumak zor mu geldi?" Öldürmek bakışlarla olsaydı Şilan çokta iyi yapardı.

"Babası dağda biri için çok iddialısın. Aklıma da ne geldi bu köyde dağ keçisi mi meşhur?" Bilerek sinir ediyordu. Göz bebekleri öfkeyle kararan kadının yanından geçip bağırdı.

"Asker, köydeki gezimiz bitmiştir. Dinlenmeye çabuk!" Hepsi hazır ola geçip önünden yürüdüler.

"Bugünlük DeliGöl müdür ne b*ktur bu köyle işimiz bitti. Öğlen itibariyle herkes istirahat edecek."

_________


Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın desteğiniz benim için çok önemli.


Loading...
0%